İçeriğe geç

O İyi Kitaplar Olmasaydı Kitap Alıntıları – Emin Özdemir

Emin Özdemir kitaplarından O İyi Kitaplar Olmasaydı kitap alıntıları sizlerle…

O İyi Kitaplar Olmasaydı Kitap Alıntıları

Hayvan, hayvan olarak doğar; ama insan, insan olarak doğmaz, insan olunur.
Yaşamak için okuyun.
İnsan, insanın cehennemidir.
Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk.
Yaşadığım günlerin ağırlığına dayanma gücünü sözcüklere, kitaplara sığınmada buluyorum.
… düşünenleri konuşanlarından az …
… Yalnızlığı da kendisinden sonra kalmayacaktı, o hep aldattığı yalnızlığı… Pişmanlıklar içinde bağışlanması için yalnızlığına yalvarırken,…
Belli ki kendini aşmak istiyor insan. Tüm insan olmak istiyor. Ayrı bir birey olmakla yetinemiyor, bireysel yaşamının kopmuşluğundan kurtulmaya, bireyciliğinin bütün sınırlılığı ile onu yoksun bıraktığı ama onun gene de sezip özlediği bir doluluğa, daha doğru, daha anlamlı bir dünyaya geçmek için çabalıyor.
Ernst Fischer
Roman yazarı karşısında hepimiz imparatorun karşısındaki köle gibiyizdir: Tek kelimeyle bizi azat edebilir. Onun sayesinde eski toplumsal konumumuzdan sıyrılıp generalin, dokumacının, şarkıcının, taşra soylusunun konumunu, köy hayatını, kumarı, avı, nefreti, aşkı, ordugah hayatını tanırız. Onun sayesinde Napoleon, Savonarola, bir köylü, daha da önemlisi -asla tanışmayabileceğimiz bir hayatı yaşayarak- kendimiz oluruz.
Marcel Proust
‘Sırtındaki bel kemiği gövdeni dik tutuyor.
Bir de yüreğinde kemik olmalı.’ Ne ki çokları, bu ikisinden de yoksun. Bir tür yumuşakçaya dönüşmüştürler. Acı olan da her geçen günle hızla çoğalıyor bunlar.
Faşizm, atılan ilk bom­balarla başlamaz, bir gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişki­ de başlar.
Adının başın­ da ‘Prof.’ ‘Doç.’ ya da ‘Dr.’ sanını taşıyan her kişiye aydın dene­mez. Aydın olmak ayrı şey; adına san giydirmek apayrı.
İnsanın türlü araçları arasında en şa­şırtıcı olanı hiç kuşkusuz kitaptır. Mikroskopla teleskop görme yetimizin uzantısıdır; telefon sesin uzantısıdır. Kitap ise bam­başka bir şeydir; insan belleğiyle düş gücünün uzantısıdır.
Edebiyatın bizi yalnızca güzel­lik ve mutluluk düşlerine daldırmakla kalmadığı, aynı zaman­ da her türlü baskıya karşı gözümüzü açtığından kuşku duyan­lar , yurttaşların davranışlarını beşikten mezara kadar denetim altında tutmaya kararlı tüm rejimlerin edebiyattan niçin bu kadar korktuklarını ve neden gözlerini bağımsız yazarların üs­tünden ayırmadıklarını sorsunlar kendilerine.
Yazmak, hem konuşmak hem de susmaktır; sessiz çığ­lıklar atmaktır.
Kan Kan Kan Acı Acı Acı Gözyaşı Gözyaşı Gözyaşı Ağıt toplumuna dönüştük. Bu nasıl kirli bir savaş?
Gülmecelerimde okurlarıma şunu düşündürmek istiyo­rum: Yaşadığımız toplum ve bu toplumsal yapı adaletli değil­dir ve içinde bulunduğumuz koşullar da güzel değildir. Ada­letsizliklerden, çirkinliklerden kurtulmak için, başta kendimiz olmak üzere, çevremizi, toplumumuzu, dünyamızı değiştirme özlem ve isteği yaratmak
Bu ülkeyi terk edip gitmeniz Size burada kendinizi geliştirme imkanı verilmediği için Bu ülke bütün değerli insanlarını kaçırıyor , dışarı atıyor, nerdeyse dünyanın başka yerlerine sürüyor.’
”Öldürerek cennete gideceklerine, masumların kanının ortak aşağılanmaları alıp götüreceğine, adaletsizlikleri düzel­teceğine ve hakikati sahte inançlara dayatacağına inanan bağ­nazların, intihar teröristlerinin çağıdır. Mutlak hakikate sahip olduklarını sananlar, her gün dünyanın dört bir yanında sayı­sız insanı kurban etmektedirler.
Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkar olurduk. İlerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmaz­dı.
buraları rüzgar, buraları yağmur
sol omuzuna güneşi asmadan gelme!
Ne denli kötü olursa olsun, hangi çirkinliğin batağına saplanırsa saplansın yine de o insanda kirlenmemiş bir yanın bulunduğuna inanır. Bu yanı er ya da geç kurtaracaktır onu, kötülüklerini, çirkefe batmışlığını unutturacaktır.
“Yalnızca bizi ısıran ve bizi sokan kitapları okumalıyız, içimizdeki donmuş denizi kıran balta olmalı onlar.”
İçine doğduğumuz dilin soluğu, ruhumuzun gözeneklerine işler.
Oğluma neler öğretileceğini elbette ben değil, sen bilirsin, senden tek şey istiyorum: Oğlumun düş gücünü sınırlandıracak bilgiler vermekten kaçın. Düş gücü sınırlandırılmış insan, yaşamın güzelliklerini ayrımsayamaz.
Ülkemiz büyük bir oyun yeridir. Her sabah uyanınca sahnenin bir yerinde bizi çevreleyen büyük ve uzak dünyanın sevimli bir benzerini kurmak için toplanırız. Küçük topluluklar olarak, birbirimizden bağımsız davranarak ve birbirimizi seyrederek günlük oyunlara başlarız.
Oğuz Atay/ Tehlikeli Oyunlar
Denilebilir ki mutlu insan asla düş kurmaz; düş kurma, yaşamdan hoşnut olmayanlara özgüdür. Doyurulmamış arzular; düş gücünü devindirir. Gerçekte her düş, bir arzunun gerçekleşmesidir. Arzular da düş kuran kişinin cinsiyet, karakter, yaşam koşullarına göre değişse de onları zorlamasız iki ana doğrultuda kümelendirebiliriz. Bunlar, ya kişinin yükselmesini sağlayan tutkular ya da erotik arzulardır.
Freud/ Şiir ve Düş Kurma
İnsanın türlü araçları arasında en şaşırtıcı olanı hiç kuşkusuz kitaptır. Mikroskopla teleskop görme yetimizin uzantısıdır, telefon sesin uzantısıdır. Kitap ise bambaşka bir şeydir, insan belleğiyle düş gücünün uzantısıdır.
Borges
Mutsuzluğunun farkında olmayan bunca insanın mutluluğu beni ürpertiyor. İnsani hayatları, gerçekten duyarlı olsalar sonsuz acı verecek olaylarla dolu. Ama gerçekte bitkisel hayatta olduklarından, yaşadıkları şeyler ruhlarına değmeden uçup gider.
Fernando Pessoa
Sevgiyi tatmadan yaşanılmış bir çocukluktur benimkisi.
Hayat, insanın yaşadıkları değildir; aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır
Gabriel Garcia Marquez
Baştan beri çocuğa görelik kavramıyla çocukça kavramını birbirine karıştırmışızdır. Bu yüzden çocukların eline verdiğimiz yazılar onların yaşantılarına kapalı, sezgi ve düş güçlerini kamçılamayan, yüreklerinde bir titreşim yaratmayan çocukça ürünlerdir. Bu yazıların çoğu, çocukların içerisinde yaşayacakları kurmaca bir dünya sunmaz, onları kendi dar benlerinin sınırı dışına çıkarmaz. Kimi kemikleşmiş düşüncelerin aktarımı için birer araçtır bunlar. Dokularına yaşamın renkliliği, zenginliği ağmamıştır. Çocuk dünyasını dondurup kurutan bir yapıları vardır. Yazılı ve basılı simgeler evrenine karşı açığa vurulmamış ya da derinden derine işleyen gizli bir nefret geliştirir çocukta.
Safdil okurluğun bir alt türü sığ okurluk tur. Sığ okurlar, kurmacayla gerçeği ayıramamanın ötesinde, romanı, öyküyü salt eğlenmek, avunmak için okurlar. Kendilerini yormayacak yazarları seçer, sığ sularda yüzmeyi yeğlerler. Onların bu yönsemeleri, beklentileri doğrultusunda ürün veren yazarları da vardır; okullarının sığlık düzeylerini aşmayan ürünler sunarlar. Ne zaman birinin elinde Ayşe Kulin’ den, Canan Tan’ dan, Elif Şafak ya da İskender Pala’dan bir roman görsem sığ okur tipi gelir durur gözlerimin önünde.
Kötü bir şair olmaktansa iyi bir okur olmaya bak İyi bir okur olmak, iyi bir şair, iyi bir yazar olmak kadar önemlidir.
Roman, yazarın itirafları değildir, bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır.
Yaşamak için okuyun.
Gustave Flaubert
Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk. İlerlemenin motoru olan eleştirel ruhun adı bile okunmazdı.
Mario Vargas Llosa
Ben bir simyacıyım. Gözyaşlarımı kahkahaya çevirerek dünyaya sundum.
Aziz Nesin
Öğretmenler sanatın ne olduğunu bilmezler Daha ilkokulda öğrencilerin sanat zevkini mahvederler Genç insanlara yaşamı öğretecek, onlara yaşamı açacak, yaşamı kendi doğalarının gerçekten de akıl almaz zenginliğine dönüştürecekleri yerde, onların içlerinde öldürürler yaşamlarını, onu içlerinde öldürmek için her şeyi yaparlar Öğretmenler, devletin yamaklarıdır Okul, devlet okulu, orada genç insanlar devlet insanı, yani yalnızca devlet yardakçıları yapılırlar Öğrencilerin içi yalnız devlet çöpü ile doldurulur Özgür bir çocuk yoktur, yalnızca devletin kendisi ile istediğini yapabileceği devlet çocuğu vardır.
Ciddiye alınmak için orta karar olmak zorundasın, yeteneksizliğin ve taşra kalleşliğinin adamı olman gerekir, kesinlikle küçük devlet kafasına sahip biri olman gerekir. Bir dâhi ya da olağanüstü bir beyin burada şerefsiz bir biçimde er geç katledilir.
Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine: Halk ve doğa
Halk baskıya karşı başkaldıramadığı için, içini masal yoluyla boşaltmış
Ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı kahkahaya çevirerek dünyaya sunan
Ortalık kan, gözyaşı kokuyor. Ajanslardan, televizyon kanallarından haber değil, kan akıyor sanki. Tınısına öfkenin, şiddet ve korkunun sindiği sözler, söylemler beyinleri zehirli sarmaşıklar gibi sarıp sarmalıyor. Böylesi durumlara dayanmak, direnmek için sözcüklerle oynuyor, kitaplara sığınıyorum.
Denildiği gibi başkalarının ölümü ile eksiliyor, onların acılarını içimizde duyumsayabiliyor muyuz? Ulaşabildik mi böyle bir bilince, duyarlığa?
Milyonlarca insan kitap okuyor, müzik dinliyor, tiyatroya, sinemaya gidiyor. Neden? Oyalanmak, dinlenmek, eğlenmek istiyorlar demek soruyu pekiştirmekten öteye gitmez. İnsanın bir başka insanın hayatına, sorunlarına gömülmesi, kendini bir resim, bir müzik parçası ya da bir roman, oyun, film kişisi ile bir görmesi neden oyalayıcı, dinlendirici, eğlendirici olsun?.. Belli ki kendini aşmak istiyor insan. Tüm insan olmak istiyor. Ayrı bir birey olmakla yetinemiyor.
Ernst Fischer
Bir sürü yazar ve her türden eser okumak, kararsızlığı, maymun iştahlılığı gösterir. Her zaman okuyabileceklerinden birkaç yazar seç ki onlardan sana anımsayabildiğin bir şeyler kalsın. Ömrü yollarda geçen kişi, binlerce ev sahibi edinebilir ; ama tek bir dostu olamaz. Tek bir yazara bağlanmayıp hepsini gözden geçireyim diyenin durumu da buna benzer
Yalnızca bizi ısıran ve bizi sokan kitaplar okumalıyız, içimizdeki donmuş denizi kıran balta olmalı onlar.
Sanat, Tanrı’nın insanda eksik bıraktığını tamamlar.
Van GOGH
Okuma böyledir işte Değiştirici, büyüleyici, gizemli bir gücü vardır. Hangi yaşta olursak olalım, haz alarak okuduğumuz bir roman, öykü, anlatı ya da şiir etkiler bizi, yaşamımızı zenginleştirir; yeni yaşamlar katar yaşamımıza.
İnsan yüreğine kalemle yapılan bir yolculuktur yazmak.Ruhun en kuytu köşelerinde dolaşmaktır.
Sen, yakından da, uzaktan da, her mekanda konuştuğum dil gibi, Türkçe gibi güzelsin. Nazım Hikmet
Şiir, uyanıkken rüya görmektir. Paul Valery
Sanat yaşama anlam katar, onu yaşanılır kılar.
İyi bir okur olunmadan, iyi bir yazar olunmaz.
Duygular da bitkiler gibidir, her ortamda yetişmez

Emin Özdemir

Bizi biz eden kaçışlardır, kenara çekilişlerdir. Kalabalıkların ortasında kendi yalnızlığını sürdürüp bir kozayı olgunlaştırmaktır. Bütün çalışmalar birer yalnızlığı gerektirir. İçindeki birikime eğilen, içeri yi dinleyen kişi, dışarıda söylenenlerden daha çok şey duyar.

Behçet Necatigil

Çünkü insan yüreğine kalemle yapılan bir yolculuktur yazmak. Ruhun en kuytu köşelerinde dolaşmaktır.
Her yeni kalem, kağıdın kendine sunduğu boş alanlarda sözcükleri güder. Bir başka söylemle sözcüklerin çobanıdır kalem. Sözcükleri seçen, yan yana getiren, birbirleri ile bağdaştıran bir çoban; onları eğer, büker, törpüler, tümce örgüsü içinde onlara yepyeni boyutlar kazandırır.
Kağıttan ayrı düşünemiyorum kalemi. Kağıdın sevgilisidir, hem onunla sevişen, sarmaş dolaş olan, hem de didişen. Şöyle desem çok mu abartmış olurum: Dünyamızı değiştiren, güzelleştiren tüm yazınsal, sanatsal yaratılar gerçekte kağıtla kalemin sevişmesinden ya da didişmesinden doğmuştur. Sözelliği, tahtından indirmiş ama sözü kalıcı kılmıştır; insanlığın duygu, düş, düşünce belleğini oluşturan iki güç, iki sevgilidir kalemle kağıt.
Sorsalar ki, sözcüklerle yaşlanmaktan hoşnut musun? Hiç duraksamadan evet derim. Hem de yazının başında andığım Carlos Fuentes’in aynı yapıtından şu sözü alıntılayarak: Tün bildiklerim, bir de bu hayatlar, bu hikayeler ve bu sözcükler beni bütünlüyor. Ya onlar olmasaydı, ya onlarla örülmüş kitapların toprağında o uzun, büyüleyici yolculuğa çıkmasaydım, kim bilir nasıl biri olurdum bugün? Düşününce içim üşüyor
Yine de susmak, konuşamamak zorunda kaldığım o acılı anlardan sözcüklere sığınarak çıkmışımdır. Sözcüklerle düşlemsel yargıevleri kurar, bize acı çektirenleri, ışığımızı söndürüp umutlarımızı yerle bir edip yargılatırdım. Bugünlerde de yapıyorum bunu. Bu yolla yatıştırıyorum içimi kavuran öfkeyi.
Okuduklarımdan şöyle bir vargıya ulaşmıştım: İnsanları yönlendiren sözcüklerdi. Olayları, olguları, durumları onlarla algılıyor, onlarla kavrıyorduk. Mutluluğumuz da, mutsuzluğumuz da onların içeriğindeydi. Ne ki dilimize girmiş, yabancı kökenli sözcükler için böyle değildi bu; yabansı bir yanları vardı; çağrışımsal güçleri bulanıktı; sözgelimi, bir emekli sözcüğündeki anlamsal ışıltı, mütekait te yoktu. Dilimizin soluğunu tıkayan bu tür sözcüklerin yerine Türkçelerini geçirmeliydik. İnsan, ancak ana dilinde açık seçik düşünebiliyor, anlayabiliyordu. Türk Dil Kurumu böyle bir savaşımı, Türkçeyi kendi öz değerlerine kavuşturma savaşımını sürdürüyordu; ben de katıldım.
Demiştir ya, her insan, önceden oluşmuş bir dilin kucağına doğar, o dilin toprağında büyür; kimliğini, kişiliğini onun havasını soluyarak kazanır. Ancak yöreden yöreye değişir bu hava; coğrafyasına, yaşam biçimine, insan ilişkilerine göre kimi farklılıklar gösterir.
Erasmus’un söylediği bir söz vardır, günümüzde de geçerliliğini koruyan: Hayvan, hayvan olarak doğar; ama insan, insan olarak doğmaz, insan olunur.
Andre Gide, mutluluk anlardadır diyor. En tatlı hazlar bile anlar la sınırlıdır.
Mutlu domuz olmaktansa, mutsuz insan ol.

Herbert Spencer

Yazma tutkusu, tutkuların en soylusudur. Bizi sözlerin, sözcüklerin dünyasına taşır. Yeni dünyalar kurmaya yönlendirir. Bu yolla çevremizin yavanlığından kurtuluruz.
Şöyle düşünenler de var. Az okuyan bir toplumuz. İnsanımız okusun da neyi okursa okusun. Okumanın zararı mı olur? Oluyor. Roman imgesini kirletiyorlar. Nitelikli okurların yetişimini önlüyorlar büyük ölçüde. Bundan öte yayıncıların yayın siyasasını olumsuz yönde etkiliyor, yenilikler içeren değerli romanların gün ışığına çıkmasını engelliyorlar.
Yazar, Neyi anlatırsam, nasıl anlatırsam okurların hoşuna gider; kitaplarımı ilgiyle okur, sıkılarak elinden bırakmaz? kaygısına kapılırsa edebiyatın çıtasını aşağıya çekmiş olur. Konusal, söylemsel bir açıdan bir yozlaşma, bir düşüş başlar
Bir öyküyü, bir romanı, bir anlatıyı okurken o yaratıların kişileriyle özdeşleşiriz; onların aracılığıyla kendimizle yüzleştiğimiz de olur. Gerçekte nitelikli bir okur için okumak, yaşamaktır çünkü. Ne demişti, cenneti bir büyük kitaplık olarak düşleyen Borges: Ben hayatı yaşamadım, okudum. Öyle ki içinde yaşadığı üç katmanlı dünyanın, ilk büyük katmanını okumaya ayırmıştır; öteki iki katmanını sırasıyla düşleme ve yazmaya.
Okumak bütünüyle yalnız olmadığımı, benim gibi düşünen veya hisseden başkalarının da olduğunu doğrulayarak, başka hiçbir yerde bulunamayacak bir teselli ve dinginlik sunabilir. Bu yakın ilişki kurma deneyimiyle kendimi kabul görmüş hissederim; görünmezlik korkusundan, görünmüyor olmanın dehşetinden kurtulurum.

Edebiyat Ne İşe Yarar kitabından

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir