İçeriğe geç

Ölüm Anım Kitap Alıntıları – Maurice Blanchot

Maurice Blanchot kitaplarından Ölüm Anım kitap alıntıları sizlerle…

Ölüm Anım Kitap Alıntıları

İnsan dünyayı ancak ölümü kabul ederek düşünür.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
Hayattayım
Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallakta kalacak olan o ölüm ânımdır.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri
içinse vahşice katledilme.
Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallak­ta kalacak olan o ölüm ânımdır.
ne ölümsüz ne de ebedi olmanın mutluluğudur. Bundan böyle, kaçamak bir arkadaşlık ölüme bağla­mıştı onu.
Ölümün bizzat kendisi tarafından ölmesi engel­lenmiş genç bir adam -henüz genç olan bir adam- ANIMSIYORUM.
Sanki dışardaki ölüm bundan böyle yalnızca ondaki ölüme gelip toslayabilecekti.Hayattayım.Hayır,sen bir ölüsün.
Ölü -ölümsüz. Belki bir kendinden geçme halidir bu. Daha doğrusu, acı çeken insanlık için bir merhamet hissidir, ne ölümsüz ne de ebedi olmanın mutluluğudur.
Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallakta kalacak olan o ölüm anımdır.
o anda, orada, nasıl yorumlamam gerektiğini bilmediğim-yaşamdan arınma mı, sonsuzun açılması mı?- bir hafiflik hissi kalmıştı geride. Mutluluk da değil, mutsuzluk da. Korkusuzluk gibi de değil, belki şimdiden öteye bir adım.
Ölümün ölümle yüz yüze gelmesi?
Onun namına bu hafiflik hissini çözümleyecek değilim. Belki de birdenbire yenilmez olmuştu. Ölü – ölümsüz.
Belki bir kendinden geçme halidir bu.
Ölümün bizzat kendisi tarafından ölmesi engellenmiş genç bir adam -henüz genç olan bir adam- anımsıyorum.
Biliyorum; bu çözümlenemez his, onda varoluştan geriye ne kalmışsa değiştirdi, böyle düşünüyorum ben.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
Bir Nazi teğmeni, utanç verici derecede normal bir Fransızcayla, önce en yaşlı olanları, derken iki genç kadını dışarı çıkarttı.
Ölmeden ölmenin anını, an be an bize aktarmada çok az söz kullanmıştır Blanchot. Üzerinde konuşulacak pek az şey varmış gibi, zaten üzerine bütün eserlerinde yeterince konuşmuş ve bu anın sek betimlenmesi dışında geriye bir şey kalmamış gibi .. .
Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallakta kalacak olan o ölüm anımdır.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün.
Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün.
Gerçekte ne kadar zaman geçmişti?
”Söz edilemeyenden söz etmek için aslında daha baştan çok fazla söz ve çok az sözümüz var. ”
O anda olağanüstü bir hafiflik hissi, halis muhlis bir tür mutluluk (gel gör ki, ortada mutlu olacak bir şey yok) -hakim bir coşku hissettiğini biliyorum – biliyor muyum?
Ölümün ölümle yüz yüze gelmesi?
Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallakta kalacak olan o ölüm anımdır.
Biliyorum; bu çözümlenemez his, onda varoluştan geriye ne kalmışsa değiştirdi, böyle düşünüyorum ben. Sanki dışardaki ölüm bundan böyle yalnızca ondaki ölüme gelip toslayabilecekti. Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün .
İnsan dünyayı ancak ölümü kabul ederek düşünür.
Blanchot’un yansız adını verdiği, ötekiyle ilişkinin konuşma yoluyla gerçekleşip de artık entelektüel olmadığı kadar bildirişimsel de olamayan sonsuzlukla (veya bitmek bilmeyenle) ilişki haline, gelip de ötekinin kıyısında kalakaldığımız hallere verdiği üç örnek dikkat çekicidir: Yorgunluk veya bitkinlik, acı (fiziksel), ve mutsuzluk (ruhsal acı veya çöküntü).
Söz edilemeyenden söz etmek için aslında daha baştan çok fazla söz ve çok az sözümüz var.
İşte savaş buydu; Birileri için hayat, diğerleri ise vahşice katledilme..
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bu çözümlenemez his, onda varoluştan geriye ne kalmışsa değiştirdi.
bir hafiflik hissi kalmıştı geride. Mutluluk da değil, mutsuzluk da. Korkusuzluk gibi de değil, belki şimdiden öteye bir adım. Biliyorum; bu çözümlenemez his, onda varoluştan geriye ne kalmışsa değiştirdi, böyle düşünüyorum ben. Sanki dışardaki ölüm bundan böyle yalnızca ondaki ölüme gelip toslayabilecekti. Hayat­tayım. Hayır, sen bir ölüsün .
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
gel gör ki, ortada mutlu olacak bir şey yok.
insan çabuk yaşlanıyor.
Günlük iletişim dilinde gerek bilgi , gerek bilinç modunda ”yansıtma , yadsıma , ”transfer veya anladığını sanma şeklinde gerçekleşen yanılsama ve yanlış anlamaların bağlamsal ya da yanlı analizlerini bir kenara bıraktığımızda, bütün bu görece ve şüphesiz
psikolojik karakterdeki durumlardan önce
saptamamız gereken şey bu çokluk uzamının bizzat kendisine ilişkin çok basit bir gerçektir.

Melih Başaran

ötekiyi dünyadaki nesneler arasından bir nesne olarak gören, ötekiyi nesneleştirici ve nesnel bilginin konusu haline
getiren özdeşliğe ve birliğe yönelmiş bilişsel kip tir. Bu kipe ben-öteki ayrımını aşkınsal bir ego’nun ilksel kuruculuğuna geri götürerek, dolayısıyla düşünüyorum (cogito) ile düşünüyorsun arasındaki farkı belki de aşkınsal tamalgı doktriniyle tartışmaksızın açık bırakan Kant’ın aşkınsal felsefesini de dahil edebiliriz.
öteki yi basitçe ben’den itibaren konumlandırıp onu öteki ben (alter ego) olarak tanımlayan, ötekini kendi aynasından itibaren yansıtma (projection) yoluyla indirgeyen bu kipe Hegel’in olumsuzlama yoluyla işleyen ve köle/efendi diyalektiğinde sergilenen kendilik bilinci felsefesi de dahildir. Belki de bugün hala etkilerine maruz kaldığımız siyasi tavır alışların, hatta psikopatolojilerin önemli kaynağı burası gibi görünmektedir.
Bütün bir geriye kalan,
ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallakta kalacak olan o ölüm anımdır.
yaşamdan arınma mı, sonsuzun açılması
mı?- bir hafiflik hissi kalmıştı geride
İnsan dünyayı yorumlar, bunun için ona söz yetisi verilmiştir, ancak insan dili (karşısında uzanan dünyada) yayılan derin sessizliği asla bozamaz, bu sessizliğin bilmecesi içine nüfuz edemez. Bu sözle bilinebilecek tek şey şudur ki: Bilgi adına sahip olduğu şeyin nihai anlamı (yani anlamın anlamı, varlığın anlamı) ona kapalıdır, onun elinden kaçar. Belki de psikanalistin stratejik sessizliği , bu ontolojik sessizliğin ölçüsünde olamasa da iyi bir kulak olmayı sürdürebilecektir; sürekli kendini inceleştiren, keskinleştiren, eğitimli olduğu kadar da bilginin henüz keşfedemediği uzamlara erişmemizi sağlayacak bir kulak
Ötekinin durmak bilmeyen sözü, hikayeleştirmeleri, yansıtma ve aktarımları karşısında bir duvar gibi geçirimsiz kalan (ya da bir sünger gibi her şeyi yutan) psikanalistin stratejik sessizliği nihayet bu sözü bitkin düşürür, ve artık oynanacak başka oyun, oyalanacak başka fetiş kalmadığında çöküntüye düşen kişi yalnız öleceğini üstlenmek zorunda kalır.

İsyan zamanı bitmiştir, ama uzlaşma için de ufukta pek bir şey olmadığı söylenebilir: Belki de artık içinde deneyim adına layık bir şeyin olup biteceğinin kesinsizliğinde çorak bir uzay-zaman, belki de sahte memelerden, yanılsamalardan kurtulmuş, artık öngörülemeyene, hesap edilemeyene göre (onun, yani ölçülemeyenin ölçüsünde) düşünmeye çalışan, artık cemaatçi bir özne’nin değil ama, kozmik bir özne’nin (super-jet) ortaya çıkması için bir şans doğar.

Blanchot’un yansız adını verdiği, ötekiyle ilişkinin konuşma yoluyla gerçekleşip de artık entelektüel olmadığı kadar bildirişimsel de olamayan sonsuzlukla (veya bitmek bilmeyenle) ilişki haline, gelip de ötekinin kıyısında kalakaldığımız hallere verdiği üç örnek dikkat çekicidir: Yorgunluk veya bitkinlik, acı (fiziksel), ve mutsuzluk (ruhsal acı veya çöküntü).
Bu anlatı eğer bir kurgu değilse ve ölüm anım diyen ve bunu ilerlemiş bir yaşında, belki de edebi üretiminin son metni olarak yazan kişinin -metinde dendiği gibi- yirmili yaşlarındaki ölüm anı nın retrospektif bir anlatısıysa, bu kişi bu varsayımsal anda ya ölmemiş ve bildiğimiz eserlerini vermeye devam etmiştir ya da gerçekten ölmüş ve bu eserleri o ölüm anının varoluş bilinciyle yazmıştır. Arada ne fark var denilebilir? İşte algılanamaz fark, kökten fark buradaki düğümdedir.
Sanki dışardaki ölüm bundan böyle yalnızca ondaki ölüme gelip toslayabilecekti. Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün .
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
Bunun bir önemi yok. Bütün bir geriye kalan, ölümün ta kendisi olan o hafifleme hissidir, ya da daha doğrusu bundan böyle daima muallak­ta kalacak olan o ölüm ânımdır.
İşte savaş buydu: Birileri için hayat, diğerleri içinse vahşice katledilme.
İnsan dünyayı ancak ölümü kabul ederek düşünür.
Blanchot’un yansız adını verdiği, ötekiyle ilişkinin konuşma yoluyla gerçekleşip de artık entelektüel olmadığı kadar bildirişimsel de olamayan sonsuzlukla (veya bitmek bilmeyenle) ilişki haline, gelip de ötekinin kıyısında kalakaldığımız hallere verdiği üç örnek dikkat çekicidir: Yorgunluk veya bitkinlik,acı (fiziksel),ve mutsuzluk (ruhsal acı veya çöküntü). Fiziksel acı ve ruhsal çöküntü karşısında öteki bizden mutlak bir şekilde ayrı veya farklı olduğunu kanıtlar.
Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün .
Yol üstünde,tarlalarda şişmeye başlayan at cesetleri dahi uzun sürmüş bir savaşa tanıklık ediyordu.
Toprak buram buram savaş kokuyordu.
Ve bugün dahi , halihazırda “utanç “ verici bir şekilde “mükemmel “ bir Türkçeyle ötekinin diline şiddet uygulayabiliriz.
Sanki dışarıdaki ölüm bundan böyle yalnızca ondaki ölüme gelip toslayabilecekti . “Hayattayım. Hayır ,sen bir ölüsün.”
Hayattayım. Hayır, sen bir ölüsün .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir