İçeriğe geç

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk Kitap Alıntıları – Soren Kierkegaard

Soren Kierkegaard kitaplarından Ölümcül Hastalık Umutsuzluk kitap alıntıları sizlerle…

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk Kitap Alıntıları

İnsanı hayvandan üstün kılan, onun acı çekmesinin gerekliliğidir.
Tanrıyı kazanmak için aklı
yitirmek, inanma eylemi budur.
İnsanların çoğu, sonucun ne olacağından kuşku duymayacak kadar fazla bilinçsiz yaşamaktalar
Anlamak insansal bir süreçtir, insanın insanla olan ilişkisidir ama inanmak Tanrısal olanla ilişkisidir.
Oysa inanmak şudur: Kendi olarak ve kendi olmayı isteyerek, kendi öz saydamlığı içinde Tanrı’nın içine
dalmaktır.
Yalnızlık gereksinimi her zaman içimizde tinsel bir yan olduğunu kanıtlar ve bu tinselliği ölçmemizi sağlar. Kuş beyinli insanlar sürüsü, birbirinden ayrılamayanların kalabalığı bu gereksinimi o kadar az hisseder ki muhabbet kuşları gibi yalnız kaldıkları an ölürler! Kendilerine şarkı mırıldanmadıkça uyumayan küçük
çocuklara benzerler!
İnsanı sonsuzluğa taşıyan düş gücüdür ama hayal bunu, insanı kendinden uzaklaştırarak ve böylece tekrar kendine dönmekten alıkoyarak yapar.
Umutsuz olmamak, umutsuz olmaya
yatkınlığın yok edilmesi anlamına gelmelidir: Bir insanın gerçekten umutsuz olmaması için, her an içinde bu olasılığı yok etmesi gerekir.
O hâlde insanı hayvandan üstün kılan, onun acı çekmesinin gerekliliğidir.
Çevresinde büyük kalabalıkların toplandığını görmekle,
dünyanın gidişatını kavramaya çalışırken bu kadar çok
insansal işleri omuzlarına almakla bu umutsuz kişi kendini unutur, kutsal ismini unutur, artık kendine inanmaya cesaret
edemez ve kendi olmayı çok güç bir olay görür ve diğerlerine benzemeyi, bir taklitçi, yığın içinde kaybolan bir numara olmayı daha basit ve güvenli bulur.
Bu kesin tanım içinde umutsuzluk, ölümcül hastalık tır, çelişkili işkencedir, ben’in hastalığıdır: Sonsuza değin ölmek, ölmemekle birlikte ölmek, ölümü ölmek. Çünkü ölmek herşeyin bittiği anlamına gelir; ama ölümü ölmek, ölümünü yaşamak demektir; ve bunu tek bir an yaşamak, sonusza kadar yaşamak demektir.
Ölmek en büyük tehlike olduğu müddetçe yaşamdan bir şeyler beklenir; ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiği zaman, ölüm için umut beslenir. Ve ölüm umut olduğu sürece tehlike büyüdüğü zaman, umutsuzluk ölememenin neden olduğu umutsuzluktur.
Sokrates! Sokrates! Sokrates! Eğer bunun bir yararı olacaksa bu üçlü çağrıyı on keze çıkarabiliriz. Dünyanın bir cumhuriyete gereksinimi olduğunu zannediyoruz, yeni bir sosyal düzene, yeni bir dine gereksinimimizin olduğunu zannediyoruz; ama tüm bu bilimle karışmış bu dünyanın Sokrates’e gereksinimi olduğunu kim düşünüyor!
Umutsuzluğun şiddeti bilinçle birlikte artar.
Bilinçli umutsuza göre umutsuzluğunu bilmeyen umutsuz, gerçekten ve kurtuluştan uzaklığa olumsuz bir adım daha ekler. Umutsuzluğun kendisi de bir olumsuzluktur ve umutsuzluğun bilinmemesi de başka bir olumsuzluktur.
O halde insanı hayvandan üstün kılan, onun acı çekmesinin gerekliliğidir. Hristiyanı doğal insandan üstün kılan, onun bu acının bilincinde olmasıdır, tıpkı mutluluğunun umutsuzluktan arınarak iyileşme olması gibi.
İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir, kısaca bir sentezdir.
“Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur? Saf diyalektik içinde kalırsak her ikisidir.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Aslında, kuşkulandığından daha da fazla umutsuzsun, umutsuzluğun daha da derinlere iniyor.
Tüm bu sefalet karşısında sonsuza kadar ağlayabilirim!
Umutsuzluk içinde iyiliği reddettiği ve ne yaparsa yapsın artık yardım beklemediği doğrudur!
Onları bazen iyilik yaparken, daha sonra kötülük yaparken ve her şeye yeniden başlarken görürüz; umutsuzlukları bazen bir öğle sonrası kadar sürer veya üç haftaya kadar uzanır, ama bir kez daha işte neşelenirler ve bir daha bütün gün umutsuzluğa kapılırlar. Onlar için yaşam, içine girilen bir oyundan başka bir şey değildir; ama hiçbir zaman her şeyi, her şey için tehlikeye atamazlar, hiçbir zaman yaşamı sonsuz ve içe dönük bir sonuç olarak tasarımlayamazlar.
Eğer biri doğruyu yapmıyorsa, bunun nedeni aynı zamanda onu anlamamış olmasıdır
Kaybolunduğu zaman en fazla eksik olan şey, her zaman en az kuşku duyulan şeydir!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünyanın bir cumhuriyete gereksinimi olduğunu zannediyoruz, yeni bir sosyal düzene, yeni bir dine gereksinimimiz olduğunu zannediyoruz; ama tüm bu bilimle karışmış bu dünyanın bir Sokrates’e gereksinimi olduğunu kim düşünüyor!
Kıskançlık, gizlenen bir hayranlıktır.
Hayır! Beni yok edemeyeceksin, sana karşı bir tanık, senin yalnızca değersiz bir yaratıcı olduğunun bir tanığı olarak kalacağım!
düşünceleri öldürmek için bir hançerin hiçbir değerinin olmaması
Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur?
Ölüm en büyük tehlike olduğu sürece, yaşamdan bir şeyler beklenir, ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiği zaman, ölüm için umut beslenir.
Umutsuzluk son umudun eksikliğidir.
Buna karşın oldukça sık olarak, nefes almak veya başka zamanlar uyumak kadar hayatî olan bir yalnızlık gereksinimi onu sarar.
zihnin kendinden daha acımasız bir düşmanı yoktur; ama aksine yıllar geçtikçe yitirilmesi bundan daha kolay olan hiçbir şey de yoktur.
Umutsuzluk ölümcül hastalıktır. Bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın fiziksel ölümle sona ermesinden çok, bu hastalığın işkencesi, can çekişen, ama ölemeden ölümle savaşan kişi gibi ölememektedir, sürekli bir can çekişme hâli içindedir.
Sonlu varlığı ile sonsuz varlığı arasına sıkışan insan kendi olma sürecini umutsuzluk içinde yaşar.
İnsan sonlu varlığının içine kapanır ve mutluluğu bu sonluluğun içinde ararsa umutsuzluğa düşer, çünkü onu yaratan güçle olan bağlantısını kesmiştir.
İnanç akılla açıklanamaz. İnancın içinde varoluşun gizeminin akıldışılığı vardır.
Sahi! Eğer bir başkası olsaydım? Eğer kendime yeni bir ben sunsaydım?
Evet bir başkası olsaydı! Ama sonra kendisini tanıyabilecek miydi?
Kendini öldürmenin umutsuzluk olduğu bilinciyle, yani gerçek intihar fikriyle kendimizi öldürdüğümüz zaman, kendini öldürmenin umutsuzluk olduğunu gerçekten bilmeden kendimizi öldürdüğümüz zamana göre daha fazla umutsuzuzdur;
Umutsuzluk uyumsuzluğun değil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur.
Hemen hemen her zaman biri mutlu göründüğü ve mutlu olmaktan övündüğü, ama gerçekte mutsuz olduğunda, bu kişiyi hatasından çekip çıkarmak çok zordur. Aksine bu kişi sinirlenir ve kendini iknaya çalışan kişiyi en büyük düşmanı, bir suikastçi ve bu şekilde davranarak mutluluğunu öldüren bir katil gibi görür.
Kendimizi daha önce tanımadan aynada göremeyiz, yoksa bu, kendini görmek değil, sadece başkasını görmek olurdu.
Başka herhangi bir hastalıktan daha fazla olarak bu hastalık varlığın en saygın özüne saldırır ama insan bu yüzden ölemez. Burada ölüm hastalığın sonu değildir, bitmeyen bir sondur.
İnsan sonlu varlığının içine kapanır ve mutluluğu by sonluluğun içinde ararsa umutsuzluğa düşer çünkü onu yaratan güçle bağlantısını kesmiştir
Çünkü insan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun sentezidir
Ve eğer yaşam yalnızca mutsuzluğu taşıyorsa gerisinin hiçbir önemi yoktur. İster zaferler, isterler yenilgiler söz konusu olsun. Senin için her şey kaybedilmiştir. Sonsuzluk seni artık hiç içine almaz, seni hiç tanımamıştır veya daha da kötüsü seni tanırken seni kendi ben’ine, mutsuzluğun ben’ine çiviler
.
Daha fazla bilinç, daha fazla benlik, daha fazla irade; ne kadar irade, o kadar benlik.

Hiç iradesi olmayan bir kişi benlik değildir; ama ne kadar fazla iradeye sahipse, o kadar fazla özbilincine de sahip olur.

Kaybedilen nedir?
Kendin.
Tehlikenin en büyüğü olan ben’in kaybı, aramızda hiçbir şey olmamış gibi fark edilmeden gerçekleşebilir. Ne olursa olsun, bacağın veya kolun, servetin, kadının vs. veya bilinmeyen herhangi başka bir şeyin kaybı, hiçbir şey bu kadar az gürültü yapamaz.
Tüm bu sefalet karşısında sonsuza kadar ağlayabilirim!
Ve umutsuzluk en değerli yerini sadece mutluluğun derinliklerinde bulurken, korku, umutsuzluk olan ve yalnızca gizlenmek isteyen mutluluğun en gizli derinliklerine yerleşir.
Rahatsızlığı hiç hissetmemek umutsuzluğun ta kendisidir.
kızım kendi kendini tüketiyorsun
Ama diğer bir anlamda, daha katı olarak umutsuzluk ölümcül hastalık tır. Çünkü daha açık bir anlatımla bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın bedensel ölümle sona ermesinden çok, bu hastalığın işkencesi, tersine, can çekişmede olduğu gibi ölümle savaşmasına rağmen kişinin gene de ölememesinden kaynaklanır.
Ölüm, hastalıkları sona erdirir, ama kendi içinde bir son değildir. Ama ölümcül hastalık , dar anlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme varan bir hastalık demektir. Ve umutsuzluk budur.
İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir, kısaca bir sentezdir.
Ve eğer yaşamın yalnızca umutsuzluğu taşıyorsa gerisinin hiçbir önemi yoktur! İster zaferler isterse yenilgiler söz konusu olsun, senin için her şey kaybedilmiştir, sonsuzluk seni artık hiç içine almaz, seni hiç tanımamıştır veya daha da kötüsü seni tanırken seni kendi ben’ine, umutsuzluğun ben ine çiviler!”
Kaybedilen nedir?
Kendin.
Ben, özgürlüktür.
.
Her türden dünyevi meselelerle meşgul, dünyanın gidişatı konusunda gitgide daha fazla kurnaz olan insan kalabalığıyla çevrili böyle bir insan kendini unutur, ilahi olarak anlaşılan adını unutur, kendine inanmaya cesaret edemez, kendine inanmaya cesaret edemez, bunu çok riskli bulur.

Kendin ol, diğerleri gibi olmak, kalabalığın bir kopyası, bir numarası, bir parçası olmak çok daha kolay ve güvenli.

“Kuş beyinli insanlar sürüsü, birbirinden ayrılamayanların kalabalığı bu gereksinimi o kadar az hisseder ki muhabbet kuşları gibi yalnız kaldıkları an ölürler!”
“Gerçek, hem kendini hem de gerçek olmayanı gösterir”
“Gerekirci, kaderci kişiler benlerini kaybeden umutsuzlardır! çünkü onlar için yalnızca zorunluluk vardır.”
“Umutsuz olmamak, umutsuz olmaya yatkınlığın yok edilmesi anlamına gelmelidir: Bir insanın gerçekten umutsuz olmaması için, her an içinde bu olasılığı yok etmesi gerekir.”
“ Bu sebepten Kierkegaard, ben’ine sahip çıkmayan spontan insanın gerçek bir inanç edinmesinin mutlak olanaksızlığını ortaya koymuştur.”
“Umutsuzluk uyumsuzluğun değil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur.”
“insan sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir.”
Çünkü insanların dilinde ölüm, her şeyin
sonudur ve söylendiği gibi yaşam sürdüğü sürece umut vardır.
Ama Hristiyan için ölüm hiçbir şekilde ne her şeyin sonudur
ne de sonsuz yaşam olan tek gerçeğin içinde yitmiş basit bir
öyküdür. Ölüm sağlıkla ve güçle taşmış olsa da yaşamın
bizim için sağladığından sonsuzca daha fazla umut içerir.
Günahkâr, günahın o kadar etkisi altındadır ki tüm yaşamının bir kaybediş olduğunu bile bilmemektedir.
Her günahtan sonra pişmanlığın olmayışı yeni bir günahtır, hatta bu günahın pişmanlıktan yoksun kaldığı anların her biri yeni bir günahtır.
Kanıtlayan ve savunan kişi sevmiyordur, sadece öyleymiş gibi yapıyordur ve ne yazık ki -ya da neyse ki- bunu o kadar aptalca yapmaktadır ki yalnızca aşk yoksunluğunu ifşa etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir