İçeriğe geç

Ölü Kelebeklerin Dansı Kitap Alıntıları – Hüsnü Arkan

Hüsnü Arkan kitaplarından Ölü Kelebeklerin Dansı kitap alıntıları sizlerle…

Ölü Kelebeklerin Dansı Kitap Alıntıları

&“&”

Düşünde kendini bir kelebek olarak gören biri bir kez uyandıktan sonra, bir kelebek olmadığından ve artık düşünde kendini bir insan olarak görüp görmediğinden hiçbir zaman emin olamaz.
Fakat kim bilir, bir gün ölü bir kelebeğin dans ettiğine de tanık olabiliriz
Sıkıntın, ölümü kabullendiğin halde, ölümü yaşamayı kabullenememen ve ölüm ânını anımsayamamandı.
Doktor, ölü kelebeklerin dansını gördüğünü yazmış. Umarım, deneyimin sancısız geçmiştir.
Çünkü," dedi, "iyi olan şeyler yitirildiklerinde tanrılaşırlar, tıpkı Tanrı’nın kendisi gibi…"
İki pabuç… Birbirlerine sokulmuşlardı. Bağları çözüktü. Kader ortağıydılar ama yalnızdılar.
Gecenin hem bu kadar sessiz, hem de bu kadar gürültülü olduğunu bilmezdim"
Dinlediği masalların içine girip orada kalan, dışarı çıkamayan çocuklardan biriyim işte ben.
Öldükten sonra karşılaştığım insanlar, anılar evinde gezinmenin bir ölüye hiçbir yarar sağlamayacağını söyledilerse de onlara inanmadım.
Başkalarının ne yaptığı, ne istediği, nasıl yaşadığı hiçbir zaman umurumda olmadı benim.
Bu duygu yaratıcı yapar insanı.. özlem.
Her insan bir çift pabucun içine sığar.
Unutulmuş olmak hoş bir duygu, insana güven veriyor.
Ona ne zaman yaklaşsam, kalbim, bir buzdağına çarpmış gibi birden soğuyordu.
Bu kızın sevgiye ihtiyacı var ve bu sevgiyi ona ancak ben verebilirim.
Kalbim, büyük bir aşka hazır olmam gerektiğini söylüyordu.
Büyükler ve kitaplar, eskiden bambaşka bir yaşam olduğunu söylüyorlar.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil.
Bense hâlâ yalnızca ona aşığım.
Ben bir yıldızım, göz kırparım düşlerinize.
Herkes yaşadığını sanır, kimse öldüğünü sanmaz.
Dinlediği masalların içine girip orada kalan, dışarı çıkamayan çocuklardan biriyim işte ben.
Öldüm ve Tanrı burada da yok, ne yapabilirim?
Bizim durumumuz bir mektubun içeriğine benziyor, yalnızca ilgilileri ilgilendirdiği için zarfın içinde kalmalı ve hiç açılmamalı.
Henüz hiçbir şeyden emin değilim. Öldüğümden, yaşadığımdan, yaşamış olduğumdan..
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Biri çıkıp hayatımın son günlerinin bir tahterevallinin üstünde geçeceğini, bir gün yere çakılıp kıçımın kırılacağını, ertesi gün göklere yükselip yüreğimin hop edeceğini söylese, ona inanmazdım. Ama bütün bunlar başıma geldi benim; yere çakıldım, göğe uçtum.
İlle de bir şeye inanmam gerekiyorsa Tanrı’nın bağışlayıcılığına inanırım ben ! Ayrıca inanıyorum da buna. Böylece huzurlu oluyorum.
Bu iyilik dediğimiz şey, pudra şekeriyle pamuk karışımı bir maddeymiş.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil! Ama sevgi gibi nefreti de dayatamayız."
Ben her şeyi acı çekerek öğrendim."
Herkes, görebildiği ve anlayabildiği kadarıyla yaşar."
Sokaklar sinir bozucu bir sessizlik içindeydi.
Dinlediği masalların içine girip orada kalan, dışarı çıkamayan çocuklardan biriyim işte ben.
Öldüm ve Tanrı burada da yok! Ne yapabilirim?
Bastırma" dedi."Kötü deneyimlerin bastırıldığını duymuşsundur herhalde.Ama bir biçimde ortaya çıkarlar"
İlle de birşeye inanmam gerekiyorsa Tanrı’nın bağışlayıcılığına inanırım ben.Ayrıca inanıyorum da buna.Böylece huzurlu oluyorum.Bir çocuk kadar huzurlu, bir ermiş kadar huzurlu, hatta bir inek kadar huzurlu..
Yürüdükçe bütün iyi ve umut verici şeyler ne bileyim, yağmur mevsiminde yağmur, baharda yeşillik ve sis, zamanında gerçekleşmesi gereken her şey benden uzaklaşıyordu. Sonra da başka dünyalarda, başka zamanlarda, hiç hak edilmemiş ya da hiç istenmeyen durumlarda ortaya çıkıyordu.
Bir gece ter içinde uyandığımızda, yaşamın az önce gördüğümüz karabasandan aslında pek bir farkı olmadığını anladığımızda yapabileceğimiz tek şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmek değil midir?
Dinlediği masalların içine girip orada kalan, Dışarı çıkamayan,
Çocuklardan biriyim işte ben.
Tanımını yapabildiğin bir şeyi yok sayabilirmisin?"
Ölüler yaşamaz! Hayatım boyunca kesinliğine güvendiğim biricik gerçek bilgiydi bu. Şimdi onu da yitirdim. Bana öldüğüm söyleniyor ama konuşabiliyorum."
Evet, hayat gibi ölüm de bir alışkanlıktır."
Şimdi eski bir giysiyim. Ruhumu bir askıya geçirip dolaba kaldırdılar."
Yeni gelen şişenin yarısını mideye indirdim. Şişe mantarını Essau’nun ağzına tıkadım. Gömleğimi, pantolonumu çıkardım ve beni durdurmalarına fırsat vermeden kendimi şişenin içine attım.
Kendimi,sonradan diskotek haline getirilmiş huzurevinin tavan arasında unutulan yaşlı bir adam gibi hissediyordum.
Yalnızlık duygum bugünlerde o kadar yoğun ki…
Her zaman, her şeyi, kapalı bir dünyada, kafamın içinde yaşadım. Başkalarıyla, başkalarının durumuyla ilgilenmedim. Bunun, bir tür doğal nezaket anlamına geldiğini sanıyordum. Gerçekte, başkalarının ne yaptığı, ne istediği, nasıl yaşadığı hiçbir zaman umrumda olmadı benim.
Gerçeğin kıyılarında dolaşırken, görünmez eller, birdenbire düş denizinin içine çekmişti beni. Karşı koyamamıştım, bağıramamıştım, çırpınamamıştım. Basiretim bağlanmıştı; bağırmak, çırpınmak için çaba gösteremiyordum.
Kaderime doğru sürüklendim, karanlık suların içine hesapsızca atladım. Görünmez eller, arada bir başımı suyun üstüne çıkarmama izin veriyorlardı. Biraz soluk alıyordum o zaman, kıyıya göz atma fırsatı buluyordum. Kim olduğumu hatırlıyor, Sicilya denen o adada, Grigen denen o yerde ne aradığımı soruyordum kendi kendime.
Sanırım, onunla iyi arkadaş olacağız. Akıllı ve içten bir çocuk. Sematyen gibi ukala değil, Sematyen kadar kinci değil ve en önemlisi, o geldiğinden beri, Sematyen daha az kırıcı ve daha az ukala…
İyilik, tepeden kanlar içinde yuvarlanıyormuş…. Bu iyilik dediğimiz şey pudra şekeriyle pamuk karışımı bir şeymiş..
Sıradan insanlar için açılmış sonsuza kadar dümdüz giden bir yolda yürüdüm ben….
Bir erteleme haliydi yaşadığım. Bir randevuydum. Ne zaman, kiminle bilinmez kısacık hayatımın can sıkıcı bir zorunluluk olduğu duygusuna kapılmıştım.
Birçok şeyin eksikliğini hissetmediğim bir yaşamda, Tanrı’nın yokluğuna da kolayca alışabildiğimi söyledim ona.
Oysa sen, neye nasıl inanacağını bile bilmiyorsun daha. Tanrı’yla aranı bu yüzden düzeltemiyorsun. Görmüyor musun, sana acımıyor…
Şirketleri pazarlama elemanıydık biz, postacı falan değil. Bşr çeşit kuryeydik. Daha çok tüketmeleri için insanları ateşliyorduk.
Birçok şeyin eksikliğini hissetmediğim bir yaşamda, Tanrı’nın yokluğuna da kolayca alışabildiğimi söyledim ona.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir