İçeriğe geç

Notre Dame´in Kamburu Kitap Alıntıları – Victor Hugo

Victor Hugo kitaplarından Notre Dame´in Kamburu kitap alıntıları sizlerle…

Notre Dame´in Kamburu Kitap Alıntıları

Köknar kavak kadar güzel değildir ama kışın yapraklarını dökmez. Yazık! Bunları söylemek neye yarar?
Aşk bir ağaç gibidir; kendiliğinden yetişir, kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini sarar ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder. Bu tutkunun ne kadar körse o kadar inatçı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Kendi içinde tutarlı olmadığında daha da güçlüdür.
Acının aşırısı, tıpkı sevincin aşırısı gibi kısa süren şiddetli bir duygudur. İnsan yüreği bu uçlardan birinde uzun süre kalamaz.
Bilirsiniz, ruhu mahveden daima bedendir. Bu kadına yaklaşırsanız vay halinize!
Kadın içgüdüleri erkek zekalarına oranla birbirlerini daha çabuk anlar ve cevap verir.
Bu çağ acımasızdır.
Tutkularla dolu bir baş umutsuzlukla çarptığında bilim nasıl da zayıf bir ses çıkarıyor.
Büyüdükçe çevresinde kinden başka şeye rastlamaz oldu.
Tempus edax, homo edacior.
(Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.)
Sevgisiz bir yaşamın kuru ve yağsız bir dişli çark olduğunu, düzgün işlemeyeceğini anladı.
Şairlik serserilere yakışan bir meslekti ve babaları eşkıya olan bazı arkadaşlarım bana şiir yazmanın hırsızlık yapmaktan daha iyi olduğunu öğütlemişlerdi.
—Dostluk nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
—Evet, diye yanıtladı Çingene kızı; kardeş gibi olmaktır, tıpkı elin iki parmağı gibi iç içe geçmeden birbirlerine dokunan iki ruh gibi.
—Ya aşk?
—Ah aşk! dedi Esmeralda, sesi titriyor, gözleri ışıldıyordu. İki sevgilinin bir bedende bir araya gelmesi. Bir melekte bütünleşen bir erkek ve bir kadın. Cennetin at kendisi!
Bu sabah oyunumun yarıda kesilmesine neden oldu, bu akşam hayatımı kurtardı. Kötülük cinim! İyilik meleğim! Gerçekten de, güzel bir kadın!
Beni daha yakından tanırsan belki seversin.
iyi niyet çorbamıza soğan katmaya yetmez ve sadece cennete gitmeye yarar; oysa cennet ve çapulcular ülkesi farklı şeylerdir.
Bu bensem, olup bitenler gerçek mi? Bunlar gerçekse, bu ben miyim?
Hiçbir şey insana kesesinin bomboş olması kadar cesaret veremez.
Paris caddelerinin deneyimli filozofu Gringoire nereye gittiğini bilmediği güzel bir kadını izlemenin hayal gücünü zenginleştireceğini düşünüyordu. Bu iradesinden kendi isteğiyle feragat etmede, bu farkında olmadan başka bir fanteziye boyun eğen fantezide garip bir bağımsızlık duygusuyla kör bir itaatin karışımı vardı. Kölelik ve özgürlük arasında gidip gelen bu ruh hali, çok yanlı, kararsız ve karmaşık bir kişiliğe sahip olan, hiç durmadan insani eğilimlerin aşırı uçlarında dolaşmayı ve onları birbirleriyle dengelemeyi seven Gringoire’ın hoşuna gidiyordu.
Bu durum hoşuna gitti; kendiyle baş başa kalıp düşünmek ve filozofun şairin yarasına ilk pansumanı yapmasını sağlamak için bir an önce loş ve ıssız bir sokağa gitmek istiyordu. Zaten nerede barınacağını bilemediği için felsefe onun tek sığınağıydı.
“Ama, hayır, bu bize yakışmazdı; intikam yok! sonuna kadar mücadele edelim,” diye tekrarlıyordu kendi kendine, “Şiirin gücü halkı egemenliği altına alacak; onlara bunu göstereceğim. Yüz buruşturmalar mı yoksa güzel mısralar mı? Kim kazanacak göreceğiz!”
Bu umut diğer yanılsamaları gibi hayal kırıklığıyla sonuçlanmakta gecikmedi.
Ama çıkar ilişkisi yazarların soylu kişiliklerine egemen olmaz. Şairin bütünlüğünün on rakamıyla temsil edildiğini varsaysak, onu çözümleyen ve Rabelais’nin dediği gibi bileşenlerine ayıran bir kimyagerin onun bir parçasını çıkardan, dokuz parçasının özsaygıdan oluştuğunu kanıtlayacağı kesindir.
( )
Yine de belirtmemiz gerekir ki, çıkar dediğimiz gerçekliğin ve insanlığın safrası olan bu değerli parça olmaksızın yazar varoluşunu gerçekleştiremezdi.
eklektik bir yaşam tarzını benimsemiş olan Gringoire her şeyi kararında yapmayı bilen (stare in dimidio rerum) o yüce ve katı, ılımlı ve sakin, kardinale saygı duysa da mantığını kullanan ve liberal felsefe çevresinde düşünen kişilerdendi. Sağduyunun, tıpkı Ariadne gibi, insanlığın başlangıcından insani olguların labirentine kadar çözülüp giden bir ip yumağıyla donattığı soyu tükenmez, değerli filozoflardandı. Onlara her çağda hep aynı şekilde, yani o çağa özgü bir tarzda rastlanabilirdi.
omnia in philosophia, omnes in philosopho continentur.
Her şey felsefede bulunuyor, herkes filozofta!
Sevgi, iki kişi olmakla birlikte yine de tek bir kişi olmak demektir.
Bir sağırla konuşan bir sağırın,sözlerine ara vermesine gerek yoktur.
Hayatımda gördüğüm en muhteşem çirkinsin.
o gune kadar sadece kitapları sevmiş biri için bir insana baglanmak ilginç ve hoş bir şeydi.
Gün ışığı herkesin malıdır. Ne diye bana yalnız geceyi veriyorlar?
Seni yeniden görmek, sana dokunmak, kim olduğunu öğrenmek, seni zihnimde canlanan aynı imgeyle yeniden bulabilmek, belki de düşlerimi gerçekle yok etmek istedim. Her hâlükârda yeni bir izlenimin benim için katlanılmaz hale gelen ilk izlenimi sileceğini umuyordum. Seni arayıp yeniden gördüm. Heyhat! Seni iki kez görünce, bin kere daha görmek istedim, seni her zaman görmek istedim. Bu cehennem yokuşunda insan kendini nasıl durdurabilir ki? Artık kendime ait değildim…
Bu dünyaya ait değilmiş gibiydi…
Gündüz herkesindir. Beni neden hep geceye mahkum ediyorlar?
Küçükler büyüklerin üstesinden geliyorlar, Nil sıçanı timsahı, kılıçbalığı balinayı öldürüyor, kitap da yapıyı öldürecek.
Zaman mimar, halk yapı ustasıdır.
Yaşamın yegâne amacı öğrenmekti.
Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.
Dostluk nedir, biliyor musunuz?
Evet, kardeş gibi olmaktır, tıpkı elin iki parmağı gibi iç içe geçmeden birbirlerine dokunan iki ruh gibi.
Ya aşk?
Ah aşk! sesi titriyor, gözleri ışıldıyordu. İki sevgilinin bir bedende bir araya gelmesi. Bir melekte bütünleşen bir erkek ve bir kadın. Cennetin ta kendisi!
Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.
Bayram oluyor, beni unutuyorlar. İyi yapıyorlar. Ben dünyayı düşünmedikten sonra dünya beni niye düşünsün? Sönmüş kömüre, soğuk kül yaraşır.
Ne yazık! İnsan davranışları iki yönlüdür. Sende göklere çıkartılan şey için beni yerden yere vururlar.
Roland Kulesi’ndeki hücrenin kapısı olmadığından, pencerenin üstüne iri Romen harfleriyle şu iki sözcük kazınmıştı. TU, ORA.

Hey sen, dua et. (TU, ORA)

Sizi gidi süslü kokonalar sizi!
İnsan sesi insan kulağına müzik gibi gelir.
mimarlık artık toplumsal sanat, ortak sanat, baskın sanat olmayacaktır. İnsanlığın büyük şiiri, büyük yapısı, büyük eseri artık inşa edilmeyecek, basılacaktır.
İnsan düşüncesi varlığını sürdürmek, için mimarlıktan daha kalıcı ve daha dayanıklı olmakla kalmayıp daha basit ve daha kolay da olan bir araç bulur. Mimarlık tahtından indirilir. Orpheus’un taş harflerinin yerini Gutenberg’in kurşun harfleri alacaktır.
Kitap, yapıyı öldürecektir.
Çünkü aşk bir ağaç gibidir: Kendiliğinden yetişir, kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini sarar ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder. Bu tutkunun ne kadar körse, o kadar inatçı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Kendi içinde tutarlı olmadığında daha da güçlüdür.
Acının aşırısı, tıpkı sevincin aşırısı gibi kısa süren şiddetli bir duygudur. İnsan yüreği bu uçlardan birinde uzun süre kalamaz. Çingene kızının çektiği onca acıdan geriye bir şaşkınlık kalmıştı.
|| Tempus edax, homo edacior; bu deyişi tüm kalbimle şöyle çevirebilirim: Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.||
•Homo homini monstrum.•

“İnsan insanın canavarıdır.”

[…] Omnia in philosophia, omnes in philosopho continentur.
(Her şey felsefede bulunuyor, herkes filozofta!)
Oysa ben zindanı içimde taşıyorum
“… her yanda insan değil din adamı halk değil kast vardır.”
Burası karıncalar gibi kaynayan, yerlerde sürünen insanlarla dolu, ilginç, garip, olağanüstü bir dünyaydı.
Darağacı bir kefesinde bir insanın diğer kefesinde tüm dünyanın yer aldığı bir terazidir.
Ama yok hala sürünüyorum. Yeraltı yolunun taşlarını sürte sürte yüzümü, dizlerimi kanatıyorum. Görür gibi oluyor ama durup seyredemiyorum! Okumuyor, sadece heceliyorum!
“Her birimizde, hiç durmadan gelişen ve ancak hayatın büyük alt üst oluşlarında sarsılan zekâmız,alışkanlıklarımız ve kişiliğimiz konusunda benzerlikler vardır.”
Tıp bir rüyaymış, öyle mi? Eczacılar ve hekimler burada olsalardı sizi taşa tutarlardı bence. Demek ki iksirlerin kan üzerindeki, merhemlerin ten üzerindeki etkisini inkâr ediyorsunuz! İnsan adı verilen ebedî hasta için özel olarak yapılmış dünya adı verilen şu ebedî çiçek ve maden eczanesini inkâr ediyorsunuz!
İşte hayat böyle, diyordu filozof her sendeleyişinde. Bizi aşağı çeken hep en yakın dostlarımız değil midir?
Tüm çıkışlar kapatıldığında insani tutkular denizinin nasıl öfkeyle coşup köpürdüğünü, nasıl birikip kabardığını, nasıl taşıp yüreğin derinliklerini oyduğunu, bentlerini yıkıp yatağından taşana kadar içsel hıçkırıklar, boğuk çırpınışlar halinde nasıl patladığını bilmiyordu….Etna’nın karlı tepesinin altında kaynayan, öfkeli ve derin bir lav olabileceğini asla düşünmemişti.
efendim, halkın içinden geliyorsanız, yüreğinizde her zaman birikmiş bir şeyler vardır.
her birimiz için, aklımız, huylarımız ve davranışlarımız arasında kesintisizce gelişen ve ancak hayatın büyük çalkantılarında kırılan paralellikler vardır.
Sileto et spera… Sessiz ve umutlu ol.
Hepimizde aklımız adetlerimiz ve mizacımız arasında aralıksız gelişen ve ancak hayatın büyük karmaşasında kopacak koşutluklar vardır.
Zaman silip süpürür, insansa daha beterdir.
Gün ışığı herkesin malıdır. Ne diye bana yalnız geceyi veriyorlar?
Genç adama öyle geliyordu ki, hayatın tek bir hedefi vardı: bilgi edinmek.
Ne olduğunu bilmediğim bir şeyden yoksunum…
O güne kadar sadece kitapları sevmiş biri için bir insana bağlanmak ilginç ve hoş bir şeydi.
İnsan bakmayı bilince bir kapı tokmağında bile bir asrın ruhunu ve bir kralın yüzünü görüp tanıyabiliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir