Maurice Blanchot kitaplarından Ölüm Hükmü kitap alıntıları sizlerle…
Ölüm Hükmü Kitap Alıntıları
Maurice Blanchot kitaplarından Ölüm Hükmü kitap alıntıları sizlerle
Ölüm Hükmü Kitap Alıntıları
Nerede olursa olsun ya da ben nerede olursam olayım, yoklukta, mutsuzlukta, ölü şeylerin kaçınılmazlığında, yaşayanların gerekliliğinde, iş yorgunluğunda, merakımdan doğan yüzlerde, doğru olmayan sözcüklerimde, aldatıcı sözcüklerimde, sessizlikte ve gecede ben ona tüm gücümü, o bana tüm gücünü verdi.
Onu sevdim ve yalnızca onu sevdim ve olup biten her şey olmasını istediğim için oldu ve gözüm yalnızca onu gördü.
Kişi dramatik kararlara güvenmemelidir.
Bana öyle geliyor ki tüm bu gevezeliğin altında tek bir sözcüğün ciddiyeti, ona söylediğim Gel, sözcüğünün yankısı vardı ve gelmişti, artık hiç gidemeyecekti.
Ama bağlılık neyi belirtmekte? Ya tutku sözcüğü hangi anlama geliyor? Kendinden geçme sözcüğü? Kim tanıyor en yoğun duyguyu?
Öyle bir duygu ve sevgiyle hareket ediyordum ki bu duygunun gerçekliği ve sevginin gücünden başka bir şey hissetmeye vaktim yoktu.
bir elin, bir bedenin soğukluğu hiçbir şeydir; dudaklar yakınlaşsa bile, soğuk ağzın acılığı yalnızca daha soğuk ya da daha acı olamayacak biri için korkutucudur, ama bizi birbirimizden ayıran bir başka engel daha vardır: sessiz bedendeki ölü dokunmalar.
İçinde hiç kimse yaşamıyor. Ama yine de, en yoğun yaşam oradaydı.
kesin bir mutsuzluk öylesine güçlenmişti ki, o mutsuzluğu ağzımda
hissettim ve tadı o günden beri ağzımdan gitmedi.
Büyük aşırılıklar söz konusuysa boş hayaller olamazdı.
Özgürlüğümü tehdit eden birinin önündeymişim gibi kendimi ondan koruyordum.
Yalnız başına savaşmak, savaşırken, derin bir adaletin işleyişi aracılığıyla en yüce karşıt güçlerin bir yandan bizi avutup överken, öte yandan nasıl paramparça ettiğini öğrenmek, yapmak zorunda olduğu şeydi.
Fakat, şundan emin olabilirsiniz ki, ne yapıtın, ne sağduyunun, ne arzunun, ne de savaşın olmadığı yere gideceğim; girdiğim yere, kimse girmez. Son savaşın anlamı budur.
Hiçbir zaman içten olmadım. Birçok kişiyle tanışıyorsunuz diye onları
başkalarının merakına ve kıskançlığına bırakmaya zorunlu olduğunuzu hiç düşünmemiştim.
Yaşamı uzaktan izlemeyi tercih etsem de onu önemsiz hareketler ve sıradan insanlarda arayıp bulmak zorunda kalırdım.
Ve geleceğin dünyası, geçmişin anısına bir çığ halinde düşmeye başlamıştır bile.
Görünmez bir ihanetin gerçekleşeceğine dair kötü bir önsezim vardı.
Kişi nedenler e girdiği zaman, tökezlerneye başlar çünkü bir tane yeterli olabilecekken çok fazla nedeni vardır.
Beni şimdi büyüleyen bir gizemle çabasız ve arzusuz geçirdiğim bir ülkeye döner gibi acıyla dönüyorum.
Tek güçlü noktam sessizliğimdi. Böylesine büyük bir sessizlik düşündüğüm zaman bana inanılmaz görünüyor.
Fakat düşünce bir kişi değildir, öyle yaşasa ve davransa bile. Bir düşünce her tür kurnazlığı güçleştiren bir sadakat gerektirir. Bazen düşüncenin kendisi yapmacıktır, fakat bu yalanın arkasında yine de ihanet edemeyeceğim doğru
bir şey görüyorum.
Nerede olduğumu bilmeden tüm dünyadan nefret etmeye başlıyordum; artık
hiçbir gerçek duygum kalmamıştı.
Onu bırakmak istedim, ancak içinde insani hiçbir şey olmayan vahşi bir canlılıkla beni tekrar yakaladı.
Eğer beni öldürmezseniz siz bir katilsiniz.
Burada olduğunuz zaman, ümit ederim ki konuşabileceğim; size söylemek zorunda olduğum birçok önemli şeyi anlatacağım o an için saklıyorum tüm nefesimi.
Çocuklar da böyledir; umutsuz bir isteğin coşkusuyla sessizce dünyaya emirler verirler ve bazen, dünya onlara boyun eğer.
Hayır, ben olmamı istediğiniz kişi değilim.
Ama gözyaşları asla bir zayıflık değildi.
bu düşünceye sonsuzca Gel, diyorum ve sonsuzca, o orada.
neyi yok ettiklerini bilmeden her şeyi yok etmelerini rica ediyorum: gerçek bir bağlılığın aldırışsızlığı ve doğallığı içinde.
Fakat artık onu anlatmakta özgür değilim.
Sorunu kökünden halletmek de soylu ve önemli bir davranıştır.
Mutsuzluğun, bir kez konuşmaya başlayan bir insanı nasıl sardığına tanık oldum.
.. suçum bizi sonsuza kadar ayırmaya kararlı bir insan yığınına dönüşmüştü.
“Beni nerede görmek istiyorsunuz?
-Hiçbir yerde.”
“Gözleriniz her zaman memnun değil benden.”.. Duyguları altında bir duyguyu gizlemek istemiyormuş gibi görünüyordu.
Yaşamımın bir noktasında, karşılaşmak istemediğim bir kişiye karşı inatla savaşmıştım. Bu savaşı kararlı bir şekilde sürdürüyordum, fakat yine de onu izlemekten geri kalmıyordum. Bu savaşta pek çok amacın saklı kaldığını görerek onların sorumluluğunu önseziyle üstlendim ve duygularımın ikircikli olduğunu anladım. Fakat, zayıflığım tam da burada yatıyordu.. Örneğin, olaylar tuhaf bir biçimde bizi aynı yabancı şehirde birleştirdi. Sadece iyi veya kötü bir tesadüftü. Bunda en küçük bir
hesabın gölgesini fark etseydim, bizi bu şehirde birbirimize çekecek olayları, sağlam inancımı bozmasam hiç gerçekleşmeyecek olan olayları olası kılmazdım. Beni, öyleyse, körleştiren neydi?
Açık görüşlülüğüm. Beni ne yanılttı? Sağlam ruhum. Şimdi, her defasında mezarım açıldığında beni tekrar yaşama döndürtecek kadar güçlü bir düşünce uyandırmasını sağlayan ne? Ölümümün kendine özgü alaylı gülüşü. Fakat, şundan emin olabilirsiniz ki, ne yapıtın, ne sağduyunun, ne arzunun, ne de savaşın olmadığı yere gideceğim; girdiğim yere, kimse girmez. Son savaşın anlamı budur.
Gözyaşlarında saklanan ama kendisi ağlamayan bu üzüntünün yüzü yoktu ve ödünç aldığı yüzü bir maskeye dönüştürüyordu.
..fakat sonu gelmeyen bir üzüntü hiç kimse de acıma doğurmaz.
Etkili olan geçmekle olan an ve onu izleyen andır. Dünkü dünyanın gölgesi ona sığınanlar için hâlâ hoştur ama yok olup gidecektir. Ve geleceğin dünyası, geçmişin anısına bir çığ halinde düşmeye başlamıştır bile
Çok yakınımda, gerçek bir mutsuzluğun olabileceği kadar sessiz, yardımdan uzak, bilinmeyen ve hiçbir şeyin görünmesini sağlayamayacağı büyük bir mutsuzluk vardı. Ve ben, bunu hissederken ıssızlığın ortasındaki bir yolun kenarında yürüyen yolcu gibiydim;.. ve bu mutsuzluk nasıl çok daha derin, nasıl daha sır dolu ve sessizdi.
Ve ben her zaman benden saklamış olabilecekleriyle değil de bana söyledikleriyle onlara bağlandım.
Sessizliği kaybettim ve bunun için duyduğum pişmanlık ölçüsüzdür.
Mutsuzluğun, bir kez konuşmaya başlayan bir insanı nasıl sardığına tanık oldum. Sağırlığa bağlı, hareketsiz bir acıydı; bu yüzden soluduğum şey solunamayandır.Kendimi yalnız başıma bir odaya kapadım, evde kimse yok, dışarıda da hemen hemen kimse yok ama bu yalnızlığın kendisi bizzat konuşmaya başladı ve karşılığında benim de bu konuşan yalnızlıkla konuşmam gerekir; alayla değil, onun üzerinde daha büyük bir yalnızlık, onun da üzerinde daha büyüğü yattığı için; ve her biri söyleneni boğmak ve sessizleştirmek için içine alarak tersine onu sonsuzluğa yankılıyor ve sonsuzluk söylenenin yankısı oluyor.
Tek fark, ki bu büyük bir farktı, dehşetle kibirli bir yakınlık içinde yaşamamdı; bu yakınlığın sefilliğini ve değersizliğini göremeyecek kadar sığdım ve benden bir insanın veremeyeceği bir şeyi talep edeceğini anlayamamıştım. Tek güçlü noktam sessizliğimdi. Böylesine büyük bir sessizlik düşündüğüm zaman bana inanılmaz görünüyor; bir erdem değil bu, çünkü hiçbir şekilde konuşmayı aklıma getirmedi; fakat haklı olarak, çünkü sessizlik asla şöyle demez: dikkatli ol, burada bana açıklamak zorunda olduğun bir gerçek; ne hafızamın, ne günlük
yaşamımın, ne işimin, ne eylemlerimin, ne sözlerimin, ne de parmaklarımdan dökülen sözcüklerimin dolaylı ya da dolaysız biçimde tüm kişiliğimin fiziksel olarak bağlı olduğu şeyi ima etmediği gerçeği var. Bu kapalılığı anlayamıyorum ve şu anda konuşan ben o sessiz günlere, o sessiz yıllara sanki erişilmez, hayali ve herkese, en çok da bana kapalı olan, ama yaşamımın büyük bir bölümünü
beni şimdi büyüleyen bir gizemle çabasız ve arzusuz geçirdiğim bir ülkeye döner gibi acıyla dönüyorum.
.. bana kim daha yakın olabilir? Fakat, aramızdaki yakınlık tam da sonsuza dek kaybolan şey.
Öncesi ve sonrasında olanları
düşündüğümde, bu neşenin anısı insanı öldürmeye yeter. Fakat o anda, yalnızca onun neşeli olduğunu görüyordum ve ben de neşeliydim.
Sık sık ve uzun uzun ağlardı. Ama gözyaşları asla bir zayıflık değildi.
____
Başka bir seçenek varken acı çekmeyi saçma ve hatta gülünç olarak algılıyordu.
Eğer beni öldürmezseniz, öldürürsünüz.
Bu artık içten bir şekilde savaşmak isteyen bir düşmanla yapılan dürüst, açık bir savaş değildi. İğneler onu sakinleştiriyordu, ama aynı zamanda içindeki, sakinleştirilemeyen bir şeyi, onu dikkate almayan bir güce karşı şiddet ve isyan dolu bir karşı çıkışı da sakinleştirmeyi amaçlıyordu. İkiyüzlü ve sakın davranmaktan dehşetle korkuyordu.
Yaşamayı mı ölmeyi mi istediğini bilmiyorum. Son birkaç aydır onu her gün biraz daha sınırlı bir yaşama itiyordu ve içinde uyandırabildiği şiddetin tümünü hastalık ve yaşamı lanetlemek için kullanıyordu.
Beni sevenler, öldüğümde Şayet bu ayrıntıları belirtmemişsem, en mahrem sırlarıma aniden girilmemesini, mektuplarım bulunsa bile okunmamasını, ortada dahi olsa fotoğraflarıma bakılmamasını ve bilhassa kapalı olan herhangi bir şeyin açılmamasını ve neyi yok ettiklerini bilmeden her şeyi yok etmelerini rica ediyorum: gerçek bir bağlılığın aldırışsızlığı ve doğallığı içinde.
Onun gizemi de buradaydı, kendini bu soğukluğa terk etmek için yeterince anlayış duyan insan onda dostluğu, sevecenliği ve gerçek bir yaşamın özgürlüğünü bulurdu.
Yalnız başına savaşmak, savaşırken, derin bir adaletin işleyişi aracılığıyla en yüce karşıt güçlerin bir yandan bizi avutup överken, öte yandan nasıl paramparça ettiğini öğrenmek, yapmak zorunda olduğu şeydi.
Sonsuz bir uzaklıktan görüyordum: her şeyi görebilen gözlerimin önündeydi, yine de kendi kendime şu soruyu soruyordum: Onu fark ediyor muyum?
Dünkü dünyanın gölgesi ona sığınanlar için hâlâ hoştur ama yok olup gidecektir. Ve geleceğin dünyası, geçmişin anısına bir çığ halinde düşmeye başlamıştır bile.
Sonu gelmeyen bir üzüntü hiç kimse de acıma doğurmaz.
Bir tartışma sırasında J. ona, Eğer beni öldürmezseniz siz bir katilsiniz demişti.
J. her ne pahasına olursa olsun yaşamak istemiyordu. Başka bir seçenek varken acı çekmeyi saçma ve hatta gülünç olarak algılıyordu. Stoacılık ona uygun degildi.
( ) hâlâ öyle çok umudum vardı ki; umut ne sinsi ne kötü bir şeydir.
Bu saatlerin ve bu günlerin en mutlu anlar olmaması için bir neden göremiyorum. Bu şekilde davrandım, öyle bir duygu ve sevgiyle hareket ediyordum ki bu duygunun gerçekliği ve sevginin gücünden başka bir şey hissetmeye vaktim yoktu.
Bana öyle geliyor ki hayatımı parçaladı, o andan itibaren öğrenecek hiçbir şeyim kalmamıştı ama yine de, ne yaptığıma nasıl yaşadığıma bakınca hiçbir şey de değişmemişti; onunla ne daha iyi ne daha kötüydüm ve her zaman varlığımı da yokluğumu da aynı hoş görüyle karşılardı.
+Beni nerede görmek istiyorsunuz?
– Hiçbir yerde.
Onu dinlerken dinleniyordum.
Artık hiçbir gerçek duygum kalmamıştı.
Onun hiçliği benimdir ( )
Onu sevdim ve yalnızca onu sevdim ve olup biten her şey olmasını istediğim için oldu ve gözüm yalnızca onu gördü. Nerede olursa olsun ya da ben nerede olursam olayım, yoklukta, mutsuzlukta, ölü şeylerin kaçınılmazlığında, yaşayanların gerekliliğinde, iş yorgunluğunda, merakımdan doğan yüzlerde, doğru olmayan sözcüklerimde, sessizlikte ve gecede ben ona tüm gücümü, o bana tüm gücünü verdi. Böylece bu güç öyle kuvvetli ki, hiçbir şey onu yenemez, belki de bizi ölçüsüz bir mutsuzluğa mahkûm eder, ama eğer böyleyse bu mutsuzluğu üzerime alıyorum, ondan sınırsızca memnunum ve bu düşünceye sonsuzca ‘Gel’ diyorum ve sonsuzca, o orada.
Sessizliği kaybettim ve bunun için duyduğum pişmanlık ölçüsüzdür. Mutsuzluğun, bir kez konuşmaya başlayan bir insanı nasıl sardığına tanık oldum. Sağırlığa bağlı, hareketsiz bir acıydı; bu yüzden soluduğum şey solunamayandı.
Eğer beni öldürmezseniz siz bir katilsiniz.
Bazen şiddetle sarsılmış bir vücutta zehir uyanır ve dirilir, tıpkı bir düş gibi.
Ama gözyaşları asla bir zayıflık değildi.
Ve ben her zaman benden saklamış olabilecekleriyle değil de bana söyledikleriyle onlara bağlandım. Bundan dolayı susan insanlar ben de hayranlık duygusu uyandırmaz, onları daha sevimsiz de bulmam.