İçeriğe geç

Öldüren Öpücük Kitap Alıntıları – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar kitaplarından Öldüren Öpücük kitap alıntıları sizlerle…

Öldüren Öpücük Kitap Alıntıları

“Hayvana gem aldırdığımız kolaylıkta insana nasihat aldıramayız.”
Kendisi ciddi ve dürüst olmayan bir insan ne hakla karşısındakinden samimiyet ve doğruluk ister.
Hayalimizde devleştirmiş olduğumuz şeylerin asıl realiteleriyle karşılaşınca ekseriya bu hayal kırıklığına uğrarız.
Dünyadaki insanların yüzde ellisi vicdanlarının sesine kulak verseydi; şimdiye kadar bu dünyanın keşmekeşi biraz düzelir; insanları adalet ve insafa davet için jandarmalar, mahkemeler, hapishaneler icat olunmaz; hakimler akıl fikir sahipleri, ahlakçılar, avukatlar ve yazarlar kimseye söz anlatamamak aczi içinde bu kadar velvele etmezler, bağırıp çağırmazlardı.
Kadınları hiçbir zaman melekler katında uçurmamalı, onları mensup oldukları beşeriyet sahasında müdafaa etmelidir.
Sevmek hayatın en büyük lezzetidir. Sevgiyi şiddetlendiren kıskançlık bu tadı arttırıyor.
Aşk yakar, fakat öldürdüğü enderdir. Bu ateş her dokunduğunu mezara gömseydi dünya insansız kalırdı.
Şimdiki erkeklerde aile, eş hukukuna uyacak ahlâki sabır, sağlamlık nerde! Beyaz bir gerdan, yanak üstünde bir ben, biraz alımlıca kaş, göz gördüler mi evlerini, barklarını, çocuklarını, insaniyetlerini her şeylerini, her şeylerini unuturlar! Bütün saadetlerini bir kirli hevesin sarılışları içinde boğarlar.
Yasak meyve lezzetlidir. Ama bundan önünüze tepsi tepsi çıkarırlarsa tadı kalmaz.
Adem babanın yaratılışından beri aynı maceralarda en kültürlü insanla en kaba hamalın tutuldukları içgüdüsel hayvanlık hep budur. Gözlere kan bürüttüren kıskançlık ve intikam hırsı Öldürüp ölmek.
Bana dokunma Nedim, insanlardan kaçıyorum.
Ben, kocandan da mı?
Evet Sen de insan değil misin?
Sen kendin de insansın, kendi kendinden kaçabilir misin?
Onun çaresini de düşünüyorum.
O namussuzluktan aldığı saygınlık, haysiyet, itibar içinde geniş bir hayat yaşıyor. Biz namusun üzerimize yüklettiği kıpırdanılmaz ağırlıkları altında eziliyoruz. Bu da züğürt tesellisi gibi bir şey değil mi azizim?
Zenginlik, sahibini yaşattığı anlarda eski ve yeni günahların bütün kirlerini de yıkıyor.
İğrenç bir yerden gelen paranın meşruiyetsizliği önündeki irkilti bize nereden geliyor? Duyulunca âlem ne der çekincesinden. Bu korku olmasa yani dışarıya bir sızıntı çıkmayacağı kesinkes temin edilse namusu okşayarak bu hediyeyi kabule razı etmek mümkün olacak sanırım. Eski ve yeni adamın da gizli psikolojisi budur değil mi?
İnsan kumru tabiatında bir monogram değildir. Erkek ve kadın çiftlerin hercailiğe esaretleri yaradılıştan beri mevcuttu. Bazı evliler arasında dumanı gizli tütüyordu. Şimdi açığa vurdu. İki yüzlülük kalkıyor. Bu daha doğru, belki de daha ahlaklı değil mi? Kul yapısı kanun, tabiat kanunlarına üstün gelebilir mi?
insanlar arasında vahşetle medeniyetin düellosu daha çok zaman sürecektir.
bu ‘galiba’ şüphesi o kadar ezgili bir şey ki
Bugünkü kadının kusursuzu var mı?
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Böyle sade kalabilenler doğal güzelliklerine güvenenlerdir. Yüzlerini ressam paletine çevirenler, güzelliklerine herkesten önce kendileri inanmadıklarının alem huzurunda bir nevi itirafını yapıyorlar demektir.
Aşk, bohem bir çocuktur.Kural, kanun tanımaz.
Bir insana tabiatın bütün hazineleri, dünyanın bütün evlerini, esir olarak da bütün halkını verseler yine doymaz. Yıldızlardan da kendisine pay ayırmak ister.
Hayat imtihanlarıyla kafaları olgunlaşmamış, hakikate yabancı, acemi şairlerin ona göklerde mekan verdikleri aşk, insan yüreğinin en aşağılık bir hastalığıdır.
Bilinip de saklanan sır, sır olmaktan çıkar. Kanı zehirleyen bir hastalık olur.
Refahı kuran malzemenin hangi zehirli ticaret kaynaklardan geldiği önemsenecek bir şey değil. Zenginlik, sahibini yaşattığı anlarda, eski ve yeni günahların bütün kirlerini de yıkıyor.
Bir kadını sevmek o kadın üzerinde bazı haklara sahip olmak için bir sebep sayılıyorsa kadının nefreti de ondan ayrılmak mazeretini icap ettirecek kanuni bir lüzum addolunmalıdır. Hep bu fenalıklar kanun kaçakçılıklarıdır. Hep bu ışığa doğru gidiyoruz. Fakat bu olgunluğa erişinceye kadar şehit vereceğimiz kadınların sayıları mezarlıkları dolduracaktır.
Hayatın bazı sahte durumlarını gerçeğe almak gafletiyle yaşayıp gidiyoruz. Hep aldatmak, aldanmak oyunları içindeyiz. Ahlaki, içtimai, ailevi şuurumuzdan gizlenen öyle hakikatler vardır ki anlamayarak ıstıraplarından kurtulduğumuza sevinmeliyiz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
”Evet, erkek esrarı kadınınkine benzemez, ” diye başladı söze. ”Onun kocalık hukuku, ailece olan imtiyazları büyüktür. Bambaşkadır. İsterse şeriat gereği dört karı alır. Beşincisine, altıncısına da bir yasak yoktur, arzu buyurursa karısını döver, keserle, balta ile ona ait kilitli eşyayı kırar, ne isterse yapar, yapabilir. Bütün hüküm, kuvvet onundur. Kadının kocasına karşı bir sırrı olamaz. Fakat kocanın kadına karşı olur. Biri bütün manasıyla hakim, öteki esirdir. Ben bu orta çağ adetlerinden nefret ediyorum. Bu fikirlerden sıyrılmış, dimağını, zihnini temizlemiş, evliliğin, insanlığın manasını anlamış bir koca istiyorum. ”
Kadının nazını çekmeyi bilmeyen erkek, erkeklik vazifelerinden habersiz olandır.
Hayat imtihanlarıyla kafaları olgunlaşmamış, hakikate yabancı acemi şairlerin ona göklerde mekan verdikleri aşk, insan yüreğinin en aşağılık bir hastalığıdır.
Aşık alemi kör, dört tarafını duvar sanırmış..
Biraz uzayan mutluluk felaket oluyor.
”Abartıyorsunuz. Aşk yakar fakat öldürdüğü enderdir. Bu ateş her dokunduğunu mezara gömseydi dünya insansız kalırdı. ”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İnsanlığın akla, kanuna isyan eden tuhaf halleri
Eskinin kavrayışı bugünün anlayışına sığmaz.
Dünyada hiçbir sır ebediyen gizli kalmaz. Mutlak bir patlak verir. Bununla vakit ve saatini beklemeli.
Dünya ne kadar büyük inkılaplarla altüst olursa olsun, dünyada erkek daima hakim, kadın daima onun âmirleridir. Hayat piyasasında kadının değeri düşüktür. Her gün sokaklarda kıskançlık vahşetiyle kocaları, dostları tarafından bıçaklanarak cesetleri kaldırımlara serilen kadınların felaketlerini gazetelerde okumuyor musunuz? Bu sayısız vakalara karşılık hiçbir erkeğin sehpada cinayetinin cezasını çektiğini işittiniz mi?
Hayallerimizde devleştirmiş olduğumuz şeylerin asıl realiteleriyle karşılaşınca ekseriya bu hayal kırıklığına uğrarız.
İnsandan kaçmak sinir hastalıklarının en hafif türü olsa gerek
Halkın ruhsal durumu tuhaftır. Gerçeğe ısınmaz, pek soğuk durur. Yalana çabuk kanar, âdeta kanı kaynar. Onun için fesatçıların yalan dolanları hemen dalbudak salıverir.
Şehitlerin mezarları bir memlekette vatanı için ölebileceklerin sayılarını göstererek düşmana korku verirler; kendi din kardeşlerine yiğitlik örneği olurlar.
İnsanların ciddî mutlulukları hep istemelerindeydi. İstekler doyumla söndürüldüğü vakit hayatta lezzet kalmıyordu.
Gerçeğin korkunçluğuyla karşılaşınca insan başka türlü oluyor.
Sıkıntın ne? Yaşamaktan neye bıktın? Kimden kaçıyorsun? Sığınacak bir yer sandığın ölümün ne olduğunu biliyor musun?
Hayata küstün. O da sana somurttu. Hayatı sevmeyi bileydin ondan göreceğim güler yüzle mutlu olurdun. Onunla güzel geçinmenin sırrını öğrenmeye çalış. Evrende sağlıkla bir nefes yaşamaktan daha büyük mutluluk yoktur.
Önce kendine güveniş
Sonra tam bir direniş

Bütün mucizeler işte bu iki güzel huydan doğar.

Şimdi vakitte, parada, yazıda, okumada, her şeyde tutum aranıyor.
-Hekimlik ediyorum
– Diploman?
– Müşterilerimden hiçbiri bana diploma sormuyor ki!
İş, ibadetlerin en kutsalıdır.
Sağlara hayat hakkı kazandırmak için ölenler ölmüş sayılmazlar.
Çok hayvanlarda baba evlat arasında sevgi görülmez. Filozof ol ,tabiata uy.
İnsanlar kanunsuzluğu ne kadar seviyorlar.
Tarih, yasa, hak, adalet insanlık., oh, çaresiz zamanlarımızda sığınmak istediğimiz ne boş sözler
Hatır yok, gönül yok.
dört metre uzaktan kızgın teke gibi kokan mundar herifler
Türkün yurdu, bağrı, sessiz, çaresiz yanıyor.
köylerin beyaz dumanları Allah’tan intikam dileyen bir tütsü gibi döne döne göklere yükseliyor.
Sokaklarda surat asıklığını ağır başlılık sanan soğuk, hain bakışlı, gülmez suratlı İngiliz kolluk memurları
— Bir insan elini, ayağını, kolunu, bacağını, vücudunun dış yerlerini istediği gibi temizleyebilir. Ama temizlemeye eli yetmediği pis yerlerini nasıl paklayacak? Asıl mundarlık bizim içimizdedir.
Bilmem nedendir, bizde halk zekâyı tartıyla ölçer.«Filan kişi yüz dirhem eksiktir.»
İnsanlık, yüz* yılların uslandırıp bir türlü kavrayış yaşına erdirmediği bir çocuktan başka bir şey değil.
Tolstoy;
— Çocuklara ders verirken ben de çok şeyler öğreniyorum. derdi.
Şehitlerin mezarları bir memlekette vatanı için ölebile- ceklerin sayılarını göstererek düşmana korku verirler; kendi din kardeşlerine yiğitlik örneği olurlar.
«Hayalin yanımdan hiç ayrılmıyor» diyor. Emzir, besle, büyüt de sonra el kızlarına tapınsınlar. Hüsnü’ye bir hal olsa Rasime yine birkaç nişanlı bulur. Ama anası başka evlât bulabilir mi? Hey gibi eahil çocuk hey. Ağlarsa anam ağlar, kusuru yalan ağlar
Seni orada bıraktım. Ama yanımda hayalin var.
göz yaşı savaşın büyüklüğüne karşı bir karşı çıkma demektir.
Kurşun yağmuru, top yıldırımları içine giden ince bir kumaşla örtülü bu narin, bu sevgili vücut memleketin savunmasına adanmış, moral kuvvetlerle sağlamlaşmış bir yürüyen kale demekti. Vatana gelecek saldırı tanelerine siper olacaktı.
kafasında meselenin yapılmasındaki zorlukları çözmeye uğraşıyordu.
En zor karar ölmeye razı olabilmektir. Bunu göze aldıktan sonra dünyada insanın yapamayacağı şey kalır mı?
Savaşa, yaşamaya, ölüme, paraya, sefalete, her şeye lânet etti.
Ölüm herkes için vardı.
Çok hayvanlarda baba, evlât arasında sevgi görülmez. Filozof ol, tabiata uy.
— Bu zavallı yorgun hayvanlara bakarak rakı içmekten ne zevk duyarsın?
— Bendeki yeni merakı bilmiyorsun.
— Hayır.
— Eşekçe öğreniyorum.
— Eşeklerin konuştukları bir dil var mıdır?
— Muhakkak.
— Adam, etme!
— Mösyö Bernardo ne millettensin?

— Niçin soruyorsun? Aramızda milliyet araya araya işte böyle olduk ya Hepimiz de bir Allah’ın yarattığı, bir iklimin evlâdı, Hazreti Âdem’in torunlarıyız. Ben de senin gibi bir insanım işte vesselam

Biz insanlar, hayvanlardan, daha çok şeyler öğrenmeye muhtacız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir