İçeriğe geç

Ödüllerim Kitap Alıntıları – Thomas Bernhard

Thomas Bernhard kitaplarından Ödüllerim kitap alıntıları sizlerle…

Ödüllerim Kitap Alıntıları

Biz 1hakka hakkımız olduğunu söylüyoruz, ama
~~~bizim 1tek haksızlığa hakkımız var~~~
düşünüyoruz, ama susuyoruz: düşünen, fesheder, yürürlükten kaldırır, felakete uğratır, yıkar, parçalara ayırır, çünkü düşünce mantıksal olarak bütün kavramların tutarlı biçimde çözülüşüdür
Düşündüklerimiz enine boyuna düşünülmüş, hissettiklerimiz karmakarışık, ne olduğumuz belirsiz. Utanmamıza gerek yok, ama biz de 1hiçiz ve karmaşa dışında 1şeyi hak etmiyoruz
İnsan yaşayıp gidiyor, etkilenerek, etkilenmeden, sahneden geçip gidiyor, sahne donatımlı devlette daha iyi ya da daha kötü eğitimle her şeyin yeri değişebilir: yanılgı! Kavrıyor insan: hiç1şeyden haberi olmayan 1halk, güzel 1ülke – ölü ya da vicdanlı vicdansız babalar, bayağılık ve alçaklık içindeki insanlar, gereksinimlerinin yoksulluğu içinde Her şey son derece yüksek felsefi ve çekilmez 1geçmiş.
Bütünüyle yeni sistemlerimiz var, yepyeni 1bakış açımız var dünyaya karşı ve yepyeni, gerçekten dünyayı saran en mükemmel bakış açısına sahibiz ve yepyeni 1ahlak anlayışımız ve yepyeni bilimlerimiz ve sanatımız var.
Başımız dönüyor ve üşüyoruz
Masalsız yaşamak daha zordur, bu yüzden yirminci yüzyılda yaşamak zor;
yalnızca var oluyoruz;
yaşamıyoruz, kimse yaşamıyor artık;
ama yirminci yüzyılda var olmak güzel;
ilerlemek: nereye ilerlemek???
Kendim de masal değilim, hiç1masal dünyasından değilim; uzun 1savaş içinde yaşamak zorunda kaldım ve yüz binlerce ölen insan gördüm ve onların üzerinden geçip giden diğerlerini, ileriye, her şey ileriye yürüdü, gerçekte her şey değişti, hakikatte her şeye başkaldırıldığı ve her şeyin değiştiği elli yılda, ki bu süreçte binlerce yıllık masal gerçek ve hakiki oldu, giderek nasıl da üşüdüğümü hissediyorum
Gerçek, tıpkı hakikat gibi, masal değildir, ve hakikat hiç1zaman masal olmamıştır
Kiler Reichenhaller caddesindeki değişimi anlatır, 1sabah benim liseye gitmek yerine işçi bulma kurumuna, kendime çıraklık işi bulmak için gidişim ve sonrasında yaşananlar
Ödülleri verenleri küçük görüyordum, ama ödülleri kararlılıkla geri çevirmiyordum.
Her şey iğrençti, ama kendimi de iğrenç olarak görüyordum. Törenlerden nefret ediyor, ama törenlere katılıyordum, ödül verenlerden nefret ediyor, ama paraları alıyordum
Hiç işe yaramaz 1hükümetimiz var, iktidarda kalmak için her türlü dalavereyi çevirmekte kendinde hak görüyor
Bu talihsiz insanlar hiç1zaman talihsizliklerinden kurtulamaz dedim kendi kendime ve bununla kendimi kastediyordum.
Haksızlıktı bu ama anlaşılırdı
Görüntüm gerçekten de bu fotoğraftaki gibiyse diye düşündüm, o zaman bir yaylada kendi köşeme çekilip ömür boyu dış dünyaya çıkmamam daha iyi olur diye düşündüm.
