İçeriğe geç

Orta Şekerli Tarih Kitap Alıntıları – Mustafa Dedeler

Mustafa Dedeler kitaplarından Orta Şekerli Tarih kitap alıntıları sizlerle…

Orta Şekerli Tarih Kitap Alıntıları

Hakikat sahiplerinin dilinde her lâfzın bir manası ve her ismin bir müsemması ve her kelamın bir te’vili ve her te’vilin bir temsili olur.
Eskiler, Hayru’l-kelâm mâ kalbe ve delle demişler; kelamın hayırlısı, kısa olan ve yol gösterendir.
Büyük iskender, hocası Aristoteles’e sorar:
“Lider için adalet mi daha mühimdir, yoksa cesaret mi?”
Aristoteles şu tarihi cevabı verir:
“Adalet olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.”
Bunu bilmeyecek ne var paşa hazretleri?Kaç asırdır bu memleketin bütün dertleri, sadece Allah’ın lütfu ile halledilir.Bir ülkede ona lâyık insanlar kalmadı mı ,Allah’ın merhameti başlar.Bu da bir ilahi cezadır amma bizler anlamayız.
.
Ey imam,bana itimadın yok mu?Beni niçin cenk alanına göndermiyorsun?..
Şeyh Şamil,cihat aşkıyla söylenen bu söze şu tarihi cevabı vermişti:
Herkes ölse bile sen sağ kalmalısın Elde kılıç çarpışan savaşçılarımızdan kaybettiklerimizin yerine yenilerini buluruz ancak senden başka eli kalem tutanımız yok .Sen mücadelemizin kitabını yazmaya devam et https://1000kitap.com/kitap/orta-sekerli-tarih -261532
Baykuş Uğursuz mu?

Hz. Süleyman (as), huzuruna girip selam veren baykasa

Ey baykus! Evlere konunca niçin uzun uzun tersin? Insanoglu bu kadar agar imtihanla karşı karıya ken

nasıl rahat uyur? demek isterim. Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın!

Insanoglunun birbirine olan zulümlerinden dolay Feryadinda ne dersin?

Ey gifiller! Yolculuk var. Hazırlikta bulunun, derim.

Hz. Süleyman (a.s.), söyle buyurmus:

Insana böyle yol gösteren başka bir kuş yoktur. Neden insanoglu onu ugursuz sayar, anlamadım.

Gelir Artsa da Masraflar Artmamalı

Sultan Abdülmecid Han, borç almaktan çok çekinir ve mali dengeye hep dikkat ederdi. Lâkin o da devlet adamlarının basiretsizliğiyle ortaya çıkan sıkıntılara mani olamamıştı. 1855 Haziran’ında vekillere yaptığı bir konuşmada Borç almamak için çok çalıştım. Lâkin durum bizi borç almaya mecbur etti. Bunun ödenmesi, gelirin artmasıyla olur. Gelirin artması da memleketin imarı, yani her devlette olduğu gibi işletmeler kurarak, demiryolları yaparak olur. Artık işletmelere izin vermeliyiz. Garlar da yapılmalı; fakat gelir arttı diye masrafları da artırmamalı. Yoksa bir fayda sağlanmaz, yine batak yoludur. Beşiktas (Dolmabahçe) Sarayı da pek külfetli ve gösterişli oldu. Daha sade olabilirdi. dediğinde Fethi Paşa ve Kaptan-ı Derya Halil Paşa: Efendimize göre bu bir şey değil. demeleri üzerine Yok, yok. Fazla olduğuna benim kalbim şahadet etti. demişti.

Esnafın Ticaret Ahlâkı

Yabancı bir kumaş tüccarı, Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesindeki kumaşları beğenip hepsini almak istemişti. Aldığı kumaş toplarını dizmekte olan mal sahibinin, bir top kumaşı kenara ayırdığını görünce,
dayanamayarak bu kumaşı neden diğerlerinin arasına koymadığını sordu. Osmanlı esnafı, bu kumaşın defolu olduğu cevabını verdi.

Yabancı tüccar Ziyanı yok, önemli değil! demesine rağmen esnaf, kumaş topunu vermekte ayak diriyordu. Tüccarın, niçin bu şekilde davrandığını sorması üzerine esnaf, âleme ibret bir cevap vermişti:

Ben malımın kusurlu olduğunu söyledim, siz bunu biliyorsunuz. Fakat, siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınız, benim bunları size söylediğimi bilmeyecekler. Böylece müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede, Osmanlı’nın şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi hilekár sanacaklardır. Onun için bu kusurlu malımı sana satamam.

Gazeteler Nasıl Yazar?

Üç hırsız, banka soygunundan sonra kaçarak ormanda

buluşmuşlar

Biri: Hadi, su parayı sayalım demiş.

İkincisi: Boş ver, nasıl olsa yarın gazeteler yazar, ne kadar olduğunu öğreniriz! diyerek itiraz etmis Üçüncüsü ileri atılmış: Olur mu öyle şey, hemen sayalım Yarın her gazete ayrı ayrı şeyler yazar, birbirimize

düseriz! demiş.

nasip olmamıştır.

Sıkıntının Çözümü: Fakirse Ver. Zenginse iste

Eskiler, karşısındakini kırmadan, belirli bir saygı cerçevesinde hareket etmeye veya söz söylemeye o kadar dikkat ederlerdi ki; bazı kıssalar Acaba yaşandı mı? sorusunu akla getiriyor. Bu çesit inceliğe bir misal de Sadi’nin Gülistan’ında şöyle anlatılır:

Bir genç, bir pire İnsanların devamlı ziyarete gelmesinden çok zahmet çekiyor ve gelip gitmeleri yüzünden kendime zaman ayıramıyorum, ne yapmalıyım? diye
sordu. Pir şöyle cevap verdi: Gelen fakirse ona borç verip kendine borçlu kıl; yok zenginse ondan bir şeyler iste ki bir daha senin etrafinda dolaşıp yanına gelmesinler. Çünkü borçlular borcunu, zenginler ise istedigin şeyi vermemek icin korkularından bir daha yanina uğramazlar. Böylece ikisinden de kurtulursun.

Biliyor muydunuz?

Mikrobun uarlığını dünyada ilk defa keşfeden ve bununla ilgili bir kitap yazarak 33 hastalığı şifaları ile birlikte veren kişinin Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin (rah.) olduğunu

Kudüs fethedilmeden önce kumandan mahiyetindeki bir subaya Bu müslümanlar nasıl böyle muvaffak oluyorlar? diye sorar.Subay şöyle bir izahta bulunur:
Kumandanim; Müslümanlar gece zahiddirler; Kur’âni kerim diye bir kitapları vardır,onu okurlar.Gündüz oldu mu at sırtında cihada giderler. Bir yere selamsız girmezler. Acikmadan yemezler,çok doymadan kalkarlar.
Bunun üzerine bizanslı kumandan Eğer yalan söylemiyorsan,şu bastığım yerlerde onların olacak. der.
Nitekim bir yıl sonra Kudüs, müslümanların olur.
İskoç tarihçi ve yazar Thomas Carlyle’ e bir dostu sorar:
Bu kadar kitabi basil biriktirdiniz?
Carlyle enteresan bir cevap verir:
Bu kütüphane benim her günkü tütününümdür.
Ne demek istediğinizi anlamadım?
Gayet basit. Gençliğimde bir dostum beni tütün içmeye teşvik etmişti.O gündenberi onun tütüne verdiği parayı, ben kitaplarima verdim.
Rivayet odurki; Büyük İskender, Hocası Aristoteles’e sorar:
Lider için adalet mi daha mühimdir, yoksa cesaret mi?
Aristoteles şu tarihi cevabı verir:
Adalet olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.
Eski esnaf derneklerinin mühürleri 4 parçadan oluşurdu.Bu parçalar, vidalı bir sapın içine geçerek birleştirilir; mührün her bir parçası, dört kişilik yönetim kurulunun bir üyesinde, sapıda başkanda dururdu.
Dolayısıyla mühür, beş kişiden herhangi biri olmadan, oy birliği olmayınca kullanılamazdı.Böylece hem istişare edilmemiş uygulamalarin önüne geçiliyor hem dedernek yöneticileri bir meselede
Benim oyum yoktu diye inkar edemiyordu.
İlim ve marifet, memleketin mamuriyetine sebeptir.
İmamı Şa’bi (rah.)’a Bu kadar ilmi nasıl edindin? diye sorulduğunda,
Bıkkınlığı bırakmak,
Diyar diyar dolaşmak,
Güvercin gibi sabretmek,
Karga gibi erken davranmak sayesinde cevabını vermiştir..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kitap delileri, bir nevi koleksiyoncu gibi yalnız kitap toplama arzusundadırlar ve kitabın içindekilere değil, maddi değerine ve nadir oluşuna bakarlar.
Hz. Süleyman (as),huzuruna girip selam veren baykuşa sormuş:
-Ey baykuş! Evlere konunca niçin uzun uzun ötersin?
-İnsanoğlu bu kadar ağır imtihanla karşı karşıya iken nasıl rahat uyur? demek isterim.
-Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın?
-İnsanoğlunun birbirine olan zulümlerinden dolayı..
-Feryadında ne dersin?
-Ey gafiller! Yolculuk var. Hazırlıkta bulunun, derim.
Hz. Süleyman (as) şöyle buyurmuş:
İNSANA BÖYLE YOL GÖSTEREN BAŞKA BİR KUŞ YOKTUR.NEDEN İNSANOĞLU ONU UĞURSUZ SAYAR
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Baykuş nevbet çalar efrasiyab takında
örümcek perdedardır Kayser’in sarayında

FSM

Meşhur edebiyatçılardan İkisi beraber yürürlerken yanlarına Yaklaşan bir dilenci:
“Aç kaldım bir sadaka verin.”diyerek yardım ister.
Ediplerden biri adama:
“Senin okuman yazman var mı?”diye sorar
Dilenci:”Yoktur”cevabını verince,bu defa ahbabına döner ve şöyle der:
“Hayret. Garip şey Demek, okuması yazması olmayanlardan da aç kalan varmış!”
Evvelce şiirler vardı şairler lâ-edri olabilirlerdi. Şimdi ise şairler meşhur lakin, şiirler la-edri
İstanbul’un eski hamamlarının birinin kitabesinde
“Tıynetin nâpâk ise,hayr umma germâbeden;
önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden
(Karakterin temiz değilse hamamdan bir hayır umma. önce kalbini sonra bedenini temizle) yadığını
Fransız yazar Montaigne’e “Enşanslı insanlar kimlerdir”diye sorarlar
“Bu sorunun cevabı çok basit..” der.
“ Tabii ki doktorlardır.Onların başarıları güneş gibi parlar. Yaptığı hatalar ise toprak tarafından örtülür.”
Osmanlı kanunlarına göre değirmencilerin, müşterilerinin un ve buğdaylarından yiyerek hak geçmesine sebep olurlar düşüncesi ile tavuk beslemelerinin yasak olduğunu,vakti öğrenmek maksadıyla sadece bir tane horoz besleyebildiklerini..
Hükümet ricalinden biri,Napolyon Bonapart’ın bir muharebede hatalı davrandığını göstermek için parmağını harita üzerinde gezdirerek:
“Evvela şurasını almalıydınız sonra şuradan geçerek burasını ele geçirmelidiniz!” deyince, Bonapart şu karşılığı vermiş:
“Evet,oralar parmakla alınabilseydi,öyle yapardım!..”
Edirne’de Mimar Sinan eseri Selimiye Camii’nin, her köşesinde birer tane olmak üzere dört minaresi olduğu halde uzaktan hangi yönden bakılırsa iki minare görüldüğünü
Osmanlı’nın düsturu olan en önemli ölçüyü, Osman Gazi’nin,oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı vasiyette”Oğlum bizim mesleğimiz,
Allah yolu ve maksadımız,
Allah’ın dinini yaymaktır.Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.” Cümleleriyle ifade ettiğini
Adalet olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.
İnsanlar Dört Kısımdır:
1-Bilen ve bildiğini de bilen, o âlimdir ona tabi olunuz.
2-Bilen ama bildiğini bilmeyen, o uykudadır onu uyandınız.
3-bilinmeyen ne bilmediğini de bilen, bu irşat olmak istemektedir. Ona öğretiniz.
4-Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen, o cahildir. Ondan sakınınız.
Biliyor muydunuz?
Mimarsinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye camii’ndeki 4 minarenin kanuni sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki 4. padişah olduğuna bu 4 minaredeki 10 şerefenin de 10. Osmanlı padişahı olduğuna işaret ettiğini
Biliyor muydunuz?
Osmanlı’nın son devir İhtisap ağlarından Hüseyin Bey’in edirne kapı civarında çıktığı teftişlerden birinde üzeri ağır yüklü vaziyette bağlanmış bir merkep görmesi üzerine sahibini arattırıp onu bir kahvehanede kahve içerken bulduğunu ve hayvanı yüklü olarak bırakıp eziyet verdiğinden dolayı çuvallara hayvandan indirtip adamın sırtına yükleterek bir müddet beklettiğini
Biliyor muydunuz?
Ecdadımız;insan merkezli bir anlayış, merhamet ve şefkat temelli bir prensip ile hareket ederek binlerce vakıf kurmuştur. Bu vakıflardan bir tanesinin de hamalların dinlenmek istedikleri zaman kimseye muhtaç olmadan yüklerini kolaylıkla indirip sonra tekrar yükleyene bilmeleri için vakıf olarak dikilen mola taşları olduğunu
İkinci Viyana kuşatmasındaki başarısızlıktan,Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın sorumlu tutulup hakkında çıkan idam kararının infazı sırasında Paşa’nın; “Gelsinler şu halıyı kaldırsınlar kanım toprağa aksın devleti Aliyye’nin malına halel gelmesin.” dediğini
Bir dost vardır, gıda gibidir; sen onu her gün ararsın. Bir dost vardır, ilaç gibidir; gerektiğinde ararsın. Bir dost daha vardır, hastalık gibidir; o seni arar
Bir adam, fıkıh alımı Ebu Hamid-i İsfereyani’den emanet bir kitap aldı. Ebu Hamid, onun bir gün kitabının üzerine kuru üzüm koyduğunu gördü. Adam bir süre sonra bir kitap daha istedi. Ebu Hamid, istediği kitabı bir tabağın içinde ona takdim etti. Adam; bu nedir? Diye sordu. Ebu Hamid; bu istediğin kitap. Bu da içine yiyeceğini koyacağın tabak! Deyince adam hatasını anladı.
İstanbul yollarının bozukluğundan yakınan bir dostuna Nazif şu cevabı verir;
Aman azizim, insaf ediniz! Her yerde bu kadar yolsuzluk varken, yollarımız nasıl düzelir?
Eskiler, Hayru’l kelam ma kalle ve delle demişler; kelamın hayırlısı kısa olan ve yol gösterendir.
bir Hint elçisinin Sultan dördüncü Murad’a getirdiği hediyeler arasında fil kulağından yapılmış ve üzerine gergedan derisi kaplanmış, ok işlemez denilen kalkanı Sultan Murad’ın bir okla delerek içine 500 altın doldurtup elçiye geri gönderdiğini,

biliyor muydunuz?

İmami azam hazretleri üzerine doğru gelmekte olan bir davara yol vererek kenara çekilmiş. Niye böyle yaptığını soranlara: “Onun boynuzları var benim ise aklım” demiş.
Bilenler ancak fikirleri sorulduğu zaman cevap verirler.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
İstanbul’un eski hamamlarından birinin kitabesinde Tıynetin nâpâk ise, hayr umma sen germâbeden; önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden ( Karakterin temiz değilse hamamdan bir hayır umma. Önce kalbini, sonra bedenini temizle) yazdığını
Yahya Kemal şöyle karşılık verir:
Aziz Nihat Sami, kücük seyler daima daha fazla acı verir. Bir evde oturursunuz bir sey olmaz, fakat bir iğnenin üzerine oturun bakalım!
Ey Allah’ın kulu, bu yürüyüş nedir? Böyle kibirle yürüyenlere Allah ve Resulü buğzeder.
Sen benim kim olduğumu bilmez misin?
Başlangıçta bir damlacık fasit nutfe, sonun da kara topraktır.
Tarihi olmayan milletler, tarih huzurunda esatir(masal),efsane uydururlar.Sizin ise, büyük bir tarihiniz vardır. Bu tarihi yapanların türbesini nasıl kapatırsınız?
Ne acayip yer! Taşları bağlamışlar, köpekleri salıvermişler!
Siz konuşmaz mısınız?
Susarım, selâmet bulurum; dinlerim, istifade ederim. İnsanın kulağındaki hazzı (nasibi) yanlız kendine, dilindeki hazzı ise başkalarına aittir.
Ne kadar sevilen bir insansınız. Konuştuğunuz her yerde iğne atsanız yere düşmeyecek kadar büyük bir kalabalık toplanıyor.
Kalabalık beni mutlu ediyor ama konuştuğum bu yerde idam edilseydim, en az iki misli kalabalık toplanırdı.
Bâkî, üç çeşit dost vardır der:
Bir dost vardır, gıda gibidir;sen onu her gün ararsın.Bir dost vardır, ilaç gibidir;gerektiğinde ararsın.Bir dost daha vardır, hastalık gibidir;o seni arar.
Yusuf Aleyhisselam,
Kıtlık yıllarında çok az yemek yerdi. Ona şöyle dediler:
“Hazinelerin tamamı senin elinde neden açlık çekiyorsun.” Şöyle cevap verdi:
“Doyduğum takdirde açları unutacağımdan korkuyorum!”
Hazret-i Ebubekir’in (r.a.) Mekke’nin en zenginlerinden birisi iken bütün malını infak ettiğini, halifeliği esnasında geçimini, iaşesini temin etmek için komşusunun koyunlarını sağdığını, vefat ettiğinde ise halifelik müddetince aldığı maaşın, mirasından karşılanmasını vasiyet ettiği için bu miktarın devlet hazinesine geri konduğunu
Eskiler, “Hayru’l kelam ma kalle ve delle “demişler. Kelamın hayırlısı, kısa olan ve yol gösterendir.
Türkiye’ye bir kızılderili’nin ilk defa Sultan Abdülaziz Han devrinde geldiğini ve adının ise Tingarno Vanzoci olduğunu Biliyor mutsuz??
İbn-i Utbe çocuklarının hocasına şöyle demişti:
Evlatlarımı iyi yola getirmezden evvel kendi nefsinizi ıslah edin.Çünkü onların kusuru hep sizin taksirinize bağlıdır.Çocuklara göre sizin yaptığınız her şey iyi, yapmadığınız her şey fenadır.
Halife Harun Reşid de çocuğu Emin’in hocasına şu tavsiyede bulundu:
Şuna çok dikkat et ki derslerinde, telkinlerinde, sertlikten, kabalıktan, asabiyetten sakınasın.Sonra çocuğun mufekkiresini öldürmüş olursun.
1930’ların, 1940’ların arbedesini yaşayan “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya’ya “Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle sokulur bir cam keşfedilmiş!” diye haber verirler.
Arif Hoca, acı acı güler ve şöyle der:
“Desenize eninde sonunda camı da kendimize benzettik!”
Bir gün ders esnasında, Sultan İkinci Mustafa, hocasının hokkasını tutarak hattını seyrederken hayran olur ve şöyle der:
“Bundan sonra artık bir Hafız Osman daha yetişmez!”
Bunu duyan sanatkâr üstat, kafasını hat şaheserinden kaldırıp sultana döner ve şöyle der:
“Hocası yazarken efendimiz gibi hokkasını tutan padişahlar bulundukça nice Hafız Osmanlar yetişir hünkârım!”
“İnsanlar dört kısımdır:
1-Bilen ve bildiğini bilen. O âlimdir ona tâbi olunuz.
2-Bilen ama bildiğini bilmeyen. O uykudadır. Onu uyandırınız.
3-Bilmeyen ve bilmediğini bilen. Bu irşâd olmak istemektedir. Ona öğretiniz.
4-Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen. O cahildir, ondan sakınınız.”
İstanbul yollarının bozukluğundan yakınan bir dostuna, Nazif şu cevabı verir:
“Aman azizim, insaf ediniz! Her yerde yolsuzluk varken, yollarımız nasıl düzelir?”
Bilenler, ancak fikirleri sorulduğu zaman cevap verirler.
İskoç tarihçi ve yazar Thomas Carlyle’e (1795-1881) bir dostu sorar:
“Bu kadar kitabı nasıl biriktirdiniz?”
Carlyle enteresan bir cevap verir:
“Bu kütüphane benim her günkü tütünümdür.”
“Ne demek istediğinizi anlamadım?”
“Gayet basit. Gençliğimde bir dostum beni tütün içmeye teşvik etmişti. O günden beri onun tütüne verdiği parayı ben kitaplarıma verdim.”
At ‘doru’dur diğerleri renktir
Ok ‘ak kavak’tır diğerleri çöptür
Şehir sadece Rum’dur diğerleri köydür
Binici Türk’tür, diğerleri yüktür
Roma valilerinden biri, Kayser Tiberius’a gelip:
“Efendim, vergileri daha da artırmamız gerekmez mi?” demiş.
Yüksek vergiler yüzünden halkın perişanlığını bilen Kayser, şöyle bir nasihatte bulunmuş:
“İdareciler çobanlar gibidir. İyi bir çoban, koyunlarının sadece yününü kırkar. Onların derisini yüzmez.”
Hasan Ali Yücel:
Sen büyüklerle nasıl konuşulur bilmiyorsun! der.
Arif Nihat Asya düşünmeden cevabı yapıştırır:
Büyüklerle nasıl konuşulacağını bilmemek benim kusurum. Kendini büyük görmek de sizin
Osmanlı kanunlarına göre değirmencilerin, müşterilerinin un ve buğdaylarından yiyerek hak geçmesine sebep olurlar düşüncesi ile tavuk beslemelerinin yasak olduğunu, vakti öğrenmek maksadı ile sadece bir tane horoz besleye bildiklerini
Hişam:
“Ey kişi. Bir kimseyi yüzüne karşı methetmek ayıplanacak şeylerden değil midir?”
Öven kimse:
“Ben seni methetmedim. Hak Teala hazretleri’nin sizin üzerinizde olan nimetlerini zikrettim ki, onların şükrünü yenileyesiniz ve tekrar edesiniz.”
“Senin en çok sevdiğin mevsim hangisidir molla?”
“Kulunuzun en çok sevdiği mevsim, içinde bulunmadığım mevsimdir padişahım.”
“Ne demek istiyorsun anlamadım?’
“Yani yazın kışı, kışın yazı, ilkbaharda sonbaharı ve sonbaharda da ilk baharı göreceğim gelir efendimiz!”
“O halde hiç birini sevmiyorsun demektir.”
“Bilakis hepsini severim, fakat canan ile olduğu gibi aramıza hicran girmesini isterim sultanım!”
Bir dost vardır, gıda gibidir; sen onu her gün ararsın. Bir dost vardır, ilaç gibidir; gerektiğinde ararsın. Bir dost vardır, hastalık gibidir; o seni arar.
Ömer bin Abdülaziz’e (rah) bir gece bir misafir geldi. Halife, o an yazı yazıyordu ve kandil de sönmek üzere idi. Misafir, “Kandile yağ doldurayım da sönmesin.” dedi. Ömer bin Abdülaziz (rah), “Misafire iş yaptırmak, kişinin keremine yakışmaz.” dedi. Misafir, “Öyleyse hizmetçiyi uyandırayım.” dedi. “Hayır, o şimdi uyumuştur.” deyip, kendisi kalktı, yağdanlığı aldı ve kandile yağ doldurdu.

Misafir, “Ey müminlerin emiri, siz kendiniz bunu nasıl yaparsınız?” dedi.
Ömer bin Abdülaziz (rah) şöyle cevap verdi: “Kandile yağ almaya kalktığım zaman da Ömer idim, dönüp geldiğimde yine Ömer’im. İnsanların Allahü Teâlâ katında en hayırlısı, alçak gönüllü olandır.”

Selahaddin Eyyûbî, son hastalığında kapının önündeki devlet bayrağını kaldırtıp, onun yerine aynı direğe kefenini astırmış ve işe memur ettiği bayraktara, durmadan şöyle söylemesini emretmiştir:
“Sultan Selahaddin’in dünyadaki fetihlerinden ahirete götürebileceği şey, işte bu kefenden ibarettir!”
Bir adam fıkıh alimi Ebû Hâmid-i İsfereyânî’den emanet bir kitap aldı. Ebû Hamîd, onun bir gün kitabının üzerine kuru üzüm koyduğunu gördü. Adam bir süre sonra bir kitap daha istedi.
Ebû Hâmid, istediği kitabı bir tabağın içinde adama takdim etti. Adam:
“Bu nedir?” diye sordu.
Ebû Hâmid:
“Bu istediğin kitap; şu ise içine yiyeceğini koyacağın tabak.” dedi. Böylece adam, yaptığı yanlışı anladı.
Bir gün sohbet sırasında, Avrupa’da bazı meşhur yazarların ölümlerinden sonra evlerinin müze haline getirildiği ve bu evlerin üzerine onların isimlerinin yazıldığı konuşuluyordu. O sırada Florinali Nazım Bey, Süleyman Nazif’e sordu:
“Ben ölünce, kapımın üstüne konulacak levhaya ne yazarlar?”
Nazif hemen cevapladı:
“Kiralık ev!”
Komünizm devrinde Rusya’da bir parti üyesi hatip, ülkedeki sosyal ve ekonomik seviyenin durmadan yükseldiği hakkında nutuk attıktan sonra, soru sormak isteyenlere cevap vereceğini söylemiş. Ufak tefek bir adam ayağa kalkmış. Hatip:
“İsminiz nedir?”
“İzak.”
“Sizi dinliyorum İzak kardeş.”
“Bizde her şeyin mükemmel olduğunu söylediniz. Peki, ama niçin yiyecek et bulamıyoruz?”
“Yoldaş, cevabı uzun sürecek bir soru sordunuz. Gelecek sefere anlatayım.”
Üç gün sonraki toplantıda aynı hatip, kürsüye gelmiş, konuşmuş ve soru sorulmasını istemiş. Yine ufak tefek bir adam ayağa kalkmış. Hatip sormuş:
“İsminiz?”
“Moiz.”
“Herhalde niçin et bulunmadığını soracaksınız?”
“Hayır, İzak’ın nerde olduğunu soracaktım ”
Farabi’ye sormuşlar:
“Uzun konuşana ne yapmalı?”
Hemen cevap vermiş:
“Uzun konuşana bir şey yapmamalı, sadece onu kısa dinlemeli ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir