İçeriğe geç

Nietzsche Nasıl Felsefe Yapıyordu? Kitap Alıntıları – Karl Jaspers

Karl Jaspers kitaplarından Nietzsche Nasıl Felsefe Yapıyordu? kitap alıntıları sizlerle…

Nietzsche Nasıl Felsefe Yapıyordu? Kitap Alıntıları

&“&”

Nietzsche’nin çalışma biçimi, aforizm tarzındadır; bü­tün hayatı boyunca özünde aynı kalmış gibi görünmek­tedir. Düşünceleri Nietzsche’yi yürürken buluyordu; son on yılında öğleden önceleri ve öğleden sonraları saatlerce açık havada bulunmuştur, not defterine bir şeyler karala­mış ve daha sonra eve dönerek defterlerini bu sefer titiz­ce yazdığı yazılarıyla doldurmuştur. Böylece olağanüstü sayıda daha meydana geldikleri anda biçim kazandırılan düşünce parçaları toplanmıştır. Bu malzemeyle gerek aforizma kitapları gibi, birbiriyle bağlantılı denemeler, gerekse son yılların büyük sistematik eserlerinin planları oluşmuştur. Yayımlanan kadar malzeme geriye kalmıştır ve ilk haliyle mirasında yayımlanmıştır. Yayınlanan eser­ler çoğunlukla aforizmalar veya bütünün fikriyle kıyas­landığında yine aforizmaları temsil eden denemeler ol­duğundan, Nietzsche’nin usavurmasının yazınsal biçimi gerçekten de aforizma tarzında kalmıştır.
İnsan, dünyada rast­lantıdan, bilinmeyenden, ani olandan kötülük olarak korkmak­tadır; gerçek anlamda hesap yaparak üstesinden gelmek yerine, bu kötülüğe karşı imkansız gördüğü yerde, olaya ait gerçek an­lamda etkisiz, öznel anlamda hafifleten bir yorumla mücadele etmektedir: Olay, bir kişi (Tanrı) tarafından meydana getiriliyor­muş; insan bu kişiyle kötülükten önce davranarak bir sözleşme yapabilirmiş; ya da insan bu kötülüklerin başka bir yorumuyla kendine yardım etmektedir: Bu kötülükler sadece görünüşte kötüymüş, son sonuçlarında daha ziyade iyiymiş ya da ceza olarak kötüyü hak ediyormuşuz. Her halükarda insan bu yo­rumlar aracılığıyla kendini kötülükler karşısındaki korkusunu ve kötülüğe gerçek anlamda hakim olma faaliyetlerini azaltan bir şekilde teslim etmektedir. İnsan ayrıca fanilikten ve değişimlerden de korkmaktadır ama öteki dünya, bilinmese de mevcut, fani olmayan bir var olma diye bir şey olduğuna dair yorumuyla kendini sakinleştirmektedir. Kendi tutkuların­dan, hüküm sürme bağımlılığından, şehvetten vs. korkmakta ve bunlardan kurtulmaya asıl var olma olarak yaklaşmak üzere, bunların gerçek dünyada kaybolmasını sağlamaktadır. Böyle bir yorum her seferinde bu dünyadan aslında hiç olan bir başkasına kaçıştır. Yaşam tükenmişliğinin içgüdüsü diğer dünyayı yaratmıştı."
Tehlike öncelikle radikal bir bilmek istememenin nedenidir: Ara sıra körlüğe ihtiyaç duyuyoruz ve kimi inanç ürünlerini ve yanılgıları kendi içimizde dokunulmamış olarak bırakmak zorundayız; bizi hayatta tuttukları sürece." O zaman bunun da bir anlamı oluyor: "Kesinlikle birçok şeyi bilmek is­temiyorum. Bilgelik, farkında oluşa da sınırlar çizmektedir."
Geçmişteki en büyük filozoflardan farklı olarak Nietzsche için menfiliklerle pozisyonlarından çok daha gerçekçi görün­mesi karakteristiktir. Hiçbir ciddi okuyucunun gerçek doğasının etkisinden kendini kurtaramadığı fiili ve en orijinal dürtünün sonunda nereye gittiği gün ışığına çıkmamaktadır: Nietzsche, odayı açar; sınırdaki ufukları yok eder; Kant gibi sınır getiri­ci eleştiriler gerçekleştirmez, aksine sorgulamayı öğretir; insa­nı olabilirliklerle doldurur; içteki tutumu canlandıran güçleri uyandırır.
Nietzsche’nin hayatının temeli, istisna oluşudur. Gerek mes­lek gerek yaşadığı çevre açısından gerçek varoluştan ayrılmış­tır. Ne evlenmiş ne öğrenci ya da mürit olmuş ne de dünyada bir faaliyet alanı olmuştur. Sürekli ikametini kaybetmiş ve asla bulamadığı bir şeyi arıyormuş gibi, oradan oraya sürüklenip durmuştur. Ne var ki bu istisna oluşu kendi içinde bir sözdür; Nietzsche felsefesinin tamamının şarkısıdır.
Nietzsche’yi doğru anlamak için, yazılarının bizi götür­mek istediği şeyin tam tersine ihtiyaç duymaktayız: Kesin iddiaların son doğruluk olarak kabul edilmesi değil, aksine sormaya devam ettiğimiz, başka ve karşıt şeyler duyduğu­muz ve olabilirliklerin gerilimini muhafaza ettiğimiz uzun bir nefestir bizi ona götüren. Bunları kesin olarak sahiplenen bir doğruluk istenci değil, sadece derinden gelen ve derinliği isteyen, şüphelere maruz kalabilen, hiçbir şeye kapalı olma­yan ve bekleyebilen bir doğruluk istenci Nietzsche’yi kendisi için kazanabilir.
Konuşulmayan tüm gerçekler zehirler.
Nietzsche’nin öz tutumu, zamanında susmayı ve doğru susabilmek için konuşmayı öğrenmek zorunda olduğumuzu; ister kendisi için, ister başkaları için, arka planı olan insanın ön planlara ihtiyacı olduğunu; zira kendimizden dolayı dinlenmek ve başkalarının bizimle yaşayabilmesini mümkün kılmak için ön planlara ihtiyaç duyulduğunu" öğrenmiştir.

"Son Tanrımız ve kurtarıcımız olarak maskeye dua edelim"
(…) anlak tarafından herkes için özdeş olarak kavranılmayan her şey, karşıtlığıyla karıştırılmaya mahkûmdur."
İnsan, kökünde özünün reddettiği içeriklerin etkisi altına giremez."
Henüz farkında olunmamış olmak, bir dürtünün bir diğerinin arkasına saklanmasına ve tam tersine dönüştürülmesine izin verir."
En eski teselli araçların­dan biri, kendi talihsizliğimizden dolayı ötekilere acı çektirmektir.
Dionysos, felsefi temel tutumuna rağmen planlı bir şekilde istediği efsanenin nesnelleştiği bir figürdür. Nietzsche, Dionysos’ta filozofça düşüncelerinin tamamını, düşünsel olan her şeyi sadece eriterek bir araya getirmek istemiştir. Sanki en ulaşılmaz olan için şu önermeyi gerçeğe dönüştürmek istiyormuş gibidir: Öğretmek istediğin gerçek ne kadar soyut ise duyuları o
denli baştan çıkartmak zorundasın."
Kendini tanıma olarak öz düşünce ayrıca tehlikelidir. Sorgulayan bir varoluş aydınlatmasına ait yüz aynasının olabilirlik usavurmasını, kendi hakkın’da söz de bilimsel bilgiye dönüştürerek ve çözerek gerçekleştirdiğinde, sonunda kendini tanıyan kendi kendinin celladı meydana çıkar.
Neden tapınaklara, ruhumu teslim edeyim ki. O, yol muamma dipsiz bir kuyu karanlık…
Nietzsche’ye göre inançlı insan "durumlarını, yani teslimiyet içgüdülerini yücelten ve kendini özgür hisetmeyen insandır. Köle ahlakı olarak ahlak , her türlü imkanlardan yoksun olanların hükümdarlıklarının aracıdır.
Evet.Nereden geldiğimi biliyorum!
Alev gibi doymamış
Yanıyor ve kendimi tüketiyorum.
Dokunduğum her şey ışık olur,
Bıraktığım her şey kömür:
Alev olduğumsa kesindir.
Nietzsche. Felsefe’nin tanrısıdır.

Nietzsche sadece yeni düşünce içeriklerinin kaynağı, yeni bir dilin yaratıcısı değil, aksine yaşamının ve usavurmasının bütünlüğü açısından bir olaydır.

Yaratıcı ???? varmış gibi sayılan!

Tanrı inancı dürtüsünden, Tanrı yaratan içgüdüden, bu bekçi ve dosta duyulan ihtiyaçtan vazgeçmek Nietzsche için bir dürtüyü engellemenin pozitif etkisidir: Bir gün akmaktan vazgeçen ve o güne kadar aktığı yere bir bent kuran bir göl vardı: O günden beri bu gölün su seviyesi gittikçe yükselmektedir… belki insan da bir Tanrı’ya akmadığı zamandan itibaren daha yükseklere çıkabilir"

Ölüme duyulan korku, daima tükenmiş bir varoluşun işareti olduğundan Nietzsche bundan farklı olarak ölümü ortalamada düşünmemeyi ve ölümü hiç düşünmemeyi sanki hiç gelmeyecekmiş gibi onaylayabilmektedir. Ölüm, geleceğin bilenen tek kesin olgusu olmasına rağmen Nietzsche, Bu tek güvencenin ve ortak noktanın insanlar üzerinde hiçbir etki yapamaması ne tuhaf" diye düşünmektedir. Ama Nietzsche bununla insanları uyandırmak ve hatırlamalarını sağlamak istememektedir, aksine "İnsanların ölümü hiç düşünmek istememeleri beni mutlu ediyor! Ben de yaşama düşüncesini yüz kat daha değerli hale getirmek için bir şeyler yapmak istiyorum" diye yazmaktadır.
Kitle de, halkta birey olarak kendine gelen ve olmaları aracılığıyla beraberce meydana getiren insanlar yok edilmektedir. Kitle de, halk bireyler aracılığıyla içerik açısından tatmin edilmemektedir. Tek tip hale getirilmektedirler.Böylece zorunlu olarak insanlık kumu oluşmaktadır: Hepsi aynı, çok küçük, çok yuvarlak, hazmı kolay, çok sıkıcı."
Devlet, üçüncü olarak bireyin felaketi haline gelmektedir. Bireyleri birbirlerinden korumak için yapılan akıllıca bir organizasyondur: Yüceliğini abarttığımızda, birey sonunda devlet aracılığıyla zayıflar, hatta çözülür ama devletin asıl amacı en iyi şekilde engellenir."
Nietzsche şüpheciliğine" sınır getirmek istememektedir; felsefi usavurmaları şüphenin okulu" olarak görmektedir ve tehlikeli, belki’nin yolunda her türlü düşünceye sadece "deneyerek" cesaret etmek ister.
Kitle de, halkta birey olarak kendine gelen ve olmaları aracılığıyla beraberce meydana getiren insanlar yok edilmektedir. Kitlede, halk bireyler aracılığıyla içerik açısından tatmin edilmemektedir.
Gerçeğin sorgulanması insanı her seferin’de uçurumun dibine götürüyordu
:Nietzsche, her yerde atlamamız için ısrar etmektedir.
Zaten öyle.. fazla konuşma ve hiç karışma. Menfaatlerini düşün. Zihniyet bu.

Aydınlanma isyan ettirir: Köle kayıtsız şartsız bir şey ister, sadece zorba olanı anlar."

Bugünler, mevcut dünyaları ile her zaman çelişki içindedirler. Filozof, bütüne attığı bakıştan dolayı bilir ki Ah, daha iki nesil öteye giden hiç kimse şu anda hüküm süren ve sizi köle haline getirmek isteyen görüşleri tanımayacaktır bile."
Ahlak zaten gerçek dışı oluştur, sadece aldatıcı bir görünüştür. Nietzsche, tehdit eder biçimde şöyle seslenir: Kendi kanunlarınızı yapamayacak kadar zayıfsanız, bir zorba gelip sizi boyunduruğu altına alsın ve &‘İtaat edin!’ desin.
Tehlikeli saatlerimizi kullanmalıyız. Ne zaman ki bize bil veya yok ol!" diyecekler, bilgi o zaman amansız olacaktır. "Hakikatlar kendilerini bıçaklarla etimize kazımadıkları sürece, içimizde onlara karşı gizli bir hor görme önyargısına sahip oluruz."
Bugün bile bana tamamen yabancı insanlar’la bir saat boyunca sempatik bir sohbet yaptıktan sonra felsefemin tamamı sallantıya giriyor: Sevgiyi kaybetme pahasına haklı çıkmayı istemek ve sempati kaybolmasın diye en değerli şeylerini aktaramama, bana saçma geliyor"
Yalnızlıktan dolayı acı çekmek de sadece bir bahanedir "ben daima çokluktan dolayı acı çektim.
Daha çocukken müziğin cazibesine kapılan, gençliğinde R. Wagner’e kendini sınırsız olarak teslim eden ve müziğin hizmetin de yaşamaya hazır Nietzsche, daha sonraki zamanlar’da, “sonunda notalardan başka bir yerde teselli bulamayan yaşlı bir müzisyenim, itirafın’da bulunur.
Klages, Nietzsche’nin el yazısında “tuhaf bir aydınlık, açık bir şey… sıcaklık eksikliğine rağmen… şeffaf, gayri maddi, kristal bir şey, bulutumsu, akıcı, dalgalanan bir şeyin karşıt oyununu… oldukça sert, keskin, cam gibi kırılgan bir şey… son noktasına kadar biçimlendirilmiş, bitmiş hatta izleyen bir şey” bulmaktadır.
[…]
“Daha önce asla böyle bir kesinlikte ve dik açılılıkta yazı kitlelerinin böylesine mükemmel bir ritmik dağılımını ve neredeyse kusursuz bir sırayı gösteren bundan daha stilize edilmemiş bir el yazısına rastlamadık!”
[…] Hafif bir gülüşü vardı, sessiz konuşurdu; dikkatli ve düşünceli bir biçimde yürür ve bu esnada omuzlarını hafif eğerdi; bu adamı kalabalıkların içinde tasavvur etmek zordur. Dışarıda duran, yalnız duran bir adamın özelliklerini gösteriyordu. Eşsiz güzellikte ve asil bir biçime sahip olan, dolayısıyla bakışları ister istemez anında üstüne çeken, Nietzsche’nin elleriydi.
Nietzsche kadar müziğin nüfuz ettiği hatta müziğe hayran bir filozof yoktur. Daha çocukken müziğin cazibesine kapılan, gençliğinde R. Wagner’e kendini sınırsız olarak teslim eden ve müziğin hizmetinde yaşamaya hazır Nietzsche, daha sonraki zamanlarda, “sonunda notalardan başka bir yerde teselli bulamayan yaşlı bir müzisyenim” itirafında bulunur (Gast’a mektup 22.06.1887); 1888 yılında müziğe tutkusu daha da artar: “Müzik beni şimdi daha önce hiç olmadığı kadar duygulandırıyor. Beni kendimden koparıyor, kendime karşı sarhoşluğumdan uyandırıyor… beni destekliyor ve her seferinde müzikle geçen bir akşamdan sonra kesin anlayışlardan ve düşüncelerden oluşan bir sabah geliyor… müziksiz bir hayat bir yanılgıdır, bir yorgunluk, bir sürgündür” (Gast’a mektup 15.01.1888)
Zayıf olan, hiçbir yaşanmışlığın üstesinden gelememektedir, güçlü olan onu dönüştürebilmekte ve kendine dahil edebilmektedir. Öyle insanlar var, bu güce o kadar az sahipler ki tek bir yaşanmışlıkta… kanlı bir kesik gibi kanamadan ölüyorlar."

Nietzsche, ancak son ayların dönüşümünde acı çekmeyi bırakabildi ve görünüşe göre eskiden olan her şeyi unutabildi: "Yalnızlıktan dolayı acı çekmek de sadece bir bahanedir -ben daima çokluktan dolayı acı çektim… yedi yaş gibi absürd erken bir dönemde kulağıma asla bir insan sözcüğünün değmeyeceği belliydi: Buna üzüldüğümü hiç gördünüz mü?"

"Ağaçlar gibi büyüyoruz -bir yerde değil, her yerde, bir yöne doğru değil, hem yukarı hem içeri hem aşağı doğru- artık bireysel olarak bir şey yapmakta, bireysel olan bir şey olmakta özgür değiliz…"/
&”Nietzsche’den bir kez etkilenen kişi bilmeyi arzulamakta sınır tanımamaktadır.&”
&”Nietzsche’yi salt okumaktan çok, Nietzsche’yi incelemek gerekir.&”
&”Tarihin fazlalığı" nedir? "İnsan" diyor Nietzsche, kendisini hayvandan ayıran hatırlamanın yanı sıra, hayvanla birlikte sahip olduğu unutmaya da ihtiyaç duymaktadır.&”
Nietszche, dürüstlüğü kendini kandırmadan, Tanrı’yla birlikte bir hayatın artık mümkün olmadığını gördüğüne inandığı için Tanrı olmadan yaşamak istemektedir. Ama nasıl ki yoksun kaldığı gerçek iletişimin yerine kendi yarattığı dostu Zerdüşt’ü getirdiyse, Tanrı’yı inkar ettiğinde de Tanrı’nın yerine başka bir şeyin geçmesi gerekmektedir.
Evet! Nereden geldiğimi biliyorum!
Alev gibi doymamış
Yanıyor ve kendimi tüketiyorum.
Dokunduğum her şey ışık olur,
Bıraktığım her şey kömür:
Alev olduğumsa kesindir.
Sokrates, kendini ciddiye aldıran soytarıydı… Sokrates’te her şey abartılıdır, eksantriktir, karikatürdür, bedeninde Voltaire’ın içgüdülerini taşıyan bir soytarı.
Her şey ötekilere bağlıdır: İnsan kendini bildiremez… Bu bildirimin yapılacağı bir insan bulmak gerekir.
Kader bizi vurmadan, biz onu yönlendirmeliyiz… bizi bir kez vurdu mu, onu sevmeye çalışalım.
Olmak, sonsuz zamanda yeni bir oluş değildir, aksine oldukça büyük bir zaman aralıklarında – büyük oluş yılı"nda her şey tekerrür eder. Olan her şey, sayısız kez daha önce de olmuştur ve sayısız kez tekrar gelecektir. "Her şey tekrar gelmiştir: Sirius ve örümcek şu andaki düşüncelerin ve her şeyin tekrar geleceğine dair düşüncen ağaçların arasındaki ay ışığı ve bu an ve kendim. Meselde şöyle denmektedir: Nehir daima kendi içine geri akar ve aynı kişiler olarak daima aynı nehre akarsınız veya varoluşun kum saati sürekli olarak ters çevrilmektedir. Zerdüşt’ün hayvanları, kendisine öğretiyi şu sözlerle geri vermektedir. "Her şey gider, her şey geri gelir; olmanın çarkı sürekli döner. Her şey ölür, her şey tekrar çiçeklenir; olmanın yılı sürekli devam eder… Her anda olmak başlar; her burada için orada top yuvarlanır. Orta her yer böyledir. Ebediyetin yolu yamuktur.
Döngü, olmuş olan bir şey değil, ezeli yasadır. Tüm oluş döngünün içindedir. Güç istenci olmanın metafizik işaretiyse, oluş olmamak da onun için geçerlidir: Gelişmenin var olmasının kaynağı, olan şeyi, tekrar gelişim üzerinde araştırma yoluyla bulamaz; olacak olarak anlaşılmaması gerektiği gibi, olmuş olarak da anlaşılmaması gerekir… Güç istenci olmuş olamaz.
Oluşum filozofu olarak Heraklitus, Nietzcshe için gençliğinden son anlarına kadar başvurduğu tek filozof olmuştur. Ona karşı asla saygısızca bir söz söylememiştir.
Tüm merdivenlerden yoksun da kalsan, yine de kendi başının üstüne çıkmayı bilmelisin… Kendinden vazgeçmeyi öğrenmek gerekir, bir de çok görmek… Yukarı, ta ki yıldızların da altında kalana kadar: … son zirve olarak benim için geri kalan budur!
Hasta, toplumun bir parazitidir. Belirli bir durumda daha fazla yaşamak yakışıksızdır. Yaşamın anlamı, yaşam hakkı kaybedildikten sonra doktorlara ve hekimlere korkakça bağımlı kalarak bitkisel bir hayat yaşamak, toplumda derin bir hor görmeye neden olmalıdır. Doktorlar ise bu hor görmenin aracıları olmalıdır.
Nietzsche için ölüme karşı üstünlüğün asıl gerçekliği ancak intiharda mevcuttur. Nietzsche intiharı ömür boyu insanlara layık bir şey olarak övmüştür. Gönülsüz (doğal) ölüme karşı gönüllü (akıllı) ölüm.
Yaşam felsefesinin temel tutumu ölüm korkusuna karşıdır: Ölüm nihai" dir… "Ölümden sonrası bizi ilgilendirmez." Ölüm, kendisinden sonra gelen hiçbir şey için korkmamızı gerektirmez. Ölüm, yaşamdan korkmamızı gerektirmeyecek kadar yakınımızdadır.
Nietzsche açıkça tüm görüngülerde güç istencini görmektedir. Şeylerin temeline" ne zaman ulaşsa, sonunda hep bu istenç vardır. Dünyada olan her şey, bu istencin biçimlerinin çeşitliliğinden başka bir şey değildir.
Devletlerin başına yüce insan geçmelidir. En yüce insan dünyada da en yüce efendi olmalıdır. Ya olmazsa? Asıl insan ağırlığı olmadan siyasi ağırlık en büyük tecavüzdür.
Nietzsche’ye göre halkın ve insanlığın kederi için belirleyici olan, kültüre doğru gidişe başlamasıdır… Doğru yer beden, mimik, diyet, fizyolojidir ve kalanı bunları takip eder." Buna her evlilikten önce alınması gereken doktor raporu ve hastalıkların üremesinin engellenmesi de dahildir. Ne var ki Nietzsche’nin yetiştirme düşüncesi biyolojik unsurların da ötesine geçmektedir: Ona göre yaratıcı usavurma da bir yetiştirmedir; zira kavramlar sayesinde bu kavramları düşünen insan şekillendirilmektedir; Nietzsche bu nedenle "kavramları, sayelerinde belirli insan türlerinin yetiştirileceği ve dayanıklılıklarıyla sürekliliklerinin test edileceği denemeler olarak kabul edilmesi"ni öğretmektedir.
Nietzsche’nin büyük siyaseti – özlemini duyduğu gibi, tanrısız kalan dünyada yüce insanı temsil eden ve meydana getirecek olan – yeni efendilere felsefi olarak bir anlam kazandırmak, onları kendilerine getirmek gibi bir görev edinir: Henüz var olmayan bir insan türü için yazıyorum: Dünyanın efendileri için."
Demokratik çağ, her türlü yüce insan türünü reddetmektedir.
Demokrasi, mevcut olan her şeyin kökünü tehdit eden felakettir.
Yaşam, savaşın bir sonucudur; toplumsa savaşın bir aracı.
Nihilist, dünya hakkında böyle olmaması gerektiğine dair yargıda bulunan ve olması gereken dünya hakkında var olmadığına dair yargıda bulunan insandır. Buna göre varoluşun bir anlamı yoktur…
Gerçek hayal kırıklığı yaratır, çünkü gerçeğin tüm farkında oluşları verimsizdir"
Baştan beri mantıksız ve bu nedenle adil olmayanı özleriz ve bunun farkında olabiliyoruz. Bu, varoluşun en büyük ve en çözülmez uyumsuzluklarından biridir. Bilinçli olarak yalanda kalabilir miyiz? Ya da bunu yapmak zorundaysak, ölümü tercih etmek daha iyi değil midir? sorusu bunu nasıl taşıyabileceğimiz ve bununla nasıl yaşayabileceğimiz anlamına gelmektedir. Halbuki insan yaşamınım tamamı yalana derince batmıştır. Birey bunu geçmişine derinden küsmeden, kuyudan çekip çıkartamaz." Tehlike de buradadır: Böyle bir durumda "kişisel sonuç olarak çaresizliği ve kuramsal sonuç olarak yok etme felsefesini yaratacak tek bir düşünce tarzı kalırdı."
Nietszche için mantığın olması bile şaşırtıcıdır; dünyaya nasıl gelmiştir? Ne kadar ucuz, mantıksız bir biçimde, rastlantıyla. Çözülmesi gereken bir bilmece gibi."
Nietzsche kör sevginin abartılmasına karşı çıkmaktadır: Sevgi bariz bir şekilde adaletten daha aptaldır, bu yüzden de herkes için çok daha rahattır. Yağmur kadar tarafsızdır. Ama Zerdüşt, fiilen gerçek sevgiyi görerek şöyle der: Soğuk adaletinizden hoşlanmıyorum… Söyleyin, gören gözlere sahip sevgi olan adalet nerede?
Sanki adalet kesin bir idealmiş gibi, hatta insanlar adil olabilirmiş gibi görünebilir ama Nietzsche bunun mümkün olmadığını görebilmektedir.
Temelde yanlış olan bir dünyada doğruluk doğaya aykırı bir eğilim olurdu.
Ancak biz… içgüdü ve tutku haline gelen ve &‘kutsal yalana’ diğer yalanlardan daha fazla savaş açan dürüstlüğe sahibiz.
Nietzsche, bilimlerdeki yöntemsel kesinliği istiyordu, ama bilimin sınırlarını daha kesin olarak görebilmek için. Bir yaşamın yorumu olarak gerçek oluş kuramını yaratmıştır, ama düşüncenin döngüsünü daha iyi gerçekleştirebimek için. Onu yönlendiren, yok edici bir istenç değil, doymak bilmeyen bir gerçeklik tutkusudur.
Nietzsche yüce insanda yeterli bir mükemmeliyet görmektedir. Zincirleri yani ahlaki, dini ve metafiziksel hayallerin ağır ve anlamlı yanılgılarını" üstünden atmasına izin verilen, nihayet ilk büyük hedefe, İnsanın hayvanlardan ayrılması"na ulaşan insanı bu mükemmeliyet olarak tasarlamaktadır.
Daha derin ve ulaşılamayan bir kaynaktan olağanüstü beklentisi, Nietzsche tarafından sadece Tanrı olmadan ulaşılabileceği yönünde ortaya atılmaktadır. Hükmetmek -artık bir Tanrı’nın hizmetkarı olmamak-: İnsanı asilleştirmek için tek bu araç kaldı."
Doğa gibi ahlaka aykırı olmaya cesaret göstermeli. İnsan en asil ve en yüce güçlerinde tamamen doğa ise önemli olan, insanı doğaya ve gerçekliğine geri çevirmektir. Nietzsche, bu talebinden iki yüzyıl doğa karşıtlığına ve insanın kirletilmesine dair bir suikast" olarak bahsetmektedir.
Nietzsche, ahlakın başlangıçtan itibaren ahlaka aykırı bir şeyden , yani güç istencinden oluştuğunu iddia eder.
Nietzcshe tüm dürtüleri tek bir dürtüye indirgemektedir: Güç istencine.
Dünyanın bir derisi var ve bu derinin de hastalıkları. Bu hastalıklarındanbirinin adı insandır.
Organik olan şeyler için bile dünyadaki bir damla hayatın, varoluşun ve faniliğin büyük okyanusundaki karakter için önemsiz olduğunu" söyleyen Nietzche, insanın evren karşısındaki önemsizliğine dair en eski duyguları dile getirmektedir. "Dünya üzerindeki yaşam bir an’dır, bir ara olaydır, sonucu olmayan bir istisnadır," hatta insan "sınırlı zamanı olan küçük ve aşırı önem kazanmış bir hayvan türüdür"
On yıl oldu, hiç bir ses bana ulaşmıyor. Çok acı veriyor. Bu on beş yıl içinde tek bir insanın bile beni keşfetmemesi", bana ihtiyaç duymaması, beni sevmemesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir