İçeriğe geç

Ölümün Anlamı Kitap Alıntıları – Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer kitaplarından Ölümün Anlamı kitap alıntıları sizlerle…

Ölümün Anlamı Kitap Alıntıları

Ölüm felsefenin gerçek ilham perisi veya esinleyici gücüdür ve bu sebepten ötürü Sokrates felsefeyi ‘ölüme hazırlık’ diye tarif etmişti.
bir insan daha doğduğunda ölmek için yeterince yaşlıdır
Her ne kadar hayat, varoluşçuların söylediği gibi, her zaman geleceğe yönelmişse de, gelecek tabirini şimdinin bir boyutu olarak anlamadıkça bu ifadenin yanlış bir kanaat uyandırması kuvvetle muhtemeldir.
Bir insan olarak var olmak hiçliğe maruz/açık olmak anlamına gelir.
biz dünyadayız ama dünyaya ait değiliz.
Hayat boyunca insanın iradesi özgürlükten yoksundur; değiş­tirilmesi mümkün olmayan karakteri temelinde dav­ranışı saikler zinciri içinde zorunlulukla gerçekleşir.
her zaman yalnız ölürüz
Hayat her halükarda çok çabuk sona erecektir, dolayısıyla muhtemelen var olacağımız birkaç yıl artık var olmayacağımız sonusuz zamanın önünde tamamen kayboluverir.
Gerçek özü ve anlamı itibariyle doğum neyse ölüm de odur;iki farklı istikamette çizilmiş aynı çizgidir.
Bir insan daha doğduğunda ölmek için yeterince yaşlıdır ve her zaman yalnız ölürüz. Doğum neyse ölüm de odur. İki farklı istikamette çizilmiş aynı çizgidir. Biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz. Gerçekten ölüm olmasaydı felsefe yapmak kolay kolay mümkün olmazdı.
Nasıl ki akşamın çökmesiyle dünya karanlık içinde kaybolur ama bir an için bile var olmaktan kesilmezse insan ve hayvan da ölümle görünürde kaybolur fakat var olmayı sürdürür.
Ölüm maddi-hissi hazla doğu­mun birleşip oluşturdukları düğümün acıyla sancıyla çözülmesidir; o şiddetli yıkımdır ve hakiki tabiatımızın temel hatasını dışarıdan haykırır: o büyük uyanıştır.
Bununla beraber ölmekte olan bireye diyebiliriz: Hiç olmamakla çok daha iyi etmiş olacağın bir şeye veda ediyorsun.
Nasıl ki varoluşa bütünüyle aldatıcı maddi-hissi zevk eğilimiyle ayartılıyorsak hayata da kesinlikle bir o kadar aldatıcı olan ölüm korkusuyla sımsıkı tutunuyoruz.
Her ikisi de doğrudan, bizatihi bilgiden yoksun olan ira­deden kaynaklanır.
Fakat bireysel bilincin ölümle bir kez sona erdikten sonra sonsuza dek varlığını sürdürmesi için yeniden uyandırılması arzu edilir bir şey olur muydu?
Biz ne kadar dünyanın içindeysek dünya da bizim o kadar içimizdedir, her türlü gerçekliğin kaynağı içimiz­de saklıdır.
Ben kimseye ait değilim ve ben tüm dünyaya aitim; ona girmezden evvel onun içindeydiniz ve çıkıp gittiğinizde onun hala içinde bulunacaksınız.
Zaman, ölüm ve bozulmaya rağmen hâlâ hepimiz hep birlikte varız!
Biz her zaman ölüm karşısında yaşamayı öğrenmeliyiz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İçkin bilgi için yaratılmış dilde aşkın soru­lara cevap bulmak kaçınılmaz olarak çelişkilere yol açar.
Ölüm öyle görünüyor ki insanın sahip olduğu bütün saklı imkânlar ve hayaller ile alay eder.
Bir insan daha doğduğunda ölmek için yeterince yaşlıdır
Jaspers şöyle yazar:
Hayatta erişilmiş her şey ölüme benzer. Tamamlanmış hiçbir şey yaşayamaz. Tamlık için çabaladığımız kadarıyla tamamlanmış, ölmüş olana doğru çabalı­yoruz Başkaları için bir sahne oyunu ola­ rak bir hayat tamamlanmış olarak görülebilir; ama aslında bu karaktere sahip değildir. Hayat gerilim ve gaye, yetersizlik ve tamamlanmamışlıktır.
Şimdiki anın dışında hiçbir hakkım ve iddiam yoktur; ama onun üzerinde de mutlak bir talep sahibiyim; o bütünüyle bana ait olabilir. Ve benimki ânı tam ve yoğun kılma sorumluluğudur.
Kaygı herhangi bir şeyi öncelemez; o hiçliğin hakika­tini ifşa eder ve diğer bütün hakikatlere dair algımızın temelini teşkil eder.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünyanın bir temeli yahut zemini yoktur. Bir varlık formu olarak insan varlığı var-olmayan yani hiç uçurumu üzerine ası­lıdır. Heidegger’in söylediği gibi: Bir insan olarak var olmak hiçliğe maruz/açık olmak anlamına gelir.
Ebedi hayatın ne olduğunu bilmiyorum fakat bu şimdiki hayat berbat bir şaka.

-Voltaire

Bütün dini ve felsefi sistemler esas itibariyle ölümün kesinliğine karşı bir panzehirdir, düşünen akıl bunları kendi imkânları ve araçlarıyla meydana getirir. Bununla beraber onların bu amaca erişme derecesi birbirinden çok farklıdır ve kesinlikle bir din veya felsefe diğerlerinden çok daha fazla insanın ölümü soğukkanlılıkla karşılamasına yardımcı olabilir.
Ölüm olmasaydı felsefe yapmak kolay kolay mümkün olmazdı.
Hayatınız zamanda, ölümsüzlüğünüz ise sonsuzluktadır. Bu yüzden ölümsüzlüğünüzün yok edilemeyen ama yine de sürekliliği olmayan bir şey olduğu söylenebilir.
Birçoğumuz için ölümün farkındalığı derin bir imkân kaynağı, dolayısıyla hayatın biricikliğini tam olarak kavramamıza yardımcı olabilir. Fakat zamansız bir hadise olarak o aynı zamanda bütün anlama çabalarına meydan okuyan felaketin ta kendisi de olabilir.
Ölüm öyle görünüyor ki insanın sahip olduğu bütün saklı imkânlar ve hayaller ile alay eder.
Bir insan daha doğduğunda ölmek için yeterince yaşlıdır.
Geçmiş, olmuş şimdimiz üzerinde sınırlayıcı bir ağırlık, gelecek, henüz değil özgürleştirici, serbest bırakıcı güç işlevi görür. Bir başka ifadeyle gelecek eğer dışımızdaki, takvim veya saat zamanı olarak değil tecrübe edilmiş zaman dilimi olarak şimdinin bir parçası gibi anlaşılırsa özgürleştirici olabilir.
Hayat gerilim ve gaye, yetersizlik ve tamamlanmamışlıktır.

-Jaspers

Yokluğu hissedilmeyen bir şeyi kaybetmiş olmak açık ki kötülük değildir.Bu sebepten ötürü var oluşun sona ermesi bizi var olmamış olmak kadar az rahatsız etmelidir.
Hayatı seviyoruz,fakat hiçliğin de iyi tarafları var
Bir insan olarak var olmak hiçliğe maruz/açık olmak anlamına gelir.

-Heidegger

”Zaman sonsuzluğun bir sureti (yani zihnimizde ebediyetin canlanma­sına vesile olsun şey) dir. ”
Fakat zamanı ortadan kaldırdığımızda artık son diye bir şey yoktur ve bu sözcük bütün anlamını kaybeder.
En yakınınızdakine bakın; köpeği­nize bakın, nasıl da neşeli, nasıl da sükûnet içerisinde­dir! Bu köpeğin hayat sırası gelmezden önce binlerce köpeğin ölmesi gerekmiştir; fakat bu binlerce köpeğin ölümü ve yok oluşu köpek ideasına tesir etmemiştir.
Devasa bir şato ki ön girişinde okunur: Ben kimseye ait değilim ve ben tüm dünyaya aitim; ona girmezden evvel onun içindeydiniz ve çıkıp gittiğinizde onun hala içinde bulunacaksınız.
Genel olarak ölüm ânı ağır bir kâbustan kalkış anına benzetilebilir.
Yaşlılıkta ihtiraslar ve arzular, nesnelerine duyarlılıkla birlikte yavaş yavaş azalır; duygular artık kendilerini heyecanlandıracak bir şey bulamazlar; çünkü zihnimiz­ de canlanan resimler zayıfladıkça zayıflar, tasavvurlar canlılığını gittikçe kaybeder. İzlenimler artık üzerimize yapışıp kalmaz, herhangi bir iz emare bırakmadan gelir geçer; günler gittikçe hızlanır; olaylar anlamını kaybeder; her şeyin rengi soluklaşır. Yaşlı, yılların yorgunluğuyla iki büklüm, şimdi eski benliğinin bir gölgesinden veya haya­letinden ibaret, ya sendeleyerek dolaşır ya da bir köşede dinlenir. Geriye ölümün yok edeceği daha ne vardır? Bir gün uyuklaması son uyuklama olur ve rüyalarıdır. Bunlar Hamlet’in meşhur monoloğunda hakkında soru sorduğu rüyalardır. Bizim tam şimdi bu rüyaları gördü­ğümüze inemiyorum.
Ve hiç kuşku yok nasıl ki ölüm uykunun kardeşiyse bayılma nöbeti de onun ikiz kardeşidir.
Yokluğu hissedilemeyen bir şeyi kaybetmiş olmak açık ki kötülük değildir.
”Biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz. ”
Ben doğmazdan evvel sınırsız bir zaman geçip gitti. Bütün bu zaman zarfında ben neydim?
Ruhun ölümsüzlüğü umuduna her zaman ”daha iyi bir dünya ” umudu eklenir; bu mevcut dünyanın çok değerli olmadığının işaretidir.
”Hayatı seviyoruz fakat hiçliğin de iyi tarafları var
Ebedi hayatın ne olduğunu bilmiyorum fakat bu şimdiki hayat berbat bir şaka. ”
Bu dünyada değildir hiçbir şey benim üzerimde
Çünkü Tanrı Tanrı’dır, ben de ben.
çünkü hayatınız zamanda, ölümsüzlüğünüz ise sonsuzluktadır. Bu yüzden ölümsüzlüğünüzün yok edilemeyen ama yine de sürekliliği olmayan bir şey olduğu söylenebilir.
İnsan çaresiz ölecek.
Doğanın hakiki simgesi her yerde her zaman dairedir, çünkü o yinelenmenin kalıbıdır; esasen bu doğadaki en genel formdur. Çünkü doğa gökcisimlerinin deveranından organik varlıkların doğum ve ölümüne kadar her şeyde onu müessir kılar. Zaman ve onun içindeki her şeyin dur durak bilmeyen akışında ardı arkası kesilmeyen bir varoluş yani doğa ancak böyle mümkün hale gelir.
“Doğmazdan evvel öldüğüm fikrini zihnimden savuşturamıyorum.”
( ) insanın doğumunu mutlak başlangıcı olarak gören birisi ölümünü de mutlak sonu olarak görmek zorundadır. Çünkü her ikisi de aynı anlama gelir.
Genel olarak ölüm ânı ağır bir kâbustan kalkış anına benzetilebilir.
Suda veya kömür dumanıyla ya da asılarak bilincini kaybeden herkes gayet iyi bilindiği üzere bunun acısız sancısız gerçekleştiğini söyler.
Ebedi hayatın ne olduğunu bilmiyorum fakat bu şimdiki hayat berbat bir şaka.
Bir insan daha doğduğunda ölmek için yeterince yaşlıdır.
“Gerçekliğe en derin yakınlık aynı zamanda gerçek kazaya hazırlık” demektir.
Thrasymachos: Bana kısaca söyleyin, ölümden sonra ne olacağım ben? Açık ve kati.
Philalethes: Her şey ve hiçbir şey.
Yeni bir gün yeni bir kıyıya gülümser.
Hayat gerilim ve gaye, yetersizlik ve tamamlanmamışlıktır.
Yeni bir gün yeni bir kıyıya gülümser.
Thrasymachos: Bana kısaca söyleyin, ölümden sonra ne olacağım ben? Açık ve kati.

Philalethes: Her şey ve hiçbir şey.

Hayatta erişilmiş her şey ölüme benzer. Tamamlanmış hiçbir şey yaşayamaz.
Ben varken ölüm yok, ölüm geldiğinde de ben yok olacağım. Bu yüzden ölümü hiç dert etmiyorum.
Her zaman yalnız ölürüz.
Ölüm bütün insan hayatının kaçınılmaz kazasıdır ve gelmesiyle birlikte her şey mahvolur.
İnsan olarak geldiğimiz ya da fırlatıldığımız bu dünya ruhun talepleri ve ihtiyaçları için esaslı bir biçimde yetersizdir.
Nasıl ki varoluşa bütünüyle aldatıcı maddi-hissi zevk eğilimiyle ayarlatılıyorsak hayata da kesinlikle bir o kadar aldatıcı olan ölüm korkusuyla sımsıkı tutunuyoruz.
Eğer ölümü bize böylesine korkunç gösteren şey var olmama düşüncesi olmuş olsaydı o zaman zorunlu olarak henüz var olmadığımız zamanı da aynı dehşetle düşünürdük. Çünkü şurası çürütülemez derecede kesindir ki ölümden sonraki var olmayış ölümden önceki var olmayıştan farklı olamaz ve dolayısıyla ilki diğerinden daha hazin ve acıklı değildir.
Heidegger’in söylediği gibi: Bir insan olarak var olmak hiçliğe maruz/açık olmak anlamına gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir