Mustafa Dedeler kitaplarından Orta Şekerli Tarih kitap alıntıları sizlerle…
Orta Şekerli Tarih Kitap Alıntıları
“Lider için adalet mi daha mühimdir, yoksa cesaret mi?”
Aristoteles şu tarihi cevabı verir:
“Adalet olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.”
Ey imam,bana itimadın yok mu?Beni niçin cenk alanına göndermiyorsun?..
Şeyh Şamil,cihat aşkıyla söylenen bu söze şu tarihi cevabı vermişti:
Herkes ölse bile sen sağ kalmalısın Elde kılıç çarpışan savaşçılarımızdan kaybettiklerimizin yerine yenilerini buluruz ancak senden başka eli kalem tutanımız yok .Sen mücadelemizin kitabını yazmaya devam et https://1000kitap.com/kitap/orta-sekerli-tarih -261532
Hz. Süleyman (as), huzuruna girip selam veren baykasa
Ey baykus! Evlere konunca niçin uzun uzun tersin? Insanoglu bu kadar agar imtihanla karşı karıya ken
nasıl rahat uyur? demek isterim. Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın!
Insanoglunun birbirine olan zulümlerinden dolay Feryadinda ne dersin?
Ey gifiller! Yolculuk var. Hazırlikta bulunun, derim.
Hz. Süleyman (a.s.), söyle buyurmus:
Insana böyle yol gösteren başka bir kuş yoktur. Neden insanoglu onu ugursuz sayar, anlamadım.
Sultan Abdülmecid Han, borç almaktan çok çekinir ve mali dengeye hep dikkat ederdi. Lâkin o da devlet adamlarının basiretsizliğiyle ortaya çıkan sıkıntılara mani olamamıştı. 1855 Haziran’ında vekillere yaptığı bir konuşmada Borç almamak için çok çalıştım. Lâkin durum bizi borç almaya mecbur etti. Bunun ödenmesi, gelirin artmasıyla olur. Gelirin artması da memleketin imarı, yani her devlette olduğu gibi işletmeler kurarak, demiryolları yaparak olur. Artık işletmelere izin vermeliyiz. Garlar da yapılmalı; fakat gelir arttı diye masrafları da artırmamalı. Yoksa bir fayda sağlanmaz, yine batak yoludur. Beşiktas (Dolmabahçe) Sarayı da pek külfetli ve gösterişli oldu. Daha sade olabilirdi. dediğinde Fethi Paşa ve Kaptan-ı Derya Halil Paşa: Efendimize göre bu bir şey değil. demeleri üzerine Yok, yok. Fazla olduğuna benim kalbim şahadet etti. demişti.
Yabancı bir kumaş tüccarı, Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesindeki kumaşları beğenip hepsini almak istemişti. Aldığı kumaş toplarını dizmekte olan mal sahibinin, bir top kumaşı kenara ayırdığını görünce,
dayanamayarak bu kumaşı neden diğerlerinin arasına koymadığını sordu. Osmanlı esnafı, bu kumaşın defolu olduğu cevabını verdi.
Yabancı tüccar Ziyanı yok, önemli değil! demesine rağmen esnaf, kumaş topunu vermekte ayak diriyordu. Tüccarın, niçin bu şekilde davrandığını sorması üzerine esnaf, âleme ibret bir cevap vermişti:
Ben malımın kusurlu olduğunu söyledim, siz bunu biliyorsunuz. Fakat, siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınız, benim bunları size söylediğimi bilmeyecekler. Böylece müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede, Osmanlı’nın şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi hilekár sanacaklardır. Onun için bu kusurlu malımı sana satamam.
Üç hırsız, banka soygunundan sonra kaçarak ormanda
buluşmuşlar
Biri: Hadi, su parayı sayalım demiş.
İkincisi: Boş ver, nasıl olsa yarın gazeteler yazar, ne kadar olduğunu öğreniriz! diyerek itiraz etmis Üçüncüsü ileri atılmış: Olur mu öyle şey, hemen sayalım Yarın her gazete ayrı ayrı şeyler yazar, birbirimize
düseriz! demiş.
Sıkıntının Çözümü: Fakirse Ver. Zenginse iste
Eskiler, karşısındakini kırmadan, belirli bir saygı cerçevesinde hareket etmeye veya söz söylemeye o kadar dikkat ederlerdi ki; bazı kıssalar Acaba yaşandı mı? sorusunu akla getiriyor. Bu çesit inceliğe bir misal de Sadi’nin Gülistan’ında şöyle anlatılır:
Bir genç, bir pire İnsanların devamlı ziyarete gelmesinden çok zahmet çekiyor ve gelip gitmeleri yüzünden kendime zaman ayıramıyorum, ne yapmalıyım? diye
sordu. Pir şöyle cevap verdi: Gelen fakirse ona borç verip kendine borçlu kıl; yok zenginse ondan bir şeyler iste ki bir daha senin etrafinda dolaşıp yanına gelmesinler. Çünkü borçlular borcunu, zenginler ise istedigin şeyi vermemek icin korkularından bir daha yanina uğramazlar. Böylece ikisinden de kurtulursun.
Mikrobun uarlığını dünyada ilk defa keşfeden ve bununla ilgili bir kitap yazarak 33 hastalığı şifaları ile birlikte veren kişinin Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin (rah.) olduğunu
Kumandanim; Müslümanlar gece zahiddirler; Kur’âni kerim diye bir kitapları vardır,onu okurlar.Gündüz oldu mu at sırtında cihada giderler. Bir yere selamsız girmezler. Acikmadan yemezler,çok doymadan kalkarlar.
Bunun üzerine bizanslı kumandan Eğer yalan söylemiyorsan,şu bastığım yerlerde onların olacak. der.
Nitekim bir yıl sonra Kudüs, müslümanların olur.
Bu kadar kitabi basil biriktirdiniz?
Carlyle enteresan bir cevap verir:
Bu kütüphane benim her günkü tütününümdür.
Ne demek istediğinizi anlamadım?
Gayet basit. Gençliğimde bir dostum beni tütün içmeye teşvik etmişti.O gündenberi onun tütüne verdiği parayı, ben kitaplarima verdim.
Lider için adalet mi daha mühimdir, yoksa cesaret mi?
Aristoteles şu tarihi cevabı verir:
Adalet olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.
Dolayısıyla mühür, beş kişiden herhangi biri olmadan, oy birliği olmayınca kullanılamazdı.Böylece hem istişare edilmemiş uygulamalarin önüne geçiliyor hem dedernek yöneticileri bir meselede
Benim oyum yoktu diye inkar edemiyordu.
Bıkkınlığı bırakmak,
Diyar diyar dolaşmak,
Güvercin gibi sabretmek,
Karga gibi erken davranmak sayesinde cevabını vermiştir..
-Ey baykuş! Evlere konunca niçin uzun uzun ötersin?
-İnsanoğlu bu kadar ağır imtihanla karşı karşıya iken nasıl rahat uyur? demek isterim.
-Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın?
-İnsanoğlunun birbirine olan zulümlerinden dolayı..
-Feryadında ne dersin?
-Ey gafiller! Yolculuk var. Hazırlıkta bulunun, derim.
Hz. Süleyman (as) şöyle buyurmuş:
İNSANA BÖYLE YOL GÖSTEREN BAŞKA BİR KUŞ YOKTUR.NEDEN İNSANOĞLU ONU UĞURSUZ SAYAR
örümcek perdedardır Kayser’in sarayında
FSM
“Aç kaldım bir sadaka verin.”diyerek yardım ister.
Ediplerden biri adama:
“Senin okuman yazman var mı?”diye sorar
Dilenci:”Yoktur”cevabını verince,bu defa ahbabına döner ve şöyle der:
“Hayret. Garip şey Demek, okuması yazması olmayanlardan da aç kalan varmış!”
“Tıynetin nâpâk ise,hayr umma germâbeden;
önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden
(Karakterin temiz değilse hamamdan bir hayır umma. önce kalbini sonra bedenini temizle) yadığını
“Bu sorunun cevabı çok basit..” der.
“ Tabii ki doktorlardır.Onların başarıları güneş gibi parlar. Yaptığı hatalar ise toprak tarafından örtülür.”
“Evvela şurasını almalıydınız sonra şuradan geçerek burasını ele geçirmelidiniz!” deyince, Bonapart şu karşılığı vermiş:
“Evet,oralar parmakla alınabilseydi,öyle yapardım!..”
Allah yolu ve maksadımız,
Allah’ın dinini yaymaktır.Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.” Cümleleriyle ifade ettiğini
1-Bilen ve bildiğini de bilen, o âlimdir ona tabi olunuz.
2-Bilen ama bildiğini bilmeyen, o uykudadır onu uyandınız.
3-bilinmeyen ne bilmediğini de bilen, bu irşat olmak istemektedir. Ona öğretiniz.
4-Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen, o cahildir. Ondan sakınınız.
Mimarsinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye camii’ndeki 4 minarenin kanuni sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki 4. padişah olduğuna bu 4 minaredeki 10 şerefenin de 10. Osmanlı padişahı olduğuna işaret ettiğini
Osmanlı’nın son devir İhtisap ağlarından Hüseyin Bey’in edirne kapı civarında çıktığı teftişlerden birinde üzeri ağır yüklü vaziyette bağlanmış bir merkep görmesi üzerine sahibini arattırıp onu bir kahvehanede kahve içerken bulduğunu ve hayvanı yüklü olarak bırakıp eziyet verdiğinden dolayı çuvallara hayvandan indirtip adamın sırtına yükleterek bir müddet beklettiğini
Ecdadımız;insan merkezli bir anlayış, merhamet ve şefkat temelli bir prensip ile hareket ederek binlerce vakıf kurmuştur. Bu vakıflardan bir tanesinin de hamalların dinlenmek istedikleri zaman kimseye muhtaç olmadan yüklerini kolaylıkla indirip sonra tekrar yükleyene bilmeleri için vakıf olarak dikilen mola taşları olduğunu
Aman azizim, insaf ediniz! Her yerde bu kadar yolsuzluk varken, yollarımız nasıl düzelir?
biliyor muydunuz?
İstanbul’un eski hamamlarından birinin kitabesinde Tıynetin nâpâk ise, hayr umma sen germâbeden; önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden ( Karakterin temiz değilse hamamdan bir hayır umma. Önce kalbini, sonra bedenini temizle) yazdığını
Aziz Nihat Sami, kücük seyler daima daha fazla acı verir. Bir evde oturursunuz bir sey olmaz, fakat bir iğnenin üzerine oturun bakalım!
Sen benim kim olduğumu bilmez misin?
Başlangıçta bir damlacık fasit nutfe, sonun da kara topraktır.
Susarım, selâmet bulurum; dinlerim, istifade ederim. İnsanın kulağındaki hazzı (nasibi) yanlız kendine, dilindeki hazzı ise başkalarına aittir.
Kalabalık beni mutlu ediyor ama konuştuğum bu yerde idam edilseydim, en az iki misli kalabalık toplanırdı.
Bir dost vardır, gıda gibidir;sen onu her gün ararsın.Bir dost vardır, ilaç gibidir;gerektiğinde ararsın.Bir dost daha vardır, hastalık gibidir;o seni arar.
Kıtlık yıllarında çok az yemek yerdi. Ona şöyle dediler:
“Hazinelerin tamamı senin elinde neden açlık çekiyorsun.” Şöyle cevap verdi:
“Doyduğum takdirde açları unutacağımdan korkuyorum!”
Evlatlarımı iyi yola getirmezden evvel kendi nefsinizi ıslah edin.Çünkü onların kusuru hep sizin taksirinize bağlıdır.Çocuklara göre sizin yaptığınız her şey iyi, yapmadığınız her şey fenadır.
Şuna çok dikkat et ki derslerinde, telkinlerinde, sertlikten, kabalıktan, asabiyetten sakınasın.Sonra çocuğun mufekkiresini öldürmüş olursun.
Arif Hoca, acı acı güler ve şöyle der:
“Desenize eninde sonunda camı da kendimize benzettik!”
“Bundan sonra artık bir Hafız Osman daha yetişmez!”
Bunu duyan sanatkâr üstat, kafasını hat şaheserinden kaldırıp sultana döner ve şöyle der:
“Hocası yazarken efendimiz gibi hokkasını tutan padişahlar bulundukça nice Hafız Osmanlar yetişir hünkârım!”
1-Bilen ve bildiğini bilen. O âlimdir ona tâbi olunuz.
2-Bilen ama bildiğini bilmeyen. O uykudadır. Onu uyandırınız.
3-Bilmeyen ve bilmediğini bilen. Bu irşâd olmak istemektedir. Ona öğretiniz.
4-Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen. O cahildir, ondan sakınınız.”
“Aman azizim, insaf ediniz! Her yerde yolsuzluk varken, yollarımız nasıl düzelir?”
“Bu kadar kitabı nasıl biriktirdiniz?”
Carlyle enteresan bir cevap verir:
“Bu kütüphane benim her günkü tütünümdür.”
“Ne demek istediğinizi anlamadım?”
“Gayet basit. Gençliğimde bir dostum beni tütün içmeye teşvik etmişti. O günden beri onun tütüne verdiği parayı ben kitaplarıma verdim.”
Ok ‘ak kavak’tır diğerleri çöptür
Şehir sadece Rum’dur diğerleri köydür
Binici Türk’tür, diğerleri yüktür
“Efendim, vergileri daha da artırmamız gerekmez mi?” demiş.
Yüksek vergiler yüzünden halkın perişanlığını bilen Kayser, şöyle bir nasihatte bulunmuş:
“İdareciler çobanlar gibidir. İyi bir çoban, koyunlarının sadece yününü kırkar. Onların derisini yüzmez.”
Sen büyüklerle nasıl konuşulur bilmiyorsun! der.
Arif Nihat Asya düşünmeden cevabı yapıştırır:
Büyüklerle nasıl konuşulacağını bilmemek benim kusurum. Kendini büyük görmek de sizin
“Ey kişi. Bir kimseyi yüzüne karşı methetmek ayıplanacak şeylerden değil midir?”
Öven kimse:
“Ben seni methetmedim. Hak Teala hazretleri’nin sizin üzerinizde olan nimetlerini zikrettim ki, onların şükrünü yenileyesiniz ve tekrar edesiniz.”
“Kulunuzun en çok sevdiği mevsim, içinde bulunmadığım mevsimdir padişahım.”
“Ne demek istiyorsun anlamadım?’
“Yani yazın kışı, kışın yazı, ilkbaharda sonbaharı ve sonbaharda da ilk baharı göreceğim gelir efendimiz!”
“O halde hiç birini sevmiyorsun demektir.”
“Bilakis hepsini severim, fakat canan ile olduğu gibi aramıza hicran girmesini isterim sultanım!”
Misafir, “Ey müminlerin emiri, siz kendiniz bunu nasıl yaparsınız?” dedi.
Ömer bin Abdülaziz (rah) şöyle cevap verdi: “Kandile yağ almaya kalktığım zaman da Ömer idim, dönüp geldiğimde yine Ömer’im. İnsanların Allahü Teâlâ katında en hayırlısı, alçak gönüllü olandır.”
“Sultan Selahaddin’in dünyadaki fetihlerinden ahirete götürebileceği şey, işte bu kefenden ibarettir!”
Ebû Hâmid, istediği kitabı bir tabağın içinde adama takdim etti. Adam:
“Bu nedir?” diye sordu.
Ebû Hâmid:
“Bu istediğin kitap; şu ise içine yiyeceğini koyacağın tabak.” dedi. Böylece adam, yaptığı yanlışı anladı.
“Ben ölünce, kapımın üstüne konulacak levhaya ne yazarlar?”
Nazif hemen cevapladı:
“Kiralık ev!”
“İsminiz nedir?”
“İzak.”
“Sizi dinliyorum İzak kardeş.”
“Bizde her şeyin mükemmel olduğunu söylediniz. Peki, ama niçin yiyecek et bulamıyoruz?”
“Yoldaş, cevabı uzun sürecek bir soru sordunuz. Gelecek sefere anlatayım.”
Üç gün sonraki toplantıda aynı hatip, kürsüye gelmiş, konuşmuş ve soru sorulmasını istemiş. Yine ufak tefek bir adam ayağa kalkmış. Hatip sormuş:
“İsminiz?”
“Moiz.”
“Herhalde niçin et bulunmadığını soracaksınız?”
“Hayır, İzak’ın nerde olduğunu soracaktım ”
“Uzun konuşana ne yapmalı?”
Hemen cevap vermiş:
“Uzun konuşana bir şey yapmamalı, sadece onu kısa dinlemeli ”