İçeriğe geç

Öpüşmenin Tarihi – Popüler Kültürün Doğuşu Kitap Alıntıları – Marcel Danesi

Marcel Danesi kitaplarından Öpüşmenin Tarihi – Popüler Kültürün Doğuşu kitap alıntıları sizlerle…

Öpüşmenin Tarihi – Popüler Kültürün Doğuşu Kitap Alıntıları

Tabuya göre bir hayat kadınını asla öpemezdin. Bundan hoşlanmazlardı. Onların öpücükleri, birçok kadının bedeninin olduğu gibi, özeldi.
Psikanalist Sigmund Freud için de öpüşmek bir kalıntı eylem dir, anne memesi emmeye bilinçsiz bir geri dönüştür. Emmek sadece zevk verici değil aynı zamanda seksüeldir. Bu nedenle Freud, öpüşmenin çocuklukta, sütten kesildikten sonra ortaya çıkan meme ya da baş parmağı emmenin yerini aldığını iddia etmiştir.
Bir kız veya Bir bakirenin üç çeşit öpücüğünü sıralar: göstermelik öpücük (kız sevgilisi ile dudaklarını birleştirir ama kendisi bir şey yapmaz), titreşimli öpücük (kız utangaçlığını biraz kenara bırakarak alt dudağı ile karşılık verir ama üst dudağını kullanmaz), dokunarak öpüşmek (kız sevgilisinin dudaklarına dili ile dokunur, gözlerini kapatır ve ellerini sevgilisinin ellerinin üstüne koyar)
Bu dünyayı içinde yaşanacak daha iyi bir yer yapmak için gerekli olan tek şey sevmektir.
İşte bir öpücükle ölüyorum.
Günümüz filmelerinde öpüşmek o kadar yaygındır ki, Tornatore’nin kesinlikle bildiği gibi, öpüşme veya aşk olmadan film yapmak şekersiz pasta yemek gibidir.
Thongalılar, Avrupalıları öpüşürken ilk gördüklerinde güldüler ve şunlara bakın, birbirlerinin salyasını ve pisliğini yiyorlar yorumunu yaptılar.
Matrix (1999) Uyuyan Güzel’in veya masalların yaşama döndüren öpücüğünün, cinsiyet rollerinin tersine döndüğü bilimkurgusal bir versiyonunu içerir. Filmin sonlarına doğru, Trinity (Carrie-Anne Moss) az önce vurularak ölen sevgilisi Neo’yu (Keanu Reeves) bir öpücükle hayata döndürür. Ona şöyle fısıldar: Neo, artık korkmuyorum. Kâhin bana aşık olacağımı ve sevdiğim adamın seçilmiş kişi olacağını söyledi. Anlıyor musun, ölmüş olamazsın. Ölemezsin çünkü seni seviyorum. Duyuyor musun? Seni seviyorum. Neo’nun hayati belirtileri, masallardaki gibi, Trinity ona Şimdi ayağa kalk! dediğinde geri gelir, sarılıp tutkuyla öpüşürler.
Bazı kültür kuramcıları, iddia ettiklerine göre, Pamuk Prenses’i pasif ve kendisine yaşam vermesi için Beyaz Atlı Prensi bekler şekilde tasvir ettiğinden Disney filmini şovenist bulurlar. Örneğin Pinsky, Pamuk Prenses gibi filmlerin Temelde pasif fanteziler olan arketipik dişi kurtarılma fantezisi olduğunu öne sürer. Ancak, Disney anlatısının alt metni incelendiğinde hikâyedeki gerçek güçlü karakterlerin kadınlar, Pamuk Prenses ve kötü Kraliçe olduğu belli olur. Erkekler ya Pamuk Prenses’e sadık bir şekilde hizmet eden cücelerdir ya da formaliteleri yerine getiren bir rol üstlenirler (sonunda anonim bir öpücük sağlamak gibi). Pamuk Prenses doğanın hakimidir. Hayvanlardan cücelere hatta onun gizli dişil gücünün çağrısı ile yanına gelen Prens’e kadar her şey onun emirlerine karşılık verir.
Alfred Hitchcock’un Aşktan da Üstün (1946) filminde Ingrid Bergman ve Cary Grant arasındaki öpüşme tarihteki en uzun öpüşme olabilirdi. Ancak çift öpüşmeyi sürekli parçalara bölerek sansürden kurtulmaya çalışmak zorunda kalmıştı, çünkü dönemin film sansür kurulu perdedeki hiçbir öpüşmenin üç saniyeden uzun süremeyeceği kararını almıştı. Bu nedenle Hitchcock oyuncuların dudaklarının üç saniyeden daha fazla birbirine değmemesini garantiye almıştır. Filmde öpüşen iki kişi geri çekilir, burunlarını birbirine sürter, birbirlerinin ağzına doğru konuşur, tekrar üç saniyeliğine öpüşür ve hepsini baştan tekrarlarlar.
Hollandalı Rönesans âlimi Daniel Heinsius’un çok doğru bir şekilde belirttiği gibi: Kılıçla fethedebilirsin ama bir öpücükle fethedilirsin.
Toplumlara özgü olduğu için aşk ritüelleri dışarıdan gelenlere garip görünebilir. Örneğin, Kuzey ülkelerinin, evlenme çağına gelen genç bir kızın kemerine boş bir kılıf taktığı antik gelenegi ele alalım. Eğer bir talip onu beğenirse, bu kılıfa bir bıçak sokardı, kız da bunu nişan simgesi olarak taşırdı. Bu aşikâr fallik sembolizmi nedeniyle bugün bize garip gelebilir ama aslında birlikteliği onaylama için sevgiliye yüzük vermekten pek de farklı değildir. Önemli olan verme eylemidir, verilenin ne olduğu değil.
Kırmızı renk aynı zamanda kanla bağlantılıdır ve kanın kaynağı da kalptir. Bu belki de bu organın tarih boyunca ve birçok kültürde neden aşk için bir metafor olarak sunulduğunu ve böyle algılandığını açıklayabilir. Antik Mısırlılar kalbi aşkın oturduğu, aşk hislerinin kaynaklandığı yer olarak görürlerdi. Antik simyacılar da kalp atışlarının aşkın ritmiyle senkronize olduğuna inanırlardı. Duyular üzerine yazdığı 1991 tarihli kitabında Diane Ackerman şöyle yazar: Belki de sesli, güvenli ve rahatlatıcı atışı nedeniyle, tarih boyunca insanlar aşkın yerini kalp olarak belirlediler. Roma mitolojisinde Cupid’in oku, içimizde atmaya başladığında aşkın yok edici gücünden kaçamayacağımızın göstergesi olarak, kalbi deler. Bu aşk gerçekleştiğinde, kaçınılmaz bir şekilde diğer insanın yaşamına bağlandığımız anlamına gelir.
Mesela güller ve çikolata metaforik olarak öpüşmenin hayali hoş tadı ve kokusundan kaynaklanan kültürel tomurcuklardır. Bu, Ortaçağ Fransız geleneklerinin de kanıtladığı gibi erken dönemde belli olmuştur. Âşık bir çift, ay, her bir evresinden geçerken, baldan yapılan metheglin (bal likörü) denen bir içki içmek durumundaydı çünkü bunun bağlılık hislerini geliştirmesi bekleniyordu. Sonuç olarak bundan balayı kavramını veya yeni evlilerin yeni attıkları evlilik düğümünü güçlendirmeleri için, metaforik olarak tatlı bir yolla, romantizm dönemi geçirmeleri inancını geliştirdik.
Ayrıca öpüşmenin, annelerin yavruları için yiyeceği önceden çiğneme eğilimiyle de bağlantılı olabileceği teorisi vardır, bu durumda yiyeceklerini çiğneyip yavrularının ağzını ağızlarıyla beslerler. Bu biraz akla uygundur çünkü ağızdan öpüşmenin hayatta kalmayı garantiye alan, zamanla kültürel uygulamalara ve sembolizme kodlanan bir hareketten kaynaklandığını öne sürer. Peki ama yavrusu için yiyeceğini çiğneyen bir annenin duyduğu sevgiden doğan bir eylem, saf bir romantizm eylemine nasıl dönüşebilir? Bu teoriyi destekleyenler, sevgililer arasında bir tür çiğneme eyleminin, bir zamanlar Orta Avrupa’da, Ziller Valley’de uygulandığını iddia ediyorlar. Bir erkek ve kadın arasında önceden çiğnenmiş maddelerin degiştirilmesi kur yapmanın parçasıydı. Eğer bir kadın topağı kabul ederse, bu eşinin aşkına karşılık verdiği anlamına gelirdi.
Genellikle aşk hormonu olarak bilinen oksitosin, içinden çıkılmaz şekilde mahremiyetle ilgilidir ve laboratuvar ortamında aşırı derece de güçlü etkileri olduğu görülmüştür. Mesela, bakire bir farenin beynine enjekte edildiğinde, bu hormon, farenin başka bir farenin yavrularını hemen kendisininmiş gibi benimsemesine neden olur.
Öpüşmenin antik kökenleri olduğunu varsayarız çünkü çok yaygın bir hale gelmiş olması gerçeği, bunun belli bir kültür de, belli bir zamanda ortaya çıkan bir eylem değil de, farkında olmadan insan türünün bir parçası olduğuna inanmamıza yol açmıştır. Kirshenbaum’un yazdığı gibi, tahminen, Doğudan batıya altı milyar insan toplumsal ve romantik bir gelenek olarak düzenli bir şekilde dudaktan dudağa öpüşüyoruz. Bu, bütün insanlıkta var olan bazı antik kur yapma mekanizmalarından çok, teknoloji aracılığıyla bütün dünyaya yayılan popüler Batı kültürünün gücünü gösterir. Dudak teması yorum gerektirir. Bu cinsel olabilir, toplumsal olabilir, kutsal olabilir. Romantik de olabilir. Ancak Ortaçağ’dan önce, öncelikle bu şekilde yorumlandığını gösteren bir kanıt yoktur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Romalılar ayrıca aynı sosyal sınıftan vatandaşlar arasında istenmeyen öpüşmeler esnasında yakalananları cezalandıran garip bir kanun da çıkarmışlardı. Roma imparatoru Tiberius dudaktan dudağa öpüşmeyi yasaklayan bir ferman bile çıkarmıştı çünkü öpüşmenin Romalı soyluların yüzlerinin ve bedenlerinin şeklini bozan nahoş bir mantar hastalığının yayılmasından sorumlu olduğuna inanıyordu.
Ortaçağ’da, öpücük genel olarak aşk öpücüğüydü ama aşk aynı zamanda yaşamak demekti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Birbirlerini sarıp, birbirlerini kucaklıyorlar,
nemli dillerini çıkarıveriyorlar.

Her biri diğerinin kalbine girmek için uğraşırken.

Bin öpücük ver bana, sonra yüz,

sonra bin daha, sonra bir yüz

sonra binlerce öpücük olunca

öyle karışsın ki hepsi, hesabı şaşıralım

kemgözlerin değmesin diye nazarı

öpüşlerimizin bu kadar çok olduğunu öğrenince

İncil’de dudaktan öpüşmek ve özellikle de evlilik dışı ilişki yaşayan insanlarla ilgili birçok tasvir bulunabilir. Samuel’in ikinci Kitabı’nda bir adamı “güzel dudaklarıyla zorlayıp” öperek baştan çıkaran bir kadının hikâyesi vardır. Ezgiler Ezgisi’nde (veya Süleyman’ın Ezgisi) şöyle pasajlarla karşılaşırız: “Bırakın beni ağzının öpücükleriyle öpsün: Çünkü senin aşkın şaraptan daha güzeldir” (1:2).
Romalı çiftler aslında evlilik niyetlerini, ailelerinin önünde dudaktan dudağa öpüşerek ilan ederlerdi. Bu nedenle bu bir tür duyuru jestiydi, herkesi çiftin fiziksel olarak birleşme niyetinde olduğu konusunda bilgilendirirdi.
Thongalılar, Avrupalıları öpüşürken ilk gördüklerinde güldüler ve “Şunlara bakın – birbirlerinin salyasını ve pisliğini yiyorlar”yorumunu yaptılar
Ve aşk zaman boyunca, nesiller boyunca ve paraleller ve meridyenler boyunca insanlar arasında daim olmuştur. Âşıkları, oyuncuları, yazarları ve hepimizi harekete geçirmeye devam edecektir. Nasıl başlamış olursa olsun, niye yapıyor olursak olalım ve nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, bir öpücük genellikle duyguların en büyüğünü, aşkı, kutlar.
Romeo ve Juliet dünyanın ilk büyük aşk hikâyesinin yıldızlarıydı. İlk öpüşmenin sancılarında ölmek yerine, evlenselerdi, ideal mahvolabilirdi ve dünya farklı bir şekilde gelişirdi.
1999 yapımı film Matrix’in dâhice ortaya koyduğu gibi, yeni bir dünya düzeninde yaşıyoruz. İnsanlar iki evrende doğuyorlar: gerçek dünya ve sanal âlem. Bahsedlen filmin başkarakteri Neo gibi, biz de artık bilgisayar ekranıyla yaşıyoruz ve gerçekle bağlantımızın büyük bir kısmı, teknik adı bilgisayar teknolojisini tanımlayan devre ağı gibi matrix’ olan bu ekran tarafından şekilleniyor.
Aşkın özü, belirsizliktir.

0scar Wilde (1854-1900)

Blake Edwards’ın Tiffany’de Kahvaltı (1961) filmi kült bir klasik haline gelmiştir. Holly (Audrey Hepburn) ve Paul’un (George Peppard) yağmur altında öpüştükleri sahne bütün sinemasal öpüşmelerin en unutulmazıdır.
Tay Garnett’in, Lana Turner (Çora) ve John Garfıeld’in (Frank) rol aldığı, 1946 yapımı filmi Postacı Kapıyı İki Kere Çalar, tüm zamanların en unutulmaz öpüşme sahnelerinden birini içerir, özellikle de önceden bahsedildiği gibi bu öpüşmeden doğan trajik sonuçlar nedeniyle unutulmazdır.
Michael Curtiz in ikonik 1942 yapımı Oscar ödüllü, Humphrey Bogart (Rick) ve Ingrid Bergman’ın (Usa) rol aldığı Kazablanka filminde mükemmel bir öpüşme sahnesi vardır. Arka planda, Amerikalı besteci Herman Hupfeld’in bestelediği bir caz klasiği olan As Time Goes By piyanist Sam tarafından çalınmaktadır. Şarkı unutulmaz A kiss is just a kiss [Bir öpücük sadece bir öpücüktür] dizesini içerir.
“Gözlerini aç ve bana bak. Hayır, seni öpmeyeceğim ama gerçekten öpülmeye ihtiyacın var. Senin derdin de bu. Öpülmen lazım, hem de sık sık ve nasıl öpüşüleceğini bilen biri tarafından.”
Ah ne gizemler yatar öpücüklerde.

Heinrich Heine (1797-1856)

Öpüşmenin en ünlü fotoğraflarından biri, fotoğrafçı Alfred Eisenstaedt’in çektiği. Life dergisinde yayınlanan, 14 Ağustos 1945 tarihinde, Times Square’de, Amerika’nın Japonya’yı mağlup etmesi üzerine yapılan kutlamalar sırasında bir hemşireyi öpen denizcinin fotoğrafıdır. Bu fotoğraf o kadar ikonlaşmıştır ki Amerika’da evlerde ve ofislerde baskıları görülebilir.
“Talihsiz âşıklar ifadesi aslında tarihteki en ünlü talihsiz âşıkları tasvir etmek için, Romeo ve juliet (I. Perde, 1. Sahne, 58-59) Shakespeare tarafından kullanılarak popüler hale getirilmiştir:

Bu iki düşmanın ölümcül rahimlerinden çıkıp,

Can buldu bir çift talihsiz âşık.

Romeo ve Juliet’i gördüğümüzde sevgili olduk.

Oscar Wilde (1854-1900)

Günümüzde öpüşmenin kendisi, bir tür fetişmişçesine, kendi başına saygı gösterilecek bir hedef-sembol olmuştur. Bu nedenle artık “dünya öpüşme rekoru” bile vardır. Mesela (günümüze kadar) kaydedilmiş en uzun öpüşmelerden biri, 5 Aralık 2001 tarihinde New York City de 30 saat, 59 dakika, 27 saniye süren Louisa Almedovar ve Rich Langley’nin öpüşmesidir.
Drakulanın öpücüğü olarak da bilinen boyun öpücüğü boyna kon-dundan tutkulu ve şehvetli bir öpücüktür. Bu belki de popüler anlatıların temel parçalarından biri haline gelmiş vampir mitiyle en çok bağlantısı olan öpücüktür.
Ritüeller sembolizmin kanunlaşmasıdır. İnsanlar ritüelleri, kendileriyle ilgili duygusal açıdan anlamlı fikirleri ve dünyayla uyumlarını simgesel olarak ifade etmek için kullanırlar.
Aslında öpüşmek metaforik bir düğümdür, dudaklar aracılığıyla iki bedeni ve iki ruhu birleştirir.
Düğünde altın yüzük alıp verme geleneği. Papa I. Nicholas’ın MS 860 yılında çıkardığı evlilik bantlarının altın olmasını zorunlu kılan kanundan gelir. Bu, damadın aşkta olduğu kadar maddi anlamda da bağlılığını garantiye alma amacı taşıyordu.
Antik Mısır’da evlilik törenlerinde yüzük alıp verilirdi. Yüzükler yeni evliler tarafından, sol elin üçüncü parmağına takılırdı çünkü bu parmaktaki damarın direkt kalbe gittiğine inanılırdı.
Morris’in ileri sürdüğü gibi, kırmızı renk, erkeklerde bilinçsiz bir şekilde cinsel hisler uyandıran bir çeşit “gizli kızışma”yı haber verir.
Göstergebilimci Umberto Eco zekice kurgulanmış, radikal sosyal ve kültürel değişimlerin biçimlendiği Ortaçağ’ın sonlarında geçen romanı Gülün Adı’nda bu sembolizmi ustaca ortaya çıkarır. Romanda gül, kadınları toplumsal gücün dışında bırakan ve onları ayarlanmış evlilik sistemine zorlayan Kilise odaklı ahlak düzenine muhalefetin sembolüdür.
Dudak dudağa öpüşmek Ortaçağ’ın özgür, ama çoğunlukla gizli aşkının simgesi haline geldiğinde, gül gizli aşkın ve kadın güzelliğinin kusursuz bir sembolü olarak ortaya çıkar ve çiçeğin Roma’daki ve mitolojideki anlamlarını tek bir sembolde birleştirir.
Gül aynı zamanda Afrodit’le de bağlantılıdır. Gül, Afrodit’in çok sevdiği sevgilisi Adonis’in kanından alınmış güzellik amblemiydi
Antik Roma’da gül gizliliğin sembolüydü. Bu, gizli bir toplantının yapıldığı odanın kapısına, gül asma uygulamasından geliyordu. Toplantının sub rosa (gülün altında) olacağı söylenirdi.
Yirminci yüzyılda, çikolata üreticileri ürünlerini reklam aracılığıyla bir aşk uyaranı olarak tanıtmaya başladıktan sonra, çikolata Sevgililer Günü pratiklerinin başlıca öğesi haline geldi.
Maya hiyeroglifleri, çikolatanın, iddialara göre erkeğin yataktaki maharetini artırmak ve kadınları cinsel ilişkiye girmeye daha istekli kılmak gibi bir cinsel uyaran olarak kullanılması da dahil olmak üzere, çeşitli törenlerde kullanıldığım gösterir.
Biz artık bu ismi tatlılıkla bağdaştırsak da, çikolata kelimesi “acı su” anlamına gelen yerel bir kelimeden gelir. Bu, muhtemelen çikolatanın yapıldığı kakao ağacının meyvesinin aslında acı olmasından dolayıdır. Tatlılığını mayalanma ile kazanır.
Gel öpüşelim sevgili aşkım, sen ve ben.

Güzel şarkı-kuşlarının uçuştuğu ovalarda;

Kıskanç gözlere rağmen yapacağız her şeyi:

Ah Tanrım, ah Tanrım, ne de çabuk geliyor şafak!

Michael Sims’ten alıntılarsak, öpüştüğümüzde bedenin ilgili cinsel organları “birbirleriyle iletişim kurmak için bilgisayar sistemleri gibi ağ oluştururlar.”
Dudakların kenarlarında ve ağzın içinde yağ salgılayan, ergenlikte gelişip cinsel arzu uyandıran kimyasal tepkileri açığa çıkaran, özel bezler vardır. Adrenalin, serotonin, dopamin ve oksitosin bu eylemle çeşitli derecelerde ve doğal endorfinlerle birlikte harekete geçer.
Kirshenbaum şöyle yazar:

Davranışbilimciler için kendileri dışındaki hayvanların duygusal yaşamlarını tasvir etmek oldukça zordur. Çünkü farklı türler bilgiyi farklı şekilde işlerler ve dünyayı çok farklı şekillerde yorumlarlar. Bir insanın başka bir hayvanın ne hissettiğini ve ne düşündüğünü kelimenin herhangi bir anlamıyla anlamlı bir şekilde “bilmesi” mümkün değildir.

Birçok erken dönem kültürü, Polinezya’daki geleneksel selamlaşmayı tasvir etmek için bu adla anılan “okyanus öpücüğü”nü kullanagelmiştir. Böyle bir “öpüşme” bir insanı tanımak amacıyla burnun sağını solunu koklamayı içerir.
Elbette kadın dudakları erotiktir, kozmetik endüstrisinin reklam yoluyla kesinlikle farkında olduğu sezgisel bir gerçektir bu. İlginç ve manalı bir şekilde, araştırmalar erkeklerin, tahrik olmayı ve açıklığı çağrıştıran büyük dudakları tercih ettiklerini ve büyük dudaklı kadınları çekici bulduklarını işaret eder
Antropolog Desmond Morris, öpüşmenin kökenlerini “genital eko” adını verdiği bir olguya dayandırır. Dudaklar, fiziksel benzerlikleri nedeniyle labiayı (cinsel organ dudaklarını) çağrıştırdığı için, (öpüşmenin) genital ilişkiyi yansıttığını ileri sürer.
Freud, öpüşmenin çocuklukta, sütten kesildikten sonra ortaya çıkan meme ya da başparmağı emmenin yerini aldığını iddia etmiştir. Bu, meme emmek kadar zevk vermediği için, ergenlikte çocuk annesinin memesinin yerini alması için başka bir insanın dudaklarını bularak devam edecektir.
Rusya büyük ihtimalle dudaktan öpüşmeyi evlilik töreninin içine katan ilk toplumdur.
Katolikler saygı ve bağlılık göstergesi olarak Papa’nın ayakucunu öperler.
Antropologların araştırmaları insanlığın çok büyük bir oranının aslında herhangi bir öpüşme ritüeli uygulamadıklarını gösteriyor.
On altıncı yüzyıldaki Protestan Reformu, iğrenç bir cinsel eylem olarak gördüğü öpüşmenin tüm biçimlerini dini ibadetten çıkardı. Ancak, hem Katoliklerde hem de Protestanlarda, gelin ve damat arasındaki tinsel birleşmenin sembolü görülen “nefes öpücüğü”nün evlilik törenlerinin bir parçası olarak kalmasına izin verilmişti.
Bedenin ne kadar alt kısmı öpülüyorsa, öpen kişinin sınıfı da o kadar düşük demekti.
Antik Romalılar da selamlaşmak için birbirlerini öperlerdi. Bir bireyin imparatorun bedeninin yanaktan ayağa kadar hangi kısmını öpmesine izin verileceğini toplumsal statüsü belirlerdi.
Slav kültürlerinde, iki erkeğin dudaktan dudağa öpüşmesi, geçmişte ve günümüzde selamlaşma kurallarının bir parçasıdır.
Herodotos’un kayda aldığı gibi, İran’da, eşit statüdeki bir adam dudaklarından, bir kademe daha düşük statüdeki adam ise yanağından öpülerek selamlanırmış.
1950’lerin pop şarkıcısı Jimmy Rodgers’in liste başı şarkısında, çok isabetli bir şekilde söylediği gibi, “Öpücükler şaraptan daha tatlıdır.”
Toronto Üniversitesi’nde derslerimi alan bir öğrenci, beni dolaylı olarak bu kitabı yazmaya teşvik etti. Romantik filmleri tartışırken öpüşme konusu kaçınılmaz şekilde ortaya çıktı. Bir noktaya gelince, sınıfın arkalarından genç bir hanım elini kaldırıp “Hiç de hijyenik olmayan bir eylemi neden güzel ve romantik olarak tecrübe ediyoruz?” diye sordu.
Sıradan insanları tutkulu âşıklara dönüştüren, dudaktan dudağa romantik öpüşmenin sırrı nedir? Tükürük salgılamanın sindirimin bir parçası olması gibi öpüşmek de insan doğasının, kur yapmanın içgüdüsel bir parçası mıdır? Yoksa geçmişten bize miras kalan bir şey midir?
Almancada farklı öpüşme türlerini betimleyen 30 kelime vardır, buna verilmemiş öpücükleri telafi etmek anlamına gelen Nachkuss da dahildir.
1999 yapımı film Matrix’in dahice ortaya koyduğu gibi, yeni bir dünya düzeninde yaşıyoruz. İnsanlar iki evrende doğuyorlar: gerçek dünya ve sanal alem. Bahsedilen filmin başkarakteri Neo gibi, biz de artık bilgisayar ekranıyla yaşıyoruz ve gerçekle bağlantımızın büyük bir kısmı, teknik adı bilgisayar teknolojisini tanımlayan devre ağı gibi matrix olan bu ekran tarafından şekilleniyor. Ancak aynı kelime, orijinal Latince kullanımında rahim anlamına da geliyor. Filmin şeffaf alt metni, sanal dünyanın ortaya çıkışıyla yeni nesillerin artık iki tür rahimden, biyolojik ve teknolojik rahimlerden, doğduğunu söylüyor.
Bazı kültür kuramcıları, iddia ettiklerine göre, Pamuk Prenses’i pasif ve kendisine yaşam vermesi için Beyaz Atlı Prensi bekler şekilde tasvir ettiğinden Disney filmini şovenist bulurlar. Örneğin Pinsky, Pamuk Prenses gibi filmlerin Temelde pasif fanteziler olan arketipik dişi kurtarılma fantezisi olduğunu öne sürer. Ancak, Disney anlatısının alt metni incelendiğinde hikayedeki gerçek güçlü karakterlerin kadınlar, Pamuk Prenses ve kötü Kraliçe olduğu belli olur. Erkekler ya Pamuk Prenses’e sadık bir şekilde hizmet eden cücelerdir ya da formaliteleri yerine getiren bir rol üstlenirler (sonunda anonim bir öpücük sağlamak gibi). Pamuk Prenses doğanın hakimidir. Hayvanlardan cücelere hatta onun gizli dişil gücünün çağrısı ile yanına gelen Prens’e kadar her şey onun emirlerine karşılık verir.
Fransız yönetmen Jean-Luc Godard bir keresinde cinsellik ve şiddetin sinema izleyicisini hep çektiği gerçeğini ima ederek Bir film için ihtiyacınız olan tek şey bir silah ve bir kızdır. diye yazmıştır.
On yedinci yüzyıl Galler’inde hediye, süslü bir şekilde oyulmuş, lovespoons (aşk kaşığı) diye bilinen, talibin sevdiği kişiye sevgisini göstermek için kendisinin yaptığı kaşıklardan oluşurdu. Aynı dönemlerde İngiltere’de erkekler genellikle sevgililerine evlilik teklifi olarak bir çift eldiven gönderirlerdi. Eğer kadın eldivenleri pazar günü kilisede giyerse bu teklifi kabul ettiği anlamına gelirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir