İçeriğe geç

Neden Hıristiyan Değilim Kitap Alıntıları – Bertrand Russell

Bertrand Russell kitaplarından Neden Hıristiyan Değilim kitap alıntıları sizlerle…

Neden Hıristiyan Değilim Kitap Alıntıları

Çocuklara günah duygusunu aşılamak gülünç çünkü önemli bir konuda doğal bir merakları var.
Kendi payıma, az iyilik yapmanın çok zarar vermekten daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Tanrı kendi cennetinde duradursun, dünyada her şey kötü son söz budur
İyi hayat, sevgiden ilham alan ve bilgiyle yönetilen bir hayattır
Uygar Devletler, gelirlerinin yarısından çoğunu, birbirlerinin vatandaşlarını öldürmek için sarfetmektedirler
Her şeyin çürümüş olduğu yerde balık kokuyor diye bağırmak insan işidir
Tanrı kendi cennetinde duradursun, dünyada her şey kötü – son söz budur.
İçinde yaşadığımız dünya, bir karışıklık ve rastlantının sonucu olarak düşünülebilir, ama bile bile yapılmış olduğu düşünülecek olursa, bunun bir şeytanın işi olması daha olasıdır.
Hayata bilimsel bir gözle bakan bir adamın Kitabı Mukaddesin metniyle, ya da Kilisenin sözleriyle korkutulamayacağı açıktır. Falan filan şey günahtır, işte bu kadar, demekle yetinemez.
Ortaçağlarda salgın hatalık bir ülkede patlak verdi mi, rahipler halkın kiliselerde toplanmasını ve kurtuluş için dua etmesini sağlarlardı; bunun sonucu hastalık dua edenler yığını arasında olağanüstü derecede çabuk yayılırdı. Bu, bilgisiz sevginin bir örneğidir.
”İyi hayat, sevgiden ilham alan ve bilgiyle yönetilen bir hayattır ”
”doğanın bir parçasıyız, doğaya bağlıyız, sonunda da doğa yasalarının sonucunun kurbanı olacağız. ”
Korku, hayatta daha birçok şeyin olduğu gibi, din dogmasının da temelidir. Birey ya da toplu halde insan varlıklarından korkma, toplum hayatımızı çok etkilemektedir, ama doğadan korkma, dini doğurmaktadır.
Tanrının varolmadığını kanıtlayacağımı iddia etmiyorum. Şeytanın da bir hayâl olduğunu kanıtlayamam. Hıristiyan Tanrısı varolabileceği gibi, Olimpos’un, eski Mısır’ın, Babil’in Tanrıları da varolmuş olabilir. Ama bu varsayımlardan hiçbiri, bir ötekinden daha olası değildir
Ortaçağ erdem kavramı, zayıf, duygusal, cansızdı. En erdemli kişi, dünyadan elini ayağım çeken kimseydi; aziz olarak görülen biricik eylem adamı hayatlarını ve vatandaşlarının hayatlarını Türklere karşı savaşta Saint Louis gibi feda eden kimselerdi.
Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler için dinin gerçekliğiyle ilgili en önemli sorun, Tanrının varlığıdır.
Hıristiyan dinine gerçekten inanan kimselerin olduğu iman devri denen çağlarda, işkenceleriyle birlikte Engizisyon vardı; zavallı insanlar büyücü diye yakılmıştı; din uğruna, insanlara, akla gelebilecek her türlü zalim davranışta bulunulmuştu.
Herhangi bir devrenin dini ne kadar yoğun olmuşsa, dogmatik inanç o kadar kuvvetli olmuş, zalimlik o denli artmış ve işler o denli bozulmuştur.
Önce de söylediğim gibi, insanların dini kabul etmelerinin gerçek nedeninin akılla ilgisi yoktur. Dini, duygu yoluyla benimsemektedirler. Çoğu zaman, dine saldırmanın kötü olduğu, çünkü dinin insanları erdemli yaptığı ileri sürülmüştür.
Bütün bu öğreti, cehennem ateşinin günahın cezası olduğu, bir zulüm öğretisidir. Dünyaya zalimlik getirmiş olan ve nesiller boyunca zalim işkencelere sebep olmuş olan bir öğretidir.
Şöyle der: Mükemmel olmak istiyorsan, neyin var neyin yoksa git sat, yoksula ver. Bu pek güzel bir özdeyiştir, ama dediğim gibi, uygulandığı yoktur pek. Bütün bunların, uygulanması güçse de, iyi özdeyişler olduğunu sanıyorum.
İnsanları Tanrıya inanmaya götüren şey, hiç de bir zihin muhakemesi değildir. Çoğu insanın Tanrıya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir, başlıca neden budur.
Tanrının filan yasayı koyup, falan yasayı koymamasında bir hikmet vardır derseniz – nedenin doğal, en iyi evreni yaratmak olduğunu düşünürseniz – Tanrının koyduğu yasalarla bir neden olsaydı, o zaman Tanrının kendi de yasaya bağımlı olması gerekirdi, denebilir.
Her şeyin bir nedeni olması gerekiyorsa, Tanrının da bir nedeni olması gerektir. Nedensiz herhangi bir şey olabilirse, dünya Tanrının kendi de olabilir, böylece bu muhakemenin geçerli yanı kalmaz.
İnsan yasaları, belli bir biçimde davranmanızı emreden buyruklardır, o şekilde davranmayı da, o şekilde davranmamayı da tercih edebilirsiniz; oysa doğa yasaları, nesnelerin gerçekte nasıl davrandıklarının açıklamasıdır ve sadece gerçekte nasıl davrandıklarının bir açıklaması olduğundan, bunları yapmalarını söyleyecek birinin olması gerektiğini öne süremezsiniz
Tüm inançları kanıtlara dayandırma ve onları ancak bu kanıtların garanti ettiği ölçüde kesin sayma alışkanlığı genelleştirilirse, dünyanın mağduru olduğu kötülüklerin çoğunu ortadan kaldırır.
Çok az sayıda istisna dışında, insanın kabul ettiği din, içinde yaşadığı dinidir ki, bu da söz konusu dini kabul etmesine neden olan şeyin çevrenin etkisi olduğunu ortaya çıkarır.
İyi bir dünyanın bilgiye, merhamete ve cesarete ihtiyacı var; geçmişe duyulan pişmanlık dolu özlemlere veya özgür aklın çok eskiden cahil kişilerce söylenmiş sözlerle zincire vurulmasına ihtiyacı yok.
Başlıca isteği tek bir yoldan giderek, o yol ne olursa olsun, dünya onun hakkında ne düşünürse düşünsün tamamına erdirmek yapısında olan bir insan, sonucu o yoldan bulmaya çalışacaktır; yapmazsa rezil olur.
Ahlak şevkinin sebep olduğu eylemlerin uzun tarihçesini düşünün: insan kurban etmeler, kâfirlere uygulanan eziyetler, cadı avları, insanların zehirli gazla topyekûn yok edilmesine varan soykırımlar
Ahirete inanmaya sebep olanlar, mantıklı akıl yürütmeler değil, duygulardır.
Peru ve Meksika’daki İspanyollar, yerlilerin bebeklerini vaftiz eder sonra da hemen beyinlerini çıkarırlarmış: böylece bu bebeklerin cennete gitmesini garantilerlermiş.
Düşünsel konularda kuşkucuydu fakat ahlaksal konularda küçükken öğrendiği kurallara kesin olarak inanıyordu.
Eğer her şeyin bir nedeni olması gerekiyorsa Tanrı’nın da bir nedeni olmalıdır.
Öyleyse, duygular insanları dini inanca yönlendiriyorsa benzer şekilde duyguların dini inancın reddinin de temelinde yattığına dair Eliot’ın popüler stratejik görüşünü de bir düşünün.
Korkarım, iyi insanlann günü geçti artık; bunu öldüren iki şey var. Biri, başkasına zarar verilmediği süre mutlu olmanın bir zararı olmadığına inanç, İkincisi, hilekârlıktan, estetik bakımdan olduğu kadar, ahlak bakımından da duyulan bir nefret.
Birçok çocuğa ve genç insanlara egemen olan ve çoğunlukla ileriki yaşlara kadar devam eden günah duygusu, hiçbir yararlı amaca hizmet etmeyen bir ıstırap ve bozukluk kaynağıdır. Neredeyse tamamen , cinsellikle ilgili geleneksel ahlak öğretisi yüzünden oluşur.
Yüce Tanrı’nın kudretli sopası
Küçük günahkarları cehenneme gönderir.
Mezhep, inançla doğrulama öğretisiyle başlamıştı ve inanç saf kaldığı sürece günahın önemli olmadığı sonucuna varmıştı; sonuçta rahipler günah işlemeye karar vermişlerdi fakat onları cezbeden tek günah evlilikti. O gün bu gündür bu mezhebin rahipleri evlenmişler fakat başka yönden suçlanmayacak hayatlar yaşamışlardı.
Bir karınca yuvasını inceleyip, karıncaların hangilerinin karıncalara ait görevleri yapıp, hangilerinin yapmadığını bulup, görevlerini yapmayanları birer birer ateşe atmayı düşünmeyiz.
Einstein, Büyük önderler, vasat figürlerden daima sert bir düşmanlık görmüşlerdir. Vasatlar, kalıtsal önyargılara hesapsız kitapsız boyun eğmeyip dürüstçe ve cesurca aklını kullanan birini anlayamaz, şeklinde düşüncesini söyledi.
Ahlakla ilgili olarak, büyük çapta, kişinin bu terimden ne anladığına bağlıdır. Bana göre, önemli erdemler iyi yüreklilik ve zekâdır. Her türlü inanç zekâyı köstekler; günah ve ceza inancı da iyi yürekliliği engeller.
Söz konusu olan sorun sadece dünyanın şimdiki durumuyla ilgili değil. Çok daha genel ve üzerinde yüzyıllardır tartışılmakta olan bir sorun. Bu sorun, toplumların dogmatik bir dinin katkısı olmadan yeterli bir ahlak düzeni kurup kuramayacakları meselesidir. Şahsen ben, ahlakın dindar kişilerin inandığı kadar dine yakından bağlı olduğunu düşünmüyorum. Hatta bazı önemli erdemlerin, dini dogmaları reddedenlerde, kabul edenlerden daha fazla bulunduğunu bile düşünüyorum. Bunun özellikle doğru sözlülük veya entelektüel dürüstlük erdemi için geçerli olduğu düşüncesindeyim. Entelektüel dürüstlükten kastım, ciddi sorunlarda kanıtlara göre karar verme veya kanıt kesin değilse sorunu askıda bırakma alışkanlığıdır. Bu erdem, herhangi bir inanç sisteminin neredeyse tüm taraftarlarınca önemsiz bulunsa da, bence toplumsal açıdan büyük önem taşıyor ve dünyaya Hıristiyanlıktan veya diğer organize inanç sistemlerinden daha faydalı.
İnsanlığın bir altın çağın eşiğinde olması olası; fakat eğer öyleyse, önce kapıyı koruyan ejderhayı katletmek gerekecek, bu ejderha da dindir.
Bilindik hıristiyan iddiası şudur: Dünyadaki ıstırap günahlardan arınmadır, dolayısıyla iyi bir şeydir. Bu iddia, tabii ki sadizmin bahanesidir; fakat her halükârda zayıf bir iddiadır. Herhangi bir hıristiyan’ı benimle birlikte bir çocuk hastanesini ziyaret etmeye davet ediyorum, orada katlanılan acıları gördükten sonra o çocukların çok ahlaksız oldukları için böyle acı çekmeyi hak ettikleri iddiasında hâlâ ısrar edebiliyorsa etsin. Bunu söyleyebilmesi için içindeki bütün merhamet ve şefkat duygularını yok etmiş olmalıdır. Kısacası kendini, inandığı Tanrı kadar zalimleştirmelidir.
Dünyadaki acının günah yüzünden olduğunu tartışmak yararsız. Öncelikle, bu doğru değil; nehirlerin taşmasının, volkanların patlamasının sebebi günah değil. Doğru olsaydı bile, bir şey fark etmezdi. Babası olacağım çocuğun manyak bir katil olacağını bilseydim onun suçlarından ben sorumlu olurdum. Tanrı insanın işleyeceği günahları önceden biliyorsa insanı yaratmaya karar verdiği zaman bu günahların sonuçlarından da açıkça sorumlu olur.
Din hakkındaki görüşüm Lucretius’unkine benzer. Dini, korkudan doğan bir hastalık ve insanlık için tarifsiz bir ıstırap kaynağı olarak görüyorum. Bununla birlikte uygarlığa bazı katkılarda bulunduğunu inkâr edemem. İlk zamanlarda takvimin düzenlenmesine yararı olmuş ve Mısırlı rahiplerin, güneş tutulmalarını titizlikle kaydetmeleri sonucu zamanla bunları önceden tahmin etme becerisi kazanmalarına neden olmuştur. Dinin bu iki yararını kabul etmeye hazırım ama başka bir faydasını da bilmiyorum.
İyi bir dünyanın bilgiye, merhamete ve cesarete ihtiyacı var; geçmişe duyulan pişmanlık dolu özlemlere veya özgür aklın çok eskiden cahil kişilerce söylenmiş sözlerle zincire vurulmasına ihtiyacı yok. Korkusuz bir bakış açısına ve özgür akla ihtiyacı var. Gelecek için umuda ihtiyacı var, ölü bir geçmişe bakıp durmaya ihtiyacı yok. Zekâmızın yaratabileceği geleceğin o geçmişten çok üstün olacağına güveniyoruz.
Mesele budur, hıristiyan dinine bağlı kalmazsak hepimizin kötü olacağı görüşüdür. Bana öyle geliyor ki, bu dine bağlı kalan kişiler çoğu zaman son derece kötüydü. Bir dönemde din ne denli yoğun, dogmatik inanç ne kadar derin olmuşsa, zalimlik o denli artmış, gidişat o denli kötülemiştir. İnsanların hıristiyan dinine tüm bütünlüğü ile gerçekten inandıkları inanç çağları denen dönemde, işkenceleriyle birlikte Engizisyon vardı; cadı oldukları gerekçesiyle milyonlarca talihsiz kadın yakılmıştı ve her tür insana din adına türlü zulüm yapılmıştı.
Aslında insanların tanrı’ya inanmalarını sağlayan şey, hiç de düşünsel argümanlar değil. Çoğu insanın tanrı’ya inanmasının nedeni tanrı’ya inanmanın onlara küçük yaşta öğretilmiş olmasıdır; esas neden budur.
Ne de olsa ben sadece bu dünyayı biliyorum. Evrenin geri kalanını bilmiyorum fakat olasılıklar üzerinde tartışılabildiğine göre, bu dünyanın iyi bir örnek olduğu söylenebilir ve eğer burada adaletsizlik varsa muhtemelen başka yerde de vardır Bir portakal sandığını açtığınızı ve üstteki bütün portakalların kötü olduğunu varsayalım, Dengeyi sağlamak için alttakiler iyi olmalı, diyemezsiniz. Herhalde bu malın hepsi kötü, diye düşünürsünüz, bilimsel bakış açısına sahip bir kişi de hakikaten evren için böyle düşünürdü. Şöyle derdi: Burada, bu dünyada çok adaletsizlik görüyoruz ve böyle olduğuna göre dünyada adalet yoktur; dolayısıyla bu tanrısal bir varlığın lehine değil, aleyhine bir ahlaksal kanıtı destekliyor.
Eğitimin, gençlerin zihinlerini, tarafsız kanıtların mızraklarından korumak için hesaplanmış katı dogma zırhının içine hapsetmek yerine, fikri özgürlüğü amaçladığı bir dünya görmek isterim. Dünyanın açık kalplere ve fikirlere ihtiyacı var, bunlar da ister eski olsun ister yeni, katı sistemler vasıtasıyla elde edilemez.
Tüm inançları kanıtlara dayandırma ve onları ancak bu kanıtların garanti ettiği ölçüde kesin sayma alışkanlığı, genelleştirilirse, dünyanın mağduru olduğu kötülüklerin çoğunu ortadan kaldırır. Oysa günümüzde çoğu ülkenin eğitim sistemi, böyle bir alışkanlığın gelişmesini engellemeyi amaçlamaktadır, asılsız dogmalara dayalı bazı sistemlere inanmayı öğretmeyi reddedenler, gençlere öğretmenlik yapmaya uygun bulunmamaktadırlar.
Kabul edilmiş düşüncelere karşı gelen bireyler, hem ahlak hem de zihin alanındaki bütün ilerlemelerin kaynağı olmuşlardır.
Akılsızlık için övülebilmek bile, biraz dünya bilgeliği gerektirir.
İçinde yaşadığımız dünya, karşılıklı ile rastlantının bir sonucu şeklinde anlaşılabilir; yoksa eğer tasarlanmış bir amacın sonucuysa, bu şeytanın işi olmalıdır. Ben, rastlantıyı daha acısız ve akla yakın bir varsayım olarak görüyorum.
İyi hayat, sadece er­demle olmaz, – örneğin zekâ gerekir. Vicdansa pek yanıltıcı bir kılavuzdur, çünkü küçük yaşta duyulmuş olan ahlak ilkelerinin belli belirsiz hatıralarıdır, bunlann sahibinin mürebbiyesinden veya annesinden hiçbir zaman daha akıllı değildir.
Herhangi bir kuruluşun ahlaksal etkisini yargılamamız için, o kuruluştaki içtepi cinsini, bu içtepinin yeterliliğini o topluluk­taki bu içtepiyi kuruluşun ne denli yükselttiğini incelememiz gerekir.
Bir köy pa­pazı vardı, cemaatini, ikinci gelişin pek yakın olduğunu -İsa’nın gelişinin- söyle­yerek korkutuyordu, ama papazın bahçesinde ağaç diktiğini gö­rünce, halkın içi bayağı rahatlamıştı.
Milyonlarca yıldır bu dünyanın, Hâkimi Mutlak, Kâdiri Mutlak tarafından, içindeki bütün şeylerle birlikte, bütün kusurlarıyla en iyi şekilde yaratıldığına inanıldığını görmek, insanı hayretler içinde bırakıyor.
İnsan yasaları, size belli bir şekilde davranmanızı söyleyen, belli bir şekilde davranabileceğiniz veya
davranamayacağımız, emirlerdir, ama doğa yasalan nesnelerin aslında nasıl hareket ettiklerini anlatır, aslında ne yaptıklarının
sırf bir gözlemi olduğu için de, onlara bu şekilde davranmasını
söyleyen bir kimse olması gerektiğini ileri süremezsiniz.
Her şeyin bir nedeni olması gerekiyorsa, Tanrının da
bir nedeni olması gerektir. Nedensiz herhangi bir şey olabilirse,
dünya Tanrının kendi de olabilir, böylece bu muhakemenin geçerli yanı kalmaz. Bu, Hinduların görüşüne benzer. Onlara göre
dünya, bir fil üstünde durmaktadır, filse bir kaplumbağanın.
Peki, ya kaplumbağa? diye sorulunca, Hintli, Konuyu değiştirsek nasıl olur? diye cevap vermiştir.
Dogmatik inancın çökmesinin iyilikten başka bir şey doğuracağını sanmıyorum.
Çoğunluğun, elinde bulunan iktidarı kayıtsız şartsız kullanması, bir diktatörlük kadar zorbaca olabilir.
Korku, hayatta daha birçok şeyin olduğu gibi, din dogmasının da temelidir.
Din, çocuklarımızın rasyonel bir eğitim görmesine engel olmaktadır; din, savaşın gerçek nedