Mustafa Kemal Atatürk kitaplarından Nutuk (Söylev) kitap alıntıları sizlerle…
Nutuk (Söylev) Kitap Alıntıları
Kahramanı kadar gafili de haini de çok olan bir milletiz.
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilen, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanın çadırına doğru sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür.
Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü tesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılap tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü tesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılap tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
Efendiler, komutanlar, askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasi görüşlerini etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen bir başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirleri altında verilen millet evladını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askeri görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir. Lafla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Komutanların, emirleri altında verilen millet evladını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askeri görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir. Lafla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son bir avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namusluca savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o cevher de bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilirsinler!
Her taraftan adıma sayısız telgraflar gelmektedir: Büyük çapta düzenli kuvvetler gönderiniz, şu kadar cephane gönderiniz, bunlar gelmezse burada yeniliriz denilmekte, tehlike ve ateş içinde bulunmanızın verdiği heyecan dolayısıyla, durum acı bir dille anlatılmaktadır. Bizim görevimiz ve durumumuz, onların üzüntü ve heyecanına katılarak halkının maneviyatını kırmak değildir. Aksine, acılara direnme gücü, sebat ve ümit verecek şekilde hareket etmektir.
Cepheler delinebilir, buna karşı tedbir, delinen kısmı derhal kapatmaktan ibaretti. Bu ise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka, geride, yedekte, kuvvetli destekler bulundurmakla mümkündür.
Birlikte ve amaçta azimli olan ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı eninde sonunda bu gurur ve saldırganlığından pişman kılabilir.
Fransız heyeti Ankara’ya geldi. Bu heyetle 20 günlük bir ateşkes anlaşması yapıldı. Bundan başka, Efendiler, önemli saydığım siyasi bir yararlanmayı de hesaba katıyordum. Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti daha İtilaf devletlerince elbetteki tanınmamıştı. Aksine, memleket ve milletin kaderiyle ilgili konularda, İstanbul’da Ferit Paşa Hükümeti ile ilişkili işlemlerde bulunmaktaydılar. Bu bakımdan, Fransızların İstanbul hükümetine bir tarafa bırakıp Ankara’da bizimle sözleşmeleri ve herhangi bir konuda uyuşmaları o gün için sağlanması yararlı önemli siyasal bir nokta idi.
O halde, ya istiklâl ya ölüm!
(…) Çok kere olayların gidişinden vazifeler meydana gelir. Mustafa Kemal Paşa meselesi de, o kabildendir.
İslam dininin, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılması ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.
Osmanlı Devleti’nin ömrünü tamamlamış olduğuna artık çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti’nin sadrazamlık makamına geçmek gibi zayıf ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olmayacağı tabii idi. Ben gelip geçmesi tabii olan inkılap safhalarını sakin bir şekilde takip ederken, yarının tedbirlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Efendiler dedim, egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, saltanat, kuvvetle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıl sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganların hadlerini bildirerek, egemenlik saltanatını, ayaklanarak, kendi eline gerçekten almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti haline gelmiş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu, kesinlikle olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal karşılarsa, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, yöntemine uygun olarak ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal bazı kafalar kesilecektir.
İngiltere’nin oyunu biraz daha incedir.
İngiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. Yeni imkân ve görüşlerle; tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman-Türk hükümeti başında hilafet de olursa, İngiltere’nin elindeki Müslüman esirleri için kötü bir örnek olur. İngiltere Türkiye’yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar
fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz.
İngiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. Yeni imkân ve görüşlerle; tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman-Türk hükümeti başında hilafet de olursa, İngiltere’nin elindeki Müslüman esirleri için kötü bir örnek olur. İngiltere Türkiye’yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar
fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz.
İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor.
Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli Câmi-î Şerifi’nde Cuma Namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Cami-i Şeriften başlayarak Meclis Binasına kadar Kolordu Komutanlığın’ca askerî birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.
“kahrolsun işgal” dedikçe, memleketi daha çok işgale mi yol açılacaktı? İşgal ve saldırı karşısında, milletin sessizlik ve sükûnet içinde kalması, işgalden tepkilenmiş görünmemesi mi akla ve politikaya uygundu?
Böyle sakat ve hayvanca bir düşünce, çöküş ve yokoluş uçurumuna kadar tekmelenmiş bir devleti kurtarabilecek siyasete temel olabilir miydi?
İngilizlerle savaşa girişmeye taraftar mısınız?
Girişildiği takdirde başarı sağlanacağından ne dereceye kadar eminsiniz?
Böyle bir ayak direme hareketi vatanın çıkarlarına uygun düşer mi?”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dört yüz ilâ beş yüz milyon lira borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz diyecekler; halbuki bizim gelirimiz bunun faizine bile yeterli değildir. O zaman güç bir durumda kalacağız; bu durumda bağımsız olarak yaşamaya malî durumumuz elverişli değildir. Sonra, yanı başımızda, bizi bölüşmeyi emel edinmiş hükûmetler var; onların ihtirasları karşısında mahvoluruz. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı savaş gemisi yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu şartlar altında bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi bölüşürler
Müslümanları ve Türk ulusunu bu aşağı derecede düşmüş saymak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, doğal inceliğinden, alçakça ve canice amaçlar için yararlanma yolunda devam etmek, artık o kadar kolay olmayacaktır.
Küstahlığın da bir derecesi vardır.
Küstahlığın da bir derecesi vardır.
İslam dininin, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılması ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.
Bağımsızlığı için ölümü göze alan bir millet, insanlık saygınlık ve onurunun gereği olan bütün özveriyi yapmakta teselli bulur ve hiç kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren bezgin, kişiliksiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklalden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Ya istiklal ya ölüm.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım.
13 Ekim 1923…
“Türkiye Devleti’nin başkenti, Ankara şehridir.”
“Türkiye Devleti’nin başkenti, Ankara şehridir.”
Bilirsiniz ki yaşam demek,mücadele ve çarpışma demektir
Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur.
Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez.
Aciz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin de hareketsizliğe sürüklenmesini ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar.
Cemil Bey, çok doğru söylemiştir Allah’tan Mar-ı serma-dideye Rabbim güneş göstermesin dileğinde bulunurum.
Şehrî’nin bir mısrası “Kış geçirmiş yılana Rabbim güneş göstermesin”, yani mecaz olarak “Eski kurt olmuş, deneyimli, kurnaz adama Allahım fırsat vermesin” anlamında.
Pontus çetecilerinin yaptıkları, Müslüman köylerini yakmak, Müslüman halkına karşı akla hayale sığmaz eziyetler yapmak ve adam öldürmek gibi, kan içici bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.
13 Eylül 1921 günü Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Bu şekilde 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bugünler de dahil olmak üzere, yirmi iki gün ve yirmi iki gece aralıksız devam eden Büyük ve Kanlı Sakarya Savaşı, yeni Türk devletinin tarihine, dünya tarihinde çok az rastlanan büyük bir meydan savaşı örneği kaydetti.
“hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur, fakat bir işe karışma” diye başladı.
Daha sonra, ikisi birlikte “mutlaka gelmelisin!” dediler. “Gelemem!” dedim.
İngiliz himâyesi altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve taraftarları yola getirildi. Kürtler Türklerle birleşti.
Genel durumu yönetme sorumluluğunu üstüne alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiğince yakın bulunmalıdır.
Milletimizin güçlü mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımız da tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam öz şudur: Milli sınırlarımız içerisinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak Genellikle milleti uzun emeller peşinde olarak zarara sokmamak Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.
Zaman her şeyin,her gerçeğin, tarihin özdenlikli kucağında incelenmesini sağlayacaktır.
Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi ilke milli siyasettir.
Efendiler, dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatıla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve Doğu’da başka başka karaktere, kültüre ve ülkeye sahip birbirinden farklı unsurlara tek sınırı içerisinde toplayan bir devletin iç teşkilatı elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin iç teşkilatı özellikle milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi ilkesi de milli olamaz. Buna göre Osmanlı Devleti’nin siyaseti milli değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdır.
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele müsademe demektir. Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır. Bu da maddi ve manevi güç ve kudrete dayanan bir husustur.
Hiçbir güç, hiçbir yetki ,milletimizi tarihin emrettiği bu görevden alıkoyamayacaktır. Vatan ve milletimizin istiklalini korumak için her fedakarlığa hazır bulunan milletimizin kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümetin iş başına getirilmesi yatıştırabilir. Bütün millet, bu tarihi günlerde, milli iradesini mutlak vekilliğini üzerine almış bulunan milletvekillerinin kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. Vatana ve tarihe karşı üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek milletin azim ve fedakarlığına yaraşır kararlar alınacağına, güvendiğimizi vatan uğruna yaptığımız çalışmalarda bütün milletin yanında ve yardımında yardımınızda olduğunu arz ederiz.
Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında, gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?
Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur….
Bize gelince: Tarihin bu memlekette şimdiye kadar yaratmadığı bu milli birlik ve dayanışmayı bozmaya yeltenen her hareketi bir vatan hainliği sayarak buna göre gerekli tedbirleri almaktan çekinmeyeceğiz.
O halde, ya istiklâl ya ölüm!”
Bu derneğe girenlerin başında, Osmanlı Padişahı ve Halife-i Rûy-i Zemîn ünvanını taşıyan Vahdeddin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi.
Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı‘na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat, Hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığı‘ndaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız, Padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
“Bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve yüceliğinin gereği olan bütün özveriyi yapmakla teselli bulur ve hiç kuşkusuz tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, onursuz bir ulusa göre dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.”
Bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken yurtseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele ve çarpışma demektir. Hayatta başarı, mutlaka mücadelede başarıyla mümkündür.
Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!
Macera ve savaş devri artık geçmiştir. Gelecek için, gelişme ve birlik savaşı açmak zorundayız. Sınırlarında bu kadar çok evladı ölen zavallı ülkemizin, fikir ve uygarlık savaşında kaç tane şehidi var? Biz Türkiye’nin hayırlı evlatlarından yarının kurucuları olmalarını istiyoruz.
Efendiler, ben bu kararların hiç birinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların istinat ettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassiz idi.
Allah’a binlerce şükredelim ki ulusumuz, ruhundaki kahramanlık azmiyle tarih boyunca süregelen hayat ve varlığını ne kadere, ne de böyle zalimce kararlara hiçbir zaman kurban etmeyecektir.
Efendiler, tarih itiraz edilemez bir şekilde kanıtlamıştır ki, büyük davalarda başarı için sarsılmaz bir yetenek ve güce sahip bir önderin varlığı gereklidir.
Mezarımda ters döndüm.
Başarı için pratik ve güvenli yol, her evreyi zamanı geldikçe, uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için kurtuluş yolu buydu. Ben de bu yolda yürüdüm.
Bağımsızlık gayesinin elde edilmesine kadar tamamıyla milletle birlikte, fedakarane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Ar
tık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek katidir.
tık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek katidir.
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hakimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek!
Bilirsiniz ki yaşam demek,mücadele ve çarpışma demektir.
Cumhuriyet’in ilanı, milletin kutsal bir ideali , bir ateşi, bir ülküsü gibi ortalığı sarar.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
3. Açılış gününün kutsallığının doğrulanması için bugünden başlayarak il merkezinde Vali Beyefendi Hazretleri’nin düzenlemesiyle hatim indirilmeye ve Buhari-i Şerif okunmaya başlanacak ve hatmin son kısımları, uğurlu olması için cuma günü namazdan sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.
4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak Buhari okunmaya ve hatim indirilmeye başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde sala okunacak…
4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak Buhari okunmaya ve hatim indirilmeye başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde sala okunacak…
2. Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rast getirmekle, anılan günün kutsallığından yararlanılacak ve açılıştan önce bütün değerli milletvekilleriyle beraber Hacıbayramı Veli Camii Şerifi’nde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın ışığından da faydalanılacaktır. Namazdan sonra Hz. Muhammed’in sakalı ve kutsal sancak taşınarak Meclis binasına gidilecektir. Meclis’e girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir.
1. Allah’ın yardımıyla Nisan’ın 23. Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
Halifeliğin durumuna gelince, bilim ve tekniğin aydınlığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç kabul edilmekten başka bir yanı kalmış mıydı?
Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz.
Ya bağımsızlık ya ölüm!
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!