İçeriğe geç

Osmanlı Tarihi Kitap Alıntıları – Alphonse de Lamartine

Alphonse de Lamartine kitaplarından Osmanlı Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Osmanlı Tarihi Kitap Alıntıları

Haksız olarak halkın sevgisini kazanmış olanlar iktidar mevkiinden indikleri zaman o sevginin artık peşlerinden gelmediğini görürler
Öç gecikir fakat asla yaşlanmaz.
Askeri yönetimlerin egemen olduğu ülkelerin talihsizliği olarak Bir zalimi ezmek için kesinlikle bir zalim çıkar
Korkaklık yerine cesareti tercih eden milletler çok daha az kan kaybeder.
Eşeğin ölümü köpeğin bayramıdır.
Hayaletler daima karanlıkların ürünüdür.
Büyük bağlılıklar büyük ruhların işidir. Aşk bir anlık bir çekiciliktir .Fakat aşkta sebat başlı başına bir erdemdir.
Arapların kötü karakterlerinin bir parçası olan para hırsı çölün Erdem’i olan konukseverliğin kutsallığına bir kez daha üstün gelmişti.
Şiir öyle bir kaptır ki içine temiz olmayan şeyler atılmaz. Yavuz Sultan Selim
Tanrım dinimin düşmanları İslamiyet’e karşı eylemlerinde beni kullanmak istiyorlarsa ruhumu hemen al! Cem Sultan
Bütün evrenin Hükümdarlığı bile beni atalarımın dininden çıkaramaz. Cem Sultan
Tarihin en büyük suçları diktatörler tarafından değil İsimsiz örgütler tarafından işlenmiştir.
Kahramanlık mucize yaratır. Ancak bir milleti yaratan tek şey erdemdir.
Yazgı sözü, kişinin ileri görüşten yoksunluğuna bahaneden başka bir şey değildir. Çünkü insanın yazgısı bir ölçüde kendi elindedir. 1812 yılında Napolyon’un yazgısı Lehistan’ı Avusturya’nın emellerine ve Osmanlı İmparatorluğu’nu çarın saldırılarına satmakla belirlenmişti.
Kulunum ben, sen de efendim! Saygınlığım varsa cihanda sendendir. Aşk bahsinde, âşıklar arasında adımın sanımın bilinmesi, o da sendendir.

Ömrümün bereketisin benim; yürüyen ruhumsun. Ömür sermayemde eğer zerrece kârım varsa, sendendir.

Yokum ben, kuruntudan ibaret bir görüntüyüm sadece. Ve ona senin güzelliğinin renginden yansır ancak parlaklık. Hayallerimde bir gülistan, mevsimlerimde bir ilkbaharım varsa sendendir.

Sen varsın diyedir felekten zerre zarar görmemem. Ah edişlerim, inleyişlerim de felekten değil, ey parıltılı güneş, sendendir.

Ayrılığında pervanenim ben, sen vuslatın mumu. Seni kucaklayıp öpmek isteyişim her gece, bu yüzdendir.

Göğsüm ateşlerle dağlanmış bir lâlelik, ve ben aşkının şehidi. Sendendir, türbem, türbede mum ışığım, mezarımda mumum, hep sendendir.

Cesaret bir halk savunucusu yaratabilir, ancak bir devlet adamını yaratacak şey eğitimdir.
Adalet insanlığın tek kurtuluşudur.
İtibarın başköşesine gururla yaslanmış nice adamlar gördük; gün geldi, kapı eşiğinde elini bağlayıp bekleyen uşaklar konumuna geldiler.
Ey Nâbî!.. Doğrusu şu içki meclisinin nice kadeh yuvarlayanlarını gördük ki vaktiyle içinden murat yudumladıkları kadehler, bir gün ellerinde birer dilenci kâsesine döndü.
Şeyh Buhari bir gün,Yıldırım Beyazid e şöyle dedi:
Ya Hz.Muhammed Tanrının sahte bir elçisidir,ya da sen Peygamberimizin sahte bir ümmetisin .
Aşk, bir adamın kalbini çok ciddi bir şekilde meşgul ederse, o adamın bütün mizacı değişir.
Haklarında söz söylemeye gerek olmayan, şanları ülkelerinin kurumlarında ve sınırlarında yazılı olan insanlara ne mutlu!
Batıl inanışlar akılla mücadele halindedir.
Osmanlılar dostumuzdur, Müslümanlar ise anılarımızın eski düşmanlarıdır.
Nasıl iyiliğin bir doruk noktası varsa, kötülüğün de bir sınırı vardır. Mutluluğun doruğuna erişen milletler inmeye başlarlar, kötülüğün dibine düşünce de yeniden tırmanırlar. Kötülükte olduğu gibi, erdemde de kusurlu olan insan doğasının yasası böyledir.
Askeri yönetimlerin egemen olduğu ülkelerin talihsizliği olarak, bin zalimi ezmek için kesinlikle bir zalim çıkar.
Büyük bağlılıklar büyük ruhların işidir.
Aşk bir anlık bir çekiciliktir. Fakat aşkta sebat başlı başına bir erdemdir.
Servi boylu sevgilinin gamze okudur bağrımdaki. Ve bana acıyan dostlarım onu çıkarma sevdasındalar Yalvarırım Tanrım; çıkan yaralı gönlüm olsun da bağrımdaki ok olmasın tek!.. (Zira ben onu, nice zamandır, sevgiliden mukaddes bir armağan diye saklıyorum yüreğimde.)
Kim ki kendisinde sağlık, güç ve gençlik hisseder, o bütün evrenin sultanıdır!
Ey Avnî! Aşk, yok olmayan gerçek bir hazinedir. Ona sahip olan kişi, dünyada nice kıymetli hazinelere sahip bir hazinedar olmayı istemez. Yani aşk hazinesi, bütün hazinelerden değerli; aşk sultanı bütün dünya sultanlarından üstündür.
Daima iyilik arayan mutlu olsun!
Kahramanlık mucize yaratır. Ancak bir milleti yaratan tek şey erdemdir.
Müslüman Türklerin egemenlikleri altına geçen Hıristiyan topluma tanıdıkları uygarca ve dinsel hoşgörünün kesin kanıtları, bu yerlerdeki yaşamın kendisidir. Bağdat ve Şam’dan Tuna’ya kadar, Karadeniz’in bir ucundan Adriyatik Denizi’nin kıyılarına kadar her yer, İran, Suriye, Güney ve Orta Anadolu, Trakya, Bulgaristan, Sırbistan, Pelopones ve Arnavutluk Hıristiyan köy, kasaba ve kentleriyle doludur.
Bazı Avrupalı tarihçilerin iddia ettiği gibi, buralarda yaşayan Hıristiyan halka hiçbir zaman ya ölüm, ya İslamiyet diye gaddar bir öneri yapılmamıştır. Yalnız siyasal bakımdan bağımlı olan bu kent, kasaba ve köy halkları, inançlarında ve ibadetlerinde daima serbest kalmışlardır.
Osman Bey’in mirası, bir atlının silahları ve bir çobanın araçlarından başka bir şey değildi. Yenişehir’deki evinde en ufak bir servet bulunmadı. Kendine bağlı topluluklardan aldığı vergiler arkadaşlarına dağıtılmıştı. Bir tahta kaşık, bir tuzluk, renkli iplikle işlenmiş uzun bir ceket, keten türban, tarla sürmek için birkaç çift öküz, koyun sürüsü ve arap atları. İşte bütün serveti bunlardı.
Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
biz neşatın da gamın da rüzigarın görmüşüz
(Dünya denen şu bahçenin hem sonbaharını, hem ilkbaharını görmüşüz biz, sevincin de üzüntünün de çağını yaşamışız- bir rüzgar gibi gelip geçtiğine şahit olmuşuz.-)

Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde
biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz.
(Ey insan! (Kendini ) talihlilik meyhanesinde (bulursan) çok da gururlanma ki biz orada, nice gurur sarhoşunun sonunda baş ağrısı çektiğini görmüşüz.)

Top-ı ah-ı inkisara paydar olmaz yine
Kişver-i cahın nice sengin-hisarın görmüşüz.
(Mevki-makam ülkesinin nice taş hisarları vardı. Biz onların, güceniklik ahının toplarıyla yerle bir edildiğini gördük.)

Bir huruşıyla eder bin hane-i ikbali pest
Ehl-i derdin sey-i eşk-i inkisarın görmüşüz.
(Biz dert ehli olanların kırık kalplerinde gözlerine yürüyüp de oradan akan gözyaşı sellerini gördük; bir kere coşup kabarınca binlerce ikbal evini yerle bir ediyordu.)

Biz hadeng-i can-güdazı ahdır sermayesi
Biz bu meydanın nice çapük- süvarm görmüşüz.
(Biz şu dünya denen meydanın nice çevik binicilerini gördük; bütün ömür sermayeleri, (hakkını yedikleri zavallıların) can eriten ahlarının ok olarak atılmasına kadardı.)

Bir gün eyler dest-beste paygahı cay-gah
Bi-aded mağrur- ı sadr-i i’tibarın görmüşüz.
( İtibarın başköşesine gururla yaslanmış nice adamlar gördük; gün geldi, kapı eşiğinde elini bağlayıp bekleyen uşaklar konumuna geldiler.)

Kase-i deryüzeye tebdil olur cam-ı murad
Biz bu bezmin Nabi’ya çok bade-harın görmüşüz.
(Ey Nabi!.. Doğrusu şu içki meclisinin nice kadeh yuvarlayanlarını gördük ki vaktiyle içinden murat yudumladıkları kadehler, bir gün ellerinde birer dilenci kasesine döndü.)

* Şahane Gazeller 6, Nabi ( Hazırlayan İskender Pala)

Padişah hazinesinin en değerli taşlarından biri olan yirmi dört kıratlık bir elmas vaktiyle Eğrikapı’da gübrelerin içinde bir yoksul adam tarafından bulunmuştu. Değerini bilmediği için bu elması üç tahta kaşık karşılığında değişmişti. Taşın yeni sahibi bunu on akçe karşılığında bir kuyumcuya devretmişti. Fakat sonradan elmasın daha fazla ettiğini düşünerek daha fazla para istemişti. Anlaşmazlık kuyumcu ustalarına iletildi. Onlar da elmasa bir kese altın fiyat biçmişlerdi. Elmas daha sonra devletin hazinesine geçmişti.
Yenileşme tarihimizi görkemli düşünceleriyle başlatan ve ideali uğruna canını feda edinceye kadar uğraşan Genç Osman’ın devrim ilkelerinin en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Yeniçeri ve sipahi ocaklarını kaldırıp, yerlerine Anadolu, Suriye, Mısır Türkleri ile Türkmenlerinden oluşan milli bir ordu kurmak.
2. Din adamları sınıfını devlet işlerinden uzaklaştırıp din ocağı haline getirmek.
3. Haremi tasfiye etmek, saray geleneklerini değiştirmek, hanedanın Türk ailelerinden nikahla kız almasına yol açmak.
4. Fatih’in ve Kanuni’nin eskiyen yasalarını yeni koşullara uygun duruma getirmek.
5. Başkenti İstanbul’dan Anadolu’ya taşıyıp gayri milli bir çevreden milli bir çevreye geçmek.
6. Kıyafette yenilik yapmak.

İşte Genç Osman’ın tasarlayıp uygulamaya başladığı yeni düşüncelerde, Avrupa’nın ancak 17. yüzyıl sonlarıyla 19. yüzyıl başlarından itibaren tasarlayacağı milliyet ve laiklik ilkeleri görülmektedir.

Üç yüz yirmi yıllık Osmanlı kurumlarının yavaş yavaş işlevini yitirdiğini ve artık işlemez hale gelmesinden dolayı yenileşme gereğini ilk gözlemleyen ve eyleme geçen II. Osman olmuştur. Yani Genç Osman ilk yenilikçi Osmanlı padişahıdır. Koçi Bey risalesinde Yeniçeri Ocağı’nın bozulmasının 1582’de, din adamları sınıfının çökmesinin de 1594’te başladığını yazmıştır Yenileşme ve devrim tarihimizin başlangıcını oluşturan 1622 yılından, saltanatın kaldırılmasına rastlayan 1922’ye kadar tam üç yüz yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun, bir başka deyimle başkent İstanbul’un siyasal yaşamında yalnız iki büyük akımın çarpıştığı görülmüştür. Bu üç yüz yıl içinde hep yenilikçi düşünceler tutuculuğa tepkiden doğmuş ve her yenilik hamlesi tutuculuğun kurbanı olmuştur.
Önceleri Bizans, daha sonra Konstantin’in kenti, Müslümanlar için İstanbul, Osmanlılar için Ümm-i Dünya ya da Dünyanın Anası diye çeşitli adlar almış, ancak öneminden hiçbir şey yitirmemiştir.
Yazgının parmağıyla yeryüzüne bir imparatorluk için değil dünyanın yarısı için bir başkent olarak kazılmıştır. İstanbul siyasal bakımdan, parlak bir gök altında Avrupa ile Asya’yı ve dört denizi birleştirirken, askeri bakımından da saldırı için güçlendirilmiş bir karargah, savunma için erişilmez bir ada olmuştur. İnsan bir göz atışta İSTANBUL’un gücünü ve büyüklüğünü anlar.
Kahve alışkanlığı Suriye yoluyla gelen Arap kervancılarla yayılmıştı. Kervancılar, kahve fidanını kemiren develerin kuvvet bulduklarını, neşe ve sarhoşluk belirtileri gösterdiklerini söylemişlerdir. Aynı bitkinin tohumlarını kaynatıp içtiklerinde aynı etkileri duymuşlardır.
Böylece kahve tiryakiliği bütün çölü sarmıştı. Daha sonra bu kahve tiryakiliği yavaş yavaş ilerleyerek İstanbul’a kadar gelmişti.
Tigre: Dicle’nin batı dilindeki adıdır. Ayrıca Tigri, Tigris de denir. Süryanice Diglath. Adı(sanıldığı kadarıyla) Sümerce Tig-gal ulu ırmak tan gelir.
Yaşamı hakkında bütün bilinenler Gatha denen özdeyişlerinin toplandığı Avesta adlı kitabın yorumlanmasına dayanır. İyi ve kötü arasında sürekli savaşı kapsayan bir görüşü benimseyen Zerdüşt’e göre insan ruhu iki aykırı gücün ( İyi ile Kötü’nün) savaş alanıdır. İyiliği Ahuramazda(Hürmüz), kötülüğü Ahriman(Ehrimen) temsil eder. Bu iki karşıt gücün çatışması sonucu hangisi üstün gelirse insan o yana eğilim duyar.
Kuruluşundan beri İstanbul yirmi dokuz kez surları önünde düşman ordusu görmüştü. Makedonyalı Philippos’un komutanları Pausanias, Alkibiades ve Leon; Roma imparatorları Severus, Maksimus ve Konstantin; Pers İmparatoru Chosroes; Avar Kralı Baian; Slav İmparatoru Crume; Rus Prensi Ascold; Haçlı Seferleri’nin komutanı Enrico Dandolo, iç savaşlar sırasında Mikhail Palaiologos ve Kommenos; nihayet Yıldırım Bayezid ve II. Murad surların altında kuvvetlerini denemişlerdi. Yirmi dokuz kuşatmadan İstanbul, yirmi birinde zafer kazanmıştı.
KAİMMAKAM : Osmanlı İmparatorluğu’nda sadrazam sefere çıktığı ya da başka bir nedenle başkentten ayrıldığı zaman dönünceye kadar işlerini gören kişiye verilen ad. Bu kelime sonradan kaymakam diye söylenmeye başladi.
Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
biz neşatın da gamın da rüzigarın görmüşüz
(Dünya denen şu bahçenin hem sonbaharını, hem ilkbaharını görmüşüz biz, sevincin de üzüntünün de çağını yaşamışız- bir rüzgar gibi gelip geçtiğine şahit olmuşuz.-)

Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde
biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz.
(Ey insan! (Kendini ) talihlilik meyhanesinde (bulursan) çok da gururlanma ki biz orada, nice gurur sarhoşunun sonunda baş ağrısı çektiğini görmüşüz.)

Top-ı ah-ı inkisara paydar olmaz yine
Kişver-i cahın nice sengin-hisarın görmüşüz.
(Mevki-makam ülkesinin nice taş hisarları vardı. Biz onların, güceniklik ahının toplarıyla yerle bir edildiğini gördük.)

Bir huruşıyla eder bin hane-i ikbali pest
Ehl-i derdin sey-i eşk-i inkisarın görmüşüz.
(Biz dert ehli olanların kırık kalplerinde gözlerine yürüyüp de oradan akan gözyaşı sellerini gördük; bir kere coşup kabarınca binlerce ikbal evini yerle bir ediyordu.)

Biz hadeng-i can-güdazı ahdır sermayesi
Biz bu meydanın nice çapük- süvarm görmüşüz.
(Biz şu dünya denen meydanın nice çevik binicilerini gördük; bütün ömür sermayeleri, (hakkını yedikleri zavallıların) can eriten ahlarının ok olarak atılmasına kadardı.)

Bir gün eyler dest-beste paygahı cay-gah
Bi-aded mağrur- ı sadr-i i’tibarın görmüşüz.
( İtibarın başköşesine gururla yaslanmış nice adamlar gördük; gün geldi, kapı eşiğinde elini bağlayıp bekleyen uşaklar konumuna geldiler.)

Kase-i deryüzeye tebdil olur cam-ı murad
Biz bu bezmin Nabi’ya çok bade-harın görmüşüz.
(Ey Nabi!.. Doğrusu şu içki meclisinin nice kadeh yuvarlayanlarını gördük ki vaktiyle içinden murat yudumladıkları kadehler, bir gün ellerinde birer dilenci kasesine döndü.)

* Şahane Gazeller 6, Nabi ( Hazırlayan İskender Pala)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir