İçeriğe geç

Ölümsüz Kahraman Gılgamış Kitap Alıntıları – Anonim

Anonim kitaplarından Ölümsüz Kahraman Gılgamış kitap alıntıları sizlerle…

Ölümsüz Kahraman Gılgamış Kitap Alıntıları

Elimden tut kardeş, gel birlikte yürüyelim,
yüreğin savaş ateşiyle tutuşsun,
ölümü hiçe say, yaşamı yücelt !
Bir kimseden sorumlu kişi dayanıklı olmalı her şeye;
önde yürüyen kişi yoldaşını kollayıp gözetir,
sağlam bir ad bırakır kendinden sonrakilere.
İnsanoğlunun sayılıdır günleri,
yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
Şimdi sen korkuyorsan ölmekten
yiğitliğin, üstünlüğün ne işe yarar ?
Bir kimseden sorumlu kişi dayanıklı olmalı her şeye
Güneşi gören gözler yok oluveriyor günün birinde! Uyuyanla ölü aynı şeydir;
ölümün resmini çizen çıkmamıştır, ne var ki insan, var olduğundan beri
“Enkidu opened his mouth,
saying to Gilgamesh:
‘Where you’ve set your mind begin the journey,
let your heart have no fear, keep your eyes on me!”
“ ‘The stars of the heavens appeared above me,
like a rock from the sky one fell down before me,
I lifted it up, but it weighed too much for me,
I tried to roll it, but I could not dislodge it.’ ”
Kendini duymuştu, bir dost arıyordu şimdi.
Nereye koşuyorsun böyle,Gılgamış?
Eline geçmeyecek aradığın yaşam.
Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında
yalnız ölüm oldu ona verdikleri.
gücüm güçsüzlük olmuştur
Ey Gılgamış! Bulamayacağın özgürlüğü aramak için kaybettiğin zamana yazık olmuş.
İnsanoğlunun sayılıdır günleri,
yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
Şimdi sen korkuyorsan ölmekten
yiğitliğin, üstünlüğün ne işe yarar?
İnsanoğlunun sayılıdır günleri,
yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
Şimdi sen korkuyorsan ölmekten
yiğitliğin, üstünlüğün ne işe yarar?
Kardeş, büyük tanrılar ne diye toplandılar?
Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçlarımın ırzına geçen?
İnsanoğlunun sayılıdır günleri, yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Seni saran bu umutsuzluk da nedir Gılgamış?
Oysa Tanrı etiyle insan etinden yarattı seni Tanrılar,
Öz anan, öz baban gibi baktılar sana.”


“Ne geçti eline kendini böyle hırpalamaktan,
Tükenmekten, acı çektirmekten kendine,
Etlerini üzüp, sızlatıp
Uzak ölümünü yakınlaştırmaktan?
İnsan soyu kırılmalı hep sazlıktaki bir kamış gibi!
Ne seçkin kızlar, ne seçkin delikanlılar
Götürüldü, bir düşün, ölümün eliyle,
Ölüm ki hiç kimse görmemiştir onu,
Ölüm ki yüzünü görmemiştir hiç kimse daha,
Sesini duymamıştır hiç kimse;
İnsanları kırıp geçiren acımaz ölüm!
Evler kurmuyor muyuz her zaman,
Anlaşmalar yapmıyor muyuz her zaman,
Mal bölüşmüyor muyuz her zaman,
Düşmanlık mı yok ülkede her zaman,
Deniz kabarmıyor mu her zaman, dalga götürmüyor mu her şeyi?

Güneşi gören gözler
Yok oluveriyor günün birinde!
Uyuyanla ölü aynı şeydir;
Ölümün resmini çizen çıkmamıştır,
Ne var ki insan, var olduğundan beri
[…]nin tutsağıdır hep.
Günün birinde […].
Toplandı Büyük Tanrılar, Annunnakiler,
Yazgı Tanrıçası Mammitu
Yazgıları belirledi onlarla birlikte;
Hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü,
Ama ölümün zamanını vermedi.”

İçkicibaşı Gılgamış’a dedi ki:
“Nereye koşuyorsun böyle, Gılgamış?
Eline geçmeyecek aradığın yaşam.
Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında
Yalnız ölüm oldu ona verdikleri,
Kendi ellerinde tuttular yaşamı!
Karnın dolu olsun yeter Gılgamış, sen ona bak,
Gece gündüz eğlenmene bak,
Gününü gün et, keyif sür,
Çalgılarla gece gündüz gül oyna,
Hep güzel giysiler olsun üstünde,
Başın temiz olsun, bedenin yıkanmış olsun,
Elinden tutan yavruna bak,
Karın mutluluğu tatsın göğsünde,
Budur insanoğlunun tek yapacağı.”
O ki her şeyi gördü, tanıtmak isterim onu ülkeye,
O ki her yeri tanıdı, her şeyi bildi,
Açığa çıkardı her yerde bütün gizleri
Her şeyi kavrayan o bilgeler bilgesi.
Gizli şeyleri gördü ve aktardı saklı olanı,
Tufan’dan daha eski bir bilgiyi iletti bize.
Uzun bir yoldan dönüp, yorgun ve mutlu,
Görüp geçirdiklerinin öyküsünü bir taşa kazıdı.
Sur çektirdi çevresine Büyük-Alanlı-Uruk’un
Ve kutsal Eanna’nın, eşsiz hazinenin.
Şu ağ gibi sık örgülü sura bak,
Bir benzeri olmayan temeli gör,
Çok uzaktan getirilen şu eşiğe bir dokun,
İştar’ın konağı Eanna’ya doğru gel,
Hiçbir kral, hiçbir insanoğlu yapamadı bir benzerini,
İncele temeli, gözden geçir tuğla duvarı,
Gör pişmiş tuğladan mı değil mi,
Yedi Bilge koymuş mu, koymamış mı temellerini?
Üç bin dönüm kent, üç bin dönüm bağlık, üç bin dönüm kır,
İşte bu dokuz bin dönümün hepsidir Uruk.
Şimdi de git bakır kutuyu ara,
Tunç halkayı tutup çevir,
Gizli kapağı bulup aç,
Lacivert taşından tableti çıkar okumak için,
Gör ne sınavlardan geçmiş Gılgamış!
Günümüz yazıncıları için çok ilginç bir bilgi: Sin-lekke-unninni Gılgamış Destanı’nı aruzla yazdı. Kullandığı ölçü bizim Divan Şiiri’nde “bahr-i recez” diye tanımlanan ölçüydü: Müstef’ilün müstef’ilün. Açılımı şöyle:
#8212; #8212; . #8212; / #8212; #8212; . –
Bu imler şu anlama geliyor: iki kapalı, bir açık, bir kapalı hece ve bu toplamın iki kez yinelenmesi. Bu ölçüye uygun bir örnek düşünelim: “Nerden gelirsin Gılgamış?” ya da: “Ben bilmesem neymiş aruz.
İnsanoğlunun sayılır günleri,
yapıp ettikleri bir tek esintisidir ancak.
Nasıl götürdüysen öyle getir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir arkadaş edineceksin, kurtarıcı bir yoldaş.
Gılgamış:
ilk Sümer yerleşkelerinden Uruk kentinin kralı.
Gılgamış ölümünden
bir süre sonra efsanevi bir kimlik kazanır. Gılgamış’la ilgili değişik söylenceler Sümer dilinde yazıya geçirilir. Destan’ın bütüncül
ilk biçimi belirmeye başlar.
Günümüzden beş bin yıl önce, Yunan destanı İlyada’dan, büyük Hint destanı Mahabharata’dan bin beş yüz yıl önce biçimlenip yazıya geçirilmiş olan Gılgamış Destanı, insanoğ­lunun ilk yazınsal ürünü, ilk başyapıtıdır.
karanlık yok oluyordu sen ışıyınca,
ölüleri bile diriltirdi parıltıların.
İnsanoğlunun sayılıdır günleri,
yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
”Bir ölümlüye yakışan şudur: Bilmediğin, görmediğin sinsi ölüm ansızın seni kaçırıp götürmeden güzelce yaşa ve yaşamın tadını çıkar! Asla erişemeyeceğin ölümsüzlüğün peşinden boş yere koşma! ”
Ölülerin gün ışığına baktığı görülmüş müdür? Şimdi gözlerim görürken, güneşe bakayım da gözlerim gün ışığı ile yıkansın! İzin ver de yürüyebilirken yürüyeyim, görebilirken göreyim, çabalayıp bulayım!
”Ben, yoldaşım Engidu için ağlıyorum Göğsüme siper olan kalkanı, bayramlık giysimi, benim biricik sevincimi yitirdim! ”
hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü.ama ölümün zamanını vermedi
ötelerden bir kara parçası yükselmekteydi;
gemi Nizir Dağı’na oturdu.
Dağ onu tuttu, sallanmaya komadı.
Bir birinci gün, bir ikinci gün
dağ onu tuttu, sallamaya komadı.
Bir üçüncü gün, bir dördüncü gün
dağ onu tuttu, sallamaya komadı.
Bir beşinci gün, bir altıncı gün
dağ onu tuttu, sallamaya komadı.
Yedinci gün gelince
dışarı bir güvercin saldım,
konacak yer bulamayıp geri döndü.
Dışarı kırlangıç saldım,
konacak yer bulamayıp geri döndü.
Dışarı karga saldım,
karga gitti, suları alçalıyor gördü,
kondu yere, gaga çaldı, geri dönmedi.
Bütün canlıları dört yöne saldım,
Tanrılara bir kurban kestim,
dağın doruğunda bir sunu hazırladım,
her yana yedişer tütsü ocağı koydum,
içlerine sedir, mersin kokulu saz ufaladım.
Tanrılar kokuyu aldılar,
Tanrılar hoş kokuyu aldılar,
sinekler gibi üşüştüler sununun yanına.
Şuruppak adamı, Ubar-Tutu oğlu,
yık evini, ondan bir gemi yap kendine hemen!
Bırak malı mülkü, kurtar yaşamı,
neyin varsa koyver gitsin, kurtar yaşam soluğunu;
her canlıdan bir örnek koy gemiye,
elinle kuracağın bu gemiye,
Boyutları yerli yerinde olmalı,
eni boyuna denk olmalı,
üstünü Apsu gibi bir çatıyla kapat!
Karnın dolu olsun yeter Gılgamış, sen ona bak, gece gündüz eğlenmene bak, gününü gün et, keyif sür, çalgılarla gece gündüz gül oyna,

hep güzel giysiler olsun üstünde, başın temiz olsun, bedenin yıkanmış olsun, elinden tutan yavruna bak, karın mutluluğu tatsın göğsünde, budur insanoğlunun tek yapacağı.

Gilgamış ve Gök Boğası: Günümüze çok az bir bölumu ulaşmış bir destan. Tanrıça Inanna bilmediğimiz bir nedenle Gilgamış’a kızmıştır. Kendi adına kurulmuş tapinağa, Eanna Tapınağı’na girmesini yasaklar. Babasından Gök Boğası’nı gönderip Gılgamış’ı öldürtmesini ister. Bunun üzerine Gök Boğası Uruk’ta boy gösterir, önüne gelen her şeyi kırıp döker. Gilgamış’la Enkidu hayvanı öldürüp etini yoksullara dağıtırlar.
Sümerler MÖ beş binlere doğru Aşağı Mezopotamya’da görülmüş bir halk. Yakın zamana dek onların doğudan, Hindistan’ın İndus yöresinden deniz yoluyla geldikleri sanılıyordu. Ama bugün kuzeyden, Kafkasya’dan indikleri ileri sürülüyor. Bu savın gerekçesi şu: MÖ 7500’ler de görülen büyük küresel ısınma sonucu eriyen buzullar nedeniyle okyanusların yükselmesi, Atlas Okyanusu üzerinden Akdeniz’e gelen olağanüstü büyük taşkınların o dönemde Anadolu’nun kuzeyindeki küçük bir gölü binlerce kat genişletip bugünkü Karadeniz’e dönüştürürken çok büyük bir alandaki yerleşik yaşamı yok etmesi, kurtulabilen halkların uzak ülkelere kaçışı. Büyük Tufan ın kaynağı bu.
Konuyu dikkatle kurcalayan herkes şu gerçeği kolayca görebilir: Üç kutsal kitabın içerdiği bilgilerin hiçbiri gökten inme değildir. Bir örnek: Kur’an da bir sayfalık, Tevrat’ta ve İncil’de iki üç sayfalık yer tutan Tufan söylencesi Sümerlerden kalma, hem de çok ayrıntılı bir öykü olarak: tam 327 dize.
Kadın erkek herkesin acı karşısında ağlamaya, sevinmeye, zamanında gülmeye hakkı var. Mademki Tanrılarımız o hissi bize vermiş, niçin onu kullanmayalım!
sen diyordu sen soğukta ısıtmayan bir örtüsün! sen fırtınaya engel olmayan bir kapı, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisi, içindeki kahramanların üstüne çöken bir saraysın. sen taşıyanın sırtında eriyen bir ziftsin! taş duvarı çatlatan kireç, düşmanı çeken yeşim taşı, ayağı sıkan bir ayakkabısın sen!
Sabahleyin gün ışıyınca baktım, göğe kara bir bulut ağdı, ortasında Adad gürleyip duruyordu, önünde de Sullat’la Haniş, düzlerden, doruklardan aşan Tanrı sözcüleri. Nergal göğün bütün tıkaçlarını kırdı, Ninurta yukarıdan bütün sarnıçları taşırdı ve Anunnakiler, Cehennem Tanrıları, meşaleler sallayarak öz alevleriyle tutuşturdular bütün ülkeyi. Adad öldürücü sessizliğini yaydı göğe boydan boya, karanlığa gömerek ışıklı her şeyi.
Toplandı Büyük Tanrılar, Anunnakiler, Yazgı Tanrıçası Mammitu. yazgıları belirledi onlarla birlikte; hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü, ama ölümün zamanını vermedi.
ölüm ki yüzünü görmemiştir hiç kimse daha, sesini duymamıştır hiç kimse;

insanları kırıp geçiren acımaz ölüm! Evler kurmuyor muyuz her zaman, anlaşmalar yapmıyor muyuz her zaman, mal bölüşmüyor muyuz her zaman,

düşmanlık mı yok ülkede her zaman, deniz kabarmıyor mu her zaman, dalga götürmüyor mu
her şeyi?
Güneşi gören gözler
yok oluveriyor günün birinde!

Uyuyanla ölü aynı şeydir, ölümün resmini çizen çıkmamıştır, ne var ki insan, var olduğundan beri [ ]nin tutsağıdır hep. Günün birinde [ ].

Onlar paramparça etti öfkeyle, sonra dönüp ötekine el attı
ve Sursanabu’ya dikti gözlerini. Sursanabu Gilgamış’a dedi ki:
Kimsin sen, nedir adın, söyle bana!
Sursanabu’yum ben, Uzak Ut-Napiştim’in adamıyam.
Gilgamış dedi ki Sursanabu’ya: Bana gelince, benim adım Gilgamış,
Anu’nun yurdu Uruk’tan geldim, güneşin doğduğu çok uzun yolları aşıp dağların bu yanına geçtim;

işte seni görmüş oldum Sursanabu, böylece.

Uzak Ut-Napiştim’i göster bana!

bitkinin kokusunu aldı bir yılan,
deliğinden çıkıp sessizce kaptı bitkiyi,
gömlek değiştirdi o anda, geri dönerken.
hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü, ama ölümün zamanını vermedi.
Ne seçkin kızlar, ne seçkin delikanlılar götürüldü, bir düşün, ölümün eliyle,
ölüm ki hiç kimse görmemiştir onu,
ölüm ki yüzünü görmemiştir hiç kimse daha,
sesini duymamıştır hiç kimse;
insanları kırıp geçiren acımaz ölüm!
Ne geçti eline kendini böyle hırpalamaktan,
tükenmekten, acı çektirmekten kendine,
etlerini üzüp, sızlatıp
uzak ölümünü yaklaştırmaktan?
Soğukta insanı ısıtmayan ocaksın sen,
rüzgarı tutmayan derme çatma kapısın,
Elimden tut kardeş, gel birlikte yürüyelim,
yüreğin savaş ateşiyle tutuşsun,
ölümü hiçe say, yaşamı yücelt!
Mäh (Sümerce yüce anlamında): Insanın yaratılışını Tanrı Ea ile birlikte gerçekleştiren tanrıça. Kimi yerde tanrıça Aruru ile özdeşleştirilir.
1872’de, British Museum uzmanlarından George Smith, Mezopotamya’nın Nippur kentinde bulunmuş birtakım tabletleri incelerken, bunlardan birinin Tufan söylencesi olduğunu anladı (NE, 260). Böylece, insan soyunu Tufan’dan kurtarmış Kur’an ve Tevrat’ta Tanrı’nın yazdırdığı gibi Nuh değil, Ut Napiştim adında bir kişi olduğu ortaya çıktı.
İnsanoğlunun sayılıdır günleri,
yapıp ettikleri bir yel esintisidir ancak.
Elimden tut kardeş, gel birlikte yürüyelim, yüreğin savaş ateşiyle tutuşsun, ölümü hiçe say, yaşamı yücelt! Bir kimseden sorumlu kişi dayanıklı olmalı her şeye; önde yürüyen kişi yoldaşını kollayıp gözetir, sağlam bir ad bırakır kendinden sonrakilere.
Gilgamış, Enkidu ve Cehennem: Üç yüz dizelik bir destan. Dünyanın oluşumuna değinen uzunca bir girişle başlar. Fırat kıyısında küçük bir söğüt ağacı vardır. Ama Güney Rüzgârı kökünden söküp atar onu, Tanrıça Inanna da kendi bahçesine diker. İlerde kerestesinden bir taht, bir de yatak yaptirmayı düşünmüştür. Ama ağacın köküne korkunç bir yılan yerleşir, tepesine bir kartal, ortasına da bir şeytan. İnanna kardeşi Utu’ya (Güneş’e) başvurur bunları yok etmesi için. Ama Utu pek oralı olmaz. Gılgamış koşar yardıma. Ağacı keser, yılanı öldürür, kartalı dağa, şeytani çöle sürer.
Bana çok kötü sözler söyledi Gilgamiş, baba,
bir bir saydı bütün ayıpları mi,
bütün ayıplarimi ilençlerimi !
Enlil oraya gelir gelmez, gemiyi görünce öfkelendi.
İgigi tanrılarına son derecede kızdı: Buradan bir
can kurtulmuştur. Bu yıkımdan kimse
kurtulmamalıydı!
Ninurta, konuşmak için ağzını açtı ve Enlil’e, yiğite
dedi:
Böyle bir şeyi Ea’dan başka kim bulup
düşünebilirdi?
Her beceriyi, her hileyi yalnızca Ea bilir.
Ea, konuşmak için ağzını açtı ve Enlil’e, yiğite dedi:
Ey tanrıların büyük üstadı, ey yiğit Enlil! Ah, nasıl
olur da sen körükörüne tufan yaptın? Onun suçunu
suçluya yüklet! Kelepçesini gevşet ki etini
kesmesin. Yine
kelepçesini çek ki daha gevşek olmasın.
Senin
yaptığın bu tufan yerine, bir aslan kalkıp insanları
azaltsa
daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, bir kurt
kalkıp insanları azaltsaydı daha iyiydi! Senin
yaptığın
bu tufan yerine, veba tanrısı kalkıp insanlara
bulaşsaydı
daha iyiydi!.
Gılgamış nereye koşuyorsun? Sen aradığın
yaşamı
bulamayacaksın. Tanrılar insanları yarattığı zaman,
onlar insanlara ölümü verip yaşamı kendi ellerinde
tuttular.
”Ana-babasına saygısı olmayanı gördün mü? ” – ”Gördüm. ”
”Ne durumda? ” – Ah vücudum, ah uzuvlarım diye durmadan inliyordu. ”
”Kibirleneni gördün mü? ” – ”Gördüm. ”
”Ne durumda? ” – ”Kurtçuklar onu kemirirken bir öküz gibi tepişiyordu. ”
” Gömülmek için Fırat’ın yatağından daha kutsal, daha gizemli bir yer olabilir mi? Ebediyen uyumak için Fırat’ın yatağından daha rahat bir ana kucağı olabilir mi? ”
”İnsanoğlunun özünde inkar ve kötülük saklıdır! ”
”Artık bir ölümlüye yakışan şudur: Bilmediğin, görmediğin sinsi ölüm ansızın seni kaçırıp götürmeden güzelce yaşa ve yaşamın tadını çıkar! Asla erişemeyeceğin ölümsüzlüğün peşinden boş yere koşma! ”
Ölüm insanoğlunun kaçınılmaz sonudur; insanlar sazlıktaki kamışlar gibi kırılıp giderler Ölüler tıpkı kaçırılanlar gibi kaybolup gidiverir Ölümün yüzünü gören, sesini duyan olmamıştır; onun şekli şemali de yoktur.
Evimizi sonsuza dek mi kurarız? Akitleri sonsuza dek mi mühürleriz? Kardeşler arasında miras sonsuza dek mi bölüşülür? Düşmanların husumeti sonsuza dek mi sürer? Irmağın suyu sonsuza dek mi yükselir? Irmağın yüzü güneşin yüzüne sonsuza dek mi bakar? Her şey gelir ve gider, değişimin değirmeni durmaksızın döner ve öğütür.
”Kendine bunca acı ve ıstırap çektirerek uzak ölümü daha bir yakına çağırmadın mı? ”
”Ah! Nasıl yakınmadan dururum? Biricik arkadaşım toprak oldu, Engidu toprak oldu! ”
”Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye gönlünde hüzün var? ”
”Öyleyse izin ver de yürüyebilirken yürüyeyim, görebilirken göreyim, çabalayıp bulayım! ”
Gönlünü derin bir hüzün kapladı, ferahlamak için kendini açık yerlere, kırlara attı. Kırlarda koşturup durdu ama hiçbir şey endişelerini yatıştıramadı, soluk alamaz oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir