Gabriele D’Annunzio kitaplarından Ölümün Zaferi kitap alıntıları sizlerle…
Ölümün Zaferi Kitap Alıntıları
Yalnızlık, bir ruhun mütevaziliğini ya da egemenliğini gösteren en üstün delildir.
Bugün kalbim düşman sana. Tutuk bir öfke ile doluyum.
Ey ruhum!
Gelecekle geçmiş en iyi nerede birleşirler, sende değil mi?
Gelecekle geçmiş en iyi nerede birleşirler, sende değil mi?
Ne yapmalıyım ki kendime karşı güven kazanayım?
Geceleyin sen uyurken, kalbimden düşen kan damlasını yalnız ben duyuyorum.
Yalnızlık, bir ruhun mütevaziliğini ya da egemenliğini gösteren en üstün delildir.
Bana ölmenin asil bir şeklini gösterin.
Ateşli bir arzu doğdu ve yola koyuldu.
Aralarına aşılmaz bir engel giriyor, onları birbirlerinden ayırıyor. Engel, onların öz maddelerinde, canlı vücutlarındaydı.
Durağan bir nokta, durağan emin bir dayanak bulmak için giriştiği o boş araştırmalara artık ebediyen son vermeliydi.
Fena bir sonuçla biten bir denemeden sonra gücü ve maneviyatı kırılmış gibi, çocuksu bir tasaya düşüyor, kendini zayıf ve ürkek duyuyordu.
Her vakitki aylak hayatını sürerek tükeneceğini düşündükçe, benliğinin köklerinden, bulantı gibi şiddetli bir tiksinti ve hemen hemen vahşi bir kin yükseliyordu.
Yarın hayat yeniden mi başlayacak? Bu hal ne zamana kadar böyle sürüp gidecek?
Ruhunda kopan fırtınaların en zorlusu, en karanlığıydı bu. Birbirini tutmayan düşünce ve hayaller, beyninde bir kasırga hızı ile sızlıyordu.
Kalbi binbir zalim dikenin batması ile sızlıyordu.
Hala yaşıyor muyum? Hala yaşamaya zorunlu muyum?
Hiçbir yerde erince kavuşamayacağım, yazık.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Evrensel ruhun sonsuz titreşiminde yitmek, içine gömülmek, yok olmak, duymamak: en büyük haz bu işte.
Bazen, nefes aldıkları yer, bildikleri yerlerden çok uzaklardaymış, ıssız, meçhul, içine girilmez, adeta dünyanın dışındaymış gibi geliyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsana öyle geliyordu ki, hıçkırıkları sanki hiç dinmeyecekti.
Başka başka zamanlarda tekrarlanan aynı okşamanın ona verdiği değişik duyuşları asla öğrenemeyeceğim.
Yaşamak özenilecek bir şey değilmiş.
Her şeyden önce, kendi kendinin göğü, kendi kendinin ebedî güvenliği ol.
Sıcaklığın ölüden çekilişi gibi, yaşama iradesi de yavaş yavaş ondan uzaklaşıyor.
Şarkıyı da yasak etseler, elimizde başka neyimiz kalır?
Bütün düşlere bir son vermek için, tek çıkar yol artık düş göremeyeceğinin düşü ile avunmaktan ibaret kalıyordu.
Biri, ölmeye mahkum, durumu bütün açıklığıyla bilen bir kurban; öteki, durumdan habersiz, okşayıcı bir cellâttı.
Varlığı, maddi hiçbir temele dayanmayan basit bir duyuş, heyecan, düşünce akımından ibaretti.
Yatsam ve bir daha kalkmasam! Ölsem!
Korkunç mutluluklar, yıkımlar dahil, ?????? ??????? mutluluğun tümü olmak istiyordu.
Her bir yanında tuhaf bir boşluk duyuyordu. Kafasını toparlayamıyor, herhangi bir hareketi, muazzam bir çaba yapmadan başaramıyordu.
Özünün en derin bir yerinden yaralanmış gençliğinin belki de bu son kıpırdanışı; ebediyen yitmiş bir mutluluğu ele geçirmek için son bir atılışıydı.
— Neyin var?
— Ölüyorum.
— Ölüyorum.
Düşünüyordu: “Kim bilir kanında ne kirli şeyler kaynaşıyordur!”
Senin sayende uçsuz bucaksız karanlıklar birden aydınlanıyor ve ben ummadık zaferler kazanmış gibi oluyorum.
Bazen hayalimde benim asla yaşamadığım bir hayatın anısını canlandırıyorsun.
Bir kere daha yüreğine mahzunluk çöktü; bir kere daha bitkinlik her bir yanını sardı.
Öyle isterdi ki, taşıyamayacağı kadar ağır bir yük vurmuşlar gibi, yere kapaklanıp bir daha kalkamasın; cansız bir maddeye çevrilsin, hayat ten kafesinden uçup gitsin.
Onda bakir kalmış derin bir içgüdü vardı ki her seferinde yeni yeni bahaneler icat ederek, manevi bitkinliğe karşı koymaya çalışıyordu. Hayatta kalmak istiyordu hiç şüphesiz.
Keskin sürekli duygular, yüreğinin direncini aşmış, görmeye artık tahammülü kalmamıştı.
Onu artık insan bir daha unutamazdı.
Arkasında, artık onun duymadığı umutsuz çığlıklar bırakıyordu.
Yüzünle ruhumun hayallerini ışıtacaksın.
Nihayet anlıyordu ki kendi kendini fethetmek için didinecek yerde, kendi kendinden vazgeçmesi gerekmektedir.
Yeni bir dünya, yeni bir hayat ummak boşuna.
Ruhumla, o dağılmış ruh arasında bir uyum kurarak, yoksun olduğum dengeyi bulabilirim.
Her dakika bana işkence oluyor.
Beyni lt; lt; malumdan meçhulü gt; gt; yapmakta fazla ustaydı.
Ölümün çekiminden kurtulmuştu ya, hayata biraz buğulu gözlerle bakıyordu.
Hep aynı yürek çarpıntıları, aynı telaş, aynı hoşnutsuzluk.
Ani şiddet fırtınaları ruhuna saldırıyor, bütün iç kaynaklarını tıkıyor, içinde uzun zaman dolduramadığı elemli yarıklar açıyordu.
Onu kendine çağırmak, elle tutulur herhangi bir bağla onu kendine bağlamak, sanki yitirmiş olduğu şimdiki gerçeğin önemini yeni baştan kavramak için, söyleyecek bir söz aradı. Ama ne var ki bu arayış ona elem veriyordu.
Yüreğinde avutulmaz bir yeis taşıyordu.
Ruhunu ezen eski kabuğu parçalamak, ona acı çektirmiş bütün dertlerden kurtulmuş olarak, yepyeni bir insan kimliği ile hayata yeniden doğmak için âni bir ihtiyaç duydu.
Onu bir anda yok edecek bir yıldırımın tehdidi altında kalmışçasına, müthiş bir bekleyiş içinde çırpınıyordu.
Kendi mestliği karşısındakinde aynı derecede bir mestlik uyandırmazsa, mest olmayacaktır.
Uyuyamayacağım. Öldürdüm uykuyu.
İçgüdü bir tutku, duygu adeta bir hastalık oluyordu.
Bulunması imkansız bir şey arıyordu. En derin liflerine kadar benliği kuşku ile yoğurulmuşken, yaradılışına en karşıt şeyi, yani güveni, aşka güveni elde etmek istiyordu.
Bir düşünce tutku gibi tutuşuyor ve kasırgalara açık ruhu altüst ediyordu.
İçine baktığı öz benliğindeki uçurumların çekiciliği yanında, dışarıdan gelecek herhangi bir hazzın çok sönük kaldığını anlamıştı.
Silik bir şekilde duydu ki, kader onu bir kere daha eğri ve tehlikeli bir yola sürüklemişti.
Sevdiğimiz şeylerle sulara gömülen yelkende kızaran son ışık gibi hüzünlü, yitmiş günler öylesine hüzünlü
En kötü düşmelerden sonra ruh nasıl da yükselmeye can atıyor. Şiirin, yükselmenin, ruhu okşayan ince şeylerin susuzluğu içinde yanıyordum.
Her şeyde bir matem ağırlığı vardı.
Neyim eksik? Ne olduğunu bilmemekle beraber, varlığımın, yaşamama devam etmem için gerekli olduğunu duyduğum parçasını elinde tutan kim? Yoksa varlığımın o parçası öldü de ona ben ancak ölmekle mi erişebileceğim?
Cansız kağıda yazılmış sözlerden daha canlı, daha tatlı bir şeyi — ruhunun sırrını — o, sözle anlatılamayan şeyi aradım kelimelerin arasında..
Çektiğim ruh ya da beden acısı mı? Bilmiyorum. Beni öldürmeden ezen bir ağırlık altında kıpırtısız ve şaşkınım
Uzun uzun öptüğün çiçeği gönder bana, uzun uzun dudaklarını bastığın yeri bir yuvarlakla kağıda işaret et, bana uzaktan gönderdiğin bir okşayışı hayalimde bulabilmem için bir şeyler yap
Gücün zerresi kalmadı bende, iradem yok oldu. Hayatın, dayanılmaz bir yaşama tiksintisi dışında, gözümde başka anlamı kalmadı. Öylesine bir yeis içindeyim ki!
Ona öyle geliyordu ki, her çeşit işkenceyi reva görebilecek zalim, vahşi bir takım insanların elinde sanki esirdi
Benim için bütün günlerim uzun bir can çekişme.
Tutku bir kere insanın içinde çöreklenmesin, onu artık yok edemezsin.
O, hayatını düşüne eşit yapamadığı için ölmek istedi.