İçeriğe geç

Neden ve Nasıl Siyer Öğrenmeliyiz? Kitap Alıntıları – Muhammed Emin Yıldırım

Muhammed Emin Yıldırım kitaplarından Neden ve Nasıl Siyer Öğrenmeliyiz? kitap alıntıları sizlerle…

Neden ve Nasıl Siyer Öğrenmeliyiz? Kitap Alıntıları

İnsanlığın sorunları üst üste yığılarak neredeyse çözülmez bir noktaya ulaştığı günümüzde Hz. Muhammed’e her zamankinden daha fazla muhtacız. Eğer O aramızda olsaydı, bütün bu sorunları, oturup bir kahve içme rahatlığı içinde çözerdi George Bernard Shaw (Nobel Ödüllü İrlandalı Oyun Yazarı)
Efendimiz’in (sas) vahyin gölgesinde geçen 23 yıllık hayatının ayetlerle şekillendiği göz önünde tutulduğunda, inen her ayetin O’nun dünyasında nasıl karşılık bulduğu hatırlandığında, Kur’ân-Siyer ilişkisi daha iyi anlaşılmış olur.
O’nun (sas) bereketli hayatı, doğru bir Allah tasavvuru oluşturmak için de okunmalı.
Üzülme çünkü Allah bizimle beraber
siyeri öğrenmek,bir mânâda kulluk kodları sayılan kavramları gerçek anlamlarıyla da öğrenmektir.
o’nun,sallallahu aleyhi ve sellem,bu din için nasıl bir mücadele verdiğini öğrenen ve nelere katlandığını,neleri yaptığını veya neleri yapmadığını tam anlamı ile kavrayan birinin,efendimiz’e olan sevgisi daha da artacaktır.
İstikbalimiz köklerimizdedir.
Ne kadar tanırsan, o kadar sevebilirsin ilkesi ile sevmenin şartı tanımaktan geçmektedir.
Size gecesi gündüz kadar aydınlık, geniş ve takip edilecek bir yol bıraktım. (İbn Mace, Kitabü’s-Sünne, 5.)
Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikreden kimseler için [mutlak manada] çok güzel örneklikler/rehberlikler vardır. (Ahzab Sûresi, 33/21)
Allah’ın Resulü’nün (sas) sîreti üzerinde düşünüp taşınana O’ nu doğrulamayı kaçınılmaz kılar.O’nun gerçekten Allah’ın elçisi olduğuna (yaşadığı hayat) şahitlik eder. Şayet Resulullah’ın (sas) sîreti dışında başka herhangi bir mucizesi olmasaydı o sîret tek başına mucize olarak yeterdi.
İbn Hazm(v.456/1064)
Hz.Nuh(as)
Eğer bir gün karada gemi yapmak zorunda kalırsan Hani bunun denizi!? diyenlere kulak asma. Sen tahtalara çivi çakmaya devam et; yeri ve zamanı gelince Allah Denizi senin ayağına getirecektir.
İslâm’ı milâdî 6. asırda ortaya koyduğu bazı hükümlerden dolayı yargılıyorsunuz. Peki, siz 6. asrı ne kadar tanıyorsunuz?
Rivayeti aktaran çok ama riayeti ortaya koyan az…
Eğer bir gün karada gemi yapmak zorunda kalırsan “Hani bunun denizi!?” diyenlere kulak asma. Sen tahtalara çivi çakmaya devam et; yeri ve zamanı gelince Allah (cc) denizi senin ayağına getirecektir.
O günkü dünyanın örnek şahsiyetleri olan sahâbi efendilerimiz de bugünün dünyasında yaşatılmalı, o örneklikler aynı canlılıkta bugünlere taşınmalıdır. Sadece isimlerinin evlatlara verilmesi yoluyla taşınması yetmez; ahlâklarının, mücadelelerinin, aşk ve sevdakarının, cihad ve şehadet özlemlerinin de taşınması gerekir.
O günün dünyasında hakkın sesini kısmak için toplantılar tertipleyen, insanlara cezbedecek bir üslup ile hikayeler okuyan, müzik eşliğinde tiyatroya benzer canlandırmalar yaparak Mekkelileri Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışan Nadr b. Hâris ile bugünkü televizyon dizileri arasında ne fark var?
Siyer üzerinden Kur’ân’ı, Kur’ân üzerinden de siyeri okumalıyız.
İslâm, halen insanı değiştiren ve dönüştüren bir güce sahiptir. Bu gücün farkına varmak ve bunu doğru bir usûl ve üslup ile değerlendirmek, ancak Siyer’in doğru bir sekilde ta’lim edilmesi ile mümkündür.
Bugün ne yazık ki, Ümmet-i Muhammed olarak bizler, elimizdeki sermayenin değerini düşmanlarımız kadar bilmiyoruz. İslam’ın, Kur’an’ın insanı değiştirme ve geliştirme potansiyelinin gücüne tam anlamıyla vakıf değiliz. Burada üzerinde düşünmemiz gereken bir nokta var: İslam Dünyası darmadağın bir halde olmasına rağmen, iktisadi, siyasi ve askeri alanlarda ciddi sıkıntılar yaşamasına rağmen neden dünyayı yöneten güçler küresel tehdit olarak Müslümanları ilan etmiş durumdadırlar, Acaba onlar, Müslümanlardan mı, yoksa İslam’dan mı korkuyorlar? Acaba, Müslümanlardan mı yoksa onların ellerinde olan ama Müslümanların kendilerinin bunun farkında olmadıkları sermayeden dolayı mı telaşlanıyorlar? Bu üzerinde durulması gereken bir husustur.
Seven sevdiğinin sevdiklerini de sever , sevmediklerinden de uzak durur.
Hz. Ali’nin dedigi gibi “ haklı olmak kadar haklı kalmakta mühimdir.”
İnsanlıgın sorunlarının üst üste yığılarak neredeyse çözülmez bir noktaya ulaştığı günümüzde Hz. Muhammed’e (sav) her zamankinden daha fazla muhtacız . Eğer o aramızda olsaydı , bütün bu sorunları , oturup bir kahve içme rahatlığı içinde çözerdi …(George Bernard Shake) “Sorarım size batılı araştırmacılar bile böyle iyi tanıyor ise bizim araştırmayıp onun yolundan gitmemek çok büyük ayıp değil mi ?
İnsan Allah’ı aklı ile bilebilir ama sadece aklı ile tanıyamaz . Tanımak için sahih ve selim bilgilere ihtiyaç vardır . Bu bilgilerin en sahihi hiç şüphesiz Kur’ân’dır.
Şemail ; Peygamberimizin fiziki ve ahlâkî özelliğini ifade eden bir terimdir.
Delâil ; Hz. Peygamberin , peygamberliğini ispat etmek için ortaya konan delillere denir.
Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur. (Tirmizî, İlim 7)
Kur’ân’ın nüzûl ortamını ve siyer coğrafyasını, zaman ve mekân olarak dikkate almadan yapılan değerlendirmelerden oluşmaktadır. Eğer 21. asırdan İslam’ın neş’et ettiği 6. asra bakılırsa bugün insanların doğru kabul ettikleri nice hususların o dünyada yanlış; o dünyada kabul gören nice meselenin ise bugün yanlış olduğu görülecektir.
Özellikle O’nun bereketli hayatı böyle okununca, sanki o günün dünyasındaymış gibi hadiselerin içerisinde dahil olununca istifade çok daha farklı olacak, nebevî atmosferden daha da fazla istifade edilecektir.
Asr-ı Saadet’e çağrı aslında geçmişe, nostaljiye bir çağrı değil; geleceğe, istikbale bir çağrıdır. Yaşanan zemini ihya etmeye, geleceği inşa etmeye bir çağrıdır. Bu hiçbir zaman unutulmamalı ve Siyer-i Nebî’nin gelecek inşasındaki etkisi her an hatırda tutulmalıdır.
Ayrıca Hz. Ali’nin dediği gibi: Haklı olmak kadar haklı kalmakta mühimdir.
İnsan, Allah’ı (cc) akıl ile bilebilir ama sadece aklı ile tanıyamaz. Tanımak için sahih ve selim bilgilere ihtiyaç vardır. Bu bilgilerin en sahihi, en doğrusu şüphesiz Kur’ân’dır.
O’nun (sas) bu din için nasıl mücadele verdiğini öğrenen ve nelere katlandığını, neleri yaptığını veya neleri yapmadığını tam anlamı ile kavrayan biri Efendimiz’e (sas) olan sevgisi daha da artacaktır.
92 yaşlarında Ebü Eyyüb el -Ensari’nin İstanbul surlarına dayanması, 86 yaşlarında Ümmü Haram validemizin bineğinin üzerinde zor durmasına rağmen ta Kıbrıs adasına gitmesi insanın ayağına derman, gönlüne heyecan, ümitlerin bir kez daha yeşermesine vesile olsun.
Efendimiz’e (sas) Hira’da ilk vahyin geldiği anları okurken sanki o karanlık mağaradaymış gibi olmak, Cebrail ile Efendimiz’in (sas) konuşmalarına bizzat şahitlik etmek, İkra!/Oku! diyen Cebrail’e titrek bir ses ile Ma ene bi kari!/ Ben okuma bilmem! diyen Efendimiz’in sesini duymak, sonra Cebrail’in Efendimiz’i kanatları alarak sıkmasında sanki o hali yaşamak ve arkasından Alak Sûresi’nin ilk beş ayetini bizzat Cebrail’den alıyormuş gibi dinlemek, herhalde insana çok farklı duygular yaşatacak, farklı bir ruh hali tartışacaktır.

Ağır bir söz ve ağır bir yük olan vahyi alınca Efendimiz’in (sas) çektiği o sıkıntılara ortak olmak, O’nunla beraber Hira’dan çıkıp Hatice’nin şefkat dolu kollarına doğru yürümek, yürürken taşın, toprağın, Es-Selamu Aleyke Resûlullah/ Selam olsun sana Ey Allah’ın Resûlü! seslerini işitmek, korku ve endişe ile eve girmek ve: Zemmiluni, zem miluni/Beni örtün, beni örtün. diyerek örtünün altına giren Efendimiz’e refakat etmek, nice sonraları biraz teskin olup başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlatırken ve annemizin büyük bir vakar ile söylenenleri dinleyip arkasından Efendimiz’i teskin etmek için söylediklerini bizzat işitir gibi tüm bu tabloların içerisine dahil olmak, gerçekten insana çok farklı haller yaşatacaktır.

Varaka b. Nevfel’in ilerleyen yaşına rağmen Hz. Hatice’den ve Efendimiz’den (sas) vahyin naziline dair olanlan dinlerken bir anda gençleşerek Kuddüs, Kuddüs diye haykırmasına şahit olmak, o bilge zatın: Muhakkak kavmin sem yalanlayacak, seni yurdundan sürüp çıkaracak ve seni öldürmek için her yolu kullanacak diye, risalet davasına mensup olanların kaderine dair söylediklerini bizzat ondan işitmek ve bu yolda, yalanlanmak, işkencelere uğramak, hicret yollarına düşmek ve öldürülmek olduğunu bilmek insana çok önemli mesajlar verecektir.
Mekke’nin o zorlu günlerinde birer birer sahabi efendilerimizin iman ettikleri o tablolara şahit olmak, onların Efendimiz (sas) ile görüşmelerinde bir köşede durup konuşmalarina bizzat onlardan dinliyormuş gibi işitmek, daha yeni on sekizine girmiş Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın gelip Müslüman olmasını gözyaşları içerisinde seyretmek ve arkasından Resûlullah (sas) duygulandıracak, Evim, evindir ya Resûllullah deyip evini yigitlerin yerişeceği bir potaya dönüşsün diye vakfetmesine şahit olmak, gerçekten insana çok farklı haller yaşatacaktır.

Darû’l-Erkam ya da sahâbenin ifadesi ile Darü’l-İslam olan o güzel eve gidip gelen talebelerden biri olmak, hayalen bile olsa o ev içerisinde bulunmak, o evde Efendimiz’in sesi ile bir âyeti işitmeye çalışmak, sahabi ile kol kola, omuz omuza Kur’an’ı talim etmek, her gün nazil olacak yeni bir ayeti heyecan ile beklemek, belki Abdullah b. Mes’ud’un arkasma takılıp Kabe’nin avlusuna gidip Rahman Süresi’ni müşriklerin yüzüne karşı okumak ve hakaretlerin, tekmelerin, tokatların muhatabı olmak, kan-revan içerisinde Daru’l-Erkama taşınırken: Ya Resûlullah! Müşriklerin hiç bu kadar küçüldüklerini görmemiştim diyen Abdullah b. Mes’ud’un o sözüne ortak olmak, gerçekten insana çok farklı duygular yaşatacaktır.

Bazen sahabenin arkasına takılıp Mekke’de dolaşmak bazen onlarla Mekke dışandala Ebu Dûb Vadisi’ne gitmek, orada gizlice namaz kılmak, o anlarda gelip namaz ile alay nden müşriklere öfke duymak, yumruğuna sıkıp bağırmamak için dudak ısırmak, sonra hakaretlere dayanamayıp yerden bir deve kemiği almaya çalışan Sa’d b Ebi Vakkas’a o
kemigi uzatmak, Ey Sa’d! Al bunu ve vur onun kafasına ama Resûlullah’ın uyarısını unutma! demek, o sahnelerin, tabloların hepsinin içerisine dahil olmak, insana gerçekten çok farklı haller yaşatacaktır,

Yasir ve Sümeyye’nin işkenceler altında kıvrandıkları anlara şahit olmak, iman adına ödenen o büyük bedellerin boyutunu bizzat hissetmek, gözleri önünde babasının ve annesinin şehadetlerini gören Ammar b. Yasir’i teselli etmeye gitmek, belki onun gözyaşlarını silmek, belki Bilal’in kızgın taşlar altında Ehad! Ehad! diye inlemesini işitmek ve koşup yanına: Ey Bilal Sabret! Gün gelecek sen Kabe’nin çatısına çıkacak ve Ehad olan Rabbinin sesini orada haykıracaksın müjdesini vermek, gerçekten insana çok farklı haller yaşatacaktır.

Yeri gelince Issız gecelerde Talha b. Ubeydullah’a konuk olmak, onunla dertleşmek, annesinden çektiği sıkıntılardan dolayı onu teselli etmek, yeri gelince Hz. Osman ve Hz. Rukiyye’nin arkasından Efendimiz ile birlikte el sallayarak onları gözyaşlarıyla Habeşistan’a uğurlamak, yeri gelince Elendimiz’in yanında vefat eden amcası Ebu Talib’in arkasından gözyaşı dökmek, yeri gelince Hatice validemizin vefatına ağlamak, Efendimiz’i yetim bırakıp gitmesine yanmak, Niye gittin ki Ey Annecigim! Şimdi Efendim kimin göğsüne başını koyacak, kiminle teskin olacak, kime derdini açacak deyivermek. Yeri gelince Hz. Ali ile beraber hicret gecesi, Peygamber’e kefaret olma adına aynı örtünün altına girebilmek Beni de doğrayın ne olur beni de doğrayın ama O’na (sas) en çük bir zarar vermeyin. deyivermek

Yeri gelince Sevr mağarasında Hz. Ebû Bekir’in hemen yanı başında yer almak; o dostluga, o fedakarlığa hayran olmak, o yolda onların arkasında yürüyen bir çift ayak olmak

yeri gelince Kûba Köyü’nde, aziz misafirlerin gelişini bekleyen o meraklı bakışlardan biri olmak ve Talael bedru aleyna diyerek hicret yolcusu o iki güzide insanı karşılamak, Yeri gelince Mescid-i Nebevi’nin temellerine birkaç taş taşımak yer gelince Ebû Eyyüp el-Ensari’ye, o Mihmandar-i Nebi’nin evine konuk olmak Yeri gelince Bedir’e 313 yiğidin arkasına takılarak yürümek, Uhud’a Mus’ab’ın yanında varmak Ayneyn geçidinde görevlendirilen elli okçu ile nöbet tutmak Komutan Abdullah b. Cübeyr’in emrine itaat etmek, Resûlullah’ın talimatını unutup giden askerlerin ardından: Ne olur gitmeyin, ne olur yapmayın! deyip çırpınmak

Yeri geldiğinde Salman-ı Farisi’nin hemen yanı başında eline aldığın kazma ile hendekler kazmak Bin savaşçıya bedel Amr b. Abdüvüd’ün karşısına çıkan Hz. Ali’ye dua et mek, Ali’nin onu devirmesi ile tekbir getiren sahabe ile beraber tekbir getirmek O gün yoğun ok atışlarından dolayı namazlarını eda edememiş olan Efendimiz ve sahabe ile birlikte üzülmek, sonrasında Resûlullah’ın kendilerini namazdan alıkoyan o azgın topluluk için yaptığı bedduaya amin demek..
(Efendimiz (sas) Hendek Gazvesi’nde, kendilerini namazdan alıkoyan müşrikler için şöyle diyordu: Ey Kitabı indiren ve Ey hesabı süratli olan Allah’ım! İslam aleyhine toplanan bu gurupları dağıt Allah’ım! Onları darmadağın et, onları hezimete uğrat ve onları sars! )

Yeri geldiginde Hudeybiye’de Hz Ömer gibi yerinde duramayacak kadar heyecanlanmak, Süheyl b. Amr’in sözlerine öfkelenmek, antlaşma metnine yazılan Muhammedün Resûlullah ifadesini sildirmek isteyen Süheyl’e kızan Hz. Ali’nin yanında yer almak ve neticede o sene Mekke’ye giremeyen sahabe ile mahzun mahzun Medine’ye geri dönmek Yeri geldiginde Hayber’de Haydar-ı Kerrar olan Hz. Ali’nin atının üzengisine yapışarak onunla beraber Yahudi kaleleriniz zorlamak. Yeri gelince Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın, Halid b. Velid’in ve diğer komutanların arkasında Mekke’nin fethi için on bin sahabe ile birlikte o güzel şehre girmek

Yeri geldiğinde Tebük Gazvesi için: Kim Allah yolunda zorluk ordusunu donatır? diyen Hz. Peygamber’in (sas. sesini sessizlige mahkûm etmemek için Hz. Osman ile beraber: Ben ya Resûlullah! Benden şu kadar diyebilmek. Yeri geldiğinde Veda Haccı için binlerce sahabenin arasında o güzel yolculuğa çıkabilmek Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da bazen Ya Eyyühe’n-Nas/Ey insanlar! bazen: Ya Eyyühel-Müslimin/Ey Müslümanlar! diyen Hz. Peygamber’in sedasina Lebbeyk! deyip icabet edebilmek

Yeri gelince Efendimiz’in (sas) hastalığına sahabe ile birlikte gözyaşı dökmek, Söyleyin Ebû Bekir’e namazı o kaldırsın. emri gereği Hz. Ebû Bekir, Peygamberin mihrabina geçince gözyaşları içerisinde onun arkasında namaza durmak Son pazartesi günü iyileşme izleri görülen Efendimiz’in o haline sevinmek ama aynı gün O’nun vefatı ile sarsılan Medine’deki her bir sahabi gibi derinden sarsılmak..O günlerde Hz. Fatıma annemizin hüznüne ortak olmak, dedeleri için gözyaşı döken Hasan ve Hüseyin’in yanlarına oturup onları teskin etmek, Hz. Ebû Bekir’in. Her kim Muhammed’e (sas) tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Her kim de Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki Allah; Hayy’dır, ölümsüzdür. sesi ile irkilmek ve bir daha dirilmek ve sonra Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygam ber gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz? (Dininizden dönecek veya savaştan kaçacakmısınız?) Kim ardına dönerse elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil fakat şükredip sabredenlere Allah muhakkak mükafat verecektir! ayeti Hz. Ebû Bekir’in dilinden dökülünce sahabe gibi sanki ayet yeni nazil olmuşçasına bir ruh haline kapılmak Ve daha nice yerlerde, tablolarda, hadiselerde, satırlarda kalmayıp hadiselerin içerisine dahil olmak .

Böyle bir okuyuş, Saadet Asr-ı ile aradaki zaman ve mekan farklarını ortadan kaldıracak, her an onların dünyasına dahil olmayı sağlayacaktır. Elbette bunu yaparken sadece bir hayal ve his insanı durumuna düşmeyecek, hayaller de gezen, geçmişi böyle değerlendirip bugünden kopan biri olmamaya dikkat etmek gerekecektir. Bu da ancak işin başına siyeri geleceğimizin inşasında bir imkan olarak görmekle halledilecek bir durumdur. Mesele o günün dünyasına dahil olmak ama bugünden de kopmamak, oradan alınan mesajları buralara taşıyabilmektir.

Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onlar işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O) , yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir. [En’am, 6/159]
İstikbalimiz köklerimizdendir.
hiçbir mucize sebepsiz ve amaçsız değildir, her birinin gündeme gelmesinin alt bir zemini vardır. Bu gözle mücizelere baktığımızda Rabbimizin mücizeleri göndermesinin üç temel amacının olduğunu görürüz. Bunlardan ilki, hidayet vesilesi olması içindir. İkincisi, helake meşru bir sebep olması için yani itiraz kapılarını tamamen kapatmak içindir. Üçüncüsü elçile ve onlara iman edenlere bir nusret/yardım olması içindir. İşte bu üç temel amaçtan dolayı Rabbimiz gönderdiği elçilere ilahi bir ikram olsun diye çeşitli mucizeler bahşetmiştir.
Sahabeden sonra en hayırlı nesil olan tabiin neslinin önemli alimlerinden biri de imam Şa’bi’dir. O,
h. 19/m 640da Kafe’de doğmuş, h. 104/m. 722 yine Küfe’de vefat etmiştir. Kendi ifadesi ile 500 sahabe ile görüşmüş, onları tanımış ve başta Abdullah b. Mes’ûd olmak üzere birçoğundan dersler almış, hadisler işitmiş ve kendinden sonraki nesillere bunları aktarmıştır.

Hz Ömer’in oglu Abdullah b. Ömer, imam Şa’bi’yi çok sever, onu sık sık ziyaret ederdi. Ne zaman onun yanına gitse imam Şa’bi’nin insanlara Allah Resûlü’nün (sas) hayatına dair bir şeyler anlattığını görürdü. Abdullah b. Ömer de o meclise dahil olur, imam Şa’bi’yi dinler, sonra şöyle derdi: Ne güzel anlatıyor. Sanki o da (Şa’bi) bizimle berabermiş gibi anlatıyor).

Abdullah b. Ömer’in bu sözü, siyer nasıl anlaşılmalı ve nasıl anlatılmalı konusunda bize bir bilinç vermelidir. O, sahabenin büyüklerinden biri olarak bu işin aslında bizimle berabermiş gibi anlatılması gerektiğini söylemektedir. İşte bundan dolayı bizlerin, siyeri sadece satırlardan değil, olaylarin içerisine dahil olarak sanki oradaymış gibi, sanki o hadislerin içerisindeymiş gibi okumamız bize çok farklı istifade imkanları sunacaktır.

Şairin dediği gibi: Ebu Leheb ölmedi Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!
El-Hak bu böyledir. On dört asır önce yaşamış bu ibret şahısları aratmayacak tarzda islâm’ın sesini ve sedasını kısmaya çalışan; Müslümanlara yaşadıkları topraklar üzerinde her türlü zulmü, işkenceyi, baskıyı, hatta öldürmeyi reva gören çağın Ebû Lehebleri, Ebû Cehilleri hiçbir zaman eksik olmayacaklardır. Bizler siyerin sayfalan içerisinde o günkü hakkın sesini kısmaya çalışanların toplandıkları yer olan Darü’n-Nedve’de neler konuştuklarını okuyunca o rivayetleri orada bırakmayacak, sadece tarihi bir malumat olarak görmeyecek, bugünün İslam düşmanlarının da aynı şeyleri konuştuklarını, aynı planları yaptıklarını unutmayacağız.
Yine mesela; Taif dönüşü neden Yûsuf Sûresi nazil olmuş tur? Taiften donerken Efendimiz’de nasıl bir ruh hali vardı ki bu süre inmiştir? Nazil olan o ayetler, Efendimiz’in o rub haline nasıl bir etkide bulunmuştur? Sürenin inişinden son ra Efendimiz’de nasıl bir değişiklik olmuştur?

[Efendimiz’in hayatı boyunca en fazla sıkıntıya uğradığı hadiselerden biri hiç şüphesiz Taif yolculugu idi. Peygamberimiz Taif’te, bir yönü ile kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf gibi terk edilmiş, hakarete ve taşlanmalara muhatap olmuştu. Taif dönüsü Allah (cc) O’na Yusuf Sûresi’ni nazil ederek, kendi halini Hz. Yusuf’un haline kıyas etmesini istemiş ve işin neticesinin iyi olacağının müjdesini de vermişti. O gün üzerinden tam 11 sene geçtikten sonra Efendimiz, Mekke’yi fethetmek için arkasında on bin asker olduğu halde hicret etmek zorunda kaldığı yurduna girmişti. Fetih bitip, daha dün Hz. Peygamber’e her türlü hakareti, işkenceyi yapan Mekkeliler, Kabe’nin avlusunda korkarak beklerlerken Efendimiz: Şimdi size ne yapmamı bekliyorsunuz? diye sormuş, onlar da: Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeş, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşin oglusun. Biz ancak senden iyilik bekleriz. demişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurmuştu: Bugün ben size Yusuf’un kardeşlerine dedigini diyeceğim. O demişti ki: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizin yargılasın! O merhametlilerin en merhametlisidir. (Yusuf, 12/92.) Gidin hepiniz saliverildiniz/bağışlandınız! (İbn Hişam, Sire, IV, 55, Taber, Tarih, III, 120.) Sadece bu örnek üzerinden Efendimiz’in kendisinden önceki peygamberlerin hayatları ile nasıl bir bagı olduğunu, yeri ve zamanı geldiginde kendisine verilmek istenen mesajlar gölgesinde nasıl yürüdüğünü anlayabiliyoruz.]

Dolayısı ile siyerden daha fazla istifade edebilmek için başta diğer peygamberler olmak üzere geçmiş ümmetlere ait kıssaları da Efendimiz’in (sas) o gün içerisinde bulunduğu ortamı ve ruh halini bilerek okumalı, Kur’an’ın neden o an ve o durum karşısında Efendimiz’e söz konusu peygamber den bahis açtığına dikkat etmeliyiz. Mesela; neden Kuran bir tek Hristiyan’ın olmadığı o zeminde ve nübüvvetin 5. yılında, Müslümanlar Habeşistan’a hicret edeceklerken Meryem Süresi’ni indirmiş ve orada Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz Meryem ve Hz. İsa’yı çok güzel ifadelerle anlatmıştır? Acaba Kur’an bu kıssa ile Efendimiz’in ve tabii ki sahabenin şahsiyetinde ve zihin dünyasında neleri inşa etmek istemiştir? Yine mesela; Taif dönüşü neden Yûsuf Sûresi nazil olmuş tur? Taiften dönerken Efendimiz’de nasıl bir ruh hali vardı ki bu süre inmiştir? Nazil olan o ayetler, Efendimiz’in o ruh haline nasıl bir etkide bulunmuştur? Sürenin inişinden sonra Efendimiz’de nasıl bir değişiklik olmuştur? İşte bunun gibi onlarca önemli noktadan dolayı diyoruz ki siyer kesinkle Siyera’l-Enbiya’nın gölgesinde okunmalıdır

Meselenin bir de şöyle bir boyutu var: Peygamberlerin başını çektigi dava olan risalet davası, kendisine has ilkeleri olan bir davadır. Bu ilkelerden biri de:

Büyüklerin ayak izlerine basarak yürümektir. Bu davada arkaya bakmak, biz kaç kişiyiz deyip sayılara takılmak, başarı hesaplarını sadece elde edilen kazanılan insanlar üzerinden yapmak yoktur. Bu davada, yürünen yolun önceki büyüklerin yoluna ne kadar uygun olup olmadığına dikkat etmek vardır. Eger yürünen yol; peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu ise, artık üzülmeye, korkuya yer yok, varılacak menzil Allah’ın izni ve keremi ile selam yurdudur.

İşte bu bilinci elde etmek ve Hz. Peygamber’in (sas) kutlu hayatından daha fazla istifade etmek adına önceki peygamberlerin siyerini, Hz. Peygamber’in siyeri ile beraber paralel bir okuma yapmalı ve her daim bu birlikteliği goz önünde bulundurmalıyız.

Yine, Efendimiz’in (sas) nübüvvet öncesi Hz. Hatice ile alan ticari münasebeti, yaptığı ticari seferleri, o dönem zarfında Mekke’de ticaret adına attığı adımlar, sadece tarihi bir malumat olarak değil, ideal bir tüccarın vasıflarını tespit etme maksadı ile okursak o tablolarda bize çok şeyler söyleyecektir. Bu tarz bir okuma, nübüvvetin gelişi ile birlikte ortaya çıkan hadiseler üzerinde yapılsa ortaya çıkan sonuçlar çözümler bizleri çok daha farklı bir boyuta taşıyacaktır.

Örneğin, Efendimiz’in Hira Dağı’ndaki arayış süreci, varlık sancısı ve hakikat arayışının bir ızdırabı olarak okunsa, Darü’l-Erkam; talim ve terbiyenin işin başında hangi usul, uslup ve müfredat üzerine yürüdüğünü anlama maksadı ile okunsa, Şib-i Ebi Talib Muhasarası, yokluk, fakirlik, bela ve musibetlere karşı Nasıl tavır takınılmalı? sorusuna cevap bulma adına okunsa, İsra ve Miraç; mükafat ve yücelme, Akabe, biat, sadakat ve çaba, Sevr; tedbir ve tevekkül dengesini kurma, Hicret; yol ve yolculuk adabını öğrenme arayışı için de okunsa siyer nasıl sadece bir tarih (geçmiş malumat yığı olarak kalabilir ki?

Onlar, Asr-ı Saadet’ten ilham alarak bastıkları toprakları da o iklime dönüştürmeye gayret ettiler. Çünkü o ilk muhataplar, Hz. Peygamber’in (sas) miras bırak degerlerin evrensel bir nitelikte olduğunu çok iyi kavramış, yaşadıkları hayatın tarihte kalmaması adına ortaya bir çaba koymuş, yetiştirdikleri talebelere de bu bilinci aşılamaya çalışmışlardı.

Onların bu tavır ve duruşları kendilerinden sonraki Müslümanlara örnek olmalıdır. Müslümanlar şunu çok iyi kavramalıdırlar ki: Hz. Peygamber’in (sas) ve sahabe neslinin hayatları sadece tarihi bir malumat veya menkıbeler derlemes değildir. Hiçbir zaman o güzide neslin hayatlarına böyle bakılmamalı ve bu şekil bir okuma yapılmamalıdır. O hayatlar, bugünlerimizi ve yarınlarımızı ihya ve inşa etmek için her an başvurulması gereken en temel kaynaklardır. Eğer bizler böyle bir bilinç ile siyer eserlerini okursak Efendimiz’in o bereketli hayatından çok daha fazla istifade edecek, hepsinden önemlisi bugün karşımızda sorun olarak duran nice meselelere, o günün dünyasında yaşanmış bazı hadiseler üzerinden çözümler bulacak ve aradan geçen onca zamana ragmen sanki bugünlere has söylenmiş sözler gibi onları dertlerimize derman kılacağız.

Nitekim kendi içinizden size
âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden
arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim
edip bilmediklerinizi size öğreten bir
Resûll gönderdik. Bakara, 2/151.
1. Rabbimiz Emrettiği İçin

Eğer Rabbimiz gönderdiği vahyinde Peygamberimizin en güzel örnek olduğunu söylüyorsa,(Ahzâb-33/21)O, size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da uzak durun. (Haşr-59/7) diyerek bizi o bereketli hayata yönlendiriyorsa, O’nun ahlakının muhteşem ve muazzam bir ahlak olduğunu (Kalem-68/4) Müslümanların da o ahlakı kuşanmaları gerektiği belirtiliyorsa ve daha nice ayette söz, dönüp dolaşıp Resûlullah’ın (sas) rehberliğine ve örnekliğine geliyorsa bizzat Efendimiz de: Haccınızın menasikini benden alınız. (Nesâî, Menasik ,27) veyahut Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öylece namaz kılınız. (Buhârî, Ezân,18)buyuruyor ise elbette O’nun hayatı iyice öğrenilmeli; attığı her adım, söylediği her söz, sessiz kalıp onayladığı her tavır, iyice kavranılmalı ki böylece Rabbimizin bizden istediği sorumluluğu yerine getirebilmiş olalım.

Haklı olmak kadar haklı kalmakta mühimdir.
İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.
[Bakara{211}]

Allah’ın ayetlerini inkar edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.
[Âl-i İmrân, {3/21}]
Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, halleri nice olacaktır.
[Al-i İmrân, {3/25}]

Bir takım kendini bilmez insanlar, Onları (Müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir. (142)
[Bakara, 2/142]

Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) ogullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden bir takımı bile bile gerçegi gizlerler. (146) [Bakara, 2/146]

Vusülsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir.
Allah, Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz diye yazmıştır. Şüphe yok ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. {21}
[Mücâdele, 58/21]
Ey peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennem dir. Ne kötü bir varış yeridir orası!
Tevbe, {73}
63﴿

 Bilmiyorlar mı ki Allah ve resulüne karşı çıkanı, içinde ebediyen kalacağı cehennem ateşi beklemektedir! İşte büyük rezillik de budur.

﴾64﴿

 Münafıklar, kendileri hakkında kalplerindekini ortaya çıkaracak bir sûrenin indirilmesinden endişe ediyorlar. De ki: “Alay edin bakalım! Allah mutlaka o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.”

﴾65﴿

 Onlara soracak olsan mutlaka, “Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!” derler. De ki: “Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”

﴾66﴿

 Mazeret ileri sürmeye kalkmayın. İman ettiğinizi söyledikten sonra inkârcılığınızı açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.

﴾67﴿

 Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları rahmetinden mahrum bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.

﴾68﴿

 Allah, erkeğiyle kadınıyla münafıklara ve açıktan inkârcılık yapanlara, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşini vaad etmiştir. Onlara bu yeter de artar! Allah onları lânetlemiştir ve onlar için devamlı bir azap vardır.

﴾69﴿

 (Ey münafıklar! Sizin durumunuz da) sizden öncekilerin durumuna benziyor; üstelik onlar sizden daha güçlüydü, malları ve evlâtları daha çoktu. Onlar dünyadaki nasiplerinden haz duyup yararlandılar. Sizden öncekilerin kendi paylarından istifade ettikleri gibi siz de kendi nasibinizi elde edip yararlandınız. Siz de onların daldıkları gibi boş şeylere daldınız. İşte hem dünyada hem âhirette yaptıkları boşa gidenler bunlardır, asıl ziyana uğrayanlar da bunlardır.

﴾70﴿

 Bunlara kendilerinden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd toplumlarının, İbrâhim’in kavminin, Medyen halkının ve yıkılıp giden beldeler ahalisinin haberleri gelmemiş miydi? Onlara peygamberleri apaçık delillerle geldiler. Demek ki Allah onlara zulmetmiş değildi, asıl onlar kendilerine zulmetmişlerdi.

[Tevbe,9/63-70]

Tevbe ﴾61﴿

 Onlardan peygamberi inciten ve “O her söylenene kulak veriyor” diyenler var. De ki: “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor; Allah’a inanıp müminlere güveniyor.

Ve o içinizden iman edenler için bir rahmettir.

Allah’ın resulünü incitenler için elem verici bir azap vardır.”

Sana baş üstüne derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (81) [Nisa, 4/81]
Zamanımızın en büyük sorunlarından biri hiç şüphesiz değerler sıralamasının doğru tanzim edilememesidir. Herkes etrafında olan birçok şeye, bir şekilde değerler yüklüyor, kıymet biçiyor. Burada en önemli olan husus kuşkusuz bir şeye Allah’ın ne kadar değer verdiği/ biçtiğidir.
Büyük hedefler büyük emellerle, büyük emeller de ancak büyük fedakarlıklarla kazanılır.
Hz. Peygamber’in (sas) ve Sahabe neslinin hayatları sadece tarihi bir malumat veya menkıbeler derlemesi değildir. Hiçbir zaman o güzide neslin hayatlarına böyle bakılmamalı ve bu şekil bir okuma yapılmamalıdır. O hayatlar, bugünlerimizi ve yarınlarımızı ihya ve inşa etmek için her an başvurulması gereken en temel kaynaklardır.
Eğer, bizler böyle bir bilinç ile siyer eserlerini okursak, Efendimiz’in o bereketli hayatından çok daha fazla istifade edecek, hepsinden önemlisi bugün karşımızda sorun olarak duran nice meselelere, o günün dünyasında yaşanmış bazı hadiseler üzerinden çözümler bulacak ve aradan geçen onca zamana rağmen sanki bugünlere has söylenmiş sözler gibi onları dertlerimize derman kılacağız.
Çaba ve gayret bizden, takdir ve tevfik Allah’ tandır.
Siyer-i Nebî, nebevî yolun en bü yük azığı olan ahlâkın tâlimi konusunda çok önemli şeyler söylemekte, bu alanda başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaya cak düzeyde ilkeler ortaya koymaktadır.
Efendimiz’in (sas) mübarek hayatının her satırı, bu muhteşem ahlâkın örnekleri ile doludur.
O’nu gerçek manada sevebilmek ancak tanımak ile mümkündür. Çünkü muhabbet ancak marifet ile sağlanır.
Bir Müslüman için Hz. Peygamber’i (sas) sevmek sade ce vefanın ve heyecanın duygusal bir konusu değil, aynı za manda imanın bir konusudur.
Muhakkak ki zikri (Kur’an’ı) biz indirdik,elbette onu yine koruyacak olan da biziz. Hicr 15/9
Kur’an; Allah’ın satırlara yazdığı ayetler, Resulullah (sas) ise bu ayetleri hayatında dirilten bir Kur’an’dır.
İslam’ın açıklanınca mahcup olacağı hiçbir meselesi, söylenince utanacağı hiçbir hadisesi yoktur.
Rivayeti aktaran çok, ama riayeti ortaya koyan az.
Şairin dediği gibi, Ebu Lehep ölmedi, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!
Sözlerin en güzeli Allah’ın kelâmı, yolların en doğrusu Muhammed’in yoludur.
Sabretmek hak etmektir.
Unutma ki, Yusuf’u kuyudan iktidara taşıyan ilahi irade, bir gün seni de layık olduğun makama eriştirecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir