Semih Öztürk kitaplarından Önce Dağlar Kar Tutacak kitap alıntıları sizlerle…
Önce Dağlar Kar Tutacak Kitap Alıntıları
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim.
Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
sevmeyi mi becerememişti yoksa saçlarına güzel kokular sürmeyi mi?
Annesinin hep takındığı ama doktorların bir türlü bulamadığı ağrılarına benziyordu hissettiği şey. ‘kör bıçaklar saplanıyor şurama,’ diyordu annesi. Göğsünün orta yerine binlerce bıçak sağlandığında inanan annesini İlk defa anlıyordu. Nahide de öyle söyledi kendi kendine, buna en az annesi kadar inandı.
Binlerce bıçak saplanıyor ama kimse bilmiyor. Bilmesin. Hem bilse ne değişecek sanki? Hiç.
Binlerce bıçak saplanıyor ama kimse bilmiyor. Bilmesin. Hem bilse ne değişecek sanki? Hiç.
Halbuki bir cümle kurası vardı sadece, seni seviyorum diyesi, olur mu olmaz mı bilmem ama böyleyken böyle diyesi. Diyemedi.
..Bir gün nasılsın diye soracak olurlarsa iyiyim demeyecekmişsin, ayıpmış. Yarım olmak ödevmiş. Tam bile olsan yarım durmak lazımmış insan asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim. .
.
Dünya bir müştemilattır.
.
Dünya bir müştemilattır.
ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle bir fotoğrafta gülümsemesi.
sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser ayten?
sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser ayten?
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim
İnsan sadece baktığı boşluklarda asılı kalırmış.
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış.
Dalları budanan ağaçları düşün.Önceleri şekilsiz, çirkin dururlar.Sonra budandıkları yerlerden filiz vermeye başlarlar. Yeşilin ilk tonunu, en tazesini,en güzelini o zaman görürsün.Günden güne öyle gürleşirler ki izlemeye doyamazsın.Ağaç büyür, yaprak açar,saçaklanır.Varsa meyvesini toplarsın.Gölgesinde uyur, uyanırsın.Ama hiç kimse hesaba katmaz,dalın ağrısı salıncak yarasındandır.
Dörtnala koşan atlar değil, rediflermiş aslında. İnsan sadece baktığı boşluklarda asılı kalırmış. Hevesle kursak arasında toza dumana kim karıştıysa yediği ömrün helali hoş olurmuş. Topraktan gelenin çamura kesmesi hayırdanmış. Bir gün nasılsın diye soracak olurlarsa iyiyim demeyecekmişsin, ayıpmış. Yarım olmak ödevmiş. Tam bile olsan yarım durmak lazımmış. Dünya herkese yetecek kadar bir yer kaplarmış. Dağın suyu, ormanın ağacı, sofranın tuzu, gecenin gündüzü eninde sonunda birbirine karışırmış. İnsan asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim.
Ağır, zor ve foyası ortaya çıkmış bakışlar
Kendi kokusundan utandı, kurduğu onca hayalden, Ali’den, Ali de onu severse belki kıvrımlarına çiçek takar diye her sabah ördüğü örüklerinden.
İnsanın çekip gidecek olduğu gerçeğinin yüzüne karşı hiç çekinmeden söylenmesi garip ama güzel bir şey.Gerçekliğin altında yatan gizli çekicilik de tam olarak buna benziyor. Acıdan bile zevk almamızı sağlıyor; alışmamızı,onunla barışık yaşamamızı,beklememizi. Hem inkâr ettiriyor hem kabul.Doktor da biz de gayet iyi biliyoruz,hiçbir şey değişmeyecek. Değişmesin.
Bardağı beline kadar doldurup bırakacam yağmurun altına. Yağmur suyuyla sulanacak rakı. Dolana kadar bekleyeceğim. Sen hiç yağmur suyuyla rakı içtin mi?
Yok abi, içmedim.
Ben de içmedim.
Yok abi, içmedim.
Ben de içmedim.
Sahi, insan fotograf çektirirken neden gülümser?
Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafta gülümsemesi.
Sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten?
Bir şey var şuramda İbrahim. Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
Bu yalana inandığım kadar başka hiçbir şeye inanmadım şimdiye dek. Titanik batıyordu ve biz keman çalıyorduk. Songe d’Automne
ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafa gülümsemesi. sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten?
“bir şey var şuramda ibrahim. ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum
gözümün içine amin bekleyen dua gibi bakıyordu.
“yarım olmak ödevmiş. tam bile olsan yarım durmak lazımmış. dünya herkese yetecek kadar yer kaplarmış..”
insan, eksildikçe tamamlanırmış. öğrendim.
Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafta gülümsemesi.
Bir şey var şuramda İbrahim. Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
Kalbinin kırıldığı yerden içine doğru bir şeyler aktı. Durup durup rahatsız etti. Deniz suyu gibi tuzlu, tel gibi keskin, paslı, acılı.
Münevver’in saçları kışın ortasında yaz yağmuru kokuyor.
Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafta gülümsemesi.
Önce farkına varamadım ağladığımın. Baktım gerçekten ağlıyorum toparladım kendimi. Bütün bunlar içinde oldu biliyor musun? Benimle benim aramda. Başka kimse yok. Sadece ben söyledim, ben dinledim. Kuru kuru yankılandı sesim. Kendi sesimden tiksindim, sonra yaptığım her şeyden. Birine anlatsam tefe koyup rezil kepaze eder beni.
Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim.
Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafta gülümsemesi.
Bir şey var şuramda İbrahim. Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
Bu yalana inandığım kadar başka hiçbir şeye inanmadım şimdiye dek. Titanik batıyordu ve biz keman çalıyorduk.
Sadece ben söyledim , ben dinledim. Kuru kuru yankılandı sesim. Kendi sesimden tiksindim, sonra yaptığım her şeyden
Sevgi aranıyor.
Şu zamanda hangimiz aramıyoruz zaten
Şu zamanda hangimiz aramıyoruz zaten
Kimse evinden çıkmıyor. Çıt çıksa gökyüzü başımıza yıkılacak sanki. Öyle sessiz her yer
Uyusam da bir daha hiç uyanmasam , bıraksam kendimi
Yaşıyor olmaktan utanırsın, saklanacak kuytu köşe arar, bulamazsın.
İnsanın çekip gidecek olduğu gerçeğinin yüzüne karşı hiç çekinmeden söylenmesi garip ama güzel bir şey. Gerçekliğin altında yatan gizli çekicilik de tam olarak buna benziyor. Acıdan bile zevk almamızı sağlıyor; alışmamızı, onunla barışık yaşamamızı, beklememizi. Hem inkâr ettiriyor hem kabul.
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış.
insan sadece baktığı boşluklarda asılı kalırmış.
İçimden konuşmak birler ikiler kadar basit. Sesli konuşmak sekizler dokuzlar falan. Çok zor.
Bu mektubu sana aynanın karşısında yazıyorum.
Nahide ağlamaya başladı. Ağladıkça yükü de ağırlaşıyordu. Suya düşen ip yumakları gibi batıyordu ama bir türlü çıkamıyordu. Kendi çukurundaydı, kimsenin bundan haberi yoktu.
Annesinin hep yakındığı ama doktorların bir türlü bulamadığı ağrılara benziyordu hissettiği şey Kör bıçaklar saplanıyor şurama, diyordu annesi. Göğsünün orta yerine binlerce bıçak saplandığına inanan annesini ilk defa anlıyordu.
Hamal ilanının üzerine “KÖMÜR 17 LİRA” yazısını yapıştırdı yeni gelenlerden biri.
Hamallardan biri -terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üstüne astı.
Parka, K harfini üzerini kapattı.
Hamallardan biri -terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üstüne astı.
Parka, K harfini üzerini kapattı.
Ecevit’in acısını kıskandım. Yalan mı söyleyeceğim. Haciz gelecek bir dükkânımın, evi terk edecek bir karımın olmaması zoruma gitti.
Akşam olunca erkenden uykuya dalan dedemin gövdesindeki tepelerden uğultulu sesler geliyordu.
hamal ilanının üzerine KÖMÜR 17 LİRA yazısını yapıştırdı yeni gelenlerden biri. akılları sıra indirim yapmışlar, yoldan geçenlere onun müjdesini veriyorlar.
yükleme bitti.
hamallardan biri-terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üzerine astı.
parka, K harfinin üzerini kapattı.
yükleme bitti.
hamallardan biri-terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üzerine astı.
parka, K harfinin üzerini kapattı.
Galiba Yasemin Hanım haklı. Mutfak penceresi apartman boşluğuna bakan evlerde kahvaltı falan olmuyor.
Hamal ilanının üzerine KÖMÜR 17 LİRA yazısını yapıştırdı yeni gelenlerden biri. Akılları sırandirim yapmışlar, yoldan geçenlere onun müjdesini veriyorlar.
Yükleme bitti.
Hamallardan biri-terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üzerine astı.
Parka, K harfinin üzerini kapattı.
Yükleme bitti.
Hamallardan biri-terlemiş olacak- parkasını çıkarıp duvardaki yazının üzerine astı.
Parka, K harfinin üzerini kapattı.
Kursak kavgası insan hayvan ayırmıyor.
Bilmiyorum yani Raşit, kafam hiç yerinde değil gördüğün gibi. Ulan biri de çıkıp demiyor ki olsun, geçer. Sıkma canını. Mala gelsin, boş ver. Demiyor anasını satayım demiyor!
Bunlar, dedi karıncaları göstererek, ağustos böceğini rezil kepaze etmişler şuncacık boylarına bakmadan. İnsan içine çıkamaz etmişler. Biliyor musun sen o hikayeyi? Hani sazlı mazlı olan. Hah işte! Ulan sana ne adamın çaldığı sazdan. İstediği iki lokma ekmek, versen ne olur vermesen ne olur. Haysiyetsizlik burada başlıyor işte Raşit, hesapta kitapta. Hesaba kitaba gömüldüğün yerde patlıyorsun!
Sessizlik, bıçak keskinliğinde bir ambulans sireni ya da acil servisten kopan çığlık bazen hayatı sorgulaman gerektiğini hatırlatır. Yaşıyor olmaktan utanırsın, saklanacak kuytu köşe arar, bulamazsın.
İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış.
Bir şey var şuramda İbrahim. Ne zaman yutkunsam içimdeki ısırgan otlarını suluyorum.
“Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle bir fotoğrafta gülümsemesi.
-Sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten..”
-Sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten..”
Ne güzel şeymiş insanın sevdikleriyle birlikte bir fotoğrafta gülümsemesi.
Söz döndüğün gün gidip en güzel fotoğrafçıda fotoğraf çektireceğiz.
Sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten?
Söz döndüğün gün gidip en güzel fotoğrafçıda fotoğraf çektireceğiz.
Sahi, insan fotoğraf çektirirken neden gülümser Ayten?
Bir türlü geçmeyen zamanın vazodan hiçbir farkı yoktur. Koyduğun yerden kaldırmadığın sürece oradadır. İçine çiçek koymuşsun ya da koymamışsın değişmez. Sadece durur. Zaman, soğuk bir cam olarak vardır ve ağırdır.
İnsanın çekip gidecek olduğu gerçeğinin yüzüne karşı hiç çekinmeden söylenmesi garip ama güzel bir şey. Gerçekliğin altında yatan gizli çekicilik de tam olarak buna benziyor. Acıdan bile zevk almamızı sağlıyor; alışmamızı, onunla barışık yaşamamızı, beklememizi. Hem inkâr ettiriyor hem kabul.
Dörtnala koşan atlar değil, rediflermiş aslında. İnsan sadece baktığı boşluklarda asılı kalırmış. Hevesle kursak arasında toza dumana kim karıştıysa yediği ömrün helali hoş olurmuş. Topraktan gelenin çamura kesmesi hayırdanmış. Bir gün nasılsın diye soracak olurlarsa iyiyim demeyecekmişsin, ayıpmış. Yarım olmak ödevmiş. Tam bile olsan yarım durmak lazımmış. Dünya herkese yetecek kadar bir yer kaplarmış. Dağın suyu, ormanın ağacı, sofranın tuzu, gecenin gündüzü eninde sonunda birbirine karışırmış. İnsan, asıl eksildikçe tamamlanırmış. Öğrendim.
Ecevit’in acısını kıskandım. Yalan mı söyleyeceğim. Haciz gelecek bir dükkânımın, evi terk edecek bir karımın olmaması zoruma gitti. Öyle ki boğazımda düğümlenen boğum kurudukça kurudu, kaskatı kesildi.
Bu yalana inandığım kadar hiçbir şeye inanmadım şimdiye kadar. Titanik batıyordu ve biz keman çalıyorduk. Singe d’Automne!
Çıktığım gün rakı içeceğim Engin. Bardağı beline kadar doldurup bırakacam yağmurun altına. Yağmur suyuyla sulanacak rakı. Dolana kadar bekleyecem. Sen hiç yağmur suyuyla rakı içtin mi?
Yok abi, içmedim.
Ben de içmedim.
Yok abi, içmedim.
Ben de içmedim.