Övülecek bir şey yok, lanetlenecek bir şey yok, yakınılacak bir şey yok, ama birçok şey gülünç, ölüm düşünülecek olursa her şey gülünç.
Tokadı hak etmişti, ama çılgınca alkışlandı.
Evet, dedim ona, konuştuğum gibi düşünüyorum, ama ödülü gene de alacağım. Ben parayı alacağım, çünkü her yıl milyonları değil milyarları anlamsızca camdan fırlatıp atan devletten paranın alınması gerekir, vatandaşın buna hakkı vardır, ben de deli değilim.
Küçük devlet ödülü, diyordum, otuzundan sonra verildiğinde hainliktir ve ben de şimdi nerdeyse kırkıma geldiğime göre, daha büyük bir hainliktir. Ama bu akıl almaz hainlikle başa çıkacağıma yemin ettiğimi söylüyordum ve bu akıl almaz hainliği reddetmeyi düşünmediğimi. Yirmi beş bin şilini reddetmeye niyetim yok diyordum, para düşkünüyüm, karaktersizim, ben de bir domuzum.
Zaten aptal biriyim, dedim kendi kendime, apaçık gerçek bu.
Oldum olası kendime ait bir evim olması isteğini taşımıştım ve doğru dürüst bir ev olmasa da çevremde, içinde istediğimi yapabileceğim, içine kendimi hapsedeceğim duvarlarım olsundu.
Birden yıkılmış ve korkunç bir umutsuzluk çukuruna düşmüştüm. Edebiyatın umudum olduğu yanılgısında boğulmak zorunda kaldığıma inanıyordum. Bundan böyle edebiyat hakkında hiçbir şey duymak istemiyordum. Beni mutlu etmemişti, tam tersine boğucu ve leş gibi kokan bir çukura atmıştı, artık buradan çıkış olmadığını düşünüyordum. Edebiyata lanet okudum, aynı zamanda kendi iffetsizliğime ve inşaat alanlarına gittim, kamyon şoförlüğü işine girdim.
Bir ölüm koğuşuna sırf kabul edilmek için on beş bin şilin bulmak zorunda kalmak acı, ama durum böyleydi, koşullar buydu.
düşünüyoruz, ama susuyoruz: düşünen, fesheder, yürürlükten kaldırır, felakete uğratır, yıkar, parçalara ayırır, çünkü düşünce mantıksal olarak bütün kavramların tutarlı biçimde çözülüşüdür
Bir travma halkıyız, korkuyoruz, korkmaya hakkımız var, geride, belirsiz olsa da korku devlerini artık görmekteyiz.
Yaşam filozofların sırtlarını dayadıkları ve sonunda her şeyin delirmek zorunda kaldığı bir umutsuzluk.
Devlet sürekli başarısızlığa, böylesi bir halksa sürekli alçaklığa ve bunaklığa mahkûm.
Kavrıyor insan: hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk, güzel bir ülke – ölü ya da vicdanlı vicdansız babalar, bayağılık ve alçaklık içindeki insanlar, gereksinimlerinin yoksulluğu içinde
Hiç işe yaramaz bir hükümetimiz var, iktidarda kalmak için her türlü dalavereyi çevirmekte kendinde hak görüyor,
Devlet sürekli başarısızlığa, böylesi bir halksa sürekli alçaklığa ve bunaklığa mahkûm.
Masalsız yaşamak daha zordur, bu yüzden yirminci yüzyılda yaşamak zor; yalnızca var oluyoruz, yaşamıyoruz, kimse yaşamıyor artık; ama yirminci yüzyılda var olmak güzel; ilerlemek: nereye ilerlemek? Ben biliyorum ki hiçbir masaldan doğmadım ve hiçbir masala dahil olmayacağım, bu bile bir ilerleme ve bu bile öncesiyle bugün arasındaki fark.
bir şey anlatmak istemiyorum, şarkı söylemek istemiyorum, öğüt vermek istemiyorum; ama şurası kesin ki masalların dönemi geçti, kentlerin ve devletlerin masalları ve bütün bilimsel masalların; felsefi olanlar da geçti; artık düşünce dünyası kalmadı
Gerçek tıpkı hakikat gibi, masal değildir ve hakikat hiçbir zaman masal olmamıştır.
Dinleyiciler tam benim konuşmamı dinlemeye hazırlanmışlardı ki konuşmam bitti.
Oldum olası kendime ait bir evim olması isteğini taşımıştım ve doğru dürüst bir evim olmasa da çevremde, içinde istediğimi yapabileceğim, içine kendimi hapsedeceğim duvarlarım olsundu.
bir mülkü düşünürken bir ev gelmiyordu aklıma, duvarları düşünüyordum, hem de içine kendimi hapsedebileceğim duvarları.
Düşünüyoruz, ama susuyoruz: düşünen, fesheder, yürürlükten kaldırır, felakete uğratır, yıkar, parçalara ayırır, çünkü düşünce mantıksal olarak bütün kavramların tutarlı biçimde çözülüşüdür
Bizler bütün tarihin en korkunç topraklarında yaşıyoruz. Dehşet içindeyiz..

Hepimiz son yarım yüzyılda tek bir acı dışında bir şey olamadık; bu acı bugün biziz, bu acı şimdi bizim ruhsal durumumuz..

“Yalnızca var oluyoruz; yaşamıyoruz,
kimse yaşamıyor artık..”
“Gerçek, tıpkı hakikat gibi, masal değildir,
ve hakikat hiçbir zaman masal olmamıştır..”
“Zaman insafsız..
“Devlet çalışan vatandaşlarını onurlandırmalara boğuyor ama temelde onları sapıklık ve hainlikle boğuyor..
Hiçbir işe yaramaz hükümetimiz var,
iktidarda kalmak için her türlü dalavereyi çevirmeyi kendilerinde hak görüyorlar..
Devlet sürekli başarısızlığa, böylesi bir halksa sürekli alçaklığa ve bunaklığa mahkum.
Soğukla birlikte berraklık artar.
Burada kayıtsızlık ve ahmaklık günlük dışkılamaya dönüşmüş. Devlet sürekli başarısızlık içinde, halksa alçaklığa ve bunaklığa mahkum. Artık hiçbir şey anlamıyoruz! Bir travma halkıyız biz; korkuyoruz, korku devlerini görüyoruz.
Bizler tarihin en korkunç zamanında yaşıyoruz, dehşet içindeyiz. Bizler acı dışında hiçbir şey olamadık. Acı Bu acı bugün biziz, bu acı bizim ruhumuz.
Budalalık içinde sahtelikler sunduğunu anlamamışlardı yine. Kafasız sekreterinin yazdıklarını o monoton sesiyle okuyor, birbiri ardına yanlışlık ve alçaklık yapıyordu.
Tüm bu sapıklıktan korkuyordum ve bu kanunsuzluktan ve haksızlıklardan ve bu rezaletten korkuyordum
Hiçbir işe yaramaz hükümetimiz var, iktidarda kalmak için her türlü dalavereyi çevirmeyi kendilerinde hak görüyorlar.
Düşündüklerimiz, yeniden düşünülmüş olanlar, hissettiklerimiz birer kaos, varlığımız bulanık. Utanmamıza gerek yok, ama bizler de birer hiçiz ve kaostan başka bir şeyi hak etmiyoruz.
düşünüyoruz, ama susuyoruz: düşünen, fesheder, yürürlükten kaldırır, felakete uğratır, yıkar, parçalara ayırır, çünkü düşünce mantıksal olarak bütün kavramların tutarlı biçimde çözülüşüdür
hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk, güzel bir ülke – ölü ya da vicdanlı vicdansız babalar, bayağılık ve alçaklık içindeki insanlar, gereksinimlerinin yoksulluğu içinde
hepimiz son yarım yüzyılda tek bir acı dışında bir şey olamadık; bu acı bugün biziz,
Masalsız yaşamak daha zordur, bu yüzden yirminci yüzyılda yaşamak zor; yalnızca var oluyoruz; yaşamıyoruz, kimse yaşamıyor artık
Zaman insafsız.
Hiç işe yaramaz bir hükümetimiz var, iktidarda kalmak için her türlü dalavereyi çevirmekte kendinde hak görüyor, devletimiz telef olsa da, bu devletten tabii ki yirmi beş bini alırım. Alçaklık ya da değil, karaktersizlik ya da değil dedim.
Ödülleri verenleri küçük görüyordum, ama ödülleri kararlılıkla geri çevirmiyordum. Her şey iğrençti, ama kendimi de iğrenç olarak görüyordum. Törenlerden nefret ediyor, ama törenlere katılıyordum, ödül verenlerden nefret ediyor, ama paraları alıyordum.
Kısa süre içinde öleceğini bildiğiniz biriyle sohbet etmek kolay değil.
Devlet sürekli başarısızlığa, böylesi bir halksa sürekli alçaklığa ve bunaklığa mahkûm. Yaşam filozofların sırtlarını dayadıkları ve sonunda her şeyin delirmek zorunda kaldığı bir umutsuzluk.
bir şey anlatmak istemiyorum; şarkı söylemek istemiyorum; öğüt vermek istemiyorum; ama şurası kesin ki masalların dönemi geçti, kentlerin ve devletlerin masalları ve bütün bilimsel masalların; felsefi olanlar da geçti; artık düşünce dünyası kalmadı, evrenin kendisi de artık masal değil; Avrupa, en güzel olan öldü; gerçek ve hakikat bu. Gerçek, tıpkı hakikat gibi, masal değildir, ve hakikat hiçbir zaman masal olmamıştır.
Görünmez kemerler tarafından koltuğuma bağlanmıştım, hareketsizliğe mahkûm edilmiştim. Ceza bu diye düşündüm, şimdi bedelini ödüyorsun. Şimdi kendini, bu salonda oturan ve adına bakan denilen yüce kişiyi ikiyüzlülükle dinleyenlerle aynı kefeye koydun. Artık onlara aitsin, şimdi, seni hep çıldırtmış olan ve ömür boyu hiçbir ilişkin olmasını istemediklerinle aynı kefeye girdin. Koyu renk giysinle orada oturuyor ve darbe üstüne darbeye, rezalet üstüne rezalete maruz kalıyorsun. Ve kıpırdamıyorsun, yerinden fırlayıp bakana bir tokat atmıyorsun. Sakinleşmek için kendi kendime telkinde bulundum, durmaksızın kendi kendime sakin, sakin, sakin ol dedim, bakan kendini beğenmiş rezaletini bitirinceye kadar bunu yineledim. Tokadı hak etmişti, ama çılgınca alkışlandı. Burada da işte koyunlar kendilerine yem veren tanrılarını alkışlamaktaydılar, alkış kıyametinin ortasında bakan gene oturdu ve şimdi kalkıp kürsüye gitme sırası bendeydi. Hâlâ sinirden titriyordum.
Ama kendime hâkimdim.
Masalsız yaşamak daha zordur, bu yüzden yirminci yüzyılda yaşamak zor; yalnızca var oluyoruz; yaşamıyoruz, kimse yaşamıyor artık; ama yirminci yüzyılda var olmak güzel; ilerlemek: nereye ilerlemek? Ben biliyorum ki hiçbir masaldan doğmadım ve hiçbir masala dahil olmayacağım, bu bile bir ilerleme ve bu bile öncesiyle bugün arasındaki fark.
Ama bana ödül verilen bütün o yıllar içinde hayır demek için çok zayıftım. İşte bu konuda karakterimin büyük bir çatlağı olduğunu düşündüm hep. Ödülleri verenleri küçük görüyordum, ama ödülleri kararlılıkla geri çevirmiyordum. Her şey iğrençti, ama kendimi de iğrenç olarak görüyordum. Törenlerden nefret ediyor, ama törenlere katılıyordum, ödül verenlerden nefret ediyor, ama paraları alıyordum. Bugün artık bunu yapabilmem olanaksız. Kırk yaşıma kadar, iyi, peki sonra? Theodor-Csokor-Ödülü’nün on sekiz bin şilin tutarındaki para karşılığını almayıp bunu Stein’daki tutukluların ıslah edilmesi için bağışlamam da bir yol değildi. Bu tür bir toplumsal bakış açısıyla bağıntılı olan eylemler de sonuçta kibirlilikten, kendini beğenmişlikten ve sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Bu soru artık karşıma çıkmıyor, tek yanıt artık onurlandırılmayı reddetmektir.
Sanayi Birliği’nin yirmi beş binini devlet ödülünün yirmi beş binine kattığımda, ki her ikisi de böylesi bir amaç için utanmazca düşük yekûnlardı, diye düşündüm, gene de elli bin ederdi ve ben de gerçekten bu parayla bir şeyler yapabilirdim, devlet de Sanayi Birliği gibi utanmalı, çünkü onlar orta dereceli bir yerel yöneticinin kötü seviyeli aylığını veriyorlardı edebiyat ödüllerine. Devlet berbat bir maaş tutarında ödül veriyordu, Sanayi Birliği de aynı şeyi yapıyordu ve ikisi de bu olayın ne kadar haince ve sapıkça olduğunun hiç de farkına varmayan kamuoyunda öne çıkıyor. Gerçekten de milyonlar, hatta milyarlar ağırlığındaki Sanayi Birliği yirmi beş bin şilinlik cimrice ödül tutarıyla olağanüstü bir sanat ve kültür destekçisi seviyesine yükseltiliyor ve bu iş için bir de bütün gazetelerde, alçaklıkları yüzünden acımasızca teşhir edileceklerine, övülüyorlar. Ama teşhir etmek istemiyordum, yalnızca haber vermek istiyordum. Devlet ödülünden bir hafta sonra Wildgans-Ödülü verilecekti. Davetiye öyleydi.
Anlattığım gibi devlet ödül töreni berbattı, bakan kendi bakanlığının tören salonunun kapısını çarpıp dışarı fırladığında, Schwarzenbergplatz’taki Sanayi Birliği planlanmış olan Wildgans ödül törenindeki onur konuğunu birdenbire kaybetmişti, çünkü bakan Sanayi Birliği’ne şeref konuğu olduğu törende, merkezinde Bay Bernhard diye birinin olduğu yerde şeref konuğu olmak istemediğini bildirmişti ve Sanayi Birliği de bunu anlayışla karşılamıştı.
Sanayi Birliği baş aktörüne yani bakana artık sahip olamadığı için, yazar Bernhard’ı da artık istemiyordu, çünkü ne de olsa onunla ikiyüzlü biçimde ulusalcılığı destekleyen bir tavırla öne çıkmak istemişti. Sanayi Birliği ne yaptı peki? Ödül töreninden bütünüyle vazgeçti ve Kohlmarkt’taki Huber Lerner firmasına bastırılan, iki hafta önce gönderilen davetiye kartlarının aynısını bastırarak gönderdi, bu seferkiler davetiye değil davet etmemeydi.
Her zamanki gibi dünyanın berbat durumuna mı değinsem diye düşündüm. Yoksa azgelişmiş ülkelere mi? Yoksa ihmal edilen sağlık sigortasına mı? Yoksa okul çocuklarımızın kötü olan diş sağlığı sorununa mı? Yoksa devletin kendisine ya da sanatın kendisine ya da kültürün kendisine mi değinsem?
Yoksa kendim hakkında mı bir şeyler söylesem? Hepsini de itici ve iğrenç buldum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir