İçeriğe geç

Ölüm Hastalığı Kitap Alıntıları – Marguerite Duras

Marguerite Duras kitaplarından Ölüm Hastalığı kitap alıntıları sizlerle…

Ölüm Hastalığı Kitap Alıntıları

Kalbin olduğu yere bakarsınız. Atışı size farklı, daha uzak gelir, sözcüğü bulursunuz: daha yabancı. Düzenlidir, sanki hiç durmaması gerekiyor gibidir.
Sorarsınız: Ölüm hastalığı neden ölümcül­dür? Cevap verir: Ona yakalanan onu taşı­dığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden. Üste­lik ölecek bir yaşamı olmadan öleceğinden, hiçbir yaşamda, hiçbir zaman ölmeyi bilme­yeceğinden.
Denemek, belki günlerce denemek istediğinizi söylersiniz ona.
Belki haftalarca.
Belki de tüm yaşamınız boyunca.
Neyi denemek? diye sorar.
Sevmeyi, dersiniz.
Bütün hikayeden onun uykuda söylediği
bazı sözcükler kalmıştır yalnızca, neye yakalandığınızı söyleyen o sözcükler: Ölüm
hastalığı.
Çabucak vazgeçersiniz, artık onu aramazsınız, ne şehirde, ne gecede, ne de gündüzde.
Böylece yine de bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz, başınıza
gelmeden kaybederek.
Sevme duygusunun
nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla,
diye cevap verir. İstemekle asla, der.
Aşkın size hep yersiz göründüğünü, hiç anlamadı­ğınızı, sevmekten hep kaçındığınızı, hep
sevmeme özgürlüğüne sahip olmak istediğinizi söylersiniz. Mahvolduğunuzu söylersiniz. Nerede ve nasıl mahvolduğunuzu bilmediğinizi söylersiniz
Ağlarsınız. Ağlamayın, değmez, şu kendinize ağlama alışkanlığını bırakın, değmez, der.
Birinin sizi sevebileceğine inanıp inanmadığını sorarsınız ona.
Hiçbir durumda sevilemeyeceğinizi söyler. Ölüm yüzünden mi? diye sorarsınız.
Evet, der duygularınızdaki bu yavanlık, bu durağanlık yüzünden, denizin siyah olduğu yalanını söylemeniz yüzünden.
Sanki istediği anda bedeni yaşamaz olabilir, çevresine yayılabilir ve gözünüze görünmez olabilirmiş gibi yaratıldığını farkedersiniz; bunun tehdidiyle uyumakta, kendini sizin gözlerinize bunun tehdidiyle sunmaktadır. Denizin öylesine yakın, ıssız ve
hala öylesine siyah olduğu anın yarattığı
tehlike içinde uyumaktadır.
Hiç kadın sevmediniz mi? diye sorar.
Hayır, hiç, dersiniz.
Gülümser, ölüler ne tuhaf oluyor, der.
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırıklar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş
gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamazlar ki onları ağlayarak atasınız.
Sorarsınız: Ölüm hastalığı neden ölümcüldür?
Cevap verir: Ona yakalanan onu taşıdığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden.
Uyanır. Size bakar. Hastalık sizi gitgide
sarıyor, gözlerinize, sesinize de yayıldı,
der.
Ne hastalığı? diye sorarsınız.
Bu bedenden çıkmak, başkalarının bedenine, kendinizinkine geri dönmek, kendinize doğru dönmek isterdiniz, bir yandan da bunu yapmak zorunda olduğunuz için ağlarsınız.
Bedeniniz daha az yalnız olsun diye mi
ona ihtiyacınız olduğunu sorar size.
Çabucak vazgeçersiniz, artık onu aramazsınız, ne şehirde, ne gecede, ne de gündüzde.
Böylece yine de bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz, başınıza gelmeden kaybederek.
Sevme duygusunun nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla, diye cevap verir. İstemekle asla, der.
Denemek, belki günlerce denemek istediğinizi söylersiniz ona.
Belki haftalarca.
Belki de tüm yaşamınız boyunca.
Neyi denemek? diye sorar.
Sevmeyi, dersiniz.
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırık­lar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamaz­lar ki onları ağlayarak atasınız. Siyah denize karşı, uyuduğu odanın duvarına karşı, kendinize ağlarsınız, bir yabancının ağla­ması gibi.
Mahvolduğunuzu söylersiniz. Nerede ve nasıl mahvolduğunuzu bilmediğinizi söylersiniz.
O dinlemez, uyumaktadır.
Sevme duygusunun nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla, diye cevap verir. İstemekle asla, der. Sorarsınız: Sevme duygusu başka şeylerle de gelebilir mi ? Söylemesi için yalvarırsınız. Her şeyle, bir gecekuşunun uçuşuyla, bir uy­kuyla, bir uyku hayaliyle, ölümün yaklaşma­sıyla, bir sözcükle, işlenen bir suçla, kendi kendine, nasıl olduğunu bilmeden ansızın, der.
. bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz, başınıza gelmeden kaybederek.
Sevdiğini öldürecek gibi olma duygusunu, onu kendinize, yalnız kendinize saklama, bütün yasalara rağmen, bütün ahlaki baskılara rağmen onu alma, kaçırma isteğini duydunuz mu? Hiç bu isteği duydunuz mu? der.
Hiçbir zaman, dersiniz.
Sevdiğini öldürecek gibi olma duygusunu, onu kendinize, yalnız kendinize saklama, bü­tün yasalara rağmen, bütün ahlaki baskılara rağmen onu alma, kaçırma isteğini duydunuz mu? Hiç bu isteği duydunuz mu? der.
Hiçbir zaman, dersiniz.
Bir kadında olan her şeyi görmek isterdi­niz, tabii bu ne kadar olanaklıysa. Bunun sizin için olanaksız olduğunu görmezsiniz.
Onu uyandırırsınız. Fahişe olup olmadığını sorarsınız ona. Başıyla hayır der.
Satılık geceler anlaşmasını niye kabul ettiğini sorarsınız ona.
Hâlâ uykulu, neredeyse işitilmeyen bir sesle: Çünkü benimle konuştuğunuz an ölüm hastalığına yakalanmış olduğunuzu gördüm, diye cevap verir. İlk günler bu hastalığı adlandıramadım. Sonra o da oldu.
Ondan sözcükleri tekrarlamasını istersiniz. İstediğinizi yapar, sözcükleri tekrarlar: Ölüm hastalığı.
Nereden bildiğini sorarsınız ona. Bildiğini söyler. Bunun nereden geldiğini bilmeden bildiğini söyler.
Sorarsınız: Ölüm hastalığı neden ölümcüldür? Cevap verir: Ona yakalanan onu taşıdığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden. Üstelik ölecek bir yaşamı olmadan öleceğinden, hiçbir yaşamda, hiçbir zaman ölmeyi bilmeyeceğinden.
Sevme duygusunun nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla, diye cevap verir. İstemekle asla, der.
Sorarsınız: Sevme duygusu başka şeylerle de gelebilir mi? Söylemesi için yalvarırsınız. Her şeyle, bir gecekuşunun uçuşuyla, bir uykuyla, bir uyku hayaliyle, ölümün yaklaşmasıyla, bir sözcükle, işlenen bir suçla, kendi kendine, nasıl olduğunu bilmeden ansızın, der.
Ağlarsınız. Ağlamayın, değmez, şu kendinize ağlama alışkanlığını bırakın, değmez,
O uyur, dudaklarında öldürülesi gülümseyişiyle.
Hala bedeninin uğrağında durursunuz.
Neye bakarsınız? diye sorar.
Geriye kalan her şeye, dersiniz.
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırık­lar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamaz­lar ki onları ağlayarak atasınız.
Hiç kadın sevmediniz mi? diye sorar.
Hayır, hiç, dersiniz.
Hiç bir kadını arzulamadınız mı? diye sorar.
Hayır, hiç, dersiniz.
Bir kere olsun, bir an için bile mi? diye sorar.
Hayır, hiçbir zaman, dersiniz.
Hiçbir zaman mı? Asla mı? der.
Asla, diye tekrarlarsınız.
Gülümser, ölüler ne tuhaf oluyor, der.
Böylece yine de bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz, başınıza gelmeden kaybederek.
Konuşmaya devam edersiniz, tam istediğiniz gibi, dünyada yapayalnız. Aşkın size hep yersiz göründüğünü, hiç anlamadı­ğınızı, sevmekten hep kaçındığınızı, hep sevmeme özgürlüğüne sahip olmak istediğinizi söylersiniz. Mahvolduğunuzu söylersiniz. Nerede ve nasıl mahvolduğunuzu bilmediğinizi söylersiniz.
Denizi dinlersiniz. Odanın duvarlarına çok yakındır. Pencerelerde hep o rengi atmış ışık, göğü saran günün yavaşlığı, hep siyah deniz, uyuyan beden, odadaki yabancı kadın.
Siyah denize karşı, uyuduğu odanın duvarına karşı, kendinize ağlarsınız, bir yabancının ağlaması gibi.
Ölüm hastalığı neden ölümcüldür? ( ) Ona yakalanan onu taşıdığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden. Üstelik ölecek bir yaşamı olmadan öleceğinden, hiçbir yaşamda, hiçbir zaman ölmeyi bilmeyeceğinden.
“ Sevme duygusunun nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla, diye cevap verir. İstemekle asla, der.”
“ Ağlamayın, değmez, şu kendinize ağlama alışkanlığını bırakın, değ­mez..”
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırıklar
vardır. Sanki sizin dışınızda birşeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamazlar ki onları ağlayarak atasınız. Siyah denize karşı, uyuduğu odanın duvarına karşı, kendinize ağlarsınız, bir yabancının ağlaması gibi.
Ne bildiğinizi bilmeden bildiğinizi sanırsınız, o bilginin sonuna varamazsınız, dünyadaki mutsuzluğun tek başınıza sureti
olduğunuzu sanırsınız, imtiyazlı bir alınyazısının sureti.
Yalnızca kendinizeydi ağlamanız, sizi ayıran farklılığı aşarak ona kavuşmanın harikulade olanaksızlığına değil.
Denemek, belki günlerce denemek istediğinizi söylersiniz ona.
Belki haftalarca.
Belki de tüm yaşamınız boyunca.
Neyi denemek? diye sorar.
Sevmeyi, dersiniz.
Bu bedenden çıkmak, başkalarının bedenine, kendinizinkine geri dönmek, kendinize doğru dönmek isterdiniz, bir yandan da bunu yapmak zorunda olduğunuz için ağlarsınız.
Ne bildiğinizi bilmeden bildiğinizi
sanırsınız, o bilginin sonuna varamazsınız,
dünyadaki mutsuzluğun tek başınıza sureti olduğunuzu sanırsınız, imtiyazlı bir alınyazısının sureti. Kendinizi olmakta olan bu olayın hakimi sanırsınız, böyle bir şeyin
var olduğunu sanırsınız. O uyur, dudaklarında öldürülesi gülümseyişiyle.
tam istediğiniz gibi, dünyada yapayalnız. Aşkın size hep yersiz göründüğünü, hiç anlamadığınızı, sevmekten hep kaçındığınızı, hep sevmeme özgürlüğüne sahip olmak istediğinizi söylersiniz. Mahvolduğunuzu söylersiniz. Nerede ve nasıl mahvolduğunuzu bilmediğinizi söylersiniz.
Çabucak vazgeçersiniz, artık onu aramazsınız, ne şehirde, ne gecede, ne de gündüzde.
Böylece yine de bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz, başınıza gelmeden kaybederek.
Yalnızca kendinizeydi ağlamanız, sizi ayıran farklılığı aşarak ona kavuşmanın harikulade olanaksızlığına değil.
Sevme duygusunun nasıl gelebileceğini sorarsınız. Belki evrenin mantığında ansızın oluşan bir çatlakla, diye cevap verir. İstemekle asla, der. Sorarsınız: Sevme duygusu başka şeylerle de gelebilir mi? Söylemesi için yalvarırsınız. Her şeyle, bir gecekuşunun uçuşuyla, bir uykuyla, bir uyku hayaliyle, ölümün yaklaşmasıyla, bir sözcükle, işlenen bir suçla, kendi kendine, nasıl olduğunu bilmeden, ansızın der.
Siyah denize bakan terasa dönersiniz.
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırıklar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamazlar ki onları ağlayarak atasınız. Siyah denize karşı, uyuduğu odanın duvarına karşı, kendinize ağlarsınız, bir yabancının ağlaması gibi.
Böylece yine de bu aşkı sizin için olabilecek tek şekliyle yaşayabildiniz,

başınıza gelmeden kaybederek

Sabah oldu, herşey başlayacak, siz hariç,
der
Siz, hiç1zaman başlamazsınız
Sorarsınız: Ölüm hastalığı neden ölümcüldür???

Cevap verir: Ona yakalanan onu taşıdığını, ölümü taşıdığını bilmediğinden. Üstelik ölecek1yaşamı olmadan öleceğinden, hiç1yaşamda, hiç1zaman ölmeyi bilmeyeceğinden

Siz onun hakkında 1şey bilmediğiniz
için onun da sizin hakkınızda 1şey bilmediğini söyleyeceksiniz. Bu kadarla da kalacaksınız.

Aslında kimseye benzememeliydi

Her zaman hazır olacaktı, isteği olsun ya
da olmasın.
İşte tam da bu konuda hiç1zaman hiç1şey bilmeyeceksiniz.
Bu kadın şimdiye kadar bildiğiniz bütün dış gerçekliklerin hepsinden daha esrarengizdir
Denemek, belki günlerce denemek istediğinizi söylersiniz ona.
Belki haftalarca.
Belki de tüm yaşamınız boyunca.
Neyi denemek? diye sorar.

Sevmeyi, dersiniz

İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırıklar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamaz­lar ki onları ağlayarak atasınız.
Kendinize ağlarsınız hep.
İçinizde, nedenini bilmediğiniz hıçkırıklar vardır. Sanki sizin dışınızda bir şeymiş gibi kıyınızda kalakalırlar, size kavuşamazlar ki onları ağlayarak atasınız.
Sabah oldu, her şey başlayacak, siz hariç, der. Siz, hiçbir zaman başlamazsınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir