İçeriğe geç

Osmanlı ve Avrupa Kitap Alıntıları – Halil İnalcık

Halil İnalcık kitaplarından Osmanlı ve Avrupa kitap alıntıları sizlerle…

Osmanlı ve Avrupa Kitap Alıntıları

Esasen İslam kültürü, başlangıçtan beri, bu noktada kesin davranışını belirlemiştir. “Düşmanı yenmek için onun silahını ve kullandığı taktiği taklit etmek dine aykırı değildir” hükmü, İslam’ın doğuşunda yerleşmiş bir kuraldır.
Sırf demagoji ve partizanlık uğruna halk kışkırtırılır; birkaç aile ziyaret edilip sadaka ve hediye dağıtılır. Bunlar ilkel metotlarıdır. Ancak bu metotlar ülkemizde demokratlık sayılmakta ve medya bu gibi hareketleri şişirip kamuoyuna aktarmaktadır. Türkiye’de esas sorun, Osmanlı’nın patrimonyal adetlerini bir tarafa atıp, rasyonel modern devlet yapısını getirmektir.
Bir tarihçi olarak Türk devlet yapısı ve izlenen siyasetler üzerinde şu gözlemleri yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Bugünkü siyasi rejimimiz, geleneksel Osmanlı rejiminin uzantılarından kurtulamamıştır. Bu sebepten de Türkiye, Batı’nın çok partili liberal demokrasi rejimine uygulamakta bocalıyor ve sürekli bir siyasi istikrarsızlık, darbeler, koalisyonlar içinde yuvarlanıp gidiyor. Osmanlı’dan günümüze etkisini sürdüren gelenekler patrimonyalizm, hizipleşme ve popülizm olarak tanımlanabilir.
Mustafa Kemal, Ankara’da milli bir meclis toplayarak devleti, milli iradeye dayandırmış, yurdun geleceğini ilgilendiren kararları daima Türk milletinin temsilcisi büyük millet Meclisinden çıkartmıştır. Bu suretle Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda Türk milletinin patrimonyal Osmanlı hanedan idaresine son vererek Avrupa devletler topluluğuna eşit koşullarla katılma kararlılığını vurgulayan milli bir devrimi ifade etmektedir. Avrupa bugün bu gerçeği gözardı eden bir tutumla Türkiye cumhuriyetine karşı eski Şark meselesi çerçevesinde yürütülen müdahaleci, vesayetçi politikasını devam ettirme sevdasında görünmektedir.
İktidara gelen bir partinin ilk işi memurlar arasında tasfiye yapmaktır. Rejimimizde patrimonyalizmin ve hizipleşmenin en göze çarpan uygulama biçimleri yakınlarda görülmüştür: İktidara geçen parti gelecekte kendi iktidarının bir garantisi olarak memur tasfiyesini uygular. Şayet iktidardaki parti, toplum içinde çok belirgin eğilimlere, bir yandaş grubuna dayanmak istiyorsa, tasfiye, birçok suçsuz insanın hayat ve maişeti ile oynayan acımasız bir şekil almaktadır.
“Devlet gücünü ele geçiren kimse, bu emaneti ülkenin kaderi için kullanma sorumluluğunu duyacak yerde, her şeyden önce kendi kişisel maddi ve manevi nüfuz ve çıkarlarını öne almak eğilimini ve zafiyetini göstermektedir.”
TV ‘de milletvekillerinin liderlerini karşılamak için Meclis kapısı dışında sıraya dizilip,başkanın elini öpmek için koştuklarını gördüğüm zaman,vezirlerin Divan-ı Hümayun’a gelen sadrazamın elini öpmeleri sahnesi gözümün önüne geldi .
Bütün sosyal kademelerde de patron -kul sistemi hakimdi .Rejimin vazgeçilmez ilkeleri ,tâbiiyet,sadakat ve itaattir.Bugün siyasi rejimimizde bu noktaları anımsatan özellikler meydandadır.Milletvekilleri milletvekiliğini elde etmek ve gelecek seçim için garanti altına almak amacıyla parti liderlerine mutlak bağlılılığını göstermek gereği duymaktadırlar .
Özel niteliği ve fonksiyonu dikkate alınmazsa,Metternich Sistemi yirminci yüzyılın milletlerarası örgütlenmelerinin habercisi telakki edilebilir .
Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan bir yüzyıl önce ,Avusturya devlet adamı Metternich,Napoleon’un bertaraf edilmesinden sonra ,Avrupa’yı birbiriyle sürekli mücadele halindeki devletler ve milletlerden oluşmuş bir kıta olarak değil,tersine tek ve birleşik bir Avrupa Birliği yapma görüşünü ortaya attı.Ona göre ,bu birlik büyük bir devletin egemenliğle değil ,devletler arasında bir örgüt içinde işbirliği ile sağlanabilirdi .
“Osmanlı İmparatorluğunda cami kamuoyunun şekillendirdiği bir mekandı.”

“Hutbe,İslam tecrübesinde Sultan otoritesinin meşruiyetini tanıma olarak yorumlanırdı.Hiçbir müslüman yönetici ,ismi sikkede veya Cuma günkü hutbede zikredilmeksizin meşru olamazdı.”

“Bozahane ve kahvehane çarşı bölgesinde sosyalleşme mekanlarıydı.(Darı mayalanmasından yapılan boza Orta Asya göçebelerinin tipik bir içeceğidir.)Kahvehane bir toplumsal buluşma mekanı haline gelmeden önce ,onun işlevleri bozahane tarafından ifa ediliyordu.Belirli boza çeşitleri sarhoş ettiğinden ve bozahaneler siyasi dedikodu için bir alan olduğundan ,idari kontrol bir tekel sistemi yoluyla gerçekleştiriliyordu.”
“Osmanlı festivali,saf bir eğlenmeden ziyade daha çok ritüelistik,siyasi ve toplumsal anlamı ile nitelendirilirdi.”
Parti lideri, hazineden büyük tahsisleri kendi bölgelerine veya belediyelerine akıtır. Yoksullar tespit edilir ve hazineden sağlanan büyük meblağlar sadaka gibi dağıtılır. Bu sadaka dağıtma ve hediye verme eğilimi son zamanlarda her siyasimiz için bir adet halini aldı.
Ulusal egemenlik ilkesi, Türk milletinin kendi kaderini kendisinin belirleme hakkı. Mustafa Kemal, bu egemen stratejiyi fark ederek Batı’nın en dikkate değer ilkelerini, Batı’nın kendisine karşı savundu.
Siyaset, kültür ve dinin birbirinden ayrılmadığı Osmanlı toplumunda, dini kurumlara sosyo-politik ifade etme ve faaliyetler açısından bakmalıyız. 16. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’daki medreseler imtiyazsızlık dolayısıyla hoşnutsuzluk ve isyan merkezleri haline geldi.
Gayrimüslimlere verilen mühim tavizler, genel olarak bunları halifeliğin yok olması şeklinde telakki eden ve bir bütün olarak Batılılaşmanın aleyhinde bulunan Müslümanlar arasında endişelere sebep oldu. Fanatikler, bu durumu dinden sapma olarak nitelediler. Bu suretle, laik görüşleriyle belirginleşen Batıcılar ile şeriat yönetimine bağlı muhafazakarlar arasında odaklaşan bu fikir ayrılığı, yıllardan beri Türk siyasi hayatında bir hizipleşme olarak hala varlığını sürdürmektedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Osmanlı reform sürecinde en radikal kararların, hemen hemen daima bunalım zamanlarında alındığını görmekteyiz.
Osmanlıların o zaman (16 ve 17.yy) ticaret dengesi hakkında hiçbir fikirleri yoktu..
İthalat her zaman iyi karşılanmış ve teşvik edilmiş, ihracat ise önlenmeye çalışılmıştır
Osmanlılar farkında olmadan modern kapitalizmin yükselmesini sağlayan Avrupalı bir ekonomik sistemin parçası oldular.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnkılaplarını tatbik etmeden önce, büyük önder, memleket gezisine çıkarak halkı yeniliklere hazırladı. Sonrasında inkılapları kanun formuna getirerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirdi. Son olarak, devlet ve ordunun tüm gücüyle düzenlemeleri destekledi. Bu yöntem özü itibariye Osmanlı islahatçılarınınki ile aynıydı. Atatürk’ün biricikliği, devrimsel değişikliklerinin kat’iliği ve birdenbire gerçekleşmesinde yatıyordu. Bunlar sırf inkılap düzenlemeleri değildi; bir millet tesis etmenin temelini oluşturacak radikal değişimlerdi.
“Bu dünyadaki her ulus hayatta kalmak ister ve hayatta kalmak mücadeleye bağlıdır Bu ülke kesinlikle modern, ilerici ve gelişmiş bir ülke olacak. Bu bizim için bir hayatta kalma mücadelesidir.”
16. Yüzyılın ikinci yarısında, Anadolu’da medreseler imtiyazsızlık dolayısıyla hoşnutsuzluk ve isyan merkezleri haline geldi.
İktidara gelen bir partinin ilk işi memurlar arasında tasfiye yapmaktır. Rejimimizde patrimonyalizmin ve hizipleşmenin en göze çarpan uygulama biçimleri yakınlarda görülmüştür: İktidara geçen parti gelecekte kendi iktidarının bir garantisi olarak memur tasfiyesini uygular. Şayet iktidardaki parti, toplum içinde çok belirgin eğilimlere, bir yandaş grubuna dayanmak istiyorsa, tasfiye, birçok suçsuz insanın hayat ve maişeti ile oynayan acımasız bir şekil almaktadır.
Osmanlı sultanlarının en gözde unvanı Padişah-ı alempenah yani ‘şahsında bütün dünyanın himaye bulduğu evrensel hükümdar’ dır.
Her şeyin ötesinde, Türk devletinin ortaya çıkışı bağımsızlık mücadelesinin bir neticesiydi. 1919’da Mustafa Kemal bu önemli tarihsel anın önemini kavradı ve bildiride milletin bütünü için milliyetçi bir devrimin mahiyetini belirtti, Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Osmanlılar birçok Avrupai kültür unsurunu benimsenmesine rağmen, bu onların Avrupai kültürle kaynaşmasına yol açmadı. Zira Osmanlılar, İslam dininde somutlaşan kültürlerinin özü olan değer sistemlerini muhafaza ettiler.
Osmanlı tarihi boyunca, sultanlar yabancı uzmanları kendi hizmetlerine dahil olmaları için davet etmekteydiler. Efrenciyan diye adlandırılan, Avrupalı mühendisler ve uzmanların özel odasi, ta 16. yüzyılda Sultan’ın sarayında oluşturulmuştu. Topkapı Sarayı arşivlerinde, Leonardo da Vinci’nin İstanbul’a gelmek için yaptığı başvurusu ve Sultan için yaptığı inşaat çalışmaları keşfedildi.
Türkiye’de devletçilik, özel girişimi ve kapitalizme dayanan nihai bir iktisat oluşturma amacından asla ayrılmadı.
“Devlet gücünü ele geçiren kimse, bu emaneti ülkenin kaderi için kullanma sorumluluğunu duyacak yerde, her şeyden önce kendi kişisel maddi ve manevi nüfuz ve çıkarlarını öne almak eğilimini ve zafiyetini göstermektedir.”
“Bu dünyadaki her ulus hayatta kalmak ister ve hayatta kalmak mücadeleye bağlıdır Bu ülke kesinlikle modern, ilerici ve gelişmiş bir ülke olacak. Bu bizim için bir hayatta kalma mücadelesidir.”
Medreseler ya da ilahiyat okulları Sultan Orhan (1324-62) zamanından beri Osmanlı dünyasında mevcuttu ve 14. Yüzyıldan itibaren devletin bir medreseler hiyerarşisi yapılanması vardı. Kapsamlı bir yeniden yapılanma 2. Mehmed (1451-81) tarafından meşhur gökbilimci Ali Kuşçu nezaretinde gerçekleştirildi. İkinci bir yeniden yapılanma 1. Süleyman döneminde oldu.
Ne mevcudiyetimizi ne de bağımsızlığımızı Asyalı ve Doğulu yaşam tarzı ya da kültürü ile koruyabileceğimize kesinlikle inanmıyorum. Eskimiş geleneklere daha fazla esir edilmemeliyiz ve her şeyin temeli olarak yenilik ve terakkiyi kabul etmeliyiz. Türkiye ahlaki cesareti olan liderlere ihtiyaç duymaktadır.
Ancak millet-devlet mefhumundan hiçbiri Atatürk’e kadar hakiki olarak gerçekleşmedi ve 1919’da imparatorluğunun çöküşünden sonra Türkiye Cumhuriyeti ismiyle var oluş sahasına girdi.
Bozahaneler müfsitlerin ve tehlikeli dedikodunun yatağı olarak yaftalandılar ve sık sık sultanın fermanıyla kapatıldılar.
Melamilik gibi idare karşıtı inançlarında mutaassıp olan dini tarikatlar ancak yeraltı yapılanmaları olarak hayatlarını idame ettirdiler. Yönetim, melami liderlerini idam ettirdi.
Türk adı korkulan, fakat aynı zamanda saygı duyulan bir ad olarak Batı Hristiyan dünyasının belleğine o zaman yerleşti.
Bu dünyadaki her ulus hayatta kalmak ister ve hayatta kalmak mücadeleye bağlıdır Bu ülke kesinlikle modern, ilerici ve gelişmiş ülke olacak. Bu bizim için hayatta kalma mücadelesidir.
16. Yüzyılın ikinci yarısında, Anadolu’da medreseler imtiyazsızlık dolayısıyla hoşnutsuzluk ve isyan merkezleri haline geldi.
ben ve öteki bilinci kültürden kaynaklanan farklı sosyal davranışın sonucudur.
Savunma aracı, kültür değişiminde özel önem taşır. Bir toplum, yalnız değer sisteminin de ötesinde bizzat kendi varlığının tehdit altına girdiğini görünce, düşmanın silahını almakta tereddüt göstermez.
Hilafetin kaldırılmasından önceki konuşmasında Mustafa Kemal. Milletin öbür dünyada kurtuluşu ve bu dünyada mutluluğu için vicdanımızı ve her türlü karanlık ve dengesiz çıkar ve hırs oyunlarının bir aracı haline geldiği görülen siyasetten ve onun uzantılarından daha yüce olan kutsal dini inançlarımız özgürleştirmek için kararlı ve gecikmeksizin hareket etmek mecburi hale geldi. demektedir.” Kont Ostrorog’un ifadesine göre Devrim kelimesi telaffuz edilmedi, fakat hemen akabindeki faaliyetler gösterdi ki, bu gerçekte bir Evrim değil. İslam dünyasının daha önce görmedigi bir Devrimdi. Yapılan, reformdan daha fazlasıydı. Yerleşik bir doktrin ve gelenek tarafından desteklenen temel ilkeleri gözden geçirme eğiliminde bir şeydi. Reform değil fakat reformasyondu. Bu, bağımsız liberal tefsir kavramları üzerine gelişen İslam düşüncesinde önemli bir yenilenme için bir başlangıç noktası bile olabilir.
Türkiye’nin modern Islam’da en radikal devrimi geliştirebilmesi ve bugün Islami köktenciliğin yükselişinden en az etkilenen Müslüman millet olması bir rastlantı değildir. Geniş bir halk kitlesinin onayına ilaveten, Atatürk devrimleri ve bir grup inkılapçının güçlü desteği sayesinde güçlü bir dini hiyerarşinin kontrolünü ortadan kaldırmayı ve hızlı sosyal gelişme ve modernleşme için yasal ve siyasi koşulları hazırlamayı başardı.
Türkiye’nin modern İslam’da en radikal devrimi gerçekleştirebilmesi ve bugün İslami köktenciliğin yükselişinden en az etkilenen Müslüman millet olması bir rastlantı değildir. Geniş bir halk kitlesinin onayına ilaveten, Atatürk devrimle ve bir grup inkılapçının güçlü desteği sayesinde güçlü bir dini hiyerarşinin kontrolünü ortadan kaldırmayı ve hızlı sosyal gelişme ve modernleşme için yasal ve siyasi koşulları hazırlamayı başardı.
(Atatürk’ün) Tüm yaşam felsefesi, Darwinci hayatta kalma kuramına dayanıyordu. Hayatta kalmak için gerçek gücün belirleyici rolü olduğuna inanan hayata dair pragmatik bakışı, Atatürk’ün kişiliğini ve onun siyaset ve inkılap taktiklerini anlamada anahtardır.
Mehmet Efendi, Sefaretnamesi’nde, bu dünyanın kafirlerin cenneti , fakat ahiretin Müslüman müminlerin cenneti olduğu hakkındaki hadisi hatırlatarak okuyucularını teselli etmiştir.
14. yüzyıldan başlayarak Batı Anadolu halılarının Fransa’da saraylarda bir lüks maddesi olarak ithal edilip kullanıldığını saray envarterlerinden öğrenmekteyiz. Halı yalnız döşemede değil, masa üzerinde, sandalyelerde de kullanılmaktaydı.
Kapitülasyonlar bu modeli tamamlayıcı niteliktedir. Merkantilist Batı ülkeleri öncelikle Doğu Akdeniz’ de kendi şirketlerini kurmak ve kapitülasyonlar elde etmekle ilgilenmişti. Osmanlılar farkında olmadan modern kapitalizmin yükselmesini sağlayan Avrupalı bir ekonomik sistemin parçası oldular.
Iktidara geçen parti gelecekte kendi iktidarının bir garantisi olarak memur tasfiyesini uygular. Şayet iktidardaki parti, toplum içinde çok belirgin eğilimlere, bir yandaş grubuna dayanmak istiyorsa, tasfiye, birçok suçsuz insanın hayat ve maişeti ile oynayan acımasız bir şekil almaktadır.
. Kont Ostrorog’un ifadesine göre devrim kelimesi telaffuz edilmedi, fakat hemen akabindeki faaliyetler gösterdi ki, bu gerçekte bir evrim değil, İslam dünyasının daha önce görmediği bir ‘devrim’ di.
Onları menfi istikamette atacakları bir hatve, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatı ile alakadar, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemekir.
Mustafa Kemal Atatürk
Ancak Türk milletinin iki kesimi (halk ve aydın tabaka) arasında gözlemlediği bu bölünme iyileştirilmeliydi; aydınlar halka gitmeliydi ve popüler milli kültürü değerleyerek yabancılaşmayı bertaraf etmeye çalışmalıydılar. Bu fikir sonraki yıllarda Türkiye’de Halkevleri’nin ortaya çıkmasına ve diğer popülist hareketlere yol açacaktır.
Atatürk, kültürü bir toplumun idari, entelektüel ve iktisadi hayatta başarmış olduğu her şeyin sonucu olarak tanımladı. Medeniyet de bundan başka bir şey değildi.
Her şeyin ötesinde, Türk devletinin ortaya çıkışı bağımsızlık mücadelesinin bir neticesiydi. 1919’da Mustafa Kemal bu önemli tarihsel anın önemini kavradı ve bildiride milletin bütünü için milliyetçi bir devrimin mahiyetini belirtti, Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Bu dönemde Anadolu’da seyahat eden Perrot, Anadolu şehirlerindeki eğitimli gençlerin Avrupa’ya seyahat etmek için can attıklarını yazmaktadır. Bu gençlere göre Paris yeni Mekke’ydi.
Patrimonyal bürokrasinin temel özellikleri kendi kişisel patrimonyal vasfından doğar. Weber’e göre, patrimonyal devletin kapı hakkı özellikleri, 19. yüzyıla kadar garip bir ölçüde Türk sarayında muhafaza edilmişti.
Osmanlı sultanlarının en gözde unvanı ‘padişah-ı alempenah’ yani ‘şahsında bütün dünyanın himaye bulduğu evrensel hükümdar’ dır.
Osmanlı tarihi boyunca, sultanlar yabancı uzmanları kendi hizmetlerine dahil olmaları için davet etmekteydiler. Efrenciyan diye adlandırılan, Avrupalı mühendisler ve uzmanların özel odasi, ta 16. yüzyılda Sultan’ın sarayında oluşturulmuştu. Topkapı Sarayı arşivlerinde, Leonardo da Vinci’nin İstanbul’a gelmek için yaptığı başvurusu ve Sultan için yaptığı inşaat çalışmaları keşfedildi.
Bir dünya gücü olarak Osmanlılar Akdeniz’deki deniz güçlerini Batılı devletlere feragat ederek zayıflamış oldu. 1590’lardan itibaren, üstün kaliteli Ingiliz ve Hollandalı gemilerin Akdeniz alanına girişleriyle, Akdeniz’deki hem Venedik hem de Osmanlı egemenliği nihayete erdi ve Kuzey Atlantik’in yükselen ekonomilerine yönelik müşterek kapitülasyona sebep oldu. Başkent ile MIsır ve Levant’taki ticaret ve hac merkezleri arasında bağlantı kuran deniz yoları üzerinde ve dahi imparatorluk içerisindeki bölgelerarası trafik, çoğunlukla yabancı gemilerle yürütülüyordu. 1584 sonrasında ucuz Amerikan gümüşü ve Avrupa gümüş sikkelerinin istilası Batı’dan gelen bir diğer tokat oldu. Bu, Osmanlı para sisteminin çökmesine neden oldu ve parasal ve mali bozulmayı, siyasi krizler takip etti. Genel olarak tarihçiler 1590 ve 1632 yılları arasında vuku bulan feci olayların imparatorluğun geri döndürülemez çöküşüne yol açtığı hususunda hem fikirdirler.
Hakikatte, Osmanlı askeri gücü, Habsburglar ve Papalığın Avrupa’yı tahakküm altına alma ihtiraslarına karşı bir denge unsuru sağladı. Nitekim, Protestanlığın yayılması büyük ölçü de Habsburglar üzerindeki Osmanlı baskısı sayesinde mümkün oldu. Ayrıca, belge ile sabit olduğu üzere 1494’de Fransa Krali VIII. Charles, İtalya’yı işgal için hazırlandığında, Papalık Devleti, Osmanlılardan yardım almayı umdu. Kısaca, modern zamanların eşiğinde, Papa ve imparator altında bir araya gelen Avrupa birliğinin yerine, bağımsız ulusal monarşilere dayanan reelpolitik ve yeni siyasi düzen, güç dengesine yaslanan bir sistem gerektirdi ve Osmanlı Devleti de Avrupa’nın yeni devlet sisteminin önemli bir tamamlayıcı parçası oldu.
Osmanlı padişahı emperyal otoritesini üç farklı meşruiyet kaynağından elde etmekteydi; İslami sultan unvanını benimsemesinden, Türk-Moğol unvanı Hakan’ dan ve Doğu Roma İmparatorluğu yöneticilerinden miras kalan kayser statüsünden. 1453’te Konstantinopolis’in fethini müteakiben, Osmanlı padişahı kendisini Roma emperyal geleneğinin meşru halefi olarak gördü. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğunun evrensel egemenlik iddiası Konstantinopolis’in fethi sonrası döneme denk geldi.
Son derece güçlü komşuluk itibarına rağmen, Avusturya ve Rusya, sebep ne olursa olsun, Eflak ve Sırbistan için bir anayasa kabul etmelerine imkan sağlamışlar ise de, hiçbir iktidar Müslüman halkların hayatları(!) ve servetleri için basit emniyet tedbirleri dışında başka şeyler de elde etmelerini engellemeyi düşünemez.
III. Selim, Osmanlı – Türk Batılılaşma hareketinin babası ve devlet içindeki umumi reformların temsilcisi olarak telakki edilir.
Osmanlılar savaş teknolojisinde Avrupa ile yarışı 17. yüzyılda kaybetti. Bilahare, Osmanlılar ciddi mağlubiyetlere uğradılar, zira Batı’ya özgü kültürel ve toplumsal şartlar ve kurumlar olmaksızın sadece teknikleri ödünç alabilmişlerdi ve yaratıcı araçlardan yoksundular.
Osmanlılar birçok Avrupai kültür unsurunu benimsemesine rağmen, bu onların Avrupai kültürle kaynaşmasına yol açmadı. Zira Osmanlılar, İslam dininde somutlaşan kültürlerinin özü olan değer sistemlerini muhafaza ettiler.
Atatürk, Cumhuriyet’i ilan ederek meşrutiyet trendini tamamladı. Sekülerizmi en uç noktaya taşıdı. 1928’de Anayasa’dan Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır. ifadesini çıkardı, İsviçre medeni kanunu kabul etti, dini eğitimi ortadan kaldırarak eğitim sistemini seküleştirdi ve eğitimi seküler devlete havale etti.

Sekülerizm: Toplumu ruhani meselelerden uzaklaştırarak dünya hayatına odaklanması hareketi.

Osmanlı sultanlarının en gözde unvanı Padişah-ı alempenah yani ‘şahsında bütün dünyanın himaye bulduğu evrensel hükümdar’ dır.
3 Kasım 1839’da Gülhane’de Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan bir HATT-I HÜMAYUN, Türk tarihinde Tanzimat olarak adlandırılan reform devrini başlatmış oldu.
Bu senet, sultanın iktidar gücünün azalışını ve taşra derebeylerinin ortaya çıkışını açıkça gösterir.
III. Selim, Osmanlı-Türk Batılılaşma hareketinin babası ve devlet içindeki umumi reformların temsilcisi olarak telakki edilir.
Her şeyden evvel, Osmanlı toplumu, iki büyük sınıfa ayrılmıştı. Bu sınıflardan ilki, saltanat beratı ile padişahın kendilerine dini veya idari yetki tanıdığı saray memurlarını ve ulemayı içine alan ‘askeri’ sınıf ; ikincisi ise, vergi ödeyen fakat idareye katılamayan Müslüman ve gayrimüslim zümrelerden oluşan ‘reaya’ sınıfı idi.
Osmanlılar birçok Avrupai kültür unsurunu benimsenmesine rağmen, bu onların Avrupai kültürle kaynaşmasına yol açmadı. Zira Osmanlılar, İslam dininde somutlaşan kültürlerinin özü olan değer sistemlerini muhafaza ettiler.
“Atatürk, kültürü bir toplumun idari, entelektüel ve iktisadi hayatta başarmış olduğu her şeyin sonucu olarak tanımladı. Medeniyet de bundan başka bir şey değildi.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir