Aziz Nesin kitaplarından Nutuk Makinesi kitap alıntıları sizlerle…
Nutuk Makinesi Kitap Alıntıları
.bir gazetenin %25’i ilan, %21’i kağıt boşluğu, %17’si resim, %13’ü roman, %8’i başlık, geriye kalan %16’sı da gazetenin özü, asıl okuduğumuz bölümdür. Bunun da yarısı spor ve sinema!
%16 hiçbirşey.. diyorsunuz. Evet, hiçbişey olmasına hiçbişey ama, biz de gazete diye işte bu hiçbişeyi okuyoruz. Hicbişey deyip geçmeyin, dördüncü kuvvet dedikleri basın, işte bu, hiçbişey dir. Hiçbişeyken böyle kıyametler kopuyor, ya bir de çok bişey olsaydı, aman Allahım, kim bilir neler olurdu?
%16 hiçbirşey.. diyorsunuz. Evet, hiçbişey olmasına hiçbişey ama, biz de gazete diye işte bu hiçbişeyi okuyoruz. Hicbişey deyip geçmeyin, dördüncü kuvvet dedikleri basın, işte bu, hiçbişey dir. Hiçbişeyken böyle kıyametler kopuyor, ya bir de çok bişey olsaydı, aman Allahım, kim bilir neler olurdu?
Uyan ey yâreli şir-i jiyan, bu hâb-ı gafletten!..
İnsanoğlu ancak aldığı şeylerin gerçek sahibi olabilir; kendisine verilen şeylerin ise sahibi olduğunu sanır. Verilen şey de ‘bağış’ niteliği, alınan şeydeyse ‘hak etme, sahip olma’ niteliği vardır.
-Dünyada en korkak şey sermayedir.
-Hainler korkak olur.
-Hainler korkak olur.
Mapusluk bir şey değil,
Sevdalık var bir yandan!
Sevdalık var bir yandan!
Muhalefet, insan tabiatının icabıdır.
Bireyler gibi toplumlar da yenilmedikçe olgunlaşamazlar, hamhalat kalırlar. Örneğin, işte Amerika: hiç yenilmediği, düşman tokadı yemediği için beşyüz yıldan beri hâlâ çocuk. Şımarıklığı da ondan
Her yurttaş, anayasa dairesinde düşünmek ve devlet dairesinde kaşınmak hak ve hürriyetine sahip olmalıdır.
Biz kimiz? İnsan Hür doğup, hür ölen yaratıklar. Öyleyse, hürriyet istiyoruz.
Her denileni anlayan, ama hiçbir dediğini anlatamayan insanlara halk denir.
1915 de doğdu. Evde ağlayamazdı. Hemen annesi,
-Sus! diye paylardı
Gülemezdi, bağıramazdı. Babası:
-Sus! diye azarlardı.
Misafir gelince,
-Ayıptır, sus! derlerdi.
Kimse yokken,
-Başımı dinleyeceğim, sus! derlerdi.
Yedi yaşına kadar bu, böylece sürdü.
İlk okula gitti. Derste konuşacak olsa, öğretmeni,
-Sus!.. diye çıkışırdı.
Derse kalksa,
-Ne sorulursa onu söyle, çok konuşma!… derdi öğretmenleri.
On iki yaşına kadar da böylece sürdü.
Orta okula gitti. Ağzını açacak olsa,
-Her lafa karışma! Dediler
Müdür,
-“Söz gümüşse, sükut altındır” vecizesini öğretti. Türkçe öğretmeni.
-“İki dinle, bir söyle… Bak, iki kulak, iki ağız var!.” dedi.
-Sus!
-Sesini kes!..
-Çok konuşma!..
On beş yaşına kadar böylece sürdü
Liseye gidiyordu. Burada öğrendiği en güzel şey “Essükutü hayrün mineddırdır” oldu. Sükut, dırdırdan hayırlıdır.
-Çok konuşma!..
-Sus!..
-Kes sesini!..
19 yaşına kadar böylece sürdüsürdü.
-Sus! diye paylardı
Gülemezdi, bağıramazdı. Babası:
-Sus! diye azarlardı.
Misafir gelince,
-Ayıptır, sus! derlerdi.
Kimse yokken,
-Başımı dinleyeceğim, sus! derlerdi.
Yedi yaşına kadar bu, böylece sürdü.
İlk okula gitti. Derste konuşacak olsa, öğretmeni,
-Sus!.. diye çıkışırdı.
Derse kalksa,
-Ne sorulursa onu söyle, çok konuşma!… derdi öğretmenleri.
On iki yaşına kadar da böylece sürdü.
Orta okula gitti. Ağzını açacak olsa,
-Her lafa karışma! Dediler
Müdür,
-“Söz gümüşse, sükut altındır” vecizesini öğretti. Türkçe öğretmeni.
-“İki dinle, bir söyle… Bak, iki kulak, iki ağız var!.” dedi.
-Sus!
-Sesini kes!..
-Çok konuşma!..
On beş yaşına kadar böylece sürdü
Liseye gidiyordu. Burada öğrendiği en güzel şey “Essükutü hayrün mineddırdır” oldu. Sükut, dırdırdan hayırlıdır.
-Çok konuşma!..
-Sus!..
-Kes sesini!..
19 yaşına kadar böylece sürdüsürdü.
Bir egemen sınıf, kendi içinde çürüyüp kokuşmaya başladı mı, kendini şamarlayacak olanları kendi içinden arayıp bulur, yetiştirir, yaratır. Türk toplum yapısının üst tabakası çürümektedir, kokuşmaktadır ve bu yüzden onlar kendi temizleyicilerini, hiç istemeden, ellerinde olmadan, içlerinden yetiştireceklerdir.
Sovyetler Birliği’nin devrim yıldönümü bayramlarında, konsolosluklara kutlama için gönderilen sepet sepet çiçeklerin üstlerinde, Türkiye’nin en büyük kapitalistlerinin, tüccarlarının kartvizitleri iğnelidir. Demek ki Amerika’ya yanaşsak onlar kazanacak. Rusya’ya yanaşsak yine onlar kazanacak; iki yana birden yanaşsak yine onlar, ortada düdük gibi kalsak yine onlar kazanacaklar. Hep dört ayaklarının üstündeler.
Herkes anayasa dairesinde ve her türlü devlet dairesinde ve oturduğu apartman dairesinde serbestçe düşünmek hakkına sahiptir. Kendi kendine düşünene kimsenin bir şey dediği yoktur ama sesli düşünmek öbür yolcuları rahatsız eder.
Hiç hatırlamış olsaydık, dün içinde bulundukları partinin en yanlış gidişini savunurlarken, bugün başka partiye girip eski partilerine saldıranları dinler miydik? Hiç hatırlamış olsaydık, dün kara dediklerine, bugün ak diyen yazarların yazılarını okur muyduk? Hiç hatırlasaydık, dünkü sözlerini unutanların, bugünkü sözlerine yeniden inanır mıydık? Hadi hadi, biz hatırlamayız. Hemen unuturuz. Bizde maşallah hafızlar çoktur ama hafızası kuvvetli olan çok azdır.
Bizde gelenektir; satıcılar karpuzu kurabiye, hıyarı badem, kavunu reçel, balığı derya kuzusu, armudu tereyağı diye satarlar. Kimi iktidarlar da bu geleneğe uyup, zorbalığı demokrasi diye yutturmaya kalkarlar.
Ey insanlar, ben bir copum! Size sözüm şudur: Kulağınıza küpe olsun! Başka birinin kafasına, beline indiğim zaman, onun acısını siz kendinizde duymazsanız, yarın sizin kafanıza, belinize inerim. Başkası coplanırken Oooh olmuş derseniz, yarın size de Oooh olsun! diyeceklerini unutmayın. Benim yaradılışım bu. Şimdi sevinenler, yarın coplanmayı hak etmişlerdir. Hiç dinlemem, inerim beyinlerine, bellerine
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Eskiden kadınlar, kocalarına kendilerine dırdır etmesinler, çok konuşmasınlar diye eşek dili yedirirlerdi. O inanışa göre, eşek dili yiyenlerin sesi çıkmazdı. Bize de sanki eşek dili yedirmişler. Arayın bakalım, ağzınızda diliniz var mı? Dilimizi yutmuşuz. Dilimizi içimize sokmuşuz. Ağzımız var, dilimiz yok.
iktidarlar, halk haklarını almaya doğru yöneldi, kıpırdamalar başladı mı, o almaya kalkmadan kendisi vermeye başlar. Kendisi verir demek, gıdım gıdım verir, açılan ağızları susturur, istekleri uyuşturur demektir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türkiye’de demokrasi (yani yalnızca tek partiden parçalanarak üremiş çok partili biçimsel demokrasi) gireli yirmi yıl oluyor. Her aydın biliyor ki hala Türkiye’de demokrasi yok.
Öte yandan okulunda okumuş, çalışmış, çabalamış olanlar terfi edeceğiz, diye bekleyedursun, beri yanda bakmışsın zırt diye bir kolağası, bir binbaşı, bir miralay, bir paşa doğuvermiş.
Doğuştan paşalar şimdi kalmadı ama, doğuştan olma hazırcılığı hala içimizde yaşıyor. Her iş armut piş, ağzıma düş olsun istiyoruz.
Doğuştan paşalar şimdi kalmadı ama, doğuştan olma hazırcılığı hala içimizde yaşıyor. Her iş armut piş, ağzıma düş olsun istiyoruz.
Halk, hükümetlerin her dediğini anlar ama hiçbir dediğini hükümetlere anlatamaz! İşte halkın en güzel tarifi budur: Her denileni anlayan ama hiçbir dediğini anlatamayan insanlara halk denir.
Daha nasıl bir karışıklık istiyorlar? Hakikatleri görmeyen körler! Nankörler!
Adalet mülkün temeli ve herkesin emeli olmalı kendi ameli!
Anlayana ne büyük laf!..
Anlayana ne büyük laf!..
Ey insanlar,ben bir copum! Size son sözüm şudur: Kulağınıza küpe olsun! Başka birinin kafasına, beline indiğim zaman, onun acısını siz kendinizde duymazsanız, yarın sizin, kafanıza, belinize inerim. Başkası coplanırken Oooh olmuş derseniz, yarın size de Oooh olsun! diyeceklerini unutmayın. Benim yaradılışım bu. Şimdi sevinenler, yarın coplanmayı hak etmişlerdir. Hiç dinlemem, inerim beyinlerine, bellerine
Ey insanlar, ben bir copum! Cop sesine kulak verin!
Ey insanlar, ben bir copum! Cop sesine kulak verin!
Bizde gelenektir; satıcılar karpuzu kurabiye, hıyarı badem, kavunu reçel, balığı derya kuzusu, armudu tereyağı diye satarlar. Kimi iktidarlar da bu geleneğe uyup, zorbalığı demokrasi diye yutturmaya kalkarlar.
Aldırmaaaa Her şey düzelir, yeter ki gönüller şen olsun
Ey gelirsizlerin, dar gelirlilerin, az gelirlilerin efendisi kuru fasulye! Şimdi bir kilonuz altı liraya çıkmış. Yüzünüzü göremez, evimize alamaz, tadınıza bakamaz olduk.
Verilenle alınan arasındaki fark budur işte, iktidarlar, halk haklarını almaya doğru yöneldi, kıpırdamalar başladı mı, o almaya kalkmadan kendisi vermeye başlar. Kendisi verir demek, gıdım gıdım verir, açılan ağızları susturur, istekleri uyuşturur demektir.
Her aydın biliyor ki hala Türkiye’de demokrasi yok. Niçin yok? Çünkü demokrasiyi biz almadık, bize verdiler. Bize verilmiş olduğu için de, ona bitürlü sahip çıkamıyoruz. Çünkü o demokraside alınterimiz, gözyaşımız, kanımız, canımız yok..
Biz, konuşan eşek değil, yük taşıyan eşek, buna karşılık yük taşıyan insan değil, konuşan insan istiyoruz.
İşte halkın en güzel tarifi budur: Her denileni anlayan ama hiçbir dediğini anlatamayan insanlara halk denir.
-Baskı olmasın! diyoruz.
Muhalefet,
-Biz iktidara geçersek baskı yapmayacağız, diyor.
İnşallah yapmazlar. Ama ben baskı yapmayacaklarına inanmıyorum. Ağzım sütten de, yoğurttan da yanmış Şimdiki iktidara da, gelecek iktidara da, baskı yapmayın demiyoruz. Desek de nasıl olsa yapacaklar. Ama hiç olmazsa insaf edin de daha az baskı yapın, diyoruz. Bu kadarını da demeyelim mi?
Muhalefet,
-Biz iktidara geçersek baskı yapmayacağız, diyor.
İnşallah yapmazlar. Ama ben baskı yapmayacaklarına inanmıyorum. Ağzım sütten de, yoğurttan da yanmış Şimdiki iktidara da, gelecek iktidara da, baskı yapmayın demiyoruz. Desek de nasıl olsa yapacaklar. Ama hiç olmazsa insaf edin de daha az baskı yapın, diyoruz. Bu kadarını da demeyelim mi?
Böyle bir büyük kişiyi tanımamak olur mu hiç! Önce tanıyacaksın. Sonra da, ” garşıdan gördün mü, nirde o’ssa o’ssun, gaç adım o’ssa o’ssun, hemencik selamı yapıştıracağan ! ”
Yoksa, o sana tokatı yapıştırır.
Yoksa, o sana tokatı yapıştırır.
Hey Ulu Tanrım! Ne olurdu, hiç olmazsa şu kahveden anladığımız kadarcık olsun, demokrasiden de anlasaydık
İki şey yurdumuzda yetişmez; biri kahve, biri de demokrasi. İkisi de bize dışardan gelir.
İktidarların baskısı, o ülkenin edebiyatını zenginleştirirmiş! Pek şaştım! Demek, bizdeki hükümetlerin amacı, edebiyatımızı zenginleştirmekmiş.
Verilen şeyle, alınan şey arasında çok ama çok büyük ayrım vardır. İnsanoğlu ancak aldığı şeylerin gerçek sahibi olabilir; kendisine verilen şeylerin ise sahibi olduğunu sanır. Verilen şeyde ‘bağış’ niteliği, alınan şeyde ise ‘hak etme, sahip olma’ niteliği vardır.
Verilenle alınan arasındaki fark budur işte, iktidarlar, halk haklarını almaya doğru yöneldi, kıpırdamalar başladı mı, o almaya kalkmadan kendisi vermeye başlar. Kendisi verir demek, gıdım gıdım verir, açılan ağızları susturur, istekleri uyuşturur demektir.
“Halk, hükümetlerin her dediğini anlar ama hiçbir dediğini hükümetlere anlatamaz!”
Çalmasınlar demiyorum. Desem de nasıl olsa yine çalacaklar. Ama hiç olmazsa daha az çalsınlar.
Köpek adamı ısırdı mı, o haber yazılmaz; adam köpeği ısırırsa, haber önemlidir, yazılır.
Es-sükûtü hayrün mineddırdır
İktidarların baskısı, o ülkenin edebiyatını zenginleştirirmiş! Pek şaştım! Demek bizdeki hükümetlerin amacı, edebiyatımızı zenginleştirmekmiş.
Başkası coplanırken Oooh olmuş derseniz yarın size de Ooooh olsun! diyeceklerini unutmayın.
Ey insanlar, ben bir copum! Size son sözüm şudur: Kulağınıza küpe olsun! Başka birinin kafasına, beline indiğim zaman, onun acısını siz kendinizde duymazsanız, yarın sizin, kafanıza, belinize inerim.
-Sağa sapın, sağa dönün,sağdan gidin, önünüzde yol çatallaşır, siz gene sağdan gidin!
Hangimiz hafızamızı kaybetmedik, söyler misiniz? İçinizde dün ne yediğini bilen varsa beri gelsin Hele yenilen naneyse o zaman hiçbişey hatırlanmaz.
Yalnızlık benim için, kendisinden vazgeçemediğim en güzel eş oldu. Bitek eksiği var: Kısır Bir de çocuğumuz olsaydı!
Ey insanlar,ben bir copum! Size son sözüm şudur: Kulağınıza küpe olsun! Başka birinin kafasına, beline indiğim zaman, onun acısını siz kendinizde duymazsanız, yarın sizin, kafanıza, belinize inerim. Başkası coplanırken Oooh olmuş derseniz, yarın size de Oooh olsun! diyeceklerini unutmayın. Benim yaradılışım bu. Şimdi sevinenler, yarın coplanmayı hak etmişlerdir. Hiç dinlemem, inerim beyinlerine, bellerine
Ey insanlar, ben bir copum! Cop sesine kulak verin!
Ey insanlar, ben bir copum! Cop sesine kulak verin!
Her denileni anlayan, ama hiçbir dediğini anlatamayan insanlara halk denir.
Şimdilik Türkçesini söyleyemiyoruz. “Tovariş diyoruz, yakında “Yoldaş” da deriz. Biliyorsunuz ya, şunca bin yıllık “Yoldaş sözcüğü bile, dilimizde unutulmaya başlamıştı.
Bence, uzay adamının boşlukta yürümesi gerçekten önemli değil. Ama gerçekten çoook önemli olan, üzerinde durup düşünmemiz gereken bir olay var; o da boşlukta yürüyen uzay adamının kimliği Bu adam, bir tesviye işçisi. İşçilikte başarı kazanıp yükselmiş. Subay olmuş. Havacı olmuş. Harp Akademisine girip kurmay olmuş, yarbay olmuş. İşte bu gerçek, onun uzay boşluğunda yürümesinden çok daha önemli bence. Bundan önce uzaya çıkanlardan ikisi de, eskiden işçiymiş. Bir de Rus kadın çıkmıştı uzaya, o da bir işçiydi Bunlar, bildiğimiz – yada hiç bilmediğimiz – fabrika işçileri Yetenekleri var, güçleri var, toplumları onlara en büyük olanağı verip onları dünyanın en ünlü kişileri yapıyor. Bence hepsinden önemlisi işte bu Yetenekli kişilere bu fırsatlar, bu olanaklar verildiği içindir ki Sovyetler Birliği bugün bu büyük başarılara ulaşıyor. Bu büyük utku, insanlara eşit fırsatlar vermenin, yetenekli olanın hak ettiği yere gelmesinin bir sonucudur.
Bizim de işçilerimizin içinde, kendi ölçümüzde, ne büyük değer adayları vardır ki yok olup yitip giderler. Salt işçilerimiz içinde mi, ya okuyamayan köylüler, yoksul çocuklar
Okullarda bile çalışkan öğrencilerle inek diye alay ediyorlar. Çalışmak ineklik , çalışmadan geçmek zekâ. Çünkü bütün yavrularımız, babaları gibi, ağızdan dolma, kulaktan kapma, doğuştan olma”lığa özeniyorlar. Dünyanın en büyük aptallığı olan kurnazlığı, açıkgözlüğü doğuştan olma” zekâ sanıyoruz. “Aman ne müthiş, ne eşsiz zekâ! diye hayran olduklarımıza bakın, hepsi de birer hazırlöpçü, doğuştan bilgiç değil mi?
Kendi kendine düşünene kimsenin bişey dediği yoktur ama sesli düşünmek öbür yolcuları rahatsız eder.
Dördüncü Sultan Abdulpalamut Han döneminden bu yana memleketimizin geri kalışının sebebi nedir? Bilen var mı? Yok!.. Siz bu kafayla zor sınıf geçersiniz. Madem bilmiyorsunuz, öyleyse ben söyleyeyim. Geri kalışımızın başlıca sebebi, devletin her yere burnunu sokarak devletçilik yapması ve özel teşebbüse meydan vermemesidir.
Efendim, bizde çok yasak var. Özgürce konuşamazsın, özgürce yazamazsın. Daha sayayım mı? Özgürce sevişemezsin, özgürce gezip dolaşamazsın. Bizde özgür olan bir güreştir. Evel Allah onda birinciyiz işte. Neden? Çünkü biz, doğduğumuzdan beri serbest güreş tutarız da ondan.
Ancak aydınlar arasındaki anlaşmazlık, bize bişeyin lazım olduğundan değil, bize lazım olan şeyin nasıl bişey olduğu noktasından doğmaktadır ki, önce hepimiz bize bişeyin lazım olduğu düşüncesinde birleştikten sonra, bu bişeyin nasıl bişey olduğunu arayıp bulmak bizler için kolaylaşacaktır.
İktidarların baskısı, o ülkenin edebiyatını zenginleştirirmiş! Pek şaştım! Demek, bizdeki hükümetlerin amacı, edebiyatımızı zenginleştirmekmiş.
Tanrıların tanrısı Zeus’un yaşadığı Sarıkızdağı’na çıktım. Orası öyle bir dağ ki, kim oraya çıkıp da orda yaşasa elbet tanrı olurdu. O dorukta insan kalmanın olanağı yok! Ben o Zeus’ un tanrılığını göreyim ki, gelip bizim evde birgün yaşasın; bakalım tanrı mı oluyor, yoksa rezil mi?
Hangi milletvekili ya da belediye başkanı adayıyla konuşsanız, seçimi kazanmışsa halkın anlayışından, sağduyusundan sözeder; seçimi kazanamamışsa halkın anlayışsızlığını, bilinçsizliğini anlatır.
Kimi insanlar elmaşekerine benzer: İlkin tatlı gelen konuşmaları biraz sonra yavanlaşır ve biten elmaşekerinin çubuğu gibi kalırlar.
Yalnızlık benim için, kendisinden vazgeçemediğim en güzel eş oldu. Bitek eksiği var: Kısır Bir de çocuğumuz olsaydı!
Kediler pek güzel yaratık oldukları halde, pekçok oldukları için değerleri bilinmez, sokaklarda sürünürler. Çok az bulunabilen hayvan olsalardı, zenginler evlerine bir kedi alabilmek için çok para vermeye razı olur ve o zaman kedilerin güzelliğinin farkına varılırdı. İşte Türkiye’de yazarlar da böyledir; o kadar kolay ve ucuza alınır ki yazıları, değerlerinin farkına bile varılmaz.
Sosyal adalet terimi yaygınlaştığından beri, ünlü ve çok büyük zenginlerin bir zamanlar başkalarının yanında hamallık ettiğini söyleyenler de çoğaldı. Böylece sosyal adaletsizliği belirtiyorlar: Kendileri zengin olacak yerde bir hamal zengin olmuş.
Bireyler gibi toplumlar da yenilmedikçe olgunlaşamazlar, hamhalat kalırlar. Örneğin, işte Amerika: Hiç yenilmediği, düşman tokadı yemediği için beşyüz yıldan beri hala çocuk. Şımarıklığı da ondan