Caner Taslaman kitaplarından Neden Müslümanım? kitap alıntıları sizlerle…
Neden Müslümanım? Kitap Alıntıları
&“&”
Daha önce kısaca değindiğim gibi Kuran’ın “bilinçli suskunluklarına” önemli bir örnek Kuran’ın detaylı bir siyasi sistem tarifi yapmamasıdır. (Buna karşın Kuran’ın -yukarıda örneği verilen- adalet, danışma gibi her dönem geçerli temel ilkeleri koyduğu unutulmamalıdır.) Bir an için Kuran’da, Hz. Muhammed döneminde kabilelerin yönetildiği gibi bir yönetim şemasının sunulduğunu düşünelim. Eğer Kuran, inkarcıların iddia ettiği gibi “Muhammed’in uydurduğu bir kitap” olsaydı böylesi bir durumun gözlemlenmesi mümkündü. Kabileler için öngörülen sistemle büyük imparatorluklar kurulduğunda ortaya çıkan siyasi yapıların yönetilmesi mümkün olmazdı. Veya günümüzde yaygın olarak uygulandığı gibi seçimle partilerin, milletvekillerinin, başbakanların seçildiği sistemlerin uygulanması mümkün olmazdı. Eğer Kuran’da “iki katlı binadan yüksek bina yapmak yasaktır” şeklinde bir ilke olsaydı ve modern dönemin belediyeleri şehirleri yönetirken buna benzer ilkeleri dini hüküm olarak kabul etselerdi veya çok katlı binalarda yaşayanlar İslam’ı benimsemeye çalışsalardı; böyle bir ilke yüzünden ciddi zorluklar yaşanacaktı. Kuran’ın buna benzer hususlardaki “bilinçli suskunluğu” olmasaydı Kuran’la çelişkiye düşmeden tarihin değişen koşullarına uygun siyasi yapıları ve belediyeleri Müslümanlar oluşturamazdı. Ticaretle ilgili ise hayali olarak şu örnekleri düşünelim: Eğer Kuran’da bir sepet hurma için veya bir koyun için sabit bir fiyat belirlenseydi, bunun genişleyen İslam topraklarında ve tarihin farklı dönemlerinde açacağı sorunları hayal edelim. Veya o dönemin tarımında veya hayvancılığında uygulanan bir yöntem Kuran’da hükümleştirilseydi bunun Müslümanlar için açacağı sorunları hayal edelim. Tarihin o dönemi, sanayi devrimi sonrası dönem gibi sürekli değişimin gözlemlendiği ve değişimin ilerleme olarak kabul edildiği bir dönem değildi. O dönemin insanlarının dedelerinin dedelerinin dedelerinin uyguladığı tarım ve hayvancılık metotlarıyla torunların uyguladığı arasında ciddi bir fark yoktu. Yeni olandan ziyade asırlardır uygulanan makbuldü. Kısacası o dönemin zihniyetiyle tarihin gelecek dönemlerine bakan bir insan, kendi dönemindeki bir tarım veya hayvancılık metodunu pekala kurallaştırmaya kalkabilirdi. Eğer Kuran’ı inkarcıların iddia ettiği gibi “Muhammed yazsaydı” Kuran’da böylesi durumların gözlemlenmesi mümkündü. Kuran’ın bu husustaki “bilinçli suskunlukları” da önemlidir.
Kuran’ın vahyedildiği 7. yüzyılda, dünyadaki birçok toplumda kadınların aleyhine birçok kültürel kabul ve yasa vardı. Önceki başlıklardan birinde değindiğimiz gibi Kuran’da kadınlar lehine düzeltmeler yapılmıştır. Kuran’ın kadınlar lehine yaptığı düzeltmelerin bir kısmı kadınlar lehine konulan hükümlerle bir kısmıysa kadınlarla ilgili konularda Kuran’ın bilinçli suskunluklarıyla olmuştur. Örneğin Kuran’da, kadınerkek ilişkilerinde, bir cinsin diğerinin isteklerine karşı nasıl bir tavır takınacağı konusunda bilinçli bir suskunluğun olduğunu söyleyebiliriz. Bir kadın, komşusuna çaya gitmek isterse fakat kocası bunu istemezse ne olacağına Kuran’a bakarak karar veremezsiniz. Bu konu, o çiftin arasında çözeceği bir meseledir. Okullarda kadınlarla erkeklerin beraber mi ayrı mı eğitim alacağına, iş yerlerinde kadınlarla erkeklerin beraber mi ayrı mı çalışacağına da Kuran’a bakarak karar veremezsiniz. Bu konudaki düzenlemenin nasıl yapılacağına toplum ve bireyler karar verecektir. Kelam ekollerinin kurucuları da, meşhur hadis kitaplarının yazarları da, geniş taraftar kitlesi olan mezheplerin kurucuları da, etkili bütün tefsir kitaplarının yazarları da hep erkektir. Bunların önemli bir bölümünün, Kuran’ın bilinçli suskunluklarını erkek bakış açısıyla doldurmaya çalıştıkları tespit edilmesi gereken bir vakadır.147 Fakat Kuran’ın kadınlarla ve kadın-erkek ilişkisiyle ilgili birçok konudaki bilinçli suskunlukları, değişen kültürel yapılara İslam’ın uymasında esneklik sağlamıştır; Kuran’ın bu konulardaki bilinçli suskunluklarını bilinçsizce kendi kültürel yapılarıyla doldurmaya çalışmış olanların görüşleri İslam’dan dışlanmalıdır. Kuran’da açıklanmayan konuların insanların inisiyatifine bırakıldığı Kuran’ın bir ifadesidir.
5-Maide Suresi 101: Ey iman sahipleri! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah Bağışlayandır, Merhametlidir. Bu ayetten anlıyoruz ki Kuran’da bir konuda açıklama yapılmaması o konunun insanların inisiyatifine bırakıldığını göstermektedir. Sonuçta Kuran’da unutulmuş bir konu yoktur ama “bilinçli suskunluklar” vardır; bunlar insanlar için özgürlük alanlarıdır ve insanların değişik şartlara adaptasyonunu sağlayan esneklik alanlarıdır. Kuran’ın konuştuğu konular gibi hakkında konuşmadığı konulara da dikkat etmemiz gerektiğine bu başlık altında dikkat çekmek istedim. Kuran’ın “bilinçli suskunluklarından” kaynaklanan özgürlük alanlarını ne yazık ki bazı ilahiyatçılar kendi görüşleriyle doldurup yok etmişlerdir. Kuran’daki mevcut esneklikler değerlendirilmeli; bu esnekliklerin tesadüfen oluşmadığı ve İlahi Hikmet ile ilişkili oldukları bilinmelidir. Siyaset, ekonomi ve kadın konularında verdiğim örnekler üzerine düşünerek; Kuran’ın vahyedildiği çağdaki ve bölgedeki siyaset, ekonomi ve kadın algıları Kuran’a yansısaydı İslam’ın tarihin farklı dönem ve şartlarına uymasında ne kadar zorluklar yaşanabileceğini tahmin edebiliriz. Böylece Kuran’ın, önceki başlıklarda dikkat çekilen zihin inşalarıyla beraber “bilinçli suskunluklarının” değerini daha iyi kavrayabiliriz.
Kuran’daki ahlakla ilgili bir hususa/ilkeye itiraz edenler, aşağı yukarı şöyle demiş olmaktadırlar: Şu X hususu Kuran’da var ama aslında “kötü”; Kuran eğer Allah’tan ise bunun Kuran’da olmaması gerekir. Veya X hususu aslında “iyidir” ama Kuran buna karşı; Kuran Allah’tan olsaydı buna karşı olmaması gerekirdi. Kuran’a karşı yapılan ahlaki itirazlar bu iki kalıptan birine sokulabilir. Burada sunulan argüman dikkatli şekilde değerlendirilirse bu yaklaşımları geçersiz kıldığı anlaşılır. Bir şeyi, objektif olarak, yani herkes için geçerli olacak şekilde “iyi” veya “kötü” olarak niteleyebilmek için, bu nitelememizin bireyi ve toplumu aşan bir temeli olması gerekir. Ancak böylesi objektif bir zemindeki niteleme üzerinden ahlaki bir itiraz dile getirilebilir. Burada sunulan argümanda gördük ki, ancak Allah’ın buyrukları varsa ahlaki (“iyi ve kötü”, “doğru ve yanlış”) nitelemelerimizin bir temeli olabilir.
Hemen hepimizin “kötü” olarak nitelendireceği Hindistan’daki sati geleneğini ele alalım. Hindistan’da yaygın olan ve 19. yüzyılda yasaklanan bu geleneğe göre kocalarının ölümünden sonra kadınlar yakılmaktaydı. Eğer bireyi ve toplumu aşan, ahlaki buyrukları empoze eden meşru bir otorite yoksa, belki ahlaki sezgilerinize göre bu uygulamaya “kötü” diyebilir ve yasaklanmasına taraftar olabilirsiniz ama bu iddianıza bile rasyonel temel bulamazsınız. Nitekim burada sunulan argümanla ancak Allah’ın buyrukları varsa ahlakın rasyonel temeli olacağı gösterildi. Fakat o zaman, eğer ancak Allah’tan gelen buyruklar (ki bunların dinle insanlara ulaştığını gördük) ile ahlaki bir hüküm rasyonel temel buluyorsa, Allah’tan gelen herhangi bir buyruğa atıf yapmadan X’i “iyi” veya “kötü” olarak niteleyerek dine yönelik ahlaki bir itirazda bulunmanın rasyonel zemini yoktur. Bu şekilde itirazda bulunanlara, “Şu hususun iyi şunun kötü olduğunu söylüyorsun; bunları hangi rasyonel temele dayanarak söylüyorsun” diye karşı itirazda bulunun; “iyi” ve “kötü” kavramlarına yani ahlaki iddialarına rasyonel bir zemin bulamayacakları için iddiaları geçersiz olacaktır. Kısacası sübjektif veya bir kültürün sonucu olan ahlaki yargılara, Allah’ın buyruklarına (dine) atıf yapmadan dayanarak, herhangi bir ahlaki iddiada bulunulamaz. Hele hele bunlardan yola çıkarak Allah’ın buyrukları (din) eleştirilemez. Ancak Allah’ın diniyle rasyonel temel bulan ahlaki yasalardan hareketle nasıl din eleştirilebilir? Bu yaklaşımı sergileyenler ciddi bir mantık hatası yapmaktadırlar. Buna “çalıntı kavram mantık hatası” (fallacy of stolen concept) denmektedir. Ancak Allah’ın buyruklarına (dine) atıfla rasyonel temeli olabilecek ahlaki yargılara dayanarak, Allah’ın buyrukları (dinin içeriği) eleştirilemez. Rasyonel temeli olmayan ahlaki iddialar, bir kişinin içli köfte bir kişinin suşi beğenmesi gibi, bireysel veya toplumsal beğenilerin ötesine geçemez; bir itirazın hareket noktası olamaz. Bu yüzden, İslam’ın-Kuran’ın içeriğine getirilen söz konusu itirazların rasyonel temeli, yani geçerliliği yoktur.
“Ahlak bize ortak hareket etmemiz için genlerimiz tarafından yutturulan bir illüzyondur. Hiçbir dış temeli yoktur. Ahlak, evrim tarafından oluşturulmuştur fakat onun tarafından temellenmemektedir. Aynı Machbeth’in hançeri gibi gerçekte var olmadan önemli bir amaca hizmet etmektedir. İllüzyondan bahsederken, ahlakın hiçbir şey olmadığını ve tamamen bir hayal ürünü gibi düşünülmesi gerektiğini savunmuyoruz. Machbeth’in hançerinin tersine ahlak insan türü tarafından paylaşılan bir illüzyondur… Ahlakın objektif bir temeli yoktur fakat biyolojik yapımız bizi öyleymiş gibi düşünmeye sevk etmektedir.
Kuran’da çok özel bir yere sahiptir. Fatiha Suresi’nde farklı
olarak Besmele numaralı ayetken, diğer surelerde surelerin
başında numarasız bir şekilde bulunur.149 Besmele, Kuran’ın
surelerine giriş ifadesi olarak surenin üstünde bağımsız bir
konuma sahiptir. Farrin, öncelikle Fatiha Suresi’ndeki iki kü-
çük halkaya dikkat çekmiştir.150 Birinci halka; Allah’ın haki-
miyetini ifade eden 2. ayette Rab (Terbiye eden, ihtiyaçları
gören) ve 4. ayette Melik (Hükümdar, hakim olan) sıfatlarının
arasında kalan, merhametini ifade eden 3. ayetteki Rahman
(Merhametli) ve Rahim (Şefkatli) sıfatlarının yer aldığı hal-
kadır. İkinci halkanın ortasında da merhamet vurgusu vardır;6. ayetteki “doğru yola iletilme” ve 7. ayetteki “gazap edilen
ve sapmışlardan olmama” duasının arasında 7. ayette “nimet
verilenlerden” olma duası vardır. İki küçük halkanın da mer-
kezi merhamet vurgusunu simetrik bir şekilde barındırmakta-
dır. Surenin bütününde ise önce Allah’ı sıfatlarıyla tarif eden
bölüm vardır, sonra 5. ayet olan merkezde üst bölümü alt-
taki dua ayetlerine bağlayan, kulun ağzından, Allah’a kulluk
ettiğini ve yardım istediğini beyan eden cümle vardır, sonra
ise kulun ağzından Allah’a dualar vardır. Görüldüğü gibi Fa-
tiha Suresi’nde karşımıza (hem küçük halkalarda hem de tü-
münde) Kuran’da en sık gözüken simetri şekli olan merkezli
(concentrism) simetriler yer almaktadır. Surenin merkez cüm-
lesi üst ayetleri alt ayetlerle bağlar niteliktedir. Üstteki ayet-
lerde Allah’ın hakimiyetini ve merhametini anlatan ayetlerden sonra merkez cümlede, bu sıfatların gereği olarak “yalnız sana kulluk ederiz” denilmektedir. Bu sıfatlara sahip olan ve kulluk edilen Allah, kendisine dua edip yönelmemiz gereken
Varlık’tır, bu yüzden merkez ayetin devamında “yalnız senden yardım dileriz” denilmektedir ve sonraki ayetlerde ise bu yardım için dua edilmektedir. Kısacası merkezdeki ayet, ilk kısmıyla üsteki bölümle ikinci kısmıyla alttaki bölümle bağlantılı olup bu iki bölümü çok güzel bir uyumla birbirine bağlamaktadır.
Yazar ayırt etmede kullanılan modern teknikler, Kuran ile Hz. Muhammed’in sözlerini ihtiva etmede birçok kişinin “en güvenilir kaynak” olarak kabul ettiği Buhari arasında uygulandı. Çok fazla Hz. Muhammed’in sözlerini (hadisleri) toplamaya çalışmış kitap olduğu için (bunlar “hadis kitabı” olarak anılır) bunları temsilen en ön plana çıkan eser olan Buhari seçildi. Elbette hadis kitaplarının Hz. Muhammed’in sözlerini ne kadar başarıyla aktardığı tartışılabilir. Hadis kitaplarının içine Hz. Muhammed’in olmayan sözler girmiş olsa bile, bu kitapların en azından kısmen Hz. Muhammed’in sözlerini içerdiği söylenebilir ki o zaman da böylesi bir analizi yapmak (yüksek yüzdeyle içerdiği zamanki kadar olmasa da) yine değerli olacaktır. Her halükarda mevcut hadis kitaplarının “en güveniliri” olduğu önemli bir kesimin kabulü olan Buhari, Kuran ile karşılaştırmak için olabilecek en iyi alternatif olarak gözükmektedir. Eğer birçok ateistin, deistin, Hıristiyan misyonerin ve tarihselcinin iddiası doğruysa yani Kuran ve hadis kitapları “Muhammed’in zihninin ürünleriyse” aralarında büyük benzerlik olması beklenir. Sırf bu iddianın testi açısından bile Kuran ile hadis kitaplarını karşılaştırmak çok yerinde bir düşüncedir. Bu hususta yapılan karşılaştırmadan çıkan sonuç ise Kuran ile hadis kitapları arasında çok büyük farklılıklar olduğu ve yazarlarının aynı olmasının mümkün olmadığıdır.91 Bu konuyla ilgili yapılan analizdeki değerlendirmeleri aşağıda kısaca özetleyeceğim.
Karşılaştırmada bakılabilecek yerlerden biri Kuran’da ve Buhari’de çok sık tekrarlanan kelimelerdir. Örneğin Kuran’da çok yüksek bir yüzdeyle (% 1,12) “ellezine” (onlar ki) kelimesi geçmesine karşın Buhari’de bu kelimenin geçişi çok azdır. Bunun yanında “hatta” ifadesi Buhari’de % 0,68 oranında oldukça sık geçmesine karşın Kuran’da % 0,16 ile bu oranın dörtte birinden az sıklıkta kullanılmıştır. İki metinde de çok sık tekrarlanan kelimelere bakıldığında (tabloda gözüktüğü gibi) aralarında ciddi bir farkın olduğu gözlenmektedir.
Kuran ve Buhari, cümle bitimlerinin kafiyeli olup olmaması üzerinden kıyaslanınca da ortaya büyük bir fark çıkmaktadır. Halim Sayoud, son iki kelimenin kafiyeli olup olmaması üzerinden iki metni karşılaştırdı. Sonuçta Kuran’da kafiyenin oldukça yüksek olmasına karşı Buhari’de kafiyenin yok denecek kadar az olduğunu tespit etti. Bu, Kuran ve Buhari’nin stillerindeki köklü farklılığı gösteren önemli bir veridir.
Halim Sayoud, Kuran ve Buhari’de kullanılan kelimeleri uzunlukları (kaç harften oluştukları) açısından da kıyasladı. Tek harften oluşan kelimelerin Kuran’da daha fazla olduğu gözükmektedir. İki, üç, dört harften oluşan kelimeler ise Buhari’de daha fazladır; Buhari’de bir harflinin dışındaki kısa kelimeler daha yoğun kullanılmıştır. Beş, altı, yedi ve sekiz harften oluşan kelimeler ise Kuran’da daha fazladır. Dokuz ve on harfli kelimeler ise Kuran’da Buhari’nin iki katı kadar geçmektedir. Kelimelerin uzunluklarına göre seçiminde de iki metin arasında belirgin bir fark gözükmektedir.
İki kitabı mukayese için seçilen diğer bir kriter bir kitapta kullanılıp diğerinde kullanılmayan kelimeler oldu. Bunun için Kuran’da olup da Buhari’de olmayan ve Buhari’de olup da Kuran’da olmayan kelimelere bakıldı. Sayoud Kuran’da geçen 13.473 farklı kelimeye karşı Buhari’de 6225 kelime geçtiğini tespit etti. Kuran’da geçen kelimelerin % 83’ü gibi çok yüksek bir yüzdede kelime Buhari’de geçmemektedir; buna karşı Buhari’de geçen kelimelerin % 62’si Kuran’da mevcut değildir. İki yerde de aynı dili (Arapçayı) kullanan bir yazarın, bir yerde kullandığı kelimelerle diğer yerde kullandığı kelimeler arasında bu kadar köklü bir fark olması hiç beklenmeyecek bir durumdur. Bu tek başına, Hz. Muhammed’in hem Kuran’ın hem de hadis kitaplarının yazarı olduğuna dair iddiayı geçersiz kılacak bir veridir.
Soldaki Grafik: Hadislerde (Buhari’de) toplam 6225 farklı kelime bulunurken bunların 3885 tanesi Kuran’da hiç geçmemektedir. Oranı hesapladığımızda hadislerde geçip Kuran’da geçmeyen kelimelerin hadislerdeki tüm kelimelere oranı % 62.41 etmektedir. Sağdaki Grafik: Kuran’da toplam 13473 farklı kelime bulunurken, bunların 11133 tanesi hadislerde hiç geçmemektedir. Oranı hesapladığımızda Kuran’da geçip hadislerde geçmeyen kelimelerin hadislerdeki tüm kelimelere oranı % 82.63 etmektedir. (Sayoud, 2012)
Sayoud, Kuran’da ve Buhari’de geçen sayıların ve hayvan isimlerinin yoğunluğunu ve farklılıklarını da inceledi. Burada da önemli farklar olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Kuran’da en sık geçen sayının 1 olmasına karşın Buhari’de en sık geçen sayı 3’tür. Kuran’da deve, inek, koyun gibi hayvanları belirtmek için 33 kere geçen “enam” kelimesine karşılık Buhari’de bu ifade 2 kez geçmektedir. Ayrıca Kuran’da geçen ve Buhari’de geçmeyen ile Buhari’de geçen ve Kuran’da geçmeyen hayvan isimleri de belirgin bir fark oluşturmaktadır. Hz. Muhammed’in, Kuran’da geçen konular hakkında konuştuğunu, ayrı bir gündemi olmadığını hatırlayalım. Buna rağmen bu farkın mevcut olduğunu unutmayalım. Bu, Kuran’ın ve hadis kitaplarının yazarının stillerinin farklı olduğunu, bunların aynı zihnin ürünleri olmadığını göstermektedir.
Bu modern analiz teknikleri, Kuran ve hadis kitaplarının yazarının aynı olmadığını göstermektedir. Bu sonuç, Kuran’ın ve hadislerin kaynağının Muhammed olduğunu söyleyen ateist, deist, Hıristiyan misyoner ve tarihselcilerin yanıldığını göstermektedir. Buradaki farklılığın nedenini açıklamak için hadis kitaplarına uydurmaların karıştığı ve Hz. Muhammed’in sözleri manasıyla aktarılırken farklılıklar oluştuğu söylenebilir. Bununla beraber, hadis kitaplarının içeriğinin önemli bir bölümünün Hz. Muhammed’in sözlerinden oluştuğunu düşünenler için burada aktarılan analizlerin yine de bir önemi vardır. Çünkü hadislerin önemli bir bölümü eğer başarılı şekilde aktarıldıysa da bu analizde ortaya çıkan kadar farklı bir tablo beklenmez. Eğer hadis kitaplarına çok fazla uydurma girdiği ve bu kitapların Hz. Muhammed’in sözlerini aktarmada başarısız oldukları söylenirse burada yapılan analizden çıkarılacak sonuçlar değişir. Fakat o zaman, bu sonucu gören ateistlerin, deistlerin, Hristiyan misyonerlerin -tutarlı olmaları için- hadis kitaplarından hareketle İslam eleştirisi yapmamaları gerekir. Bu bizi başka bir yere götürse de bu sonuç da önemlidir. Sonuçta hadis kitaplarının Hz. Muhammed’in sözlerini ne oranda aktarabildiği burada sunulan analizin değerlendirilmesi açısından önemlidir. Bu kitabın planlanan hacmi bu önemli sorunun irdelenmesini kapsamamaktadır. Fakat hadis kitaplarıyla ilgili düşüncemiz her ne olursa olsun; Kuran ile hadis kitaplarının yazarının aynı olmadığını tespit etmek önemlidir. Kuran’ı Allah’ın vahyi olarak gören, Hz. Muhammed dahil hiçbir beşerin sözü olarak görmeyen Müslümanlar için bu beklenen sonuçtur.
53-Necm Suresi 3: O (Muhammed), arzusuna göre konuşmaz.
4: O (Kuran) vahiyden başkası değildir.
7-Araf Suresi 187: Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini Ondan başka açığa çıkaracak kimse yoktur. Göklere ve yere bütün ağırlığıyla çökecek ve sizi mutlaka umulmadık bir anda yakalayacaktır.”
Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allah’ın yanındadır ama insanların çoğu bilmezler.” Çıkarları için dini ve mistik öğeleri kullanan dini liderler ve New Age gurular sanki hiç hatasız kişilermiş gibi sunulurlar. Bazı hataları olabileceğini çevrelerindekiler kabul ettikleri durumlarda bile “Peki hangi hataları var; göster” dediğinizde hiçbir hatalarının itiraf edilmediğine tanıklık edilir. Oysa Hz. Muhammed’in insanlara ulaştırdığı Kuran’da Hz. Muhammed’in bazı hataları düzeltilir. Kuran, “Muhammed’in uydurduğu” bir kitap olsaydı; kendisiyle ilgili yanılmaz insan algısı oluşturmak için Kuran’ı kullanması ve Kuran’a bu ifadeleri koymaması beklenirdi. Örneğin şu ayetlerde, kavminin şımarık ileri gelenlerini dini konularda ikna etmeye çalışırken gelip soru soran kör bir kişiye gerekli alakayı göstermemesi eleştirilir:
80-Abese Suresi 1: Surat astı ve yüzünü çevirdi.
2: Kör olan kimse geldi diye.
3: Ne bilirsin belki de o arınacaktır.
4: Yahut öğüt alacak da, o öğüt ona fayda verecek.
5: O, kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince.
6: Sen ona yakın ilgi gösteriyorsun.
7: Onun arınmamasından sana ne!
8: Ancak sana koşarak gelen.
9: O, korkmuş iken.
10: Sen ondan yüz çeviriyorsun.
11: Hayır, o (Kuran) ancak bir öğüttür.
12: Dileyen ondan öğüt alır
Başka bir ayette peygamberlik vazifesinin gereği olarak mücadele içindeyken yaptığı taktiksel bir hata eleştirilmiştir:
9-Tevbe Suresi 43: Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup yalancıları da anlayıncaya kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?
Müşriklerle ortak nokta bulmaya kalkarak belli tavizler vermeyi düşündüğünde de eleştirilmiştir:
17-İsra Suresi 73: Onlar, neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı iftira etmen için seni fitneye düşüreceklerdi. Ancak o zaman seni dost edineceklerdi.
74: Eğer sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.
75: İşte o zaman sana, hayatında da, ölümünde de karşılığını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.
Kuran’ı bir kez okuyan kimse bile Kuran’ın merkezinde bir tek Allah’ın olduğuna, Allah’ın lütfundan bağımsız olarak peygamberlerde bir güç olduğuna dair en ufacık bir algının bile oluşmasına yol verilmediğine tanık olacaktır. Örneğin şu ayetin üslubuna bir bakın:
8-Enfal Suresi 63: O (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin bile onların gönüllerini birleştiremezdin fakat Allah onların aralarını uzlaştırdı. Gerçekten de O üstündür, hikmetlidir.
Görüldüğü gibi Kuran’ın Hz. Muhammed’i üstün ahlaklı bir insan olsa da insan-üstü değildir, peygamberlik gibi çok önemli bir vazifeyle şereflenmiş olmasına rağmen hataları olabilen ve bu hataları Kuran ile ikaz edilen bir beşerdir. Kendi çıkarı için din kurgulayan birinden beklenecek olan yanılmaz adam imgesi oluşturmaya, kendisini diğer peygamberlerin üstünde bir dereceye yüceltmeye, merkeze koymaya ve hatasız göstermeye Kuran’ın Hz. Muhammed’inde rastlanmaz.
3-Ali İmran Suresi 159: Allah’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için bağışlama dile. İş konusunda onlara danış. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a dayanıp güven. Şüphesiz Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.
Etrafındakilere yumuşak davranması, etrafındakilerin peygamber olduğuna inanmasına rağmen “Ben her şeyi bilirim; siz kimsiniz” demeden onlara danışması ve çevresiyle sevgiye dayalı ilişkiler kurması Hz. Muhammed’in sosyal ilişkilerini sağlıklı şekilde kurduğunu gösteren delillerden bir tanesidir. O, şizofrenlerde yaygın olarak gözlenen, etrafındakilere karşı saldırgan tutumdan uzak olmuştur. Bırakın peygamber olduğuna inanılan bir kişiyi, bir mahallede etrafına bir kitle toplayan sahtekar din adamlarının veya modern dönemin New Age tarikatlarında etraflarına bir kitle toplayan guruların çoğu, kendilerini “çok önemli” gören yanlarındaki insanlara danışmadan onları mutlak hegemonyaları altına almaya çalışmaktadırlar. Oysa Hz. Muhammed, kendisine gelen vahiyle, etrafındakilere danışması gerektiğini kitlelere açıklamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlerde, gerek ailesi gerek arkadaşları gerek ümmet ile kurduğu sağlıklı sosyal ilişkilerin birçok örneği aktarılmıştır.
Şizofreni genelde genç yaşlarda başlayan bir hastalıktır. Oysa Hz. Muhammed “Allah’ın elçisi” olduğunu 40 yaşlarından itibaren belirtmiştir. Nitekim 10-Yunus Suresi 16. ayette, Hz. Muhammed’in, kavmine, “Daha önce sizin aranızda belli bir ömür geçirdim. Hiç düşünmüyor musunuz?” demesi söylenmektedir. Onun mesajını inkar eden ve onun peygamberlik iddiası öncesindeki 40 yılını bilenler dahil hiç kimse, Hz. Muhammed’in 40 yaşından önce de peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylememiştir. Ayrıca genelde şizofrenlerin en yakınlarından başlayarak çevresindekilerin büyük kısmı akli rahatsızlıklarını fark eder; oysa Hz. Muhammed’in çevresindeki geniş kitle onun peygamberliğini ve akıl sağlığının yerinde olduğunu tasdik etmiştir.
Şizofrenlerden genelde beklenen özelliklerden birisi organize bir şekilde konuşamamalarıdır. Oysa Hz. Muhammed’in düşmanları, onun, güzel söz söyleme yeteneği sayesinde insanları etkilediğini ve Kuran’ı yazdığını söyleyerek “Allah’ın elçisi” olduğunu reddetme yoluna gitmişlerdir. Bunun yanında şizofrenlerin, sıklıkla, kişisel bakımlarını düzgün yapmadıkları, hijyen kurallarını gereğince gözetmedikleri de bilinmektedir. Oysa Hz. Muhammed’in gerek şahsi uygulamalarıyla ilgili aktarımlar gerek İslam dininin bir parçası olan ibadetler, kişisel bakımını ihmal etmek bir yana, ciddi şekilde önemsediğini ortaya koymaktadır. “Elbiseni temiz tut” (74-Müddessir Suresi 4) gibi Kuran ayetleriyle ve abdest gibi uygulamalarla temizlik İslam dininde önemsenen bir unsur olmuştur ve Hz. çalışmaktadırlar. Oysa Hz. Muhammed, kendisine gelen vahiyle, etrafındakilere danışması gerektiğini kitlelere açıklamıştır. Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlerde, gerek ailesi gerek arkadaşları gerek ümmet ile kurduğu sağlıklı sosyal ilişkilerin birçok örneği aktarılmıştır.
Şizofreni genelde genç yaşlarda başlayan bir hastalıktır. Oysa Hz. Muhammed “Allah’ın elçisi” olduğunu 40 yaşlarından itibaren belirtmiştir. Nitekim 10-Yunus Suresi 16. ayette, Hz. Muhammed’in, kavmine, “Daha önce sizin aranızda belli bir ömür geçirdim. Hiç düşünmüyor musunuz?” demesi söylenmektedir. Onun mesajını inkar eden ve onun peygamberlik iddiası öncesindeki 40 yılını bilenler dahil hiç kimse, Hz. Muhammed’in 40 yaşından önce de peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylememiştir. Ayrıca genelde şizofrenlerin en yakınlarından başlayarak çevresindekilerin büyük kısmı akli rahatsızlıklarını fark eder; oysa Hz. Muhammed’in çevresindeki geniş kitle onun peygamberliğini ve akıl sağlığının yerinde olduğunu tasdik etmiştir.
Şizofrenlerden genelde beklenen özelliklerden birisi organize bir şekilde konuşamamalarıdır. Oysa Hz. Muhammed’in düşmanları, onun, güzel söz söyleme yeteneği sayesinde insanları etkilediğini ve Kuran’ı yazdığını söyleyerek “Allah’ın elçisi” olduğunu reddetme yoluna gitmişlerdir. Bunun yanında şizofrenlerin, sıklıkla, kişisel bakımlarını düzgün yapmadıkları, hijyen kurallarını gereğince gözetmedikleri de bilinmektedir. Oysa Hz. Muhammed’in gerek şahsi uygulamalarıyla ilgili aktarımlar gerek İslam dininin bir parçası olan ibadetler, kişisel bakımını ihmal etmek bir yana, ciddi şekilde önemsediğini ortaya koymaktadır. “Elbiseni temiz tut” (74-Müddessir Suresi 4) gibi Kuran ayetleriyle ve abdest gibi uygulamalarla temizlik İslam dininde önemsenen bir unsur olmuştur ve Hz. Muhammed eylemleriyle Kuran’ın bu emirlerinin uygulanmasının en güzel bir örnekliğini sunmuştur. Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde, günümüzde şizofrenlerin aldığı ve hayatlarındaki olumsuzlukları oldukça azaltan ilaçların var olmadığını da hatırlayalım. Kısacası şizofren teşhisi koymak için mutlaka aranan işlev bozukluğu gibi özellikler de şizofrenlerde olması yüksek olasılıkla beklenen özellikler de; Hz. Muhammed’in şahsi özelliklerinde, etrafıyla kurduğu ilişkilerde ve Kuran’ın mevcut içeriğinde gözlemlenmemektedir.
Hz. Muhammed’in “akıl hastası” olduğunu iddia edenler, onun insanları yalanla aldatmadığını fakat halüsinasyonla gerçeği karıştırdığı için kendisinin aldandığını söylemeye çalışmışlardır. Onun vahiy almasının mümkün olmadığını kabul ettikleri için, halüsinasyonla gerçeğin karıştırıldığı akıl hastalıklarından birisine sahip olduğunu düşünmüşlerdir. Ellerinde bir delil olup da böylesi iddialarda bulunmadıklarını fakat baştan vahiy almayı mümkün görmedikleri için böylesi iddiaları ifade ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirim. Halüsinasyonla gerçeği karıştırmada karşılarına çıkan bir alternatif önceki satırlarda ele alınan “şizofreni” olmuştur; diğer bir alternatif ise “epilepsi” (sara) hastalığıdır, bunun da özellikle “temporal lob epilepsisi” çeşididir. Bu hastalığa sahip olanların beyinlerinin şakak bölgesine denk gelen ve hafıza ile duygulanım gibi önemli işlevlerle ilgili olan temporal lobunda bozukluk olmaktadır. Bu bölgeden kaynaklı krizlerin neticesinde aslında tadılmamış tatlar veya koklanmamış kokular algılanmış gibi, önceden tanık olunmuş bir görüntü tekrar algılanmış gibi (deja vu), görülmemiş görüntüler görünmüş gibi hisler oluşabilmektedir. Bu krizlerden sonra konuşma zorluğu, kriz geçirdiğinin farkında olmama ve aşırı uyku hali görülebilir. Burada dikkat edilmesi gerekli husus, bu halüsinasyonların sistemli ve anlamlı görsellerden oluşamayacağıdır. Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde gösterilmeye çalışıldığı gibi Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemin çok üstün zekalı bir kişisinin veya topluluğun bile Kuran’ı yazdığını ifade etmek mümkün değildir. Eğer bir kişi Kuran’ı, beyindeki bir hastalığın neticesinde ortaya çıkmış halüsinasyonların neticesi olan bir eser olarak göstermeye kalkarsa; kendisini savunulması çok daha zor bir pozisyona sürüklemiş olacaktır. Epilepsi krizi geçiren kişi, bu krizden sonra mantıklı ifadelerde bulunmaz, oysa Kuran’da çağı çok aşan ifadeler söz konusudur. Hz. Muhammed, aldığı her vahiyden sonra insanların inanç ve eylem alanını düzenleyen mesajlar iletmiştir. 23 yıl boyunca gelen bu mesajların birbiriyle uyumu ile çelişki içermemesi önemlidir ve bu özellik bir epilepsi hastalığından kaynaklanan halüsinasyonlara atfedilemez. Nitekim Kuran’da, Kuran’ın iç tutarlılığının önemli bir husus olduğuna dikkat çekilmiştir.
4-Nisa Suresi 82: Kuran’ı iyice incelemiyorlar mı? Allah’tan başkasından olsaydı onda birçok çelişkiler bulacaklardı.
Temporal lob epilepsisi hastalığına sahip birçok kimsede otobiyografik hafıza problemi tespit edilmektedir. İngiltere’de yapılmış bilimsel bir çalışmada bu hastaların % 70’inde hafıza sorunu olduğu gözlemlenmiştir. Oysa Hz. Muhammed’in hayatına ve başardıklarına baktığımızda bunun aksi bir durumla karşılaşmaktayız. Temporal lob epilepsisi hastalarında sıkça görülen diğer bir sorun konuşma zorluğudur. Bu hastalığı olanların % 40’ı konuşma, isimlendirme ve kelime bulma konusunda sorunlar yaşamaktadırlar. Oysa Hz. Muhammed, anlamlı ve insanlarda değişim oluşturacak düzeyde etkili konuşmasıyla ünlüdür.81 Epilepsi hastalarında olması muhtemel duygu ve davranış bozuklukları da Hz. Muhammed’de gözlemlenmemiş; o, birçok insanı kolayca bozabilecek seviyede çevresindekilerin üstünde karizma ve otoriteye sahip olmasına rağmen, çok normal duygu ve davranış örnekleri sergilemiştir. Kısacası temporal lob epilepsi hastalığına sahip olanların taşıdığı özellikler; Hz. Muhammed’in şahsi özelliklerinde, etrafıyla kurduğu ilişkilerde ve Kuran’ın mevcut içeriğinde gözlemlenmemektedir. “Akıl hastalığı” iddiası, Kuran’ın içeriğinin nasıl oluştuğu açıklanmaya kalkıldığında, bu iddia sahiplerini içinden çıkılmaz zorlukların içine sokan bir iddiadır.
Hz. Muhammed, Allah’ın elçiliği vazifesine sıfırdan başladı: 1-İlmi açıdan sıfırdan başladı; 2-Siyasi güç açısından sıfırdan başladı; 3-İnsan kaynağı açısından sıfırdan başladı; 4-Ekonomik güç açısından sıfırdan başladı. Aşağıda bu dört hususu kısaca ele alacağım.
Hz. Muhammed’in yaşadığı bölge ve dönemde, Platon’un veya Aristoteles’inkine benzer bir felsefe okulu yoktu. Ayrıca Sümerlerdeki gibi bir gözlemevi ve sistematik gözlem faaliyetleriyle evreni anlama çabası da yoktu. Arap yarımadasının büyük kesimi okuryazar değildi. Mekke’de Kabe’nin varlığından dolayı farklı insanlarla ticaret ve etkileşim oluyordu ama hiçbir zaman Platon’un okulu veya Sümerlerin gözlemevine benzer, ciddi ilmi faaliyette bulunduğu söylenebilecek bir kurum meydana gelmedi. Hz. Muhammed, önceki kutsal metinlerin bilgisine bile sahip olmayan “ümmi” bir kavmin içinden çıktı (62-Cuma Suresi 2). Faydalanılabilecek ve hareket noktası olabilecek ilmi bir merkez mevcut değildi. İlmi açıdan tamamen kurak böylesi bir ortamda insanlar Kuran’la buluştu. Bu ortamın ne kadar kurak olduğunu görmek, Kuran’ı ortaya çıkaran marifetin o ortamda olmadığını, o ortamın birikimiyle Kuran’ın yazıldığının iddia edilmeyeceğini anlamamızı daha iyi sağlar.
Hz. Muhammed dine davet faaliyetine hiçbir siyasi gücü miras alarak başlamadı. “Hz. Muhammed, yaşadığı bölgenin önemli bir siyasi lideri olarak dine davet faaliyetine başladı; diğer gruplar yavaş yavaş onun gücüne boyun eğdiler ve İslam böylece büyük bir güç oldu” diye bir iddiada hiç kimse bulunamaz. Eğer böyle olsaydı da, Hz. Muhammed’in getirdiği mesaj etrafında kenetlenenlerin, bir asır içerisinde, Mezopotamya’ya Kuzey Afrika’ya ve Güney Avrupa’ya kadar yayılmış, dünyanın en büyük siyasi yapılarından biri olmaları gibi büyük bir başarı gölgelenemezdi. Fakat sıfır noktasından başlayarak bu durumun gerçekleştiğine tanıklık etmek, hiç şüphesiz bu başarıyı büyütmektedir. O, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktığı zaman, Hz. Muhammed’in yaşadığı bölgede “devlet” tanımlanmasına uygun siyasi bir yapı yoktu. Kabilelerin birlikleri, ileri gelenleri ve liderleri vardı. Hz. Muhammed, dünya ölçeğinde önemsiz sayılabilecek bir kabilenin siyasi lideri gibi bir konumda bile değildi. Bırakın siyasi bir lider olarak vazifesine başlamayı; Hz. Muhammed, içinden çıktığı toplumun ileri gelen bir kişisi bile değildi. Nitekim Hz. Muhammed’in düşmanları, onun peygamberlik iddiasını duyduklarında “Bu Kuran, iki şehrin ileri gelenlerinden birine indirilseydi ya” (43-Zuhruf Suresi 31) demişlerdir. Hz. Muhammed, başlangıçta, bir yerin ileri geleni olmak sıfatıyla sözü dinlenen biri olmak gibi bir avantaja bile sahip olmayan sıfır noktasındaki bir yetim olarak vazifesine başladı. Adetlerine ve atalarının dinine çok bağlı, cahilliğin çok yaygın olduğu, ufak bir geleneklerini değiştirmeye karşı bile çok dirençli bir toplumu, radikal bir şekilde değiştirdi, birliklerini kurup kısa sürede dünyanın en etkili gücü olmalarını sağladı. Bunları başarırken, hiçbir aşamada, savunduğu dinin temel inanç görüşlerinden taviz verecek şekilde bir uzlaşmada bulunmadı ve bu uğurda her tehlikeyi göze aldı. O, insanları, sahip olduğu avantajlar ve siyasi bir liderlik sayesinde değil, ulaştırdığı mesajın gücü sayesinde ikna etti.
Hz. Muhammed 40 yaşları civarında dine davet faaliyetine başladığında etrafında toplanmış hazır bir insan grubu da yoktu. Örneğin herhangi bir dinin ileri geleni veya tarikat gibi bir yapının önderi değildi. Etrafında hazır olan insan gücünden yararlanıp, peygamberlik iddiasında bulunduğunda bu etrafındaki hazır insan gücünü yeni görüşüne adapte edip de sonraki başarılarını gerçekleştirmedi. İlk önce eşi Hz. Hatice’yi, sonra diğer insanları teker teker ikna etti. Dini tebliğ ettiği ilk üç yılda ona uyanlar 40-50 kişi civarındaydı. İnsan gücü açısından da sıfır noktasından başladı. Hz. Muhammed peygamberlik vazifesine başladığında ciddi bir ekonomik güce sahip olarak da vazifesine başlamadı. Ne kendisinin sahip olduğu büyük bir serveti vardı ne de başlangıçta onu zengin bir bütçeyle destekleyen birisi mevcuttu. Eşi Hz. Hatice ile beraber gerçekleşen ticari faaliyetlerinden gelen bir birikim vardı ama bu birikim; ordular kurabilecek, insanları satın alabilecek bir büyüklükten çok uzaktı. Ayrıca peygamberlik vazifesine başladıktan kısa süre sonra başlayan Mekke’deki boykotta ekonomik açıdan oldukça zor bir dönem geçirdi. Zaten Arap yarımadasında (özellikle sahil kesiminin dışındaki yerlerde) ciddi bir zenginlik yoktu. Nitekim bu bölge ekonomik büyüklüğü açısından o kadar değersizdi ki, her yeri işgal eden Roma İmparatorluğu burayla ciddi şekilde ilgilenmemişti. Kısacası diğer hususlarda olduğu gibi ekonomik açıdan da çok düşük bir seviyeden başladı.
İlim, siyaset, insan kaynağı, ekonomik değerler açısından sıfıra yakın bir noktadan başlayan Hz. Muhammed’in, tarihin en etkili kişilerinden biri olduğunu hemen her tarihçi kabul edecektir. Örneğin tarihin en etkili yüz kişisini belirleyen Michael Hart, Hz. Muhammed’e birinci sırayı vermiştir. Hart, kitapta yer verdiği etkili diğer birçok ismin medeniyetlerin merkezlerinde doğduklarına veya büyüdüklerine işaret eder; oysa Hz. Muhammed’in doğduğu ve yetiştiği bölge önemli ilim, ticaret ve sanat merkezlerinden uzaktaydı. Peygamberlik vazifesini gerçekleştirdiği 23 yıl içerisinde, tarihte ilk defa, Arap kabilelerin çoğunluğunu bir araya getirerek siyasi bir birlik oluşturdu. Bu birlik, tek Allah inancı etrafında kenetlendi ve Pers-Sasani İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu gibi, önceden dağınık Arap kabilelerinin kafa tutmayı hayal bile edemeyecekleri güçlere karşı zaferler kazandı. Hart, Hz. İsa’dan farklı olarak Hz. Muhammed’in etkili bir dini lider olduğu gibi etkili bir siyasi lider olduğuna da dikkat çeker. Ayrıca İslam inancının temel öğretilerini önemli ölçüde Hz. Muhammed’in oluşturmuş olmasına karşı bugünkü Hıristiyanlığın dini inançlarının oluşumunda Paul’un çok önemli rol oynadığını söyler. Bu yüzden Hart, Hz. Muhammed’i birinci sıraya yerleştirirken ikinci sıraya Newton’u, üçüncü sıraya ise Hz. İsa’yı yerleştirmiştir. 77 Alphonse de Lamartine, Hz. Muhammed’in tarihte benzeri olmayan büyük başarısı için şunları söylemiştir: “Eğer amacın muhteşemliği, eldeki araçların kıtlığı, ulaşılan sonucun muazzamlığı bir kişinin dehasının ölçüleriyse; tarihteki hangi insan Muhammed’e bu hususta kafa tutabilir?” Kısacası “Ben Müslümanım” diyen kişi, güç sayılabilecek hemen her alanda sıfır noktasından başlamasına rağmen tarihin en etkili aktörlerinden birisi (muhtemelen en etkilisi) olmayı başarmış olan Hz. Muhammed’in insanlara ulaştırdığı mesaja tabi olmaktadır.
Şems Suresi 1-2: İşte Güneş ve onun parıltısı, işte onu izlediğinde Ay.
Kuran’ın, Güneş’in hareketini tarif ederken; Dünya’nın etrafında döndüğünü veya sabit durduğunu söylememesi fakat gemilerin denizde ilerlemesi için kulladığı fiilin aynısını kullanarak &‘akıp gitmektedir’ demesi, Kuran’daki tariflerin ne kadar ince yapıldığının ve Kuran’ın vahyedildiği dönemin yanlış inançlarını içermediğinin birçok delilinden birisidir.
Yasin Suresi 38: Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün Olan ve Bilen’in takdiridir.
59 Fadıl Ayğan, Son Peygamberi Müjdelemek, İSAM Yayınları, İstanbul, 2017, s. 259-286.
kılan bir akıl seviyesi, salt bu dünyada yaşamayı sağlamaya yetecek bir akıl seviyesinin çok üzerindedir. Böylesi bir akıl seviyesi sayesinde ilahiyat alanını ilgilendiren soyut konular hakkında ve ölüm karşısındaki durumumuz gibi varoluşsal sorunlar hakkında da düşünürüz. Aklımızın sahip olduğu
bu müthiş potansiyel, aklımızın bize salt bu dünyada yaşamımızı sürdürebilmek için verilmediğini gösterir.
Zariyat Suresi’ndeki bu ayette, sadece evren ve genişleme arasında bağlantı kurulmakla kalmamış, aynı zamanda evrenin sürekli genişlediği de söylenmiştir. Bu ayet bir isim cümlesidir ve Arapça gramer açısından sürekliliği ifade etmektedir. Ayette “genişletmekteyiz” diye çevrilen kelimenin hakiki, birincil anlamı genişletmektir. Gazzali’nin de dikkat çektiği gibi temel usul kaidelerinden biri şudur: “Aksi bir delil olmadıkça hakiki anlam esastır, ancak bir engelden dolayı mecaza gidilir.’’ Ayetteki genişleten olarak çevrilen “musi’’ kelimesinin “güç yetirici” ya da “cömert olmak” gibi anlamları ikincil yani mecaz anlamlarıdır; evrenin genişlemesini aklı almayan bazı çevirmenler ayeti böyle çevirmişlerdir.
Bu anlamları bir kenara koyup, hakiki, birincil anlamı olarak genişletici olmayı vurgulayıp, semanın Allah tarafından genişletildiğini söyleyenlere bir örnek olarak Tabiun’dan İbn Zeyd verilebilir. Bu verilere karşın Zariyat Suresi 47. ayetin mealinin modern çağda değiştiği, eskiden böyle bir çevirinin bulunmadığı ithamında bulunmak en iyi niyetli tabirle literatür bilmemektir.
İslam, her bireyin özgür iradesiyle inanmasını veya inkar etmesini ister. İnanmayı değerli kılan da budur.
Big Bang teorisinden önce, insanlık, evrendeki her şeyin bir arada olup da sonra ayrılmanın olduğunu ortaya koyan bilimsel bir açıklamaya hiç sahip olmadı. Güneş sistemimizin, beraber bir durumdan sonra ayrışmayla oluştuğuna dair bilimsel teoriler de Kuran’ın vahyinden bin yıldan çok bir zaman geçtikten sonra ortaya konulmuştur. Böylesi bilgilere, bilimsel verilerden bağımsız akıl yürütmelerle ulaşmak da mümkün görünmemektedir. Peki, uzayı gözleyen dev teleskoplardan ve uzaya gönderilen uydulardan 13 asır önce Hz. Muhammed, her şeyin bir arada olduğu bir durumdan, bir ayrılmayla göklerin ve yeryüzünün meydana geldiğini nasıl söyledi? Hz. Muhammed’in herkesten gizlediği bir uydusu olduğunu söyleyebilecek olan var mı? Kozmoloji açısından böylesi önemli bir hususun rastgele ifadelerle doğru tahmin edilmiş olduğunu söylemek insafsızlık olmaz mı?
Modern kozmoloji sadece Kuran’ın savunduğu &‘başlangıçlı evren’ iddiasını desteklemekle kalmamakta, bunun yanında Kuran’ın iddia ettiği gibi, evrendeki tüm maddenin bir arada olduğu bir durumdan sonra ayrılmanın yaşandığını da doğrulamktadır.
1- Evrendeki entropi geri çevrilemeyecek şekilde sürekli
artmaktadır.
2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve ısı ölümü yaşanacaktır. Kısacası evren ebedi
değildir, bir sonu vardır.
3- Geçmiş zaman sonsuz olsaydı, evrende termodinamik
dengeye gelinmesi ve hareketin durması gerekirdi.
4- Şu anda hareketin devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.
5- Demek ki evren sonsuzdan beri var olamaz; dolayısıyla evrenin bir başlangıcı vardır.
Oysa Uluslararası İş Örgütü’ne göre şu anda kimisi zorla evlilik yaşayan, kimisi seks işçisi, kimisi zorla çalıştırılan kırk milyon civarında modern köle" mevcuttur. Bunların yüzde 70 kadarı kadındır.
Dünya tarihinde en çok kölenin olduğu dönem, içinde bulunduğumuz dönemdir.
Bizi ve her şeyi Yaratan ile ilişkide olmanın şansıdır.
hakkında olağanüstü açıklamalar yapan, Allah’la bağ kurdurmak gibi çok önemli bir fonksiyonu icra eden, hayata anlam
veren, tarihte çok önemli fonksiyonlar üstlenmiş bu Kitap’ta
çok iyi korunduğunu gösteren matematiksel sistemlere de
rastlıyoruz. Üstelik her türlü itiraza kapıları kapatacak şekilde
bu Kitap’ta, 1400 yıl kadar önce, “Andolsun çifte ve teke”
ifadesi de yer alarak korunma mekanizmalarından birine de
işaret edilmiş. Dünyanın hangi kitabında böyle bir özellik
gösterilebilir? Allah’la hiçbir kitabın yapmadığı ölçüde bağ
kurduran Kitap, aynı zamanda başka kitaplarda olmayan olağanüstü özelliklere sahipse, bunlar bu Kitap’ın Allah’tan ol-
duğuna inanmamız için yeterli değil midir?
17-İsra Suresi 88: De ki: “Eğer bütün insanlar ve cinler bu Kuran’ın bir benzerini oluşturmak için toplansalar ve bu konuda birbirlerine destek olsalar bile, onun bir benzerini meydana getiremezler.”
Çok sevilen bir mekanda yaşarken,
İyi olduğu düşünülen bir evlilik yapmışken,
İyi anne-babaya ve çocuklara sahipken,
İyi derecede paraya ve sağlıklı bir yaşama sahipken de…
Sıkıntı çöker insanın üstüne.
Sıkıntı, birçok zaman, hayattaki yönün ve yapılanların anlamlı olmamasıyla yakından ilişkilidir.
Beyindeki serotonini arttırıp insanı daha umursamaz yapan ve suni mutluluk oluşturan bir mekanızmayı devreye sokmak da çare olmaz.
Kralla çiftçi
Milyarder ile müflis
Kazanova ile Notre Damın kamburu
eşitlenmiş olacak.
Kişi en sürekli beraber olduğuyla bile günün kimi zamanlarında ayrılık yaşar. Fakat Allah’la, ne hayatın belli bir döneminde ne de günün herhangi bir zamanında ayrılık vardır.
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir."
(57-Hadid Suresi 4. ayet)
Sebe Suresi 28.