İçeriğe geç

Orta Zekalılar Cenneti Kitap Alıntıları – Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli kitaplarından Orta Zekalılar Cenneti kitap alıntıları sizlerle…

Orta Zekalılar Cenneti Kitap Alıntıları

Türkiye de ve dünya da orta zekalıların iktidar alanı daha da genişledi, toplum kaliteyi kusmaya başladı; iyiliğin yerini kötülük, kibarlıgın yerini kabalık aldı.
Halklar statik değildir. Kendilerini yöneten kadrolara göre yeniden biçimlenirler. Çünkü halk canlı bir organizmadır ve durmadan değişir. Bazen iyiye, bazen kötüye doğru..
Türkiye bir çete savaşları ülkesidir. İnsanlar açık konuşmaz; sembollerle, imalarla, dedikodularla kendilerini ifade ederler
Düzgün insan olun!
Sanat, güzellik yaratmanın, kendini ifade etmenin ve varoluşunu gerçekleştirmenin olduğu kadar, dünyaya müdahale etmenin de bir yoludur.
Sanatçı olsun olmasın her insanın hayatı direnmekten ve uyum sağlamaktan oluşmuyor mu?
Halklar statik değildir, kendilerini yöneten kadrolara göre yeniden biçimlenirler.
Zeki insan kurnaz olamaz, kurnazlar da zeki olamazlar.
Her yenilik tepki görür
Bir insan kavgadan niye hoşlanır acaba?
Ölümlü olduğunu bilen tek canlı olarak zaten yeteri kadar azap çekmiyor mu?
Bu karmaşık dünyada benim tek pusulam vicdandır.
Hepsinin yüzü güler ama kalbi mutsuzdur.
Ve önemli sorunları nedir bilir misiniz ?Birbirlerini sevmezler.Sevgi eksikliğinden dolayı hayatı hem kendileri hem de başkaları için cehenneme çevirirler.
Taşlar yerinden oynamış ve insan ruhları onulmaz biçimde yaralanmıştır.
Ne yazık ki “demokrasi” adı verilen bir manipülasyon oyunu, orta zekâlıların elinde mutlak bir iktidar aracı haline geldi.
Oysa hiçbir başarı , küçük bir kız çocuğunun gülüşündeki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir ün , baharın ilk günlerinde omzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değildir.
Bu ülkenin insanları, hayatı kendilerine cehennem kılmak için ne mümkünse yapıyorlar. Ne sağlığın değerini biliyor çoğumuz, ne sevginin, ne kibarlığın, ne inceliğin
Hümanizm eksikliği duyulan ülkelerde insanlar sertleşir. Giderek acımasız olur. Ne yazık ki biz bu haldeyiz!
Yaşamak, direnmektir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Oysa edebiyat toplumun temel direği! Yaşamla aramıza koyduğumuz bir açıklama kılavuzu, bir insan ilişkileri rehberi
Ve kültür yarım yamalak eğitim verilen okullardan alınan bir belge değil, bir halkın tarihini kapsayan ve o halkın insanlık tarihi içindeki yerini belirleyen varoluş biçimidir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Çok gençler hariç herkesin hatırlayacağı gibi, eskiden bu ülkede halk şakır şakır göbek atmazdı. Anadolu ve Rumeli halk dansları arasında göbek yoktur; bizim geleneğimiz değildir bu. Arabesk de (adı üstünde) bize ait değildir.
Çok zengin olan halk müziğimizin hiçbir tınısı arabeskte benzemez.
Türkiye’nin Batılı olması, kendi kültürünü korumasıyla mümkün olacaktır.
Geleneklerine sahip çıkmış toplumları görünce imrenirim ve içimi tarifsiz bir hüzün kaplar.
Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünmüşümdür. Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir.Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur.Kitaplar da öyle değil mi?Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur.Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra bu sararma içlere doğru yayılır.Raflarda süs olmaktan başka bir işe yaramazlar.Ama bir kez elinize alıp okumayagörün; o cansız sayfalardan süzülen ruhlar, etme kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size.Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız.Belki de tanımakta olduğunuz kişileri, her gün önünden geçtiğiniz dükkanları gizemli bir dünyada yeniden var eder ve siz bundan büyük bir tat duyarsınız.Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler.Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryem’le, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjien, Buendia gibi duyumsarsınız kendinizi.O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için; her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz.Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir. Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür.
Mustafa Kemal bu ülkede aydınlığın, direnişin, bağımsızlık ruhunun, yurtseverliğin ve çağdaşlığın simgesi oldu.
Ne mutlu ona! Ne mutlu bize!
bir düşünce doğru ise nasıl olsa değerini ve yankısını buluyor.
Vicdanı olmayan her insan Nazi’dir.
Çünkü bilimin sustuğu noktada şiir başlar ve evrenin gizli kapıları şiirle açılır.
Yetişkinlerin çoğu,çocuklardan aptaldır;yani aptallaştırılmıştır.Çünkü eğitilmişlerdir.
Çiçek yeşermeyen mahallelerde insan sevgisi de yeşermez!
Geleceği düşünmek beni korkutuyor.
Evet,hayat kısa.
İnsan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri,bir ulu ırmak akıyor bu dünyada
Bi Zeki insan kurnaz olmaz,kurnazlarda da Zeki olamazlar.
Rejimimiz değişti diye bir gecede, bu ülkedeki insanlar uzaya gidip de yerine yenileri gelmedi. Osmanlı bütün alışkanlıkları, adetleri, kurumlan ve kurallarıyla içimizde yaşamaya devam etti.
Çünkü dedelerimiz Osmanlı’ydı. Bir insan dedesinden, nenesinden ne kadar ayrı düşebilir ki?
Doğal ortamına bırakılsa toplumun dışına itilecek ve kendi kapalı devresinde bin bir pislik içinde ömür tüketecek olan kişiler, televizyonlar sayesinde bu ülkenin kahramanları haline getiriliyor.
İnsanların çoğu,iyi niyet denilen kavrama sahip olmadıkları için,bir başkasında da bu özelliğin bulunduğuna inanmaz ve yüreğini büyük bir safiyetle açan kişiye Kim bilir ne işler çeviriyor? diye bakarlar.
Günümüz Türkiyesi de manevi bir savaş alanı gibi. İnsanı insan yapan onur, namus, dürüstlük, olgunluk, zarafet, kültür gibi değerler hızla aşınmakta. Aşınmayı bırakın bu değerler ağır bir bombardıman altında. Sanki etkili ve yetkili birileri, özel olarak bu ülkenin kültürünü, ahlakını, namusunu bozmakla görevlendirilmiş.
Güneş sisteminin “Dünya“ adı verilen minik gezegeninde yaşayan yedi milyar insandan bazıları, kendilerinin diğerlerinden üstün doğduğu gibi hastalıklı bir eğitimle yetiştiriliyor.
Siz Yunus Emre dönemindeki valileri, vezirleri sayabilir misiniz? Ya Karacaoğlan dönemindekileri? Baki’nin, Şeyh Galib’in yaşadığı dönemlerde Tanrı gibi korkulan Kubbealtı vezirleri kimlerdi acaba? Nâzım Hikmet’in hapiste yattığı yıllardaki bakanlar kurulunu kim sayabilir? Parti liderleri kimlerdi? Orhan Veli’nin şiir yazdığı kentlerin valileri ve belediye başkanları kimdi? Balzac hangi saray nazırlarıyla çağdaştı? Dante İlahi Komedya’yı yazdığı zaman, ülkesine kimler hükmediyordu?

Yaşar Kemal’in eser verdiği 50 yıl içinde Türkiye’den kaç bin yönetici geçti acaba? İsimlerini söyleseniz kimse hatırlamaz ama Yaşar Kemal’in İnce Memed’i hâlâ halkın en çok okuduğu kitap seçilir. Hele bir de elli yıl sonrasını düşünün. İşte sanatın gücü burada.

Hiç edebiyat bilen ile bilmeyen bir olur mu?
Bir ulus kahraman da çıkarır, katil de, bilim insanı da, sapık da! Önemli olan, kişisel namus ve birikimdir.
Büyükçe bir göktaşı çarpması sonucunda yok olabilecek dünyalılar, birbirlerine üstünlük taslamaya bayılıyorlar. Oysa gen haritası; zencisi, beyazı, sarısıyla insanoğlunun aynı gen yapısında olduğunu açıkladı bile.
Türkiye ise işi ehline vermemekten dolayı çok canı yanmış ve değerli yıllarını yitirmiş bir ülke.
Bedenimizin sağlığını abur cubur yemek bozuyorsa, ruh sağlığımızı da televizyondan, basından, eğlence dünyasından yayılan abur cubur mahvediyor.
Çünkü günümüzün insanı farkında olsun olmasın, her gün milyonlarca mesaj alıyor: Ekrandan, gazetelerden, reklamlardan, arabada dinlediği radyolardan, eğlence endüstrisinden, siyasetten, afişlerden, el ilanlarından, maçlardan mesaj akıyor da akıyor.
Formül, bir kişiye ve onun çevresindekilere bağlanmak, onu körü körüne savunmak ve o kampta yer almaktır.
Rönesans sanatçıları hem resim yapar hem matematikle, astronomi ve anatomiyle ilgilenir hem de müzik aleti çalarlardı. İslam uygarlığında da çok iyi bildiğimiz gibi, bilim insanı, şair, müzisyen, matematikçi ve tabip filozof çoktu.
“Yaşamda sadelik, düşüncede ihtişam!”
Sizi bilmem ama ben dünyada en çok cehaletten korkarım. Çünkü cehalet kendi bildiğinin dışında bir bilgi ve düzey olduğunu fark etmeyen bir kör karanlıktır. Zehirli tutkular ve fanatik öfkeler üretir. En kötü yanı da cahilin, cahil olduğunu bilmemesidir.
Yetişkinlerin çoğu, çocuklardan aptaldır; yani aptallaştırılmıştır. Çünkü eğitilmişlerdir.
Erkeğin yiğit, kadının ise önüne gelene kuyruk sallayan bir dişi kancık olduğu inancıyla yetiştirilen erkekten kime ne hayır gelebilir?
Ama Türkiye’deki eğitimsizliğin en çarpıcı yönü, kendisini “elit”, yani “seçkin” sayanların bilgisizliğidir.
Kaçakçıların, mafya babalarının, rüşvet yemiş devlet görevlilerinin aforoz edildiği ve dürüstlüğün en yüce erdem olduğu eski Türkiye’ye kavuşmak dileğini tekrarlıyorum.
Egoyu öldüren tek şey aşktır.
Sürüden ayrılan insanı hiçbir rejim sevmez. Sürüden ayrılmanın, birey olmanın ve kendi kafasıyla düşünmenin en önemli göstergesi ise okumaktır.
Elips Canetti’nin Kamaşma romanının kahramanı, gözleri gibi kulaklarının da kapakları olmadığına hayıflanır.
Çünkü insanlar lumpenleşiyor. Bitirdikleri okulları, mesleklerini kağıt üstünde okuduğunuz zaman saygı duyabileceğiniz birçok kişi, içindeki korkunç lumpeni saklayamıyor.
İki tip insan yaşıyor bu ülkede: Düzenden yararlanarak köşeyi dönmek isteyenler ve gidişattan acı duyarak, toplumu değiştirmeye çalışanlar.
Hiçbir zaman büyümeyecek olan Filistinli ölü bir çocuk bedeni önünde, dünyanın bütün politikacıları, bütün askerleri, bütün devletleri, bütün hükümetleri başlarını önüne eğsin ve utanç içinde sussun.
Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor
Ancak karnı tok ,beyni boş insanlardan çektiğimiz kadar kimseden çekmedik..
İnsanoğlu hem hiçbir şeydi hem de her şey!
Bu memlekette iyi katil olunur; devlet adına şerefle kurşun sıkılır, ne kadar gaddarlık yaparsanız, ülke sizinle o kadar gurur duyar.
Bu memlekette iyi soygun da yapılır: Devleti, belediyeyi soyar ve büyük adam olarak elinizi kolunuzu sallaya sallaya dolaşırsınız.
Bu haltları işlerseniz, basın da size saygı duyar. Önünüzde ceket iliklenir.
Okuyan yazan, tehlikeli sorular soran, adaletsiz düzeni sorgulayan bireyler o ortamın işine gelmiyor.
Zaman,bütün devletlerden güçlüdür.
Kimileri hâlâ Nâzım’a düşman, kimileri Âkif’e…
… İslam dini “Oku!” emriyle başlıyor, ama din kuralları bile insanlarımıza okutmayı başaramıyor.
Türk toplumunun Tanrı Janus gibi iki yüzü var. Biri Batı’ya, biri Doğu’ya dönük. Biz hem ikisiyiz hem de hiçbiri. Bu iki güçlü yüz arasında kendi yüzümüz gittikçe silikleşiyor.
Bu ülkenin nitelikli, birikimli, namuslu ve ehliyetli insanlarına karşı inanılmaz bir düşmanlık ve tasfiye etme süreci işlemekte. Hem de yüzyıllardır!
Bu yüzden ortalık önce orta zekâlılara, sonra giderek kötülere, kurnaz cahillere ve hırsı aklından büyük türedilere kalıyor.
Türkiye gibi her alanda uluslararası çapta kadroları olan bir ülke, iyi yönetilemiyor. Doğru insanlar doğru makamlara gelemiyor.
İnanın bana, en büyük sorunumuz bu!
Ayaklar baş olmuş, başlar ayak! Kanlı katillerin önünde el pençe divan durulurken, düşünce insanlarına kelepçe vuruluyor. Yolsuzluklar, yapanın yanına kår kalıyor. Yıl uğursuzun deyimini haklı çıkarırcasına, her meslekte kötü iyiyi kovuyor. Saygı yok, sevgi yok, nezaket yok, adalet yok.
Ve ülke yoruluyor. Yürekler yoruluyor.
Yaşamak, direnmektir.
Belki de ileride bu çıldırmış dünyayı kadınlar düzeltecek.
Hepimizin gözü önünde toplumun dokusu bozuluyor, insanları bir arada yaşatan değerler sistemi yok oluyor, kısacası çürüyoruz.
Peki o zaman hayvan ile insanı ve giderek insan ile insanı ayıran fark nedir?
Kültür, sadece kültür!
Ve bir sincap kadar doğal ve onurlu yaşa!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir