İçeriğe geç

Ödlekler Cesurdur Kitap Alıntıları – William Saroyan

William Saroyan kitaplarından Ödlekler Cesurdur kitap alıntıları sizlerle…

Ödlekler Cesurdur Kitap Alıntıları

Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları yoktur.
Farklı olmak, insan olmanın getirdiği cazibeden başka bir şey değildir. Bir halkı insanlaştıran, gelişmesini, sürekliliğini sağlayan şey de nihayetinde içinde barındırdığı o kendine has özelliktir.
Ama neye inanırsa inansın, isterse hiçbir şeye inanmasın, kimseye karşı bir önyargım veya kötü niyetim yok. Yeter ki adam olsun.
“Sağır numarası yap,” diye tekrarlamış yaşlı adam, “Tek kaçış yolu budur.”
“Nereden?”
“Bütün bir günah yığınından…”
Ne olmuşsa olmuştu, bu, onlarla Tanrı arasında bir meseleydi, onlarla hükümetin arasında değil. Zaten hiç şüphesiz, hükümetin Tanrı’yla halletmesi gereken çok daha fazla meselesi vardı.
Ödlekler iyidirler, ilginçtirler, kibardırlar, bir kuleden insanların üzerine ateş etmeyi asla düşünmezler. Yaşamayı arzularlar, böylece de çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşayabilirler. Ödlekler cesurdur.
İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu bulan pek azdı.
Ödlekler iyidirler, ilginçtirler, kibardırlar; bir kuleden insanların üzerine ateş etmeyi asla düşünmezler. Yaşamayı arzularlar, böylece de çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşayabilirler. Ödlekler cesurdur.
Büyükannemin fikrince, Allah’ın eli üstünde olsun, erkek de­diğinin elinden iş gelmeliydi. Bir vakit sofrada bana şunları söy­lemişti: İnsanların kullanabileceği, işe yarar bir şeyler yapmayı öğrenmen lazım, kilden olsun, tahtadan olsun, metalden ya da kumaştan fark etmez. Genç bir adamın şerefli bir zanaat sahibi ol­maması hoş bir şey değil. Senin yapabildiğin herhangi bir şey var mı ? En basitinden bir masa yapabilir misin, bir iskemle, bir tabak, bir kilim ya da kahve kutusu? Söyle bakalım, elinden ne iş gelir senin? Ve bana öfkeli bir bakış fırlattı.
Biliyorum. diye devam etti, Senin için ‘yazar’ diyorlar, herhalde öylesindir, durmadan sigara içmene bakılırsa meşguliyetine şüphe yok, bütün evin içi dumanla doluyor; ama yine de elle tutulur bir şeyler yapmasını öğrenmelisin, kullanılabilir, görebileceğimiz, dokunabileceğimiz şeyler.
En iyi insanlar ödleklerdir. En ilginç, en kibar, en has ve suç iş­leme ihtimali en az olanlar gene onlardır.
Farklı olmak, insan olmanın getirdiği cazibeden başka bir şey değildir.
Zavallılar. derdi, Zavallı yetimler . . . Ya da kelimesi ke­limesine söylersek; zavallı, bağrı yanık yetimler.
Zavallı ve bağrı yanık . . . Bu sözleri sadece İngilizce bilen bi­rinin anlaması çok zor, zaten tercüme etmek de imkânsız. Yalnız şunu bilin ki hayatta zavallı ve bağrı yanık olmaktan daha acıklı bir şey yoktur.
İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu bulan pek azdı.
Her şeyden önce neden silahları icat ettiler acaba? Birbirlerini nasıl öldüreceklerini öğretmekten başka silahların dünya insanlarına ne faydası vardı ki?
Eğer az buçuk kafadan çatlak değilseniz hissiyatınıza fazla güvenmeyin.
Ama güzellik, gerçek güzellik içten gelmeli, kalpten, akıldan, ruhtan.
Kavga etmeyi bırakın. Hepimiz aynı yanan evin içindeyiz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bakışlarıyla ‘ben senin kardeşinim’ diyenlere karşı dikkatli olun. Bir yerlerinde mutlaka bir hançer gizlidir.
Ölüm içimizden birini yakalamadığı, biz de onu gömüp orada yattığını bilmediğimiz sürece nasıl herhangi bir yere ait olabilirdik ki?
İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu bulan pek azdı.
İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu bulan pek azdı.
Zavallı yavrucak daha doğru dürüst gülmesini bile bilmiyor. Sen de çıkmışsın, bütün bir öğleden sonrayı onun ne kadar akıllı, ne kadar parlak bir öğrenci olduğunu anlatmak için harcıyorsun. Hadi git işine be kadın!
“Bakışlarıyla ‘ben senin kardeşinim’ diyenlere karşı dikkatli olun. Bir yerlerinde mutlaka bir hançer gizlidir.”
Bizim ihtiyar derdi ki, “Kıçını yırtarcasına bağıran gözlüklü ufak tefek bir adam gördüğünüz zaman bilin ki ya bir eşektir ya da bir yalancı.”
Ödlekler terbiyeli insanlardır ve bir o kadar da düşünceli.
Bu dünyada adalet nerdeee!
“Sağır numarası yap” diye tekrarlamış yaşlı adam. “Tek kaçış yolu budur.”
“Nereden?”
“Bütün bir günah yığınından.”
Burun deliklerimde hüznün ve yalnızlığın kokusu vardı.
Biz daima sözsüz konuşuruz.
Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları yoktur.
Farklı olmak, insan olmanın getirdiği cazibeden başka bir şey değildir.
Dayım dostlarını da, düşmanlarını da tavla oynarken kazanırdı. Bu tür oyunlar stres altındaki birinin davranışlarını gözlemek için iyi bir fırsattır.
“O zaman sen de ona manevi şeylere değer vermeyi öğret.
“Deniyorum. İki hafta evvel imzalayarak ona ithaf ettiğim bir Kreutzer Sonat hediye ettim Araksi’ye.”
Okudu mu peki?
“Dediğine bakılırsa okumuş, ama öyle görünüyor ki kitap onun üstünde hiçbir etki bırakmamış.
Belki onun hoşlandığı türde bir kitap değildir.
“Benden kendisine bir kol saati almamı istedi, düpedüz bunu benden istedi.”
Hangi katilden olacak,tabi ki yalnızlıktan oğlum.Görünmeyen bir katilin verimsiz rahatlığında yaşamaktansa bütün bir ömür boyunca gözün gördüğü biriyle ,karıyla,çocuklarla didişip durmak daha iyidir.
Neye inanırsa inansın, isterse hiçbir şeye inanmasın, kimseye karşı bir önyargım veya kötü niyetim yok. Yeter ki adam olsun.
İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu bulan pek azdı.
Vatanın, kan dökmenin kutsandığı değil, birlikte yaşanan, insanların düşlerini paylaştığı, birleştirdiği bir dünya; korkunun değil, insana saygının egemen olduğu bir yer olduğunu kavrayabilmek sonuçta bir olgunlaşma sorunu.
Delirmek bizim ailenin özelliklerinden biriydi.
“Her şeyden önce neden silahları icat ettiler acaba? Birbirlerini nasıl öldüreceklerini öğretmekten başka silahların dünya insanlarına ne faydası vardı ki? İlk önce vahşi hayvanlardan tedirgin oldular, sonra kızılderililerden, sonra da birbirlerinden korkmaya başladılar, Fransa Almanya’dan, Almanya Fransa’dan, İngiltere’den ve Rusya’dan, Rusya Japonya’dan ve Japonya Çin’den.”
“.. güzel şehir, Dikranagert (Diyarbakır)”
“Lafın kısası, eğer az buçuk kafadan çatlak değilseniz hissiyatınıza fazla güvenmeyin.”
“Ama güzellik, gerçek güzellik içten gelmeli, kalpten, akıldan, ruhtan.”
“Yüzünün arkasına saklanan bir adam gördüğünüzde, bilin ki sağlam pabuç değildir. Ya bir gammazdır ya da bir üçkâğıtçı. Bakışlarıyla ‘ben senin kardeşinim’ diyenlere karşı dikkatli olun. Bir yerlerinde mutlaka bir hançer gizlidir.”
“Ödlekler iyidirler, kibardırlar, bir kuleden insanların üzerine ateş etmeyi asla düşünmezler. Yaşamayı arzularlar, böylece de çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşayabilirler. Ödlekler cesurdur.”
“En iyi insanlar ödleklerdir. En ilginç, en kibar, en has ve suç işleme ihtimali en az olanlar gene onlardır.
Asla bir banka soymayı düşünmezler. Akıllarından bir başkana suikast düzenlemek gibi bir şey geçmez. Yolda yürürken, çukur kazan bir amelenin gözüne kazara kum sıçratsalar, amele de onlara küfretse, ödlekler onurlarının lekelendiğini düşünmezler ve onun için de ameleyle kavga edip bir araba dayak yemelerine gerek kalmaz. Onun yerine, ‘Özür dilerim, isteyerek olmadı,’ der, yollarına devam ederler.

Ödlekler terbiyeli insanlardır ve bir o kadar da düşünceli.”

Şimdi ben de çoğu Amerikalı gibi, her dine inanıyorum benimki de dahil. Ama neye inanırsa inansın, isterse hiçbir şeye inanmasın, kimseye karşı bir önyargım veya kötü niyetim yok. Yeter ki adam olsun.
“Kitapları okuyun, henüz çok geç değil.”
Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları
yoktur, dedi annem.

“Hiçbir şey söylemezsen nasıl konuşursun ki? diye merakla sordum.

Sözsüz konuşursun. Biz daima sözsüz konuşuyoruz.

“Öyleyse kelimeler ne işe yarıyor?

Çoğu zaman hiçbir şeye. Çoğu zaman da asıl söylemek istediklerini gizlemeye ya da bilinmesini istemediklerini saklamaya yararlar.

Merhamet duygusu olmayan insan has insan olamaz. Bir insan dünyanın ıstırabına göz yaşı dökmemişse , yarım insandır.
Bakışlarıyla ‘ben senin kardeşinim’ diyenlere karşı dikkatli olun. Bir yerlerinde mutlaka bir hançer gizlidir.
Ama güzellik, gerçek güzellik içten gelmeli, kalpten, akıldan, ruhtan.
“Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları yoktur.”
Yalnız şunu bilin ki hayatta zavallı ve bağrı yanık olmaktan daha acıklı bir şey yoktur.
Lafın kısası, eğer az buçuk kafadan çatlak değilseniz hissiyatınıza fazla güvenmeyin.
Ama güzellik, gerçek güzellik içten gelmeli, kalpten, akıldan, ruhtan.
Ödlekler cesurdur.
Seni bu kadar yalnız kılan şey neydi? Neden birçoğumuz bir arada olduğumuz anlarda bile, bu kadar yalnızdık?
Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları yoktur.
Farklı olmak, insan olmanın getirdiği cazibeden başka bir şey değildir.
Ölüm içimizden birini yakalamadığı, biz de onu gömüp orada yattığını bilmediğimiz sürece nasıl herhangi bir yere ait olabilirdik ki?
Ödlekler iyidirler, ilginçtirler, kibardırlar, bir kuleden insanların üzerine ateş etmeyi asla düşünmezler. Yaşamayı arzularlar, böylece de çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşayabilirler. Ödlekler cesurdur.
Bazı insanlar bir şey anlatmak istediklerinde konuşurlar, bazılarının bir şey anlatmak için konuşmaya ihtiyaçları yoktur. dedi annem.
Hiçbir şey söylemezsen nasıl konuşursun ki? diye merakla sordum.
Sözsüz konuşursun. Biz daima sözsüz konuşuyoruz. Öyleyse kelimeler ne işe yarıyor?
Çoğu zaman hiçbir şeye. Çoğu zaman da asıl söylemek istediklerini gizlemeye ya da bilinmesini istemediklerini saklamaya
yararlar.
Dayım dostlarını da, düşmanlarını da tavla oynarken kazanırdı. Bu tür oyunlar stres altındaki birinin davranışlarını gözlemek için iyi bir fırsattır. Dayım kaybetmeye tahammülü olmamasına rağmen, yenilgiyi kabullenemeyen insanlardan hiç
hoşlanmazdı. Böyle birini gördüğü zaman, Neye üzülüyorsun be adam? Alt tarafı bir oyun, öyle değil mi? Ucunda ölüm yok ya. diye bağırırdı. Söz konusu kişi kendisi olunca kaybetmenin ucunda hakikaten ölüm varmış gibi davranırdı ama bunu ona kabul ettiremezdiniz. Ona göre yeryüzünde bir oyunun ne manaya geldiğini, ne demek olduğunu ondan daha iyi kavrayan kimse yoktu. Başkaları için oyun sadece oyundu. İş kendisine gelince oyun kader demekti, masanın üstüne açılmış dörtköşe bir tahta parçasına bağlı olan bir kader.
Gözleri çocuk gözleriydi; ama anılarla yüklüydü bu gözler, yıllar önce ayrıldığı sevdiklerinin, belki memleketinin, anasının, babasının, kardeşlerinin, atının ve daha birçok şeyin anılarıyla Kalın ama yumuşak saçları vardı, daha ilk günkü gibi simsiyah, tek bir kır yok. Amerika’ya yeni gelen göçmen çocuklarına anne babalarının öğrettiği gibi saçlarını daima soldan ayırırdı. Bıyığını ve geniş omuzlarını saymazsak yüzü ve görünüşü tam bir okul çocuğu gibiydi. Tek kelime bile İngilizce bilmezdi. Biraz Türkçe,
birirkaç kelime Kürtçe, biraz da Ermenice, hepsi o; zaten çok az konuşurdu. Konuştuğu zaman, sesi sanki kendi içinden değil de,
çok uzaklarda bıraktığı memleketinden gelirdi. Konuşmak
zorunda kalmış olmaktan pişmanmış gibi konuşurdu. Bu, anlatılması hiçbir zaman mümkün olmayanı anlatmaya çalışan birinin acıklı çabası gibi görünürdü, sanki söylediği her söz kederine keder katıyordu.
Erkeklerin deliliğinin çeşitli geleneksel şekilleri vardı. Tanrı’yı, İsa’yı veya Hıristiyanlığı inkar bunlardan biriydi; çünkü Baba, Oğul, Kutsal Ruh ve kiliseden, beladan başka hayır geldiği görülmemişti. Yaygın olan başka bir delilik şekli de, insan ırkının cani ve aşağılık olduğuna dair hem antik hem de çağdaş ispatlara
dayanarak, insan ırkının toptan reddiydi. Yalnız delinin kendisi bu reddedilme işinin dışındaydı. O, deliliği süresince, ister uzun ister kısa olsun, kendini insan soyunun biricik ve tek umudu olarak görürdü. Ona göre karısı bir yabancıydı, bir çatlağın kızı. Çocukları genetik biliminin ona oynadığı kötü bir oyundu. Kardeşleri ahmaktı, anne-babası ise uyurgezer.
Kadınlara gelince, iş biraz daha farklıydı; kadınların birçoğu da bu yolculuğa çıkmış olmalarına rağmen ailenin diğer kadınların da yardımıyla bunu gizli tutarlardı. Bu yolculuğa çıkan kadınlar çocuklarını, kardeşlerini, anne-babalarını, ninelerini,
dedelerini ve de kendi kendilerini reddetme eğilimi içinde olurlardı. Onların delilikleri haklı ve anlaşılabilirdi, bu da işin gizli tutulmasını nispeten kolaylaştırıyordu. Aslına bakarsanız ka-
dınlardan, ilişkilerinde diplomatik bir tavır içinde bulunmaları o kadar katı bir şekilde talep ediliyor ve bu durum erkekler tarafından o kadar doğal ve olması gereken bir şeymiş gibi algılanıyordu ki pratik olarak delilik daima kadınların başındaydı zaten.
Delirmek bizim ailenin özelliklerinden biriydi. Bir erkek delilik geçirinceye kadar hala çocuk sayılırdı. Eğer hiç geçirmemişse, geçirenle bir olmazdı. İçimizde deliliğe yakalanmadan otuzunu
bulan pek azdı. Yüzyıldan fazla bir süredir ailede hayatını hiç delilik geçirmeden tamamlayanların sayısı iki veya üçtü. Birçokları bu yolculuğa birkaç kez çıkmışlar, akılları gidip gelmişti. Ondan
sonra da onlara bilge kişi, hatta ve hatta kutsal kişi gözüyle bakılmıştı, sanki Kudüs’e hacca gitmişlerdi. Aslında bir bakıma öyle de denebilirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir