Erman Çağlar kitaplarından O Sırada kitap alıntıları sizlerle…
O Sırada Kitap Alıntıları
Kibritçi Kız: Başından sonuna kadar en ufak olumlu bir olayın olmadığı, sonunda da Kibritçi Kız’ın soğuktan donarak ölmesi sonucu masalı dinleyen çocukların zihinsel gelişimini bozan, şoka girip uzun süre hıçkırıklar içinde ağlamalarına neden olan bir masal. Yanlış giden neydi diye sormanın pek anlamı yok aslında,masalın Vikipedia’daki versiyonundan bir alıntı yapıyorum sizler için: Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu.” Evet, Kibritçi Kız’dan bahsediyor. Ana fikir falan aramak da yersiz. Unutmayın,çocuk ağlatmak zalimce fakat neşeli bir aktivitedir. Bunun da bir yolu yordamı vardır. Ağlattığınız çocuğun anne babasıyla muhatap olmak istemiyorsanız, Kibritçi Kız masalı sizler için bulunmaz fırsat. Erman, Melis neden ağlıyor?” sorusuna verilecek“Kibritçi Kız masalını anlattım, çok duygulandı, üzüldü yazık..” cevabı,anne-babanın kalbini eritecek, Melis’in ne kadar hisli ve hassas bir çocuk olduğuyla ilgili konuşma fırsatı yaratacaktır. Siz de kazanırsınız, anne baba da kazanır, kaybeden Melis olur. Büyüyene kadar böyle Melis, biz de geçtik bu yollardan.
”OHA SAÇLARIM DÖKÜLMÜŞ LAN! NE BİÇİM DÖKÜLMÜŞ! GENÇLİĞİM GİTMİŞ! ” diye ortadan ikiye ayrılıyor. Acımasız darbe. Aynadan bakınca dolu gözüken yerler meğer et parçasına dönmüş
Üç gündür aynı doğrultuda, aynı hızla dönen vantilatöre bakıyorum. Ben daha lisedeyken çok önemli bir şey denemek için pervanesinin üstündeki koruyucu telleri sökmüştüm onun. Sonra pervanesini de çıkartıp, pervanenin yerine Alpay’ın Güven Parkı plağını takmıştım. İlginçtir, “zak! diye oturmuştu plak. Sanki vantilatör için özel üretilmiş gibi. Sonrasında çalışan vantilatörün ucunda amaçsızca sağa sola dönen Alpay ve “şöyle güzel bir müzik koyalım da gönlümüz ferahlasın şakasına şaşırtıcı derecede tepkisiz kalmayı başarabilen annemin “Bu sene sınava ben gireceğim değil mi yavrum? sorusu (retorik,
tuzaklı soru). Odasına çıktığında çocuğunu vantilatörü sökmüş, ucuna Alpay plağı takmış, sağa sola dönmesini izlerken buluyorsun; yine de umudunu kesmiyorsun, “belki çalışırsa olur” diye düşünüyorsun. Anne yüreği.
Uykusuzluktan kafam karıncalanıyor, yatsam zaten zart diye uyurum. Ama okumak en güzel alışkanlık olduğu için kendimi yatarken kitap okumaya alıştırdım küçükken. O yüzden yatağa mutlaka bir kitapla girerim. Sonra iki üç cümle okuyamadan uyurum,sonra genelde seksen kiloluk vücudumla ezerim o kitabı gecenin ilerleyen saatlerinde. Bazen sabah uyandığımda bir bakarım ki kitap ikiye, üçe katlanmış. Sabah kalktığımda dünya yazarlarının en seçkin eserlerinden biriyle göz göze gelirim bazen. Yıpranmış, hırpalanmış. Sanki gece kitap bana “Bu yaptığımız yanlış. demiş de, ben de kulağına Kendini bana bırak,” diye fısıldamışım gibi. Sonra eş dost meclislerinde konu edebiyattan açılınca konuya iştirak ederim,“Yani o yazarın daha güzel kitapları da var aslında, sadece o dediğin kitabıyla yargılamak doğru değil bence gibi seviyeli cümleler kurarım. Kimseler bilmez benim o sözünü ettiğim yazarın kitaplarını ne hale getirdiğimi; kitabı okurken ne derece bir fiziksel temas kurduğumu.Bilseler belki Eheh o senin özelin,biz o kadarını bilemeyiz, falan diye şakalar yaparlar, dediklerimi ciddiye almazlar.
Bilgisayarın başındayım, bazı çok önemli işlerim için bir internet sitesine girmeye çalışıyorum (kraloyun.com), olmuyor. Bilgisayara ve internet bağlantısına kendi bulduğum yöntemlerle israr ediyorum. Herkesin kendi bilgisayarına ve yavaş internet bağlantısına karşı geliştirdiği bir ısrar yöntemi vardır. Kimi seri bir şekilde yenile düğmesine abanır, kimi explorer’i açıp kapar, kimi iyice abartıp modemi açıp kapar. Öylece durup bekleyene ben daha rastlamadım. Şempanzeler de mesela, yemeyi çok istediği bir hindistancevizini kırmaya çalışıp kıramayınca çareyi çok sinirlenip
oradan oraya atlamakta, çığlık atmakta buluyorlar. Bir dönem, çok fazla maymunlu psikoloji deneyi izlemek zorunda kalmıştım. Bir avuç ceviz uğruna matematiği benden iyi öğrenen şempanzeler olduğunu biliyor muydunuz? O da başka bir yazının konusu.
Fen laboratuvarına girince okulumuza kaydını yeni aldırmış başka bir arkadaşla tanışıyorum. Kavanozdaki cenin. Lan! Başka bir sınıftan bir kızın annesi hemşireymiş, ondan rica etmişler, o da hastaneden rica etmiş, olaylar gelişmiş. Altıma mı sıçsam, yanımda duran ve kavanozdaki cenini benim kadar net gören bir elemana Olm cenin lan! mı desem bilemiyorum. Şimdi olsa “Konserve insan, diye patlatırım şakayı. Büyük ihtimalle o zaman da,şimdiki kadar tatsız ve yersiz bir şaka olurdu böylesi. Okulun fen laboratuvarı çok dandik, televizyon var, video oynatıcısı var, insan anatomisini gösteren poster var, bir de su kaynatmaya olanak verecek kadar deney malzemesi (beher, sacayak, ispirto ocağı falan).Metaller yok, elementler yok, formaldehit içinde yüzen hayvanlar yok, mıknatis bile yok. Bu kadar ıssız ortamda kavanozdaki cenin gerçekten laboratuvarda sergilenen bir nesneden çok, öğrenci gibi duruyor. Çocuklar, biliyorsunuz okulumuz çok yeni bir okul ve çok eksiği var, söylemi ilk defa bir anlam kazanıyor küçük kafamda. Konserve ceninin yanında olması gereken diğer şeyler eksik gerçekten. Bomboş rafta tek başına duran cenin görüntüsü benim tasvir gücümün ötesinde. Umarım bir gün bir Japon korku filminde rast gelirsiniz de neden bahsettiğimi anlarsınız.
Açın bilim dünyasının ışıktan kapılarını! Cehaletin karanlığını bilgi meşalesiyle aydınlatmaya, su kaç derecede kaynar, onun deneyini yapmaya geldim.
Bilim dünyasının işıktan kapıları dediğim, aslında okuduğum ortaokulun fen laboratuvarı. Cehaleti bilgi meşalesiyle aydınlatmaya gelen kişi, aslında branşı olmamasına rağmen kadro sıkıntısı yüzünden fen derslerine girmek zorunda kalan müdür yardımcısı.Aydınlatılmak istenen cehalet ise ortalama bir ortaokul öğrencisi olan bana ait. Ben, dahil olduğum sınıf ve fenni olaylarla çok da ilgisi olamayan müdür yardımcısı, coşkuyla okulun fen laboratuvarına doğru ilerliyoruz. Önce suyu kaynatarak sıvı halden gaz haline geçireceğiz, sonra o su buharıyla türbin döndüreceğiz. Böylece su buharından enerji üretilebileceği bir kez daha kanıtlanacak, uygulamalı bilimler bir zafer daha kazanacak. Aslında deneyin fen bilgisi kitabındaki çizimli anlatımı yeterince tatmin edici, sınıftan hiç kimse Yok aga, bu iş benim kafama yatmadı. Suyun yeterince ısıtıldığında kaynadığına gözümle görmeden inanmam, demedi. Ancak müdür yardımcısı, fen bilgisi dersini vermeye başladığı gün iki önemli şeyin farkına varmıştı (sanırım): Birincisi, ortaokul öğrencilerinin beyinleri fen laboratuvarının da okuldaki bir sınıf olduğunu algılayamıyor, okuldan başka bir yere geldiklerini zannediyorlardı.
Oyunu kırk beş dakika kadar bu şekilde oynadık. Tolga aracı hedefine kilitlenmiş bir kaplanın motivasyonuyla ormanlık alana sürdü, ben arabayı tekrar yola çıkardım, o tekrar ormanlık alana sürdü. İkimiz de garip bir bilinç seviyesine ulaşmıştık, odada çıt çıkmıyordu. Sonra annesi geldi, Hadi Tolgacığım, Erman abine teşekkür et, kalkıyoruz artık. dedi. Tolga aklına gelen ilk hareketi yaptı ve ağlayarak bürositten yere süzüldü, yerde topak oldu bir süre ayağa kalkmayı reddetti. Annesi çocuğu yerden kaldırmaya çalışırken bir yandan bana Tolga’nın bilgisayarlara ne kadar meraklı olduğunu ve babasının bilgisayarını çok güzel kullanabildiğini anlatıyordu. Ben de bir süre çocukların bilgisayarla erken yaşta tanışmalarının faydalarından bahsettim. Tolga sürüklenerek odadan çıkartılırken onunla göz göze geldik. O gidince oyunu oynamaya devam edeceğimi anlamıştı.
Oyun açıldıktan sonra onu bürosite yerleştirdim. Basması gereken tuşları gösterdim, “Buraya basınca gidiyor. dedim. Hemen o gösterdiğim tuşa basmaya çalıştı. “Dur, daha değil, bak yarış başlamadı daha, dedim ama beni dinlemedi. Hangi tuşun arabayı sağa veya sola döndürdüğüyle ilgilenmiyordu. Yarış başladığında heyecandan bağırdı, bir süre araba sesi çıkardı. Kendisinden beklendiği üzere arabayı yolunun üzerindeki ilk ağaca vurdu. Yine de elini gitme tuşundan çekmek konusunda isteksizdi. Bir süre yolunun üzerindeki ağacın kendi kendine yok olacağını umuyordu. “Geri tuşuna bas, geri gidip yola çıkman gerekiyor, dedim, ilgilendi.Geri tuşunu gösterdim, ona da gitme tuşuna bastığı kadar şevkle bastı. Arkasındaki başka bir ağaca çarpana kadar geri geri gitti.“Dur bak, ben sana arabayı yola çıkartayım, sen yoldan devam et, dedim, Olur, dedi. Arabayı yola geri çıkartıp klavyeyi tekrar Tolga’ya verdim. Bir süre düz gittikten sonra yeniden ağaca çarptı.
Ben küçük çocuk için oturacak yer ayarlamaya çalışırken, benim oturduğum bürosite tırmandı, klavyenin tuşlarına rastgele basmaya başladı. Ben ikinci bir sandalye getirip, yanına oturana kadar bu tutumunu sürdürdü. Henüz kendi başına bilgisayarda oyun bulup açacak kadar kafası çalışmıyordu.Böyle yapmaması gerektiğini, uslu olursa oyun açacağımı belirttim. Biraz duruldu, sandalyeye geçmeyi kabul etti. “Nasıl oyun oynayalım seninle, ne istersin?” diye sordum. Araba yarışı oynamak istediğini söyledi. Oyunun açılış demosunu görünce yine heyecanlandı, klavyeye uzanıp tuşlara basmaya çalıştı. Ben kendisine oyunun daha açılmadığını, açılınca oynamaya başlayacağımızı anlattım; o da bana babasının bilgisayarında da oyun olduğundan,fırsat buldukça savaş oyunu oynadığından bahsetti. Adamları vurduğunu, her vurduğu adam için puan aldığını, daha çok puan aldıkça daha çok adam öldürme hakkı kazandığını anlattı. Kim bilir babası nasıl kerizliyordu bu çocuğu. Aksiyon filmi açıp “Buraya basacaksın, adam gelince de bu tuşa basıp adamı vuracaksın. desen jenerik yazılarını görene kadar tuşlara basacak yaştaydı. Ben de şansımı denemek adına “Şimdi biraz ben oynayayım, sen öğren, sonra iyice öğrenince sen oynarsın, dedim, kabul etmedi. Israr ettim ama bağırır gibi olunca geri adım atmak zorunda kaldım.
Hüseyin Bey’in bulunması gereken odayı buldum ama içeride dev gibi bir bankodan ve çok sıkıntılı bir kadından başka kimse yoktu. Bankoyu ters çevirip bir de yelken direği uydursan okyanusa gözü kapalı açılırsın. O kadar büyük, o kadar masifti banko. Devlet dairesindeki bankoyla okyanusa açılmak gibi romantik bir düşünce nereden geldi o çok belli değil. Oradaki sıkıntılı kadın memuru da alıp başka dünyalara mı gidecektik? Sen ve ben bebeğim. İçeri girdikten sonra aklıma başka bir şey gelmediği için kadına doğru dönüp işi olan vatandaş duruşu yaptım.
2. Van Damme’ın filmlerinde gördüğü kadın erkek ilişkisi modeli Erman Çağlar’ın kafasındaki modelle birebir örtüşüyordu. (kızın hayatını kurtar – mütevazi tavırlar sergile – sonlara doğru (kızın da rıza göstermesi halinde) kızı öp).
Biralar gelince Hasan’a diyorum ki: Hasan, BİRAYI BOĞAZINDAN KADINI İSE BELİNDEN TUT; ASLA TERSİNİ YAPMA. ”Vay ” diyor gülüyor, bir süre düşünüyor, sonra yeniden ”vay ” diyor. Biraz daha düşündükten sonra ”çünkü birayı belinden tutarsan bira ısınır ” diyor. Evet Hasan
Kirli sepetine bakıyorum. İstersem onu hemen bilinçaltına benzetip bütün bir çamaşır gününü modern insanın günlük hayat ve geçmişiyle başa çıkma mücadelesinin metaforik anlatımına çevirebilirim. Kirli sepeti bilinçaltı olunca, kirli çamaşırlar da unutmaya çalıştığımız çoçukluk travmaları olur, öyle olunca çamaşır makinesi de bambaşka bir şey olur. Hiç düşünmeden bu tarz kötü fikirler bulabiliyorum, böyle bir yeteneğim var, zihinsel bozukluk gibi bir şey.
Dön, arkasına bakalım, dön dön, kollarını uzat, kısa mi kolları? İyice öne uzat. Önünü ilikle, öyle uzat bir de kollarını. Elbise denediğim için çok rahat komut alıyorum. Aynı üst üste yaşadığı askeri darbelerle kolu kanadı kırılan, baskıcı ve statukocu yönetimler tarafından uysallaştırılan, taraflı medyanın pompaladığı yapay gündemler ile beyni yıkanan, vahşi kapitalizmden başka bir türlü dünya tahayyül edemeyen çileli halkım gibi. Bir yandan da bakıyorum, toplum eleştirisi yapabilecek bir durumda mıyım diye? Yok. Ayağımda terlik var, yazlık sortun üzerine deri mont giydim denemek için. Dükkânın içinde ördek gibi hareketler yapıyorum.Bugüne kadar belki elli tane deri ceket denedim. Hepsini de yaz vakti terler içinde denedim çünkü deri ceket de soba borusu ve soba gibi yazın ucuzlayan bir şey.
İyi bir lafım var, Hasan’a söyleyeceğim, içimde tutuyorum. Hasan benim arkadaşım. Laf Çok iyi, internette İngilizce internet sitesinden okudum, kimseler bilmiyor benim okuduğum İngilizceyi,internet sayfalarını. İngilizceyi kapalı kapılar ardında, insanlardan gizli yaşıyorum. Akusatif, nominatif, bunlara takılmadan deliler gibi sevişiyoruz. Sabahları yanaklarımdan öperek uyandırıyor beni, gud mornig diyorum, ne sabahı akşam oldu şapşal şey diyor. İngilizce Fethiye’ye ailesiyle tatile gelmiş, ben ise sezonluk işçi olarak orada çalışırken birbirimize rastlamışız ve ailelerin rızası olmamasına rağmen evlenmişiz gibi. Türk kahvesi bile yapıyor, üzerinde bir parmak köpük, inanmazsın. Evimde geçirdiği süre boyunca adeta bizden biri oldu. Zaten Müslüman olmayı istediğini söyledi. Arada bir soruyorum Memleketini, aileni özlüyor musun? diye Hayır siz Türkler çok güçlü ve yiğit insanlarsınız,tarhana çorbası da çok güzel bir yemek. diyor. Haksız sayılmaz.
Ben artık eski ben değilim. O öğlen ikiye üçe kadar uyuyan Erman gitmiş, yerine maksimum öğlen on bir on ikiye kadar uyuyan bir adam gelmiş. Hürriyet’in herhangi bir kadın köşe yazarından alıntı yapmam gerekirse: “Büyümüşüm farkında olmadan, olgunlaşmışım. Aynaya bakınca artık o sevimli, haşarı kız çocuğunu değil de; hayat okyanusunun dalgalarına meydan okuyan bir kadın görüyorum.” Teyze kırk altı bitmiş, kırk yediden gün alıyorsun; bu hangi zihinsel gelişim, neyin olgunlaşması? Bu sorular sorulmuyor fakat. Sorulamıyor. Ya da Hülya Avşar’ın kendi dergisi Hülya hâlâ çıkıyor mu? Hülya Avşar da iki ayda bir olgunlaşıyordu galiba, editör köşesinden takip ettiğim kadarıyla. En sık olgunlaşan kadınlar top ten: Üç numarada her olgunlaştığında numarasız gözlük takıp iş kadını pozu veren Hülya Avşar var, iki numarayı Gülben Ergen ve Sıla paylaşıyor. Kliplerde otururken kendi bacaklarına sarılıp poz vermelerinden, kendilerini soğuktan çok da korumayacak eşarpla omuzlarını örtmelerinden o sırada bir olgunlaşma yaşadıklarını, artık o küçük kız olmadıklarını anlıyorum.
En sık olgunlaşma ödülünü Hürriyet’in kadın yazarları adına Ayşe
Arman alıyor. Olgunlaşma, büyüme since 1990’lar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Evden çıkmak önemlidir. Evden çıkmak kutlu bir olaydır, evden çıkmak yeni bir sayfa açmaktır. Ya da ben evden çalışıyorum ayağına haftalardır alt eşofmanla oturmaktan inzivaya çekilmiş Coşkun Sabah’a döndüğüm için fazla anlam yüklüyorum evden çıkma olayına, bilemiyorum.
Peki, güzel şeyler de olmuyor mu semtimizde? Tabii ki de semtimizde güzel şeyler de oluyor. Ne sattığı belirsiz küçük bir dükkân var mesela, yemek masası kadar bir yer, içerisi de karanlık. Tam bir muamma. Dükkân sahibi artık
para kazanmak için bir şeyler yapması gerektiğine karar vermiş ve dükkânın dışına “kıyma çekilir” yazan bir tabela koymuş. İyi niyetli bir düşünce. Ama tabela yaptırmaya parası yetmediği için beyaz kartona kırmızı markörle kıyma çekilir yazmış, sonra o karton hafiften yağmur yemiş,sonra kırmızı markör akmış. Son aşamada tabela, hayvanlardan akan kanla yazılmış gibi duruyor, uzaktan bakınca da İskandinavya kökenli black metal gruplarının logolarına benziyor. Fotoğrafını çekip altına da “İstanbul çıkışlı black metal grubu Kıyma Çekilir’in kendi adını taşıyan ilk albümleri piyasaya çıktı yazmak
çok istiyordum ama esnaf arkadaş karısı ve çocuğuyla dükkânın önünde duruyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kibritçi Kız: Başından sonuna kadar en ufak olumlu bir olayın olmadığı, sonunda da Kibritçi Kız’ın soğuktan donarak ölmesi sonucu masalı dinleyen çocukların zihinsel gelişimini bozan, şoka girip uzun süre hıçkırıklar içinde ağlamalarına neden olan bir masal. Yanlış giden neydi diye sormanın pek anlamı yok aslında,masalın Vikipedia’daki versiyonundan bir alıntı yapıyorum sizler
için: Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu.” Evet, Kibritçi Kız’dan bahsediyor. Ana fikir falan aramak da yersiz. Unutmayın,çocuk ağlatmak zalimce fakat neşeli bir aktivitedir. Bunun da bir yolu yordamı vardır. Ağlattığınız çocuğun anne babasıyla muhatap olmak istemiyorsanız, Kibritçi Kız masalı sizler için bulunmaz fırsat. Erman, Melis neden ağlıyor?” sorusuna verilecek“Kibritçi Kız masalını anlattım, çok duygulandı, üzüldü yazık..” cevabı,anne-babanın kalbini eritecek, Melis’in ne kadar hisli ve hassas bir çocuk olduğuyla ilgili konuşma fırsatı yaratacaktır. Siz de kazanırsınız, anne baba da kazanır, kaybeden Melis olur. Büyüyene kadar böyle Melis, biz de geçtik bu yollardan.
Kitap okumak istemeyen arkadaşlarınıza yapacağınız en büyük iyilik, onların bir anlık heyecana kapılıp, heves edip satın aldığı kitapları çalmak olacaktır. Böylece okumayacakları kitaplarla hayatları boyunca yüz yüze yaşamak zorunda kalmazlar.
Fiyonk makarnaların bir kısmı hareretli bir erkek gecesinde (bira+kuru et+metal müzik) oynanan kağıt oyunlarında fiş olarak kullanıldı, ancak fiş olarak kullanılan makarnalar oyundan sonra çöpe atılmak yerine – alkolün de verdiği şaşkınlıkla – yıkanarak paketin içine geri dolduruldu.
(National Geographic demişken bir parantez açayım konuyla alakasız, geçen gün Tarkan’ın seslendirdiği Büyük Göçler belgeselini izledim. Hayvanlar suya, yiyeceğe koşmuyorlarmış da Tarkan’dan kaçıyorlarmış gibi bir görünümü vardı. İçinde bir tane insanın olmadığı belgesel o kadar seksi ses tonuyla seslendirilmese daha güzel. Yanlış bahar/ kış güneşi diyor ve parantezi kapıyorum. )
Hafta sonu bitmeden, hafta sonundan ümidi kesmeyin.
Unutmayın, çocuk ağlatmak zalimce fakat neşeli bir aktivitedir.
Buzdolabında kapağı bulunmayan bir tencere içinde konuldukları için üstteki makarnalar katılaşmış. Ama katılaşan makarnaların alttaki makarnalar için bir nevi kapak görevi gördüğünü ve katı makarna katmanının altında nispeten daha taze makarnalar bulabileceğimi de geçmiş tecrübelerimden biliyorum.
Kırmızı başlıklı kız
Her çocuğun birincil işlevi olan getir götür işleri nasıl bir anda fantastik bi maceraya dönüşmüş bir çocuk masalında nasıl bunca kan dökülür canlı canlı yenilen iki insanın sonradan sezaryenle dışarı alınması nasıl bir masalım ana fikri olabilir? Yanlış giden neydi? . Asıl olay normalde kanatlı hayvanla beslenen kurdun gaza gelip bin türlü planla kandırmacayla insan yemeye çalışması şanlı insan ırkına dadanması
kadın ise herhangi bir tartışmayı tadında bırakacak ya da söyleyecek mantıklı bir şeyi yoksa susacak yaşı çoktan geçmişti.
Kırmızı başlıklı kız
Her çocuğun birincil işlevi olan getir götür işleri nasıl bir anda fantastik bi maceraya dönüşmüş bir çocuk masalında nasıl bunca kan dökülür canlı canlı yenilen iki insanın sonradan sezaryenle dışarı alınması nasıl bir masalım ana fikri olabilir? Yanlış giden neydi? . Asıl olay normalde kanatlı hayvanla beslenen kurdun gaza gelip bin türlü planla kandırmacayla insan yemeye çalışması şanlı insan ırkına dadanması