İçeriğe geç

Olalla Kitap Alıntıları – Robert Louis Stevenson

Robert Louis Stevenson kitaplarından Olalla kitap alıntıları sizlerle…

Olalla Kitap Alıntıları

Kalbim yalnız senin için atıyor; kalbim senin. Ama kalbim benim mi ki? Benim, ama sana sunmak için benim, boynumdaki kolyeyi çıkarıp ya da bir ağacın taze bir dalını kırıp sana veriyormuşum gibi. Ama yine de benim değil!
Elimden giden kalbim değildi, mutluluğum değildi, hayatın ta kendisiydi.
Biz Tanrı’nın değersiz kulları aşkın mucizesiyle bile olsa birbirimize yakınlaştıysak, bu ruhlarımızdaki ilahi gücün bir yansıması olsa gerek; biz birbirimiz için yaratılmış olmalıyız.
İnsanlar çok konuşuyorlar, çok fazla konuşuyorlar.
Kendimde kaçıp gidecek cesareti bulamıyordum.
Aşk bir öfke gibi yanıyordu içimde; sevecenlik yangına dönmüştü; ondan nefret ediyor, ona tapınıyor, ona acıyor, cezbeye tutulmuşçasına tapıyordum ona.
İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
Yerinde olsam fazla hayal kurmazdım Korkarım son derece berbat ve sıradan bir gerçekle karşılaşacaksın.
İlle de bir şey yapman gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılırsın, ama ne yapacağını bilemezsin.
Yerinde olsam fazla hayal kurmazdım. diye yanıtladı doktor, korkarım, son derece berbat ve sıradan bir gerçekle karşılaşacaksın.
İnsanlar çok konuşuyorlar, çok fazla konuşuyorlar,
İnsanın söyleyecek hiçbir şeyi yoksa konuşmasının da pek yararı olmadığı yanıtını verdi.
Ağaçların dinelişini ya da bir gölcüğün dinginliğini seyreylerken hayallere dalmaya nasıl bayılırız, işte öyle bir gönül şenliği veriyordu insana sanki.
Felipe, dedim, kimsenin sorgu sual etmeyeceği bir yere götür beni.
“İnsanın dibi boylamasının sonu yok.”
Seni kendinden uzaklaştıran, ama senden sonsuza kadar ayrılmamanın özlemini çeken biri olarak; seni unutmaktan daha değerli bir umudu, unutulmaktan daha büyük korkusu olmayan biri olarak düşün beni.
İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bu aşk mıydı, yoksa mıknatısın demiri çekmesi gibi olağan ve kaçınılmaz, yabanıl bir çekimden başka bir şey değil miydi?
Aşk bir öfke gibi yanıyordu içimde; sevecenlik yangına dönüşmüştü.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
… Hepimiz bizim olmayan bir geçmişe katlanmak ve kefaretini ödemek zorundayız…
Anlattıkları gerçek olmadığı gibi, ilk kez duyulan bir şey de değildi; nerdeyse insanlığın kendisi kadar eski hikâyelerin köylülerin cehaleti ve boş inançlarına bulanmış yeni bir yorumundan başka bir şey değildi aslında.
Felipe, dedim, kimselerin sorgu sual etmeyeceği bir yere götür beni.
Bazen hayat dersinin acımasızca verildiği, ama o dersi cesaretle dinlemiş biri olarak; seni gerçekten sevmiş, ama kendinden ölesiye, aşkından bile nefret edecek kadar nefret eden biri olarak; seni kendinden uzaklaştıran, ama senden sonsuza kadar ayrılmamanın özlemini çeken biri olarak; seni unutmaktan daha değerli bir umudu, unutulmaktan daha büyük bir korkusu olmayan biri olarak düşün beni.
İnsan yükselip gelişmiştir; ama eğer hayvandan gelip yükseldiyse, yeniden aynı düzeye inebilir.
Olalla, dedim, ruhla beden birdir, özellikle de aşkta. Bedenin seçtiğini ruh sever; bedenin sımsıkı sarıldığına ruh bağlanır; beden bedene, ruh ruha, Tanrı’nın işaretiyle bir araya gelirler…
… Çok bilenler bilginin kaymağını yerler; yasaları kavrarlar, düşüncenin yüceliğine akıl erdirirler – hayatın gerçeklerinin dehşeti yavaş yavaş belleklerinden silinir gider. Biz kötülüklere aşina olanlar ise galiba unutmuyoruz.
El Dorado ya da Eldorado (İspanyolcada Altın Kaplı Adam”) bugünkü Bogotá yakınlarında yaşamış bir Yerli kabilesinin efsanevi yöneticisidir. Şölenlerde çıplak bedenini altın tozuyla kapladığına; şölen bittikten sonra da tozu temizlemek için Guatavita Gölü’ne girdiğine inanılırdı. Kabile halkı da göle mücevher ve altın atardı. On altıncı yüzyılın ortalarına doğru Peru’dan gelen İspanyollarla Venezuela’dan gelen Almanlar, Altın Kaplı Adam ı aramak için Bogotá yaylaların da toplandılarsa da aradıklarını bulamadılar. Bu arayış Orinoco ve Amazon vadilerinin içlerine doğru sürdükçe, Manoa ve Omagua gibi efsanevi kentlerle birlikte El Dorado masalsı bir altın ülke anlamını kazandı. El Dorado adı, çabuk ve kolayca zengin olunabilecek yerleri belirtmekte kullanılır oldu. El Dorado öyküsü edebiyatta da sıkça kullanılmıştır. Milton’ın Yitik Cennet’i ve Voltaire’in Candide’i buna örnektir.
Ertesi gün onu görmeyince yüreğim sızladı, insanlar sabahı nasıl iple çeker ben de onu görmeyi öyle iple çeker oldum.
Daha önce de pek çok güzel görmüştüm, ama aklım başımdan gitmemişti ve yalnızca bana güzel gelen pek çok kadına kapılmıştım; ama arzuladığım ve hayal bile edemediğim ne varsa hepsi Olalla’da bütünleşmişti.
… Bütün ilişkimiz olan o biricik ve uzun bakışmada gözleri benim düşkünlüğümden aşağı kalmayan bir zayıflığı ele vermişti; ama yüreğimin derinliklerinde onu kuzeye bakan o soğuk odadaki kitapların okuru, o hüzünlü dizelerin yazarı olarak biliyordum; bu da bir yaban adamının bile elini kolunu bağlayacak bir bilgiydi.
Çok talihlisin, dedim, çünkü ben de dahil çoğumuz dibi boylamayı daha iyi beceriyoruz sanırım.
Senyor, dedi Felipe ciddi bir sesle, yerinizde olsam öyle demezdim. Tanrı’yı gücendirmeyin. İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
Boş odada dolaşırken, sonunda, pencerenin yanındaki masada kurşunkalemle yazılmış bazı kâğıtlar ilişti gözüme. Karşı koyamadığım bir merakla birini uzanıp aldım. Kâğıtta İspanyol dilinde kaba bir ölçüyle yazılmış, az çok şöyle çevirebileceğim dizeler okunuyordu:

Haz acı ve utançla yaklaştı,
Zambaklardan bir taçla geldi hüzün.
Haz güzelim güneşi gösteriyordu;
Sevgili İsa, bilsen, ne hoş parlıyordu!
Hüzün, o bitkin eliyle,
Sevgili İsa, seni işaret ediyordu!

Bir çocuğun anasından doğması, büyüyüp (nasıldır bilinmez) insan kılığına bürünmesi, kalıtım yoluyla bir görünüş edinmesi, başını atalarından biri gibi çevirmesi, elini bir başka atası gibi uzatması, yinelene yinelene bizim gözümüzde körelmiş mucizelerdir. Ama mucize, konağın duvarlarında resmedilmiş bütün o kuşakların bakışlarındaki olağandışı benzerlikte, ortak yüz çizgileri ve ortak duruşlarında ortaya çıkmış, gözlerimin önüne serilmişti. Tam o sırada karşıma çıkan çok eski bir aynanın önünde durdum ve kendi yüz çizgilerimi uzun uzun izlerken, hem soyumdan gelen izleri hem de beni aileme bağlayan bağları keşfettim.
Bugün hepimiz aklımızı kaçırdık sanırım, dedim zoraki gülerek.
Karayelden, diye yanıtladı kederli bir sesle. İlle de bir şey yapman gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılırsın, ama ne yapacağını bilemezsin.
ama arzuladığım ve hayal bile edemediğim ne varsa hepsi Olalla’da bütünleşmişti.
İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
Hepimiz bizim olmayan bir geçmişe katlanmak ve kefaretini ödemek zorundayız.
Parasıyla hava atan tiplere okur olmanızdan bahsedin ve son cümledeki gibi eli kolu bağlansın.

‘Yüreğimin derinliklerinde onu kuzeye bakan o soğuk odadaki kitapların okuru, o hüzünlü dizelerin yazarı olarak biliyordum; bu da bir yaban adamının bile elini kolunu bağlayacak bir bilgiydi. ‘

Ağaçların dinelişi ya da bir gölcüğün dinginliğini seyreylerken hayallere dalmaya nasıl bayılırız, işte öyle bir gönül şenliği veriyordu insana sanki.
İlle de bir şey yapman gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılırsın, ama ne yapacağını bilemezsin.
İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
İnsanlar çok konuşuyorlar, çok fazla konuşuyorlar.
Sözcüğün tam anlamıyla hiçliği yansıtan bir boşluk.
kimselerin sorgu sual etmeyeceği bir yere götür beni.
İlle de bir şey yapman gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılırsın, ama ne yapacağını bilemezsin.
İnsanın dibi boylamasının sonu yok.
Benim yerime karar veren kader oldu
kuş kadar beyinleri kalmamıştı.
Elimden giden kalbim değildi, mutluluğum değildi, hayatın ta kendisiydi.
İnsanlar çok konuşuyorlar, çok fazla konuşuyorlar. diye ekledi
Ne halleri varsa görsünler öyleyse, dedim ben de, hem acımdan öleceksin hem de kibrinden geçilmeyecek, hiç gelemem.
İnsanlar çok konuşuyorlar, çok fazla konuşuyorlar.
Birbirimize al beni diyen bakışlarla bakıyor,ama yine de direniyorduk..
Artık suskunluğun zincirlerini kırmalı, dili çözülmeli, hayvanların aşkı gibi yalnızca bakışlarda kalmamalıydı..
İnsanın dibi boylamasının sonu yok
Ya ben de senin kadar hain, acı çektirmekten zevk alan biri olsaydım..
Hem acından öleceksin hem de kibrinden geçilmeyecek..
Hepimiz bizim olmayan bir geçmişe katlanmak ve kefaretini ödemek zorundayız.
Seni unutmaktan daha değerli bir umudu, unutulmaktan daha büyük bir korkusu olmayan biri olarak düşün beni .
Kendi kendimizin efendisi olduğumuzu sanıyoruz , oysa bir hiçiz. Ruhtan söz ediyoruz , ama ruh soyda .
İlle de bir şey yapman gerekiyormuş gibi bir duyguya kapilirsin , ama ne yapacağını bilemezsin.
Bedenin seçtiğini ruh sever ; bedenin sımsıkı sarildigina ruh bağlanır ; beden bedene, ruh ruha, tanrının işaretiyle bir araya gelirler. Ruhla beden birdir, özellikle de aşkta .
Hepimiz bizim olmayan bir geçmişe katlanmak ve kefaretini ödemek zorundayız.
Tanrı bizi şeytana uymaktan korusun!
bizler Tanrı’nın kullarıyız ve O’nun yolları bizim yollarımıza benzemez
aklımın yettiği konularda seninle çok açık konuşabilirim; hiçbir şey bilmediğim konularda ise susmaktan başka bir şey yapamam.
Bazen hayat dersinin acımasızca verildiği,
ama o dersi cesaretle dinlemiş biri olarak; seni gerçekten sevmiş, ama kendinden ölesiye, aşkından bile nefret edecek kadar nefret eden biri olarak; seni kendinden uzaklaştıran, ama senden sonsuza kadar ayrılmamanın özlemini çeken biri olarak; seni unutmaktan daha değerli bir umudu, unutulmaktan daha büyük bir korkusu olmayan biri olarak düşün beni.
İnsana yol gösteren zekadan da, yürekteki insancıllıktan da artık eser kalmamıştı; döl sürüyor, ete sarıp sarmalanıyor, et de kemiği kaplıyordu, ama hayvanların eti ve kemiğiydi bunlar ve kuş kadar beyinleri kalmamıştı.
Ruhtan söz ediyoruz, ama ruh soyda.
Kendi kendimizin efendisi olduğumuzu sanıyoruz, oysa bir hiçiz.
Sevdiğin ben miyim dostum, yoksa beni ben yapan o soy mu?
ruhla beden birdir, özellikle de aşkta. Bedenin seçtiğini ruh sever; bedenin sımsıkı sarıldığına
ruh bağlanır; beden bedene, ruh ruha, Tanrı’nın işaretiyle bir araya gelirler
İyisi mi git artık, git
çok bilenler bilginin kaymağını yerler; yasalar
kavrarlar, düşüncenin yüceliğine akıl erdirirler – hayatın gerçeklerinin dehşeti yavaş yavaş belleklerinden silinir gider. Biz kötülüklere aşina olanlar ise galiba unutmuyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir