Halil İnalcık kitaplarından Osmanlılar kitap alıntıları sizlerle…
Osmanlılar Kitap Alıntıları
Cumhuriyet Türkiyesi’nde Osmanlı’dan devraldığımız çürümüş sistem ve alışkanlıklar süregelmiştir. Herkes, devleti soymayı, yolsuzluğu, haklı ve meşru bir yol saymıştır.
Türkiye bir çıkmaz karşısındadır. Kendi kendimizi kandırmaktan vazgeçip kökten ciddi reformlar ve kararlar almak zorundayız. Her şeyden önce siyasi partiler, halkın oyunu kapmak için modası geçmiş popülist politikalardan vazgeçmek zorundadır.
Şaşılacak şeydir ki, Arap tarihçiliği de Arap ülkelerinin geri kalmışlığını Osmanlı idare sistemiyle açıklama çabasındadır.
Adalet, barışın aracıdır.
Voltaire durumu açık biçimde ifade etmiştir: Çoktan şuna kanaat getirdim ki, bu imparatorluğun yüceliği şimdiden hayalimizde yarattığımız bir heyuladır… Şayet önümüzdeki savaş kargaşayı ve Kara Mustafa’nın Viyana önündeki hezimeti gözümüzü açmasaydı bu imparatorluk hala şöhretini koruyacaktı.
On dokuzuncu yüzyılda Batı uluslarından gelen baskıyla Osmanlı yönetimi topraklarında her türden köleliği resmî olarak kaldırdı.
Türkmen-Yörükler, Osmanlı sultanlarının merkeziyetçi-bürokratik ezici rejimine karşıdırlar. Onlar, bir dini-Rafızi veya siyasi isyancı ortaya çıktığında, hemen onun etrafında toplanmaktadırlar.
Doğu’da devlet, hanedan demektir. Başka deyimle, devletin kuruluşu, her şeyden önce egemenliğini Tanrıdan aldığına inanılan karizmatik bir liderin ortaya çıkışına bağlıdır.
II. Bayezid’in Kızıl deniz’de Portekizliler’e karşı mücadelede Memlukler’e yardım etmişti.
Akka’nın düşmesi üzerine Papa, Memluk ve Türk ülkelerine karşı ambargo ilan etmiş, bunun üzerine Batı Anadolu limanlarından hareket eden Türk gazileri (başlıca Aydınoğlu Umur Gazi), Doğu Akdeniz ve Ege’de Latin Hıristiyan kolonilerini ve deniz trafiğini vurmaya başlamışlar..
Osmanlı idaresi gelince, Şif Türkmenler’e karşı Sünni Kürtler desteklenmiştir. Osmanlı, Doğu Anadolu’ya yerleştikten sonra buradaki Türkmen aşiretlerinin büyük bir bölümü, şahların egemen olduğu Azerbaycan’a göç etmeye başlamıştır.
Türkmen-Kızılbaş tebaasına karşı Osmanlı Sultanı, acımasız bir sindirme siyaseti gütmüş (1. Selim’in katliamı), bu tarih Osmanlı kültüründe radikal bir değişimin başlangıcı olmuştur. Sünnllik siyaseti (Kanun döneminde her köyde bir camii yapılması ve halkı zorla Sünni mezhebine sokma girişimi.
Az incelenmiş bir konu, İran’ da Moğol döneminde XIII. yüzyılda Avrasya Türk-Moğol kültürünün, özellikle devlet-yasa alanında Anadolu kültürü üzerinde güçlü etkisidir. Osmanlı askeri örgütleri üzerinde etkisi (askeri birliklerin 10-100-1000 bölümü, Moğolca cebe, gecim, bahadır (bagatur), nöker terimleri) anımsanabilir.
Sancak, saray kapısı önünde nöbet (mehter) çalınması, sancak ve tuğ, murassa’ koşumlu at Avrasya Türk-Moğol devletlerinden gelmedir.
Orta-Dönem’ de, İslam ülkelerinde devlet anlayışında, Avrasya’nın Türk-Mogol devlet kavram ve anlayışı egemen olmuştur.
Altın Orda Hanı Tohtu, Sakçı’ya oğlu Tukal Boğa’yı yerleştirdi. Nogay’ın oğlu Çeke’yi (Çaka) öldüren Bulgarlar, Dobruca Türklerini rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine Dobruca Türklerinden bir kısmı 1307-1311 arasında Anadolu’ya döndü; kalanlar ise Hıristiyanlığı kabul etti. 1365 yılına doğru Dobruca’ da Balık ve kardeşi Dobrotiç idaresinde kurulmuş olan Dobruca Despotluğu’nu bu Türkler ile Hıristiyan Kumanların kurdukları kuvvetle ileri sürülebilir.
Türkmen-Yörükler, Osmanlı sultanlarının merkeziyetçi-bürokratik ezici rejimine karşıdırlar.
Kazan ve Astrahan’ı zapteden Moskof çarına karşı Orta-Asya Müslümanlarının baş vurması üzerine Volga ve Astrahan’a sefer düzenlenmiş (1569), Orta Asya hanlıkIarına ateşli silahlarla donatılmış yeniçeri müfrezeleri yollanmış idi.Rus Çarı’na karşı himaye isteyen Harezm Han’ına gönderdiği namede Süleyman, kapısını melaz-i (sığınacak yer) selatin-i namdar diye anıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Fatih ve II. Bayezid’e Cezayir Müslümanları İspanyol istilasına karşı heyetler gönderip himaye istemişlerdir. Dünya çapında gaza görevini üstlenen Sultan Süleyman, dünyada Hıristiyan devletlerin saldırısına uğrayan bütün Müslüman devletlerine arka çıkmakla bu iddiayı kanıtlama yolunda idi. Örneğin, Portekiz saldırısına uğrayan Sumatra’da Atje (Açe) sultanı Alaeddin’e kale, top ve gemi yapması için uzmanlar göndermiş, Osmanlı donanmasını yardıma göndermeyi vaad etmiş idi.
Osman, Türk ve Moğol hanedanlarının ilk atası Oğuz Han neslinden gelmektedir. Daha sonraları bu iddia, Timur ve oğullarının, Osmanlı Sultanını tabi hükümdarlar arasına koymaları karşısında kullanılmış ve teori II. Murad döneminde Osman’ın kabilesinin Kayı’lardan olduğu, Kayı’nın da Oğuz Han’ın büyük oğlu Günhan’ın oğlu olduğu şeklinde daha ayrıntılı biçimde Yazıcızade
Ali’nin Târîhî-i Al-i Selçuk adlı kitabında geliştirilmiştir. Osman ve Orhan zamanında böyle bir iddianın ortaya atılmış olması inandırıcı değildir.
Her önemli Türk hanedanı egemenliğini meşrû göstermek için ailesini Oğuz Han soy kütüğüne bağlama çabasındadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eski Osmanlı rivayetinde, Osman adına 699/1299 yılında Karacahisar’ da hutbe okunduğu, böylece onun bu tarihte bağımsız bir hükümdar olduğu iddia edilmiştir. İslam devlet hukukunda bir kişinin hükümdarlığı, adının cuma hutbesinde anılması ve aynı zamanda gümüş sikke üzerinde darbedilmiş olmasıyla mümkündür. Rivayette gümüş sikkeden söz yoktur. Son zamanlarda Osman’a ait bir sikke bulunduğu iddia edilmişse de, sikkenin sahte olduğu ortaya çıkmıştır (1. Artuk).
Nümizmatlara göre ilk Osmanlı sikkesi Orhan’a ait 1327 tarihli sikkedir.
Anadolu Türkmen beyleri Sultan unvanı ile bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Orhan Bey o tarihe doğru İlhanlı maliye defterlerinde İlhan’a vergi veren Uc emirleri arasında zikredilmiştir. Kayda değer ki, rivayette 1299 #8242; da Osman,
Sultan değil, Türk töresine göre Han olarak anılmıştır.
Ordunun büyük bir kısmını azab ve yaya adlarıyla şehir ve köylerden askere alınan Türklerin oluşturduğu Osmanlı devletinin ilk döneminde, Türk nüfus askeri açıdan çok önemlidir. Bu Türk askerleri 16. yüzyıla kadar Osmanlı ordusundaki önemlerini sürdürmüşlerdi.
II. Mehmed’in (1451-1481) Sırbistan, Arnavutluk, Mora ve Kefe’den İstanbul’a toplu sürgünleri iyi bilinir. Bunların temel amacı yeni başkentin refahını sağlamaktı. Çoğunluğunu savaş esirlerinin oluşturduğu bu sürgünler, İstanbul civarındaki köylere sultanın köylü köleleri olarak yerleştirilmişler.
Osmanlı anlayışına göre imparatorluk sınırları içindeki tüm reaya ve toprak, sultanın malıydı.
Kapetanlar devletin mîrî arazilerini kendi malikâneleri, çiftlikleri haline getirdiler. Tabii toprağa sahip olmak tek başına zengin olmak için yeterli değildir. Toprağı işleyecek köylü, ırgat ve ortakçı lazım. Hıristiyan Sırplar
gelip yerleşmeye başladılar Bosna’ya. Böylece bu arazi önem kazandı. Çünkü Bosna toprakları Avrupa ile ticaret dolayısıyla çok değer kazandı. Bilhassa hayvancılıkta, tarımda ihracat yapılıyordu.
Kapetanların topraklarını işletecek insan gücü lazımdı. Onun için Sırpları çağırdılar. Sırplar kendiliklerinden geldiler ve Kapetanlara ortakçı durumunda, toprak kölesi gibi çalışmaya başladılar. İşte Sırplada Müslümanlar arasındaki düşmanlığın tarihi kaynağı temeli buraya dayanır. Günümüzde gördüğümüz çatışmanın tarihi temelleri buradadır.
Yugoslavya dağılıp Sırplar bağımsız bir devlet olunca Bosna’daki Müslümanları ezmek istediler. Bosna’daki Sırpları Sırbistan destekledi. Bu Sırplar vaktiyle Kapetanların ortakçı köleleri idi. Köle-efendi düşmanlığının yansımasıdır.
Osmanlıların işbirliği ile Venedik, 1590 #8242; da Split’i Osmanlı şehirleriyle ticarette bir transit limana dönüştürdü. Bu limanla irtibatı Saraybosna’nın ticari önemini daha da artırdı ve Dubrovnik’in Balkan ticaretine sekte vurdu.
Fransız kralından gelen elçi dolayısıyla verdiği haberde, Fransız kralın şöyle tasvir etmektedir (bugünkü dile çeviriyoruz):
Ey yedi iklimin padişahı, dünyanın sığınağı yiğitlik membaı, ey şahım! Benim halimden haberdar ol ve bu gönlü yaralıya lütuf merhametini gönder. Senin gibi bir dünya hükümdarı yok. Başka hükümdarlar senin kapında ancak kapıcı olabilirler. Sen şaha ben bütün gönlümle itaat eyledim.
Senin kulların dostum, düşmanların da düşmanım. Ben kendi halimce França ülkesine Şah bulunuyorum. Puta tapan Hıristiyanların sığınağıyım.
Barbaros, Fransızların ricası üzerine Papalığa ait topraklara saldırmaktan kaçındı.
Barbaros donanması ile o yaz İtalya sahillerine vardı, Roma’da Papa korku içinde François’ dan aracılığını istedi. Bunun üzerine Hayreddin donanma için gerekli erzağı para ile aldı, Papalık topraklarına saldırmaktan kaçındı.
(Kanuni Sultan Süleyman) İtalya istilasını İstanbul’daki Venedik balyozu Doça yazdığı mektupta şu sözlerle belirtmektedir: Sultan Süleyman daima Roma’ya, Roma’ya!
Fransız sarayı o zaman Osmanlı sultanını, dünyadaki en büyük hükümdar olarak görmektedir.
Kral François, Venedik elçisine Avrupa devletlerinin bağımsızlığını güvence altına alan tek gücün Osmanlı Padişahı olduğunu itiraf etmiştir.
Bir köprübaşı olarak Otranto’nun Osmanlılar eline geçmesi, İtalya’ da bir panik havası doğurmuş, Roma’dan papa Fransa’ya kaçmak için hazırlıklara girişmiştir.
Barbaros, Fransızların ricası üzerine Papalığa ait topraklara saldırmaktan kaçındı. O zaman Fransız elçisi Maurand’ın yazdığına göre, Akdeniz kıyıların da Barbaros’un saldığı korku o derecedeydi ki, donanmanın sadece görünmesi üzerine kaleler teslim oluyor ve Osmanlı denizcisi bu kaleleri Fransızlara devrediyordu.
Osmanlı da 1480’den beri İtalya’yı istila siyasetini Avrupa’ da esas hedeflerinden biri olarak benimsemiştir: Bunun menşeine gelince; II. Mehmed Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi Konstantinopolis’i fethettiğinden beri, kadim Roma İmparatorluğu’nu ihya etmek emelini besliyordu. Kendisi Kayser-i Rum unvanını sultan ve hakan unvanlarına eklemişti.
1402 tarihinde Timur’un gelip İzmir’i alması da sembolik bir olaydır. Timur, böylece İslam dünyasına göstermek istemiştir ki, haçlılara karşı Müslümanları himaye edecek tek Müslüman hükümdarı kendisidir.
Özgün din ve dünya görüşü, özgün devlet, yasa ve egemenlik anlayışıyla, kendi etik ve estetiği, kendi yaşam tarzıyla bir Osmanlı medeniyeti var olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, Balkan savaşı felaketinden sonra bir Türklük bilinci her zamankinden daha çok varlığını hissetirmiştir.
Osmanlı’da pozitif ilim metodları gelişmemiş, sosyal ve ekonomik hayata girememiş ve bir teknolojiye vücut vermemiştir.
Bir anlayışa göre, kültürleşme, bir kültürü belirleyen temel-değerler sisteminde değişiklik demektir.
Rus tarihçilerinin ortaya attığı Avrasya kavramı Rus siyasi pragmatizmi bir tarafa, coğrafi-tarihi bir gerçeği ifade etmektedir.
Penn’e göre devletler arasındaki savaş sıradan halk için bir haksızlıktır. Adalet, barışın aracıdır.
Osmanlı’ya tabi milletler silahlandırılıp ayaklanlandırılacak, kadın ve çocuklardan başka Türkler katliamla ortadan kaldırılacaktı.
Askerî sınıftan olanların (yöneticiler), kanun dışı reayadan eşya ve para almalarının önlenmesi, hükümetin en ziyade dikkat ettiği durumlardan olup, adaletnamelerin konusudur.
Ortadoğu devlet ve hükümet sisteminin temel prensibi, özel bir yorumu olan adalet kavramına dayanır.
Doğu’da devlet, hanedan demektir.
Önder etrafında anda, yani ritüel yeminle bir savaş birliği meydana çıkar. Anda’yı veren kimse ölümüne kadar başbuğa sadakatle hizmet edeceğine yemin eder.
Osmanlı kaynakları, istimaletin, Osmanlı fetihlerinde ve devletin kolaylıkla yayılışında önemini vurgularlar.
Selçuklu ülkesinden gelen alplar ve alp-erenler ve Uc beyleri kumandası altında bu yayılma ve yerleşme, XIV. yüzyılı dolduran olayların arka planını oluşturur.
Kayda değer ki, rivayette 1299’da Osman, Sultan değil, Türk töresine göre Han olarak anılmıştır.
Osmanlılar müslüman devletlere karşı harekete geçmek gerektiği zaman, bu eylemlerini İslam dünyasının gözünde meşru kılmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Balkanlarda Yörük adı altında tanınan bu Türk göçebe grupları bilhassa istila yolları üzerinde ve uçlarda keşif hâlinde idiler.
Osman Gazi 1300 tarihine doğru Eskişehir’den İznik’e ve Bursa ovasına kadar olan bölgede oldukça kuvvetli bir beylik kurmuş bulunuyordu.
Uçlar, Selçuklu devletinin zorla batıya sürdüğü göçebelerle, Moğol istilasından kaçan unsurların toplandığı ve yeni bir hayat alanı aradığı bu serhad bölgesiydi.
Bu arada Fatih’in doktoru Yahudi asıllı bir İtalyan olan Yakup Paşa’ya Fatih’i izlemek üzere rüşvet teklif etmişlerdir.
İstanbul’un işgali, Türklerin tamamıyla Avrupa’dan çıkarılması Haçlı Avrupa’sının 1. Dünya Harbi’ne kadar temel siyasetini oluşturacaktır.
Fransız, İspanyol Aragon ve Burgondiya hanedanlarının İstanbul üzerinde hakimiyet iddiaları Ortaçağ’dan beri sürüp gidiyordu.
1402 tarihinde, Timurun gelip İzmir’i alması da sembolik bir olaydır. Timur böylece İslam dünyasına göstermek istemiştir ki, haçlılara karşı müslümanları himaye edecek tek müslüman hükümdar kendisidir.
Daru’l İslam’a dahil olan yerlerin savunulması Müslüman devlet için bir ödevdir.
Batı Anadolu’nun 1290-1304 tarihleri arasında tümüyle Türkmenlerin egemenliği altına düşmesinden sonra deniz gazilerinin akınları, büyük ölçüde ve başarılı biçimde yeniden başladı.
Sabrımız taşar ise, gazabımız tufan olur!
Osmanlılar gâzilerdir ve galiplerdir. Fisebilillâh Hak yoluna durmuşlardır, gazâ malını cem’ edip hakka harc edicilerdir ve Hak’tan yana gidicilerdir. Din yoluna gayretludurlar, dünyaya mağrur degullerdir ve şarktan garba İslam dininin açıcılarıdırlar.
Toprağa sahip olmak tek başına zengin olmak için yeterli değildir. Toprağı işleyecek köylü, ırgat ve ortakçı lazım. Hıristiyan Sırplar gelip yerleşmeye başladılar Bosna’ya.
ortakçı durumunda, toprak kölesi gibi çalışmaya başladılar.
Bazı tarihçiler, Barthold, Köprülü ve Wittek’in araştırmalarını görmezden gelip gazâ ideolojisi ve örgütlenmelerini tarihi bir faktör olarak hesaba katmazlar, bu ileri tarihçilik gibi algılanmaktadır. Aslında mitoloji, efsane, tarihi yürüten realitelerdir. İdeolojileri hesaba katmayan tarihçi, tarihi açıklamada yaya kalır.
Dilde, yer ve kişi adlarında temizleme , Osmanlı dönemi külliyelerinden kalma mimarî eserlerin sistemli tahribi, bir kültür savaşı niteliğini almıştır. Yalnızca bu olay, Osmanlı yüksek kültürünün kitleler üzerinde nasıl derinliğine bir kültürleşmeye yol açtığını göstermesi bakımından kayda değerdir.
Evet, ABD’yi bölünmez yapan şey, Anayasa özgürlükleri ve ekonomik refahtır. Yani, bize AB’nin olmazsa olmaz dediği şeyler, Türkiye’de sosyal-siyasî barışın temel koşullarıdır. Ama bir dizi uyum yasası çıkarmak başka, bunları hayata geçirmek başka Ancak OHAL ve on binlerce gencin kanıyla birliğimizi sürdürebildik.
1291’de Papa’nın , Doğu Akdeniz’de İslam ülkelerine karşı abluka ilan etmesinden sonra , Hristiyan donanmaları Anadolu kıyıları boyunca karakol gezmekteydiler.
Fatih Sultan Mehmed, eşi görülmemiş başarılarıyla İslam tarihinde gelip geçmiş padişahların en güçlülerinden biri olduğundan ve kendi imparatorluk ve fetih planları uğruna uyruklarına, özellikle de Yörüklere ağır yükümlülükler ve baskılar yaptığından Otman Baba,Kutb-i Âlem olarak onun karşısına çıkmayı ödev bilmiştir.
Tam bir Bay Evet olan III.Murad’ın ağzından neredeyse hiç Hayır sözü çıkmazdı.
Beyoğlu’nun kuruluşuna gelince, Yukarısur ötesinde Pera-bağları
denilen bölgede başlangıçta bağ ve bahçeler ve mezarlıklar bulunuyordu. Saray iç-oğlanlarının yetiştirilmesi için Galatasaray’ın inşa edilmesinden sonra burada yerleşme başlamıştır. II. Selim döneminde Frenk Beyoğlu diye tanınan Sultan’ın gözdesi Venedikli Aloisio Gritti’nin sarayının bulunduğu Beyoğlu bölgesinde zamanla Avrupalı elçiler yazlık köşkler yaptırmışlar, böylece sur ötesi Beyoğlu gelişmiştir.
“Osmanlı dönemi kültür eserlerinin çoğunun barbarca yok edilmeye çalışıldığına bugün dahi tanık olmuyor muyuz? Dilde, yer ve kişi adlarında
“temizleme“, Osmanlı dönemi külliyelerinden kalma mimarî eserlerin sistemli biçimde tahribi, bir kültür savaşı niteliğini almıştır. Yalnızca bu olay, Osmanlı yüksek kültürünün kitleler üzerinde nasıl derinliğine bir kültürleşmeye yol açtığını göstermesi bakımından kayda değerdir
Bu Latin devletleri arasında başta gelen iki tüccar ve denizci İtalyan devleti, Venedik ve Ceneviz arasında Ege deniz yolları için amansız mücadele, korsanlığın görülmemiş derecede artışı ve nihâyet yerli Rumların Latin efendilerine karşı düşmanlığı,Ege dünyasında Türkmen yayılışını hazırlamış ve kolaylaştırmıştır.
İşte Sırplarla Müslümanlar arasındaki düşmanlığın tarihi kaynağı temeli buraya dayanır. Günümüzde gördüğümüz çatışmanın tarihi temelleri buradadır. Yugoslavya dağılıp Sırplar bağımsız bir devlet olunca Bosna’ daki Müslümanları ezmek istediler. Bosna’ daki Sırpları Sırbistan destekledi. Bu Sırplar vaktiyle Kapetanların ortakçı köleleri idi. Köle-efendi düşmanlığının yansımasıdır. Bosna tarihini genel hatlarıyla bu şekilde ve bu çizgide açıklamak lazımdır. Bosna tarihi Osmanlı sistemiyle yakın bir ilişki içinde izah edilmelidir. Bunun en son gelişimi, Bosna’nın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasıdır. Bugünkü Bosna devletinin hikmet-i vücudu ta İshak Bey’ e giden bir gelişmenin neticesidir.
II. Abdülhamit, seyahat edemediği için bütün dünyaya ait seyahatnameleri tercüme ettirip okutmuştu.
II. Mehmed Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi Konstantinopolis’i fethettiğinden beri, kadim Roma İmparatorluğu’nu ihya etmek emelini besliyordu. Kendisi Kayser-i Rum unvanını sultan ve hakan unvanlarına eklemişti.