İçeriğe geç

Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi Kitap Alıntıları – Noam Chomsky

Noam Chomsky kitaplarından Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi kitap alıntıları sizlerle…

Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi Kitap Alıntıları

Münazaralar, insanların geliştirdiği irrasyonel yapılardan biridir. Münazara kuralları, rasyonel bir fikir alışverişini baltalamak için tasarlanmıştır. (…) “Usta münazaracılar” diye bilinen kişiler, “kazanmak” için rasyonel tezler yerine, üçkâğıt ve hileye başvurmaları gerektiğini bilirler.
Vietnam’da Amerikan güçleri tarafından tarım ürünlerini yok edici kimyasalların kullanılması, bu hafta 29 bilim insanı ile Harvard, MIT ve yakındaki birkaç kurumdan fizikçilerin yaptığı bir
açıklama ile kınandı.
LP: Akla başka bir bilim insanı geliyor, yine Russell-Einstein Manifestosu’nun bir imzacısı olan Linus Pauling. Sanırım,
Pauling’e büyük saygınız olduğundan söz etmiştiniz.

NC: Pauling büyük bir bilim insanıydı. Ayni zamanda da
çok etkili ve kendini adamış bir barış savunucusu olduğu için savaş, saldırganlık ve nükleer tehditlerle ilgili panallerde onunla birçok kez karşılaşmıştık.

Ciddi ve acil nükleer silah tehdidine son vermeyi hedefleyen çevrelerde, Russel’ın çalışmalarının bir miktar etkisi oldu kuşkusuz. Ama o zamanlar kısıtlı olan bu hareket sonraki yıllarda epeyce büyüyerek 1980’lerde çok güçlü bir popüler harekete dönüştü. Reagan’ın protestoları savuşturma amacıyla “Yıldız Savaşları” fantezilerini ortaya atmasında da bu olayların büyümesinin önemli bir etkisi vardı. Bu konuda Lawrence Wittner’ın yaptığı önemli çalışmalar var.
Russell ABD’de iftiraya uğradı. Bertrand Russell’s America (Bertrand Russell’ın Amerikası) adlı kitapta bu gayet iyi anlatılmıştır.
Hiç karşılaşmadık. 1967’de, Vietnam Savaşı’na karşı direnişin desteklenmesini ve savaşın protesto edilmesini savunan “Gayrimeşru Yetkiye Direnme Çağrısını yayımlamak üzereyken sadece bir kez görüştük.
Bana destek istemek üzere ünlü şahsiyetlerle bağlantı kurma görevi verilmişti. İlk yazdığım kişi, bildiriyi imzalamayı kabul ederek hemen cevap veren Russell’dı.
“Entelektüel” tabiri genelde, kamusal sorunlar üzerine konuşurken dinleyiciyi kazanabilecek yeterli ayrıcalığa sahip olanlardan söz etmek için kullanılıyor.
Eğer kendilerini, Higgs bozonunu araştırmaya adamışlarsa, dünyanın en büyük fizikçilerine “entelektüel” denilmiyor.
“Usta münazaracılar” diye bilinen kişiler, “kazanmak” için rasyonel tezler yerine, üçkâğıt ve hileye başvurmaları gerektiğini bilirler.
80’lerden bu yana, nüfusun büyük bölümü için, yaşam görece kötüleşti: Gerçek ücretler ve gelirler yerinde sayar ya da daha da düşerken hiçbir zaman çok fazla olmayan sosyal haklar geriledi; insanlar daha fazla saat çalışarak, sonu gelmeyen borçlar ve varlık enflasyonu balonlarıyla uğraşırken geçimlerini zar zor sağlıyordu, ama sonunda bunu da yapamaz oldular.
Türkiye yakın geçmişte İran’a bir boru hattı inşa etti, Pakistan da öyle. Türkiye’nin İran’la ticareti hızla arttı, önümüzdeki birkaç yıl içinde üçe katlamayı planlıyorlar. Arap dünyasında kamuoyu ABD’ye o kadar öfkeli ki artık gerçek bir çoğunluk İran’ın yalnızca nükleer enerji değil, nükleer silahlar da üretmesinden yana. ABD bunu fazla ciddiye almıyor, diktatörlüklerin toplumları denetleyemeyeceğini düşünüyor. Fakat Türkiye veya kuşkusuz Çin işe karışınca, bu bir tehdit haline geliyor. Bu çaresiz açıklamalarla, işte bu yüzden karşılaşıyorsunuz
Şu ana kadar, İran ambargosu olayında yalnız kalan, Çin ve İran değil, Amerika oldu.
Muhteşem Bölge nedir? En azından, tüm Batı Yarımküreyi, tüm Uzakdoğu’yu ve tabii ki Ortadoğu enerji kaynaklarını da içeren bütün Britanya İmparatorluğu’nu -eski Britanya İmparatorluğu’nu- kapsayacaktı. Üst düzey bir danışmanın daha sonra söylediği gibi: “Ortadoğu’nun enerjisini kontrol edebilirsek, dünyayı kontrol edebiliriz.” İşte, Muhteşem Bölge budur.
ABD hükümeti, Agent Orange’in, bilinen en ölümcül kanser yapıcılardan biri olan dioksin içerdiğinin farkında olmadığını
ileri sürmüştü.
Savaşın en ağır yaşandığı günlerde Gazze’deki El-Şifa Hastanesi’nde korkunç koşullarda çalışan Norveçli kahraman doktorlar Mads Gilbert ve Erik Fosse, kimsenin daha önce görmediği ölümcül savaş gereçlerinin etkileri hakkında bir rapor hazırlamışlardı. Bu savaş gereçlerini kullananlar düşman devletler olsaydı, kesinlikle geniş bir sorgulama, sert bir kınama ve cezalandırma ile karşı karşıya kalırlardı
1970’lere gelindiğinde, devlet fonları, Pentagon’dan biyoloji üzerine çalışan kurumlara, yani NIH ve diğerlerine aktarılıyordu.
Gizli kaldığı sürece, istedikleri her şeyi yapabiliyorlar
Orwell romanlarında olabilecek bu Enstitü’nün Saygon’da kontrgerilla harekâtı üzerine doktora yapsınlar diye öğrenci gönderdikleri villaları vardı. Siyaset Bilimi bölümünde aynı zamanda da Vietnam stratejisi ve benzeri konular üzerine gizli seminerler yürütüyorlardı. Bunlardan birine katılmaya davet
edildiğimde keşfettim.
Örneğin 1980’lerdeki Pakistan’ı ele alalım: Pakistan, bir sürü diktatörünün en kötüsü olan Ziya-ül-Hak yönetimindeydi. Bu diktatörün radikal İslamcı bir gündemi vardı, Suudi Arabistan’dan da büyük maddi kaynak alıyordu. Toplumu İslamlaştırmaya çalışıyorlardı. Her yerde, çocukların yalnızca Kuran ve radikal İslam gibi şeyleri öğrendikleri medreseleri kurmaya başladıkları zamandı. Suudi Arabistan radikal İslam’ın merkezi olup, bulabileceğiniz en aşırı kökten dinci devlettir ve Reagan onu destekliyordu. Radikal İslam onların umurunda değil.
Her şeyden önce, MIT nükleer yetenekler geliştirmekte
olan devletlerden destek almamalı. Eğer ABD hükümeti bunu
yapmak isterse onu da protesto ederim, ama burada yapılmamalı. Nükleer yetenekler geliştirmeleri için başka ülkelere yardım etmek bir üniversitenin görevi değil. Bu burada zaten yapmamalıyken, ama yalnızca bir müttefik olduğu için, kaba bir despotun yönetimindeki bir ülke için, hiç yapılmamalıydı. Ama bu özünde öğrencilerin teziydi ve apaçık ifade edilmişti.
Mars gezegeninden şu anki durumu izleyen birileri varsa, Dünya’da olan bitene inanmayacaklardır.
Michele Bachmann ise şu anlama gelebilecek bir şey söyledi: “Evet, bu gerçek olabilir, ama eğer öyleyse de eşcinsel evliliklere izin verildiği için Tanrı’nın bir cezasıdır.
İnsana yakışır bir yaşam umudumuz olacaksa, toplumlarımızı ve yaşamlarımızı farklı bir öncelikle örgütlemeyi öğrenmek zorundayız.
LP:Bağımsız düşünce olmaksızın kuşkuculuğun bir değeri var mı?
NC: Bağımsız düşünce olmaksızın, kuşkuculuk sanki “söylediklerini kabul etmiyorum” demeye gelecektir. Kabul etmemek doğru olabilir, ama ancak makul çözümlemeye dayanır ve akla yakın seçeneklerle desteklenirse, bu duruşun bir değeri olacaktır.
Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nda Max Weber şöyle yazıyordu: “Kazanım söz konusu olduğunda ortaya çıkan mutlak ve bilinçli merhametsizlik, çoğu zaman katı bir gelenekçilikle en yakın ittifak içinde bulunur.”
ABD’nin hakim olması gereken ve adına Muhteşem Bölge dedikleri kavramı tasarladılar.Muhteşem Bölge içinde ise ABD’nin planlarına müdahale eden hiçbir hükümranlık girişimi olamazdı. Alenen, hemen hemen bu sözcüklerle ifade ediliyordu.Muhteşem Bölge nedir? En azından, tüm Batı Yarımküreyi, tüm Uzakdoğu’yu ve tabii ki Ortadoğu enerji kaynaklarını da içeren bütün Britanya İmparatorluğu’nu -eski Britanya İmparatorluğu’nu- kapsayacaktı. Üst düzey bir danışmanın daha sonra söylediği gibi: “Ortadoğu’nun enerjisini kontrol edebilirsek, dünyayı kontrol edebiliriz.” İşte, Muhteşem Bölge budur.
Derin deniz sondajları, kaya gazı ve petrol çıkartma çalışmaları yapılarak su ve diğer kaynaklar mahvediliyor. Çevreyi mahvetmek için kullanılabilecek ne varsa, nerede olursa olsun buluyorlar, büyük bir hevesle peşine düşüyorlar. Bu, türlerin ölüm fermanını imzalamak gibi bir şey.
Amerika’nın, dünya meselelerine olsa olsa istemeyerek karışan, başka uluslar ve başka sistemlerin bütünlüğüne saygı duyan ve savaşlara yalnızca son çare olarak baş vuran, güçlü ama alçakgönüllü bir ülke olduğunu düşünerek büyüdük çoğumuz.
Halbuki güce itaat etmek ve tâbi olmak tarihte (ya da düşman devletlerde) çoğunlukla kınanmış olsa da genellikle toplumda baş tacı edilir.
Entelektüel tabiri genelde, kamusal sorunlar üzerinde konuşurken dinleyiciyi kazanabilecek yeteri ayrıcalığa sahip olanlardan söz etmek için kullanılıyor. Eğer kendilerini, Higgs bozonunu araştırmaya adamışlarsa, dünyanın en büyük fizikçilerine entelektüel denilmiyor. Uluslararası işler ve ekonomiyi götüren etmenler konusunda hasbelkader çok derin öngörü sahibi olup, akrabalarına ve dostlarına bu konuları anlatan, az eğitimli marangoza da entelektüel denilmiyor.
Biraz daha fazla kâr etmek için torunlarımızı kurban etmeye razı olan çılgınlar olmak mecburiyetinde değiliz.
Çevre hakkında kayda değer bir şeyler yapmakta başı çeken ülke, Güney Amerika’daki en yoksul ülke olan Bolivya’dır.
Bunun en büyük sorumlusu da Amerika Birleşik Devletleridir. Elbette bu konuda diğer devletlerde masum değil ama Amerika Birleşik Devletleri şu anda yaptığı gibi tüm dünyayı uçuruma sürüklediği sürece, bu konularda hiçbir önemli gelişme olmayacaktır.
Güçlü olanlar, işledikleri suçların cezalandırılmasını bir yana bırakın, sorgulanmasından bile kendilerini muaf kılmış durumda.
Yakma çukurları ölümcül zehirlilik yaratan bir başka kaynaktır: “2003’ten bu yana, savun­ma şirketleri Irak ve Afganistan’daki ABD askeri üslerinin büyük
çoğunluğunda, askeri bir atık imha etme yöntemi olarak yakma çukurlarını kullandı. Bu çukurlarda, insan bedeni parçaları, plas­tikler; tehlikeli tıbbi malzeme, lityum pilleri, araç lastikleri, hidro­lik sıvılar ve araçlar yakılır. Bu çukurlar, jet yakıtıyla, haftada yedi
gün, günde yirmi dört saat yanar vaziyette tutulur.”
Güçlü olanlar, işledikleri suçların cezalandırılmasını bir yana bırakın, sorgulanmasından bile kendilerini muaf kılmış durumda.
Irak’ın 2004’te ABD Deniz Kuvvetleri tarafından
bombalanan kenti Felluce’deki bebek ölümü, kanser ve lösemi vakalarındaki çarpıcı artışlar, 1945’de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanlarda görülen bu tip vakaların sayısını aşıyor.
Sistemin bütünü eleştirel bir incelemeyi kesinlikle hak edi­yor, çünkü hayati kararların alınması sürecinde halkın katılımı hemen hemen hiç yok.
İş dünyasının yönettiği bir ülkede yaşamak işte bu anlama geliyor, hiçbir şeyin önemi yok. Endüstrileşmiş ülkelerde var olan sağlık sisteminin bizde olamayışı da aynı nedenledir. Ağır­lığı olan insanlar, finans kurumları buna izin vermez, bu yüzden gündemde değildir.
Ciddi medya ilgisinin eksikliği; demokrasiyi yeniden canlandırabilecek ve elitlerin denetimini tehdit edebilecek nitelikte­ki popüler eylemciliğe duyulan genel nefrete ek olarak, küresel ısınma tehdidini önemsiz göstermeye yönelik normal davranış kalıbına girer gibi görünüyor.
Ahlaki gerekçelerle yargılama konusunda ise hangi ahlaki ilkelerin temel alındığı önem taşır.
İş dünyasının yönettiği bir ülkede yaşamak işte bu anlama geliyor, hiçbir şeyin önemi yok. Endüstrileşmiş ülkelerde var olan sağlık sisteminin bizde olamayışı da aynı nedenledir.
..siyasi unsurların bilimsel araştırmalara büyük ölçüde müdahale ettiği konusunda kuşku yok. Bunun bir hayli örneği de var. 2008 Aralık – 2009 Ocak ayları arasında Gazze’ye yapılan ABD destekli vahşi İsrail istilâsı, soruşturulması gereken bir başka olaydır. Savaşın en ağır yaşandığı günlerde Gazze’deki El-Şifa Hastanesi’nde korkunç koşullarda çalışan Norveçli kahraman doktorlar Mads Gilbert ve Erik Fosse, kimsenin daha önce görmediği ölümcül savaş gereçlerinin etkileri hakkında bir rapor hazırlamışlardı. Bu savaş gereçlerini kullananlar düşman devletler olsaydı, kesinlikle geniş bir sorgulama, sert bir kınama ve cezalandırma ile karşı karşıya kalırlardı.
Hugo Châvez, Birleşmiş Milletler genel kurul toplantılarından birinde bir konuşma yapmıştı. Tabii basında bir dolu alay ve saçmalık çıktı, anlattığı şeylerden de söz etmediler. Üreticilerin ve tüketicilerin bir araya gelip, hidrokarbonlara ve fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmanın yollarını bulmak zorunda kalacaklarını anlattığı bu konuşmayı, eminim internette bulabilirsiniz. Tabii ki, Venezuela büyük bir petrol üreticisi. Gerçekten de hemen hemen tüm ekonomileri petrole bağlı. Petrole Teksas’tan çok daha fazla bağımlılar. Demek ki bu yine de yapılabiliyormuş. Biraz daha fazla kâr etmek için torunlarımızı kurban etmeye razı olan çılgınlar olmak mecburiyetinde değiliz.
Türümüzün hayatta kalması açışından iki temel sorun var: nükleer savaş ve çevre felaketi. “Çevre felaketi” demekle ne kastediyorsunuz?

NC: Aslında pek çok şey. En önemli olanı insan kaynaklı küresel ısınma, yani insanın küresel ısınmaya, sera gazlarına ve diğerlerine olan katkısı ama bu sadece olayın bir parçası. Kirlilik denilen şeyin -çevresel yıkımın- son derece ciddi başka kaynakları da var: Erozyon, tarım alanlarının ortadan kaldırılması ve açlık konusunda ciddi etkilere yol açmış olan, tarım alanlarının biyoyakıtlara ayrılması. Bu yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda insani bir sorundur. Barajlar inşa etmenin ve Amazon Ormanlarını katletmenin de ekolojik sonuçları var. Binlerce şey oluyor ve sorunlar her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Bunun en büyük sorumlusu da Amerika Birleşik Devletleridir. Elbette bu konuda diğer devletler de masum değil ama Amerika Birleşik Devletleri şu anda yaptığı gibi tüm dünyayı uçuruma sürüklediği sürece, bu konularda hiçbir önemli gelişme olmayacak.

“Tüm seragazı salımları hemen durdurulsa bile -ki bu, dünya ekonomisinin bugün çöktüğü ve bir daha asla tek bir ampülün bile yakılmadığı, tek bir benzin motorunun dahi çalıştırılmadığı anlamına gelir- atmosferde zaten, büyük ölçüde ısınma ve yıkıcı iklim değişikliği, bunun beraberinde de çok daha fazla yoksulluk, şiddet, toplumsal çöküntü, zorunlu göç ve siyasi çalkantı yaratmaya yetecek kadar karbondioksit var. Bu nedenle, insani ve adil uyum sağlama yollarını bulmalıyız, yoksa barbarca olasılıklarla karşı karşıya kalırız.”
Savaş, zehirlenmeye neden olacak bir sürü kaynağı da içerisinde barındırır.
Cezanın türü toplumun yapısına bağlıdır. Halbuki güce itaat etmek ve tâbi olmak tarihte (ya da düşman devletlerde) çoğunlukla kınanmış olsa da genellikle toplumda baş tacı edilir.
İşçileri robotlara dönüştüren bir işletme tekniği olan Taylorizm, devlet ve ordunun yaptığı üretim sonucunda ortaya çıktı.
Irak’ın 2004’te ABD Deniz Kuvvetleri tarafından bombalanan kenti Felluce’deki bebek ölümü, kanser ve lösemi vakalarındaki çarpıcı artışlar, 1945’de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanlarda görülen bu tip vakaların sayısını aşıyor.
İsrail ilk zamanlarda Hamas’ı destekledi, çünkü laik FKÖ’ye karşı bir silahtı. ABD ve İsrail oldukça tutarlı bir biçimde radikal İslamcıları destekledi ve bunun epeyce bir geçmişi var. 60’ların başında -aslında, 50’lerde ve 60’larda- Arap dünyasında, laik ulusalcılığın simgesi olan Nasır ile köktenci, radikal İslamcılığın koruyucusu Suudi yöneticileri arasında büyük bir çatışma vardı. ABD kimi destekledi? Suudileri tabii. Laik ulusalcılıktan korkuyorlardı.
CIA misyonunun başkanı bu konuda açık sözlüydü. Temel olarak şöyle söylüyordu: “Afganistan’ı özgürlüğüne kavuşturmakla ilgilenmiyoruz, yapmak istediğimiz şey Rusları öldürmek.” Buldukları fırsat da buydu. Brzezinski, özetlemek gerekirse şunları söylüyordu: “Ruslara Vietnam’ı ödetmek harika bir şey.”
Derin deniz sondajları,kaya gazı ve petrol çıkarma çalışmaları yaparak su ve diğer kaynakları mahvediyorlar

Durumu daha da kötüleştiren bunların çoğunun ”herhangi bir sorun yaratmayacağı ”, ”bunları yapmazsak daha büyük sorunların ortaya çıkacağı ” gibi dayanaklarla yapılıyor olması ..

” Tüm sera gazı salınımları hemen durdurulsa bile -ki bu ,dünya ekonomisinin bu gün çoktüğü ve
bir daha asla tek bir ampulun bile yakılmadıgı
tek bir benzin motorunun dahi çalıştırımadığı anlamına gelir
atmosferde zaten ,,büyük ölçüde ısınma ve yakıcı iklim değişikliği ,bunun beraberinde de çok daha fazlayoksulluk,şiddet,toplumsal çöküntü,zorunlu göç ve siyasi çalkantı yaratmaya yetecek kadar karbondioksit var ”

Laray polk
eylül 2002

İsrail ilk zamanlarda Hamas’ı destekledi, çünkü laik FKÖ’ye karşı bir silahtı. ABD ve İsrail oldukça tutarlı bir biçimde radikal İslamcıları destekledi ve bunun epeyce bir geçmişi var. 60’ların başında -aslında, 50’lerde ve 60’larda- Arap dünyasında, laik ulusalcılığın simgesi olan Nasır ile köktenci, radikal İslamcılığın koruyucusu Suudi yöneticileri arasında büyük bir çatışma vardı. ABD kimi destekledi? Suudileri tabii. Laik ulusalcılıktan korkuyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir