İçeriğe geç

Oğlak Dönencesi Kitap Alıntıları – Henry Miller

Henry Miller kitaplarından Oğlak Dönencesi kitap alıntıları sizlerle…

Oğlak Dönencesi Kitap Alıntıları

Uyu, yalvarırım çünkü biz uyanık olanlar dehşetin içinde yüzüyoruz
Yeniye fazlasıyla rağbet edilen bir dünyanın ortasında yaşarken eskilere bağlandım.


Düş görebilirsin, ama herkesle aynı düşü görmek koşuluyla..
Delilik dendiğinde mantığın yitimi kastedilir. Mantığın gerçeğin değil çünkü diğerleri sessiz kalırken gerçeği söyleyen deliler vardır.
Yıldızların solup gittiği yerde yüce egoizmin bilinci
dünyayı ışık hızıyla dolandım  ve her yerde aynı olduğunu keşfettim – açlık,  aşağılanma, cehalet, ahlâksızlık, açgözlülük,  sahtekârlık, gasp, işkence, despotluk, insanın insana zulmü, pranga, koşum, yular, kırbaç, mahmuz. Kalibre yükseldikçe insan  alçalıyordu.
Avrupa savaşlarla düzenli olarak  kan akıttı, oysa Amerika barışçı ve yamyam.
Almaya hiçbir zaman doyamayacağımız şey sevgidir. Asla yeteri kadar veremediğimiz şey de sevgidir.
İnsana zarar veremeyecek bir musibetti.
Çocukken sevecen davranırdı bana Doktor Rausch, fakat bel soğukluğu şikayetiyle muayenehanesine gittiğim günden sonra benden umudunu kesmişti.
Sürekli olarak yalan vaatlerle kandırılırdım.
Hızla geriye bakıyor ve ailesinin bağrında sessizce yok olmaya terk edilmiş başka bir adam görüyorum-babam.
Fakat geceydi ve gece her zaman gündüzden daha insanlıdır.
Geri dönmek ilerlemek kadar zor. Sürekli olarak biri sırtıma silah dayamış gibi geliyor bana. İlerle, bütün duyduğum bu sanki.
Müzik olmasaydı akıl hastanesini boylamıştım..
Hamilton beni derinden değiştirdi; nadir bir kitabın, nadir bir kişiliğin, nadir bir deneyimin insanı değiştirebileceği biçimde.
Bir kadının peşinde koştuğunda kedi gibi ürkek ve hırçın olurdu, onu bir an önce elde etmek isterdi. Elde ettiği anda da kadından nasıl kurtulacağına takardı kafayı. Hepsinde iştahını kaçıracak bir kusur bulurdu, önemsiz bir şey genellikle.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kalabalığın içine karış ve sürüklen. Herkes yapıyordu bunu, kimi mantıklı bir nedenle, kimi nedensiz. Bütün bu itiş kakış eylemi simgeliyordu, başarıyı ve ilerlemeyi.
Benimle gel öyleyse. Sana tanıştırmak istediğim bir hatun var Paula, birkaç gece önce Roseland’den kaldırdım. Çatlak değil-nemfoman sadece.
Başıma gelen iyi şeyler şans olarak nitelendirilir, kötü şeyler ise her zaman yetersizliğimin bir sonucu olarak görülürdü.
Tanrı’ya gerçekten ihtiyacım var fakat Tanrı’nın da bana ihtiyacı var.
Delilik dendiğinde mantığın yitimi kastedilir. Mantığın, gerçeğin değil çünkü diğerleri sessiz kalırken gerçeği söyleyen deliler vardır.
Bana gerçekle yüz yüze geldiğinde dünyanın korkunç yetersizliğini, kan bağının ve manen kof olan sevginin aptallığını hissettirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Varabildiğim tek sonuç, ben farklıydım.
Zira  tek bir büyük macera var, o da insanın iç yolculuğu ve o söz konusu olduğunda zamanın, mekânın, hatta icraatların önemi yoktur.
Dünya dönmeye devam ediyor, yıldızlar dönmeye devam ediyor, fakat insan: dünyayı oluşturan nüfusun çoğu tek ve benzersiz olanın imgesine kapılmış gidiyor.
Gördüklerimi ve duyduklarımı derinlemesine düşünebilmek için bin yıl yalnız kalmak istiyordum ve unutmak için.
Yeryüzü yarılıp tek bir esnemeyle her şeyi yutsun istiyordum.
Bir deniz fenerinin içinde oturan adam gibiydim. Altımda vahşi dalgalar, kayalar, karaya vurmuş filoların kalıntıları. Tehlike işareti verebilirdim, fakat felaketin önüne geçecek güçten yoksundum. Tehlikeyi ve felaketi içime çekiyordum.
Geçmişim yoktu, muhtemelen geleceğim de olmayacaktı; bana düşen yaranın oluşturduğu boşlukta diri diri gömülmüştüm. Yaranın kendisiydim ben.
En büyük mutluluğum, ki hayli nadirdi, geceleri tek başıma sokaklarda gezinmekti Geceleri ortalıkta kimsecikler yokken sokaklarda gezinip beni kuşatan sessizliğe dair düşünmek.
Hep geriden geliyorsun, öküz kuyruğu gibi! Böyle vasıflandırırdı beni.
Bir yamyam, uygar toplumun sınırlarından ne kadar uzaksa ben de onların dünyasından o kadar uzaktım.
Dante’den ne daha iyi ne de daha kötü, fakat sonsuz farklılıkta; biri hiçbir şeyin anlamını tam bilmiyor, diğeri her şeyin anlamını fazlasıyla bilmekte; dolayısıyla ikisi de başlangıçlarda ve sonlarda yitik bir vaziyette
Bir kez daha düşler ülkesindeydim ve üzerimdeki gergin ipte bir ip cambazı yürüyordu; onun da üzerinde bir adam, bir uçağın içine kurulmuş gökyüzüne sigara dumanıyla harfler çiziyordu.
Ölüm, tek çözüm ölüm, ama henüz ölme, bir gün daha bekle, şansın döner belki.
Herkes birbirine yapışmış, solucanlar, karıncalar; ölü bir ağacın içinden sürünerek çıkıyorlar ve düşünceleri de onlar gibi sürülmekte.
Ekmek parası ve kira, uğruna savaşılacak tek şey buydu.
Bunu söylemem tuhaf ama hiçbir zaman kendim olamadım.
Çoşku nöbetlerimden birinde, bir tramvay yolculuğunda Hymie’ye bütün bir kitabı sular seller gibi anlatabilirdim: beni sadece iyi bir personel şefi olarak gören Hymie’ye.
Belleğim böyle binlerce ayrıntıyla dolu. Taştan değil de insan etinden yapılma bir Hindu tapınağının baş döndürücü, muazzam cephesi gibi tamamen iç içe geçip üst üste binmiş binlerce yüz, jest ,hikâye itiraf; salt gerçeklikle inşa edilmiş, fakat gerçekliğin kendisini değil , sadece insanın gizemini barındırıyor; devasa bir hayal mabedi.
İki kötü alışkanlığı vardı alkol ve başarma arzusu.
O zamanlar olguların dışında herhangi bir şey düşünmeye cesaret edemiyordum. Olguların altında yatana bakabilmek için sanatçı olmam gerekirdi ve insan bir gecede sanatçı olmuyordu.
Belki de insan sırf kimse ona inanmadığı için yazıyordu.
Bugüne dek yazılmış en köyü kitaptı muhtemelen yazdığım. Fazla kalın ve baştan sona kusurlu bir iş. Ancak ilk kitabımdı ve ona âşık olmuştum.
Ve aslında Bana gel, demek istemiştim. Bana gel çünkü artık sensiz yaşayamıyorum!
Dünya duyarlı, devasa bir varlık, insanla dolup taşan bir gezegen; kendini kem küm ederek, kekeleyerek ifade eden, yaşayan bir gezegen; beyaz ırka ya da siyah ırka ya da sarı ırka ya da yitik mavı ırka değil İNSANA ait ve Tanrı katında bütün insanlar eşittir, her birine de bir fırsat tanınacaktır, şimdi değilse bir milyon yıl sonra.
Bizde patolojik vakadan bol bir şey yoktu.
Anlatmanın bu kadar zor olmasının nedeni çok fazla şey hatırlamam. Her şeyi hatırlıyorum, fakat anımsadıklarım karnından konuşan birinin kucağındaki kuklanınki gibi.
Her şey o kadar çabuk gerçekleşti ki vicdan azabı duyacak zamanım olmadı.
Oldukça zekiydim fakat güven telkin etmiyordum. Gittiğim her yerde ihtilaf çıkarıyordum. İdealist olduğumdan değil, her şeye sinmiş anlamsızlığı ve aptallığı aydınlatan bir fener olduğum içim.
Genellikle mutluydum güler, iyi vakit geçirirdim. İyi vakit geçirirdim çünkü daha önce de söylediğim gibi hiçbir şeyi siklemezdim. Benim hayatımda bir şeyler ters gidiyorsa her yerde ters gidiyordu, bundan emindim. Ve birtakım şeyler, genellikle, çok fazla umursadığın zaman ters giderdi.
Ben asla yalnız olamadım, özellikle de tek başımayken. Hep bana eşlik eden biri vardı sanki yanımda.
Uyanıkken düş kurmayı öğrenmemiştim henüz.
Ona rastladığımda hayatı yakaladığımı ısırabileceğim bir şeyi elimde tuttuğumu sandım. Oysa hayatı bütünüyle elimden kaçırdım. Bağlanabileceğim bir şeye uzandım ve hiçbir şey bulamadım.
Hayatımı gözden geçirirken yaptığım şeyleri kendi irademle değil de başkalarının baskısıyla yapmışım gibi geliyor bana.
Şimdiki zaman bir köprüden ibaretti ve onlar hâlâ köprünün üstünde sızlanıp durumaktalar, bütün dünyanın sızlanıp durduğu gibi ve tek bir budala bile çıkıp köprüyü havaya uçurmayı düşünmüyor.
Talep etmediğim bir yaşamı sürdürmekle hiçbir şeyin kanıtlanmayacağını, doğrulanmayacağını, ya da eksilmeyeceğini hissediyordum. Etrafımdaki herkes ya başarısızdı ya da gülünç.
Her şeyde hemen karşıtını görüyordum, çelişkiyi; gerçekle gerçekdışının arasında da ironiyi, paradoksu. Kendi kendimin baş düşmanıydım.
Miller, etkilendiği tüm yazarlarla bağını kopartarak özgün sesini bulduğunu ve bir tür umutsuzluk yüzünden yazar olduğunu söyler.
İnsan olmanın ne anlama geldiğini biliyorum. Zayıflığını ve gücünü biliyorum. Bu bilgi yüzünden hem acı çekiyor hem de mest oluyorum. Elime Tanrı olma fırsatı geçse reddederim. Yıldız olma fırsatı geçse reddederim. Hayatın sunduğu en büyük fırsat insan olmaktır. Bütün evreni kucaklar. Ölüm bilgisini kapsar, ki tanrının bile keyfini süremediği bir şeydir bu.
Bu kitap dostum oldu çünkü bana arkadaşa ihtiyacım olmadığını öğretti. Bana tek başıma durma cesareti verdi, yalnızlığın kıymetini bilmemi sağladı.
Eylemlerin düşüncelerinin hasatıdır.
Bir şeyi yanlış ya da doğru kılan düşüncedir.
Sakin insanların sonu böyle olur zaten. Bir gün cinnet getirirler.
Dünyada herkes bırakmanı öğütlese, kimse sana inanmasa bile yapmalısın, yapmalısın, yapmalısın.
İnsanlar boşluğu hiçlik sanıyorlar, oysa öyle değildir. Boşluk uyumsuz bir doluluktur, ruhun keşfe çıktığı kalabalık bir hayaletler dünyası.
Ve birtakım şeyler, genellikle, çok fazla umursadığın zaman ters giderdi.
Hayatımı gözden geçirirken yaptığım şeyleri kendi irademle değil de başkalarının baskısıyla yapmışım gibi geliyor bana.
Kimseye ihtiyaç duymazdım çünkü özgür olmak, dilediğimi yapmak ve sadece içimden geldiğinde kendimden bir şeyler ortaya koymak isterdim.
Bana nasıl gülümsediğini anımsıyorum
–bilgiç, gizemli, serseri bir gülüş.
Birden patlayan bora gibi beklenmedik bir gülüş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir