Alice Munro kitaplarından Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik kitap alıntıları sizlerle…
Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik Kitap Alıntıları
Duyguları belki kendinden başka kimse için bir önem taşımayacak, buna karşılık içinde şiştikçe şişip kalbini sıkıştıracak, nefesini tıkayacaktı.
Genellikle bir kadının kırılganlığı zamanla, olaylar geliştikçe artardı. Başlangıçta emin olunabilecek tek şey, eğer o anda bir kırılganlık işareti varsa, ileride fazlası olacağıydı.
Lewis, gazeteye mektup yazmıştı. İlk bölümü ölçülü ve bilimseldi; kıtaların kaymasını, denizlerin açılıp kapanmasını ve ilk talihsiz canlıları tarif ediyordu. Eski mikroplar, balıksız okyanuslar ve kuşsuz gökyüzü. Gelişme ve yıkım, iki yaşamlıların, sürüngenlerin, dinozorların saltanatı; iklim değişiklikleri, ilk küçük sefil memeliler. Deneme ve yanılma, sahnede geç boy gösteren ve umut vadetmeyen primatlar, arka ayakları üzerine dikilen ve ateşi keşfeden, taşları sivrilten, alanlarını belirleyen insansılar ve nihayet yakın sayılacak bir geçmişte süratle tekneler, piramitler ve bombalar imal etmeleri, diller ve tanrılar yaratıp birbirlerini kurban etmeleri, katletmeleri. Tanrı’nın adının Yehova mı, Krişna mı olduğu konusunda kavgaya tutuşmaları (bu noktada mektubun dili kızışmaya başlıyordu), domuz yenir mi diye didişmeleri, diz çöküp savaşlarla futbol maçlarını kimin kazandığını çok umursayan gökyüzünde bir Moruk’a avaz avaz dua etmeleri. Son olarak da, şaşırtıcı biçimde bir-iki meseleyi çözüp kendilerini ve içinde bulundukları evreni tanımaya başlamaları, ardından onca uğraşıp didinerek edindikleri bütün bu bilgileri kaldırıp atmaya karar verişleri, tekrar Moruk’a dönüp herkese zorla diz çöktürerek eski palavraları öğretip inandırmaları; hazır başlamışken Düz Dünya’ya da dönülebilirdi, neden olmasın?
Saygılarımla, Lewis Spiers.
Saygılarımla, Lewis Spiers.
Meselenin aslı ne, biliyorsun değil mi? Kendilerini hiçe sayılmış hissetmeleri. İnsanlar, hiçe sayılmaktan hoşlanmıyor, mesele bundan ibaret.
Her durumda etkilenen, istemli kaslardı; başlangıçta bu insana kötünün iyisi gibi geliyordu. Kalp ve beyin teklemiyor, sinyaller yolunu şaşırmıyor, kişilik bozulmuyordu. Görme, işitme, tat, dokunma ve en güzeli zeka, canlılığını ve gücünü koruyordu. Beyin dışarıdaki bütün kapanışları takip etmekle, kusur ve eksilmelerin hesabını tutmakla meşgul oluyordu. Daha iyi değil miydi?
Elbette, demişti Lewis. Ama sadece insana eyleme geçme fırsatı tanıdığı için.
Elbette, demişti Lewis. Ama sadece insana eyleme geçme fırsatı tanıdığı için.
Sürekli büyüyen, dikenli tel gibi karmaşık, şaşırtıcı, rahatsız edici bir kelimeler yumağı olarak görüyordum hayatımı.
Özgürdüm ve kendi kişiliğimin bayrağını taşıyarak serpiliyordum.
Herkes yanılıyordu. O, ne utangaçtı ne uysal, ne doğal ne de masum.
Elbette insan öldüğünde geriye bir tek bu yanlış kanılar kalıyordu.
Elbette insan öldüğünde geriye bir tek bu yanlış kanılar kalıyordu.
Canlanma düşünceleri doğuyordu.
Evlilik dışında o kadar çok şey söylenmiş -ya da yazılmış- o kadar sevgi ve özlem ifade edilmişti ki, sanki evliliğin kendisi gözden kaçmıştı. Sabah kalkmaktan söz ederken kahvaltı edileceği kesin olduğu halde kahvaltıdan söz etmemek gibi bir şeydi.
Farkında mısın, insanlar ne zaman, söylemek istemezdim, deseler aslında söylemeye can atıyorlardır. Madem bu kadar dürüstüz, en azından bu konuda dürüst olamaz mıyız?
Sürekli insanlarla tanışıp konuşuyorum ama bazen kendi kendime, bunların hangisi benim dostum? diye soruyorum
.
Nefret her zaman günahtır, dedi annem. Bunu hatırla. Ruhunuzdaki bir damla nefret, beyaz sütteki bir damla siyah mürekkep gibi her şeyi yayacak ve rengini değiştirecektir.
Nefret her zaman günahtır, dedi annem. Bunu hatırla. Ruhunuzdaki bir damla nefret, beyaz sütteki bir damla siyah mürekkep gibi her şeyi yayacak ve rengini değiştirecektir.
Bu beni şaşırttı ve denemek istedim ama sütü israf etmemem gerektiğini biliyordum.
.
“Bütün günüm burada geçiyor,” dedi. “ Bazen, ne yapıyorum ben, diye düşünüyorum. Kendi kendime soruyorum: Senin burada ne işin var?”
İnsanların yaşadığı yerlere kendileri de oradayken iyice bakılmaz.
Ona göre yapması gereken şey, her şeyi hatırlamaktı. Hatırlamak derken zihninde bir kez daha yaşamayı kast ediyordu, hatırladıktan sonra da temelli saklamak.
Açık bir alçakgönüllülükle yapılan bir teklifti ama bir yakarı değildi.
Bazıları gerçek olmayan diye tanımlayabilirdi ; çünkü asla tepetaklak olma, bayat bir espriye dönüşme ya da hazin biçimde tükenme tehlikesini gözü almayacaktı.
Kullanıma sokulamayacak, haddini bilen aşk.
Onun artık dibe vurmuş bir insan olduğunu biliyordum.
Dibin nasıl bir yer olduğunu çok iyi bilen bir insandı, oysa ben bilmiyordum en ufak bir fikrim bile yoktu.
Hiçbir şey söylemedim; tek bir merhametli, sıradan, çaresiz kelime etmedim.
Bedenlerimizin eğilimini değil hayatta kalışımızı onaylayan bir törendi adeta.
Demek benden beklenen buydu; kendisine ilişkin fikrinin genişletilmiş bir uzantısını Mike ‘a sunmak.
Birinin karısı olma fikri sanki hiç yaşamadığım bir şeymiş gibi büyülüyordu beni.
Aldırmamasını, benim için hediyenin önemli olmadığını, zaten kendisinin bana hediye olduğunu, onu sevdiğimi, hep onu sevdiğimi söylüyordum ona.
Ağustos böceklerinin tam bir ses şelalesi yaratabileceğini unutacak kadar uzun süredir kentte yaşıyordum.
Yerleşik ama tatsız olmayan bir ölçülülük.
Bana yeni hayatım hakkında soru sormadı; incelikten miydi, yoksa kınadığı için mi? Belki nereden başlayacağını bilemiyordu, hayal edemiyordu.
O gittikten sonra daha ağladığımı fark edemeden gözlerimden yaşlar boşanırdı.
Onları her düşündüğümde de aşağı yukarı aynı şeyi yaptım : Zihnimi çat diye kapattım.
Lorna bir şeylerin, hayatını değiştirecek bir şeylerin olacağına bel bağlamış olduğunu ancak şimdi böyle net biçimde görebiliyordu.
Bazı insanlar batağa saplanıyordu, zamanında yardım edilemiyordu. Bazılarına hiç yardım edilmiyordu. Bazı insanlar karanlığa gömülüyordu.
Elbette bazı insanlar hiçbir zaman kendini suçlu hissetmez. Bazı insanlar hiçbir şey hissetmez.
Aramızdaki açıklanması ya da tanımlanması gerekmeyen rol dağılımını sorgulamadan hatta seve seve benimsiyordum; ben ona yardımcı olup onu takdir edecektim, o da beni yönlendirecek, korumaya hazır olacaktı.
Biz ikimiz, aralarındaki bağ dışa vurulmayı pek gerektirmeyen sağlam ve birbirine alışmış sevgililer gibiydik.
Sormamalısın, bilmemiz yasaktır. kaderin bana ya da sana neler sunacağını
Ayrıca bir hakaretti, kendisine pençesini geçirmeye çalışan bir tür espri ya da münasebetsiz bir uyarıydı sanki.
Onun sinirini bozan kaderin cilvesiydi – hayal gibiydi ama aynı zamanda sıkıcıydı da.
Güvenilir biri olmadığını onunla daha ilk tanıştığımda anlamıştım. İşin tuhaf yanı da bu zaten. Anladığım halde beni kazıklamasına izin verdim. Bu tip insanlar var. Sırf sahtekar oldukları için acırsın böylelerine.
Ev vurdumduymaz bir terk ediş ve kandırma duygusuyla doluydu.
Evlilik dışında o kadar çok şey söylenmiş – ya da yazılmış- o kadar sevgi ve özlem ifade edilmişti ki sanki evliliğin kendisi gözden kaçmıştı. Sabah kalkmaktan söz ederken kahvaltı edileceği kesin olduğu halde kahvaltıdan söz etmemek gibi bir şeydi.
Mutlu bir geline nikah kıyafetini sattım. Varlığımın bir anlamı olduğunu kanıtlamaya yeter.
Üzerine giydiği bir şeyle güzelleşmenin yarattığı bu salakça duyguyu daha önce hiç tatmamıştı.
İpek kadar hafiftir ama demir kadar dayanıklıdır.
Rahibe, dininin insanları mutlu ettiğini göstermek için ara sıra gülümsüyordu; ama çoğunlukla seyircilere sanki diğer insanlar sadece onun emirlerine itaat etmek üzere yeryüzünde bulunuyormuş gibi bakıyordu.
Kendisine sanki enformasyon makinesiymiş gibi davranmıştı.
Düşüncesiz sayılmazdı. Ama duygusallığa yaklaşan herhangi bir şeye karşı hep tetikteydi; onun bakış açısına göre de birçok şey duygusallığa yaklaşırdı.
Mucizelere inanmasam yaşayamazdım.
İnsan azizler sayesinde kısmen çocukların dünyasında kalabiliyor, bir çocuğun umudunu ve tesellisini yaşayabiliyordu.
İnsanlar hiçe sayılmaktan hoşlanmıyor, mesele bundan ibaret.
Dayanağı olduğundan değil de olayın tamamı soyut bir kavram olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştüğü için, hastalıkla mücadele bir rahatsızlık olmaktan çıkıp kalıcı hale geldiği için zorla ön plana geçen bir iyimserlik.
Mühürlenmiş, uzaklaşmış, yaşlanmış ve belki çocuksuydu-ölü doğmuş bir bebeğin çehresi gibi belki.
Şimdi öldükten iki saat sonra erimenin, parçalanışın zafer kazandığı ve çehresinin büzüldüğü aşikârdı.
Olaylar anlatılırken değişiyor, dedim. İnsanlar olayları değiştiriyorlar.
Ev ortamında daima tehlikeli durumdaydım. Hayatımı başkalarının gözüyle görmenin tehlikesiyle bu.
Onları dinlerken hep müstehcen bir suç ortaklığına, dehşetin, felaketin hevesle kurcalanışına şahit oluyormuşum duygusuna kapılırdım. Sesleri iç organlarımda sürünen kaygan solucanlarmış gibi gelirdi bana.
Ne de olsa çok yakında evli bir kadın olacaksın.
Sesinin tonuna bakılırsa bunun iki anlamı olabilirdi : Artık büyüdüğünü kabul etmek zorundayım ya da çok yakında hizaya geleceksin.
Sesinin tonuna bakılırsa bunun iki anlamı olabilirdi : Artık büyüdüğünü kabul etmek zorundayım ya da çok yakında hizaya geleceksin.
Bu tür insanların fikirlerini dile getirmek şöyle dursun, hakkımda bir kanıya varmaya hatta bana bakmaya bile hakkı olmadığını düşünüyordum.
Bize acınmasına tahammülüm yoktu.
Kendi kişiliğimin bayrağını taşıyarak serpiliyordum.
Pek zalim bir dilin var.
Ama insan hayatında bir noktaya gelindiğinde, çirkin ve güzelin aşağı yukarı aynı amaca hizmet ettiğini, bakılan herhangi bir şeyin gemlenemeyen bedensel duyularla zihnin bölük pörçük parçalarının asılacağı bir kanca olduğunu artık biliyordu.
O günlerde genç kocalar sertti. Daha kısa bir süre önce, cinsel acılar içinde kıvranan, dizleri titreyen, umutsuz, neredeyse alay konusu olan takip rolünü oynamışken evlenip yatıştıktan sonra kararlı ve tasvip etme, bir havaya bürünürlerdi.
Elbette bazı insanlar hiçbir zaman kendini suçlu hissetmez. Bazı insanlar hiçbir şey hissetmez.
Tanıdığım karı kocalar gibi de değildik, onlar her şeyden önce yaşlıydı ve o kadar ayrı dünyalarda yaşarlardı ki, birbirlerini tanımaz gibiydiler. ‘