İçeriğe geç

Onurlu Çıkış Kitap Alıntıları – Levent Gültekin

Levent Gültekin kitaplarından Onurlu Çıkış kitap alıntıları sizlerle…

Onurlu Çıkış Kitap Alıntıları

Osmanlı’nın duraklama döneminde laiklik yoktu gerileme döneminde laiklik yoktu. Dağılma döneminde laiklik ve Atatürk yoktu. Tüm o gerileme ve çöküş sürecinde, dini ölçütler esas alınmıştı. Bu bir gerçek. Bunu inkar edemeyiz.
Şu basit gerçeği de hepimiz idrak etmeliyiz: Bir devletin hukuk sistemi çökerse, o artık devlet değil mafyadır.
Anlayacaktım ki Gerçek Müslümanlar esasında inancını ideoloji haline getiren, bu ideoloji için her türlü ayrımcılığı, istismarı, yolsuzluğu meşru gören, bununla bütün ülkeye zarar verenler değil; dürüst, çalışkan, inancını kendi dünyasında yaşayan, kimsenin hakkını yemeyen kişilerdi. Bir kadeh içki içmekle, bir kadının söylediği şarkıyı dinlemekle, ne bileyim, kravat takmakla yıkılan inanç, aslında inanç değilmiş. İman, insanın kalbinde kurulan hassas bir teraziymiş..
Adalet olmazsa şiddet ve baskı hüküm sürer.
Adalet olmazsa zayıflar ezilir.
Adalet olmazsa düzen, huzur kalmaz.
Adalet olmazsa güvenli bir yaşam alanı oluşturulamaz.
Adalet olmazsa bir ülkenin ekonomisi de, eğitimi de, ticareti de, siyaseti de yozlaşır, çürür, dağılır.
Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerlerden uzaklaşan liderlerin gelişmiş dünya ile bağları kopuyordu. Bu kopuş, yönetimi otoriterliğe, yöneticiyi ise diktatörlüğe götürüyordu.
Aynı yurdun içinde birbirimize düşmanlık ederek berbat ötesi bir hayatı sürdürüyoruz.
Din insana ahlak vermezmiş. Ahlak başka, din başkaymış. Hatta dini, inancı ahlak zannedenlerde tam tersi bir durum ortaya çıkıyormuş. Amin Maalouf Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaç duymuyorlar derken haklıymış.
İnancına, mezhebine, yaşam tarzına göre insanlarla ilişki kurma anlayışı, ister istemez toplumda bizden onlardan ayrımının oluşmasına sebep oluyordu.
Siyasi bilinçten ve terbiyeden mahrum siyasetçiler ile toplumsal bilinçten mahrum seçmenler, demokrasiyi sandığa odaklıyor. Sandığı da bir hesaplaşma alanı olarak kodluyor.
Farklı dillerde eğitim veriliyor diye bir ülke bölünmez. Vatandaş mutsuz olursa o ülke bölünür.
~
Süpermen birini kurtaracağı zaman ona kimlik sormuyordu. Düşen uçağı
havada yakalıyor ve içindeki Kürdü, Kemalisti, İslamcıyı, Komünisti,
Ülkücüyü ayırt etmeden sağ salim yere indiriyordu.
Mahallelerde yaşayıp, bütün ülkeyi kendi mahallemizden ibaret sandık
İdeeolojik körlük,tarafgirlikle birleşince şöyle bir tutum çıkıyor ortaya;Bizden olanlar ne kadar rezalete bulaşırsa bulaşsın,sesimizi çıkaramayız.Çünkü bizim kesim kazanamazsa kazananlar bize hayatı zehir eder.Yetki para bizde olmalı.Bizim gibi düşünmeyenleri kötülemekte başarılı olduğumuz sürece,ülkenin gerçek sahipleri olarak saltanat sürebiliriz .
İnanç toplumsal ilişkileri belirleyen bir faktör haline geldiğinde bütünleştirici değil daha da ayrıştırıcı oluyordu.
Birbirimizin dilini anlayamaz olduk. Birbirimizin samimiyetini, amacını, niyetini sorgular hale geldik. Birbirimizin derdini, acısını, hatta mahvını umursamaz olduk. O kadar hazin, öyle vahim bir durum ki
Her ne kadar zor, hatta sakıncalı gibi görünse de, yapmamız gereken en mühim iş, kendimizi değiştirmektir.
~
,
Mahallelerde yaşayıp bütün ülkeyi kendi mahallemizden ibaret sandık.
~
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Platon’un 2 bin 400 sene evvel dediği gibi Çok oy almak başka şey, iyi yönetmek başka.
Oysa inancın kalpte muhafaza edilmesi, beşeri münasebetlerde yine beşeri ölçülerin geçerli kılınması pekala mümkündü. Doğrusu da buydu. Gelgelelim, toplumsal denklem daha baştan yanlış kurulmuştu
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Mahallelerde yaşayıp bütün ülkeyi kendi mahallemizden ibaret sandık.” !
“Din insana ahlâk vermezmiş. Ahlâk başka, din başkaymış.Hatta dini, inancı ahlâk zannedenlerde tam tersi bir durum ortaya çıkıyormuş. Amin Maalouf, Bir dinleri olduğu için ahlâka ihtiyaç duymuyorlar derken haklıymış.” !
Toplumun bütün kesimlerini mutlu etmeyi esas alan bir yönetim anlayışı, sorunları kolayca çözebilir.
“Hey, Afrikalı! Hop! İskoç! Ben var ya, senden üstünüm neden biliyor musun? Çünkü ben Türk’üm!” deseniz ve birkaç Afrikalı, üçbeş İskoç’u buna inandırsanız bile, yine bilgisayarı, otomobili yurtdışından alırsınız. Hamasetle bir yere varılamaz yani.
İnsan olmamızı sağlayan şey, zeki olmamız değildir. İnsanın farkı, adaleti bilmesidir. Adalettir bizi insan kılan.
Bizden-onlardan ayrımı yüzünden, adam kayırma, liyakatsizlik, yolsuzluk alır başını gider. Ekonomi gelişmez. Ürün kalitesi, hizmet kalitesi artmaz. Bilimsel buluşlar, sanatsal fikirler ortaya çıkmaz.
Fakat onur, başkalarının sözlerinden ziyade, sizin içinizde canlı kaldığını hissettiğiniz bir şeydir.
Siyaset, ülke sorunları çözme sanatıdır. Hükmetme değil, hizmet etme işidir. Devleti ele geçirmekle, hazineyi elde tutmakla, kendi ideolojisinden olanlara kıyak çekmekle siyasetin bir ilgisi yok.
Aramıza dağlar sıralanmasın. Çünkü çektiğimiz dertlerin, ahların sebebi bu ayrılıklar. Ve de ayrımcılıklar. Bir yerden gitmek de, bir yerden gidememek de, bahtımızı karartıyor.
Bu dünyada çarşıya bile gidemezken, bir sütlü kahve içemezken, Cennete gidip şarap içmeyi hayal ediyorduk işte
Necip Fazıl’ın bir şiirinde yazdığı gibi
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın
Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın!”
Değişime kapalı olmanın, kabahati hep ötekinde görmenin ceremesini milletçe çekiyoruz.
Ne yapalım? Savaşalım mı? Yasaklar ve kısıtlamalar mı getirelim bize benzemeyenlere?
Şartlanmış kimseler, baktığı yerde görmek istediğini görüyor.
İdeolojik tarafgirlik ve körlük ‘’ bizden olanın’’ hatalarını yanlışlarını görmekten alıkoyuyor.
Farklı dillerde eğitim veriliyor diye bir ülke bölünmez. Vatandaş mutsuz olursa o ülke bölünür.
Dünyada; devletler, güçleri oranında söz sahibi oluyorlar.
Ekonomide, sanatta, bilimde, teknolojide yani Dünya hayatına kattığın değerler oranında söz sahibi oluyorsun.
Generaller Savaşmayı, Cerrahlar ameliyatı sever. Barışçı bir general nadirdir.
Şu basit gerçeği de hepimiz idrak etmeliyiz :Bir devletin hukuk sistemi çökerse, o artık devlet değil Mafyadır.
Çocuklarımız, bilimsel eğitim yerine, dinci veya seküler şartlanmalar altında, dünyada karşılığı olmayan, saçma sapan bir eğitim sisteminin cenderesinden geçiyorlar .
Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerlerden uzaklaşan liderlerin gelişmiş dünya ile bağları kopuyordu. Bu kopuş, yönetimi otoriterliğe, yöneticiyi ise Diktatörlüğe götürüyordu.
Türkiye demokrasiden, hukuktan, özgürlüklerden uzaklaşıp bir ortadoğu ülkesine dönüştükçe, iç barışı da varlığı da tehlikeye giriyordu.
Cumhuriyet görünümlü saltanat. Demokrasi görünümlü faşizm. Devlet görünümlü Mafya.
Bu rezil kısır döngüden kurtulamıyoruz.
Çok okuyan, iyi eğitim almış insanlar da ideolojik körlük yaşayabiliyor.
Şartlanmış kimseler, baktığı yerde, görmek istediğini görüyor işte.
Aile içinde bile ayrımcılığa, çatışmaya, kavgaya neden olan ideolojilerin ülkede bütünlük sağlayacağını beklemek hakikaten akıl alır şey değildi.
Hem Kürt halkının eşitliğini, kültürel özgürlüğünü savunuyorum, hem de Türkiye’nin bütünlüğünü dert ediyorum.
Türkiye’de hiçbir kesim savunduğu değerlerin iyi uygulayıcısı değildi ne yazık ki.
Demokratlığı savunanın demokrat olmaması, özgürlüğü savunanın özgürlükçü olmaması, Allah’tan korkmayı vaaz edenlerin Allah’tan korkmaması, milliyetçilerin milletin büyük çoğunluğundan nefret etmesi gibi
Solda mesela özgürlük derken, inanç özgürlüğünü değil, inanmama özgürlüğünü savunuyordu ..
Bir basit gerçeği daha anlamak zorundayız.İnsan olmamızı sağlayan şey , zeki olmamız değildir.
Bazı maymun türlerinin zekası 90 puan, yani birçok insandan zekiler. İnsanın farkı adaleti bilmesidir. Bir hukuk sistemi inşa edebilmesidir, hak yememesi, belli sınırları içinde özgür olmayı başarmasıdır. Ötekine zarar vermemesidir. Adalettir bizi insan kılan..
Güçlününün değil haklının yanında durur insan.
Onlara İstanbul’da bir şey fark ettim.İslami düzen diye birşey yokmuş.Buna imkan da yokmuş. İslam ahlakına sahip devlet yöneticileri olabilir. Fakat hepsi bu. İslami düzen kuracağız diye boşuna hayallere kapılmayın dediğimde hepsi çok şaşırmıştı
İlerleyen zamanlarda anlayacaktımki ideolojik katılığın kendi hayatımda da çok zararlarını gördüm
Aile içinde bile ayrımcılığa, çatışmaya, kavgaya neden olan ideolojilerin ülkede bütünlük sağlayacağını beklemek hakikaten akıl alır şey değildi .
Kürt hareketinin kimlik vurgusu bu kadar sert ve belirgin olmasaydı Türk milliyetçiliği bu kadar etkin olmayacaktı.
Ve yahut Atatürkçülük istismar edilmeseydi dayatılmasaydı, birçok kimse islamcılığın yanlışını tahrip edici yönünü belki de daha önceden görecekti.
Ve yahut islamcılar olmasaydı, belki de Atatürkçülük bu kadar kolay istismar edilen dayatılan bir değer haline gelmeyecekti.
Zincirleme trafik kazası gibi.
Hepimiz varlığımızı mücadele ettiğimiz karşıtları mıza borçluyuz.
O yüzden karşıtlarımızı değil kendimize değiştirmeye çalışsak, belki sorunda kökten çözülecek .
Asıl sorun dini, inancı başkasında ve görüntüde aramakta. Inancı içimizde aramalıyız. Varsa vardır, yoksa yoktur.
Din insana ahlak vermezmiş. Ahlâk başka din başkaymış.
Dincilik ve dindarlık zıt şeylerdir .
Bu ülke ne çektiyse dini değerleri ve milli değerleri istismar edenlerden çekti .
Din insana ahlak vermezmiş. Ahlak başka, din başkaymış.
Hatta dini, inancı ahlak zannedenlerde tam tersi bir durum ortaya çıkıyormuş.
Amin Maalouf “Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaç duymuyorlar” derken haklıymış.
Fakat yaşadığım hayat bana gösterecekti ki bir insanın iyi insan olmasına dinin, mezhebin, etnik kökenin en küçük bir katlısı yoktu.
bir ülkeyi ayakta tutan ana direktir adalet. adaletsizlik, toplumsal güveni, barışı, uyumu yok eder. kavgaların, çatışmaların önüne geçemezsiniz.


https://www.instagram.com/p/CB5OrFGgwtR/?utm_source=ig_web_copy_link

Şu basit gerçeği de hepimiz idrak etmeliyiz: Bir devletin hukuk sistemi çökerse, o artık devlet değil mafyadır.

Organize suç örgütü şablonuna göre işleyen bir yapıya dönüşmüştür.

Bir ülkeyi ayakta tutan ana direktir adalet.

Güçlünün değil, haklının yanında durur insan.
Bir basit gerçeği daha anlamak zorundayız: İnsan olmamızı sağlayan şey, zeki olmamız değildir.

Bazı maymun türlerinin zekası 90 puan. Yani birçok insandan zekiler. İnsanın farkı, adaleti bilmesidir. Bir hukuk sistemi inşa edebilmesidir. Hak yememesi, belli sınırlar içinde özgür olmayı başarmasıdır. Ötekine zarar vermemesidir. Adalettir bizi insan kılan.

İslamcılar olarak, hukukun temelinde dini referansların yer alması gerektiği fikrindeydik.

İlahi kanunlar varken, beşeri kanunlarla hükmetmek olmazdı.

Hak, Allah’ın isimlerinden biriydi neticede.

Allah’ın dediği olur, olsun, olmalı

İyi de, çok önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırıyorduk.

O da şu: Allah adına adaleti temin edecek kurallar, yine insanlar tarafından konuyordu.

Ulema denen kimseler toplanıyor, kıyas, icma gibi yöntemlerle, kutsal metinleri yorumlayarak hükümler çıkarıyorlar.

Peki, bu, beşeri bir işlem değil mi? Hem de tümüyle öyle. İlahi kanunlar aslında insanların kanunları.

Eşitlik demek bir ülkede kimsenin inanç, mezhep, giyim tarzı, maddi durumu gibi nedenlerle ötekine üstünlük taslamaması demekti. Eşitlik olmazsa adaletsizlik olur, haksızlık olur, gücü ele geçirenin söz sahibi olduğu; yoksulun, zayıfın her daim ezildiği bir kara düzen olur.

Böyle bir ülkenin ilerlemesi, refaha kavuşması, huzur bulması, toplumsal bütünlüğünü sağlaması imkânsızdır.

Toplumdaki eşitliği teminat altına alacak tek şey ise hukuktur.

Kader, fıtrat, imtihan gibi kavramlar, toplumdaki eşitsizliklerin üstünü kapatan birer örtüye dönüşecekti.
Bireyin özel alanını didiklemeye devletin de, kurumların da, kişilerin de hakkı yok.

İsteyen din değiştirir, isteyen cinsiyet değiştirir, isteyen taşınır, isteyen istediğini yapar.

Yeter ki ötekinin özel alanına girmesin, sınırlarını ihlal etmesin .

Özgürlük, ancak bireyin haklarının hassasiyetle korunduğu bir toplumda mümkündü.
Bireyin değil grubun imajıdır belirleyici olan.
İdeoloji, burada bir dünya görüşü filan değildi. Doğum lekesi gibi, dövme, damga gibi bir şeydi
İslamcılar, Müslümanları; Ülkücüler, yurtseverleri; Atatürkçüler, cumhuriyetçileri; Kürtçüler, Kürtleri zarara uğratmıştı.

Hala aynı minval üzere yürüyor işler.

Yazık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir