İçeriğe geç

Ölmek Kitap Alıntıları – Arthur Schnitzler

Arthur Schnitzler kitaplarından Ölmek kitap alıntıları sizlerle…

Ölmek Kitap Alıntıları

Biliyor musun, kafamda, bir orkestranın enstrümanlarına akort yaptığını işitiyor gibiyim. Aslında bu beni her zaman çok etkilemiştir. Daha sonraki anlarda doğru ahenk ortaya çıkar, bütün sesler yerine oturur.
“Dışarıdaki temiz havanın sensiz ne faydası var bana.” lt;3
Oo, hanımefendiciğim, ben öleceğim ve sizin bundan bahsetmeme bile tahammülünüz olmayacak.
Son saniyeye kadar onunla birlikte kalmak, yanından ayrılmamak, dudaklarından dökülen her inlemeyi, kirpiklerinden akan her ıstırap damlasını öpmek!
Normal olan her insan bilinmeyenden korkar ve bu korkuyu da sadece gizleyebilir.
Düşünmeye karşı tam bir direniş içindeydi. Ne geçmişe ait bir hatıra ne de geleceğe dair bir ümidi vardı ve bu şekilde saatlerini geçiriyordu.
Geçmiş ve gelecek kavramlarının üzerinde düşünülmediği için yaşanılan zamanın da bulanık ve karanlık olarak hissedildiği bir dönem.
Ben de kendimi başka türlü göstermeye mecbur hissediyorum ve gerçekte, sıhhatli bir insanın asla tasavvur edemeyeceği sınırsız ve hiddetli bir korku duyuyorum. Onlar da korkuyorlar, bütün kahramanlar ve filozoflar, sadece hepsi çok iyi birer aktörler.
İçinde hiçbir arzu ve hiçbir heves kalmadığı an gelince, kendi iradesiyle hemen son vermeliydi hayatına. Gururla ve hükmedercesine.
Beni, uzaktan gelen müzik sesi kadar kederlendiren başka bir şey yok şu dünyada.
Bütün insanlara gıpta ediyordu, hepsi ondan çok daha mutluydu.
Buradan gitmeye ve onu terk etmeye mecbur olduğu gün yaklaşıyordu, hem de acımasızca. Artık zaten onun bütün varoluşu, o günü bekleyişinden ibaretti, ıstırap dolu bir zaman diliminden başka bir şey değildi; hatta ölümün kendinden bile daha kötüydü. Keşke çocukluğundan itibaren kendini gözlemlemeyi hiç öğrenmemiş olsaydı!
Yaşamak arzusunu yenmemişti, sadece ölüme artık inanmadığı için, ölüm korkusu onu terk etmişti.
Ölüme yakın olmak beni de diğer büyük adamlar gibi filozof yaptı.
Suyun yüzünde, bitmekte olan günün yorgun parlaklığı vardı
Yeryüzünde aslında hep ölüm mahkumları dolaşıyor
Sevgili Marie, zamanla sen de başka türlü düşüneceksin. Ben her şeyi uzun uzun düşündüm. Ve emin oldum. Biliyor musun, bir sınır var; o sınırı aşınca, her şeyi öyle açık seçik gördüm ki.
öylece pencerenin önünde duruyor ve hiçbir şey konuşmuyorlardı. dakikalar geçti, mum bitmek üzereydi.
İnsan ölüm döşeğinde olunca memleket falan kalmıyor. Yaşayabilmek; işte memleket dediğin şey budur. İstemiyorum böyle çaresizce ölüp gitmek istemiyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Eğer çaresi yoksa belki bir mucize fakat bu şehirde mucize falan yok. Gitmeliyim, gitmek istiyorum.. Alfred, bak sana söylüyorum, çok geç olacak.
Gitmek istiyorum, bu şehirden gitmek istiyorum. Neye ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorum.
İlkbahara ihtiyacım var, güneşe ihtiyacım var.
Güneş yeniden parladığında ben de iyileşmiş olacağım
Yaşayabilmek; işte memleket dediğin şey budur.
Bütün insanlara gıpta ediyordu, hepsi ondan çok daha mutluydu.
Ölümden müthiş korkuyorlar ve bu da ölümün kendisi kadar tabii!
Her şey ne kadar da boştu!
Yeryüzünde aslında hep ölüm mahkumları dolaşıyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nasıl olsa tükendim ve kendi halime bırakıldım.
Bütün varlığı ile içinde yaşadığı şu ana gömülüp gitmek istedi. Ve iradesinden, son olarak, geçmiş veya gelecek her şeyden kurtulmalıydı. Mesut olmak istiyordu veya en azından sarhoş
Ve yalnızdılar. Sadece birbirleriyle alakalıydılar. Orman, göl, küçük ev; dünyaları bundan ibaretti
Ölüme yakın olmak, beni de diğer büyük adamlar gibi filozof yaptı
Şimdi dağlara çıkacaksınız, orada hiçbir şey yapmadan adamakıllı tembellik edeceksiniz
Öylece pencerenin önünde duruyor ve hiçbir şey konuşmuyorlardı. Dakikalar geçti, mum bitmek üzereydi
Sonra akşam olacak ve daha niceleri. Yaz gelecek, sonbahar, kış ve ilkbahar. Ben ise kaskatı ve ölü olacağım
Toprağın altında olacağım, soğumuş, belki de çoktan çürümüş olacağım
Sanki soğuk ve dayanılmaz bir şey boğazına yapışmıştı
Nerede olduğumu tesadüfen biliyorum ve
ölüme yakın olmak, beni de diğer büyük adamlar gibi filozof yaptı.
( ) ben bu dünyadan gülümseyerek ayrılanlardan biri olacağım.
Ben mucizeleri olan insanlardan değilim.
Aşk belkide bir mucize yaratabilecekti?
Evet hemen şimdi, kadehin içine beyaz, küçücük bir toz… Ne kadar da kolay olurdu! Gözlerine birkaç damla yaş dolduğunu hissetti. Kendisi için biraz duygulanmıştı.
Ardından, hiç beklenmedik bir şekilde, aşırı derecede, rahatlatıcı, yepyeni bir hisse kapıldı: Canına kıymak; Evet, hemen şimdi! Şimdiki gibi bir havaya her zaman girilmezdi. Müzik, hafif sarhoşluk ve yanı başında böyle tatlı bir kız, ah evet.
Vasiyeti bir şiir olmalıydı; geçip gittiği dünyaya sakin ve mütebessim bir veda.
Yaşayabilmek; işte memleket dediğin şey budur.
Göreceksin; ben bu dünyadan gülümseyerek ayrılanlardan biri olacağım.
Hiçbir şeyden emin olunamaz, hiçbir zaman.
“Yeryüzünde aslında hep ölüm mahkumları dolaşıyor.”
Hâlâ, içinin bir köşesinde, asla terk etmek istemediği bir umut vardı
Vasiyeti bir şiir olmalıydı; geçip gittiği dünyaya sakin ve mütebessim bir veda.
Hiç bir şeyden emin olunamaz, hiç bir zaman.
Biz insanlar gelecek hakkında ne biliyoruz? Yarın hakkında ne biliyoruz?
O yaşama arzusunun üstesinden gelmemişti, artık ölüm korkusu onu bırakmıştı, çünkü o artık ölüme inanmıyordu.
Senin kaderini benimkine zincirlemeye hakkım yok, bunun sorumluluğunu almak da istemiyorum.
Bu dünyanın bensiz sana ne kadar daha iyi geleceğini tahmin bile edemezsin.
Ben mucizeleri olan insanlardan değilim.
Ölümün bir sınırı yok.
Göreceksin,ben bu dünyadan gülümseyerek ayrılanlardan birisi olacağım.
Sana açık kalplilikle söylemek isterim; dünya üzerinde ölmüş olan bütün büyük kimseler, geride kalanlara yol göstermek hususunda kendilerini sorumlu hissettikleri için ölmekte olan bir kişinin psikolojisi yanlış anlaşılıyor.
Ah, biraz daha yaşayabilsem, elimden geldiği kadar, en iyi şekilde yaşarım.
Onun yumuşaklığında yapıcı bir şeyler vardı
Artık zaten onun bütün varoluşu, o günü bekleyişinden ibaretti, ıstırap dolu bir zaman diliminden başka bir şey değildi; hatta ölümün kendinden bile daha kötüydü.
Biliyor musun, ben kendilerinde mucizeler zuhur eden insanlardan değilim.
Mesela, Haklısın, ben seni terk etmek istiyorum. İçimde yalnızca ilgi çekici bir hastaya ait hatıraları saklamak istiyorum. Senin hayalini daha çok sevebilmek için, seni şimdi yalnız bırakıyorum? demek.
Geçmiş ve gelecek kavramlarının üzerinde düşünülmediği için yaşanılan zamanın da bulanık ve karanlık olarak hissedildiği bir dönem.
Arzuların en korkuncunu, riyakar bir merhamete dönüştüren o alçakça söz hatrına geldi: Felix artık keşke kurtulsa!
Elbette sevgilim İnsan inanamıyor. Şu an ben de inanamıyorum. Nasıl da anlaşılmaz bir şey degil mi? Düşünsene bir kere, senin yanında duran, senin işitebileceğin bir sesle konuşan ben, bir sene sonra toprağın altında olacağım, soğumuş, belki de çoktan çürümüş olacağım..
Eğer gitmeye mecbur kalırsam seni de beraberimde götürürüm.
Artık bu hayatta çok az bir vakti kalan genç adam, sevgilisi Marie’ye benimle ölür müsün diyor.
İnsan ölüm döşeğinde olunca memleket felan kalmıyor. Yaşaya bilmek işte memeleket dediğin şey budur.
Dışarıdaki temiz hafanın sensiz ne faydası var bana

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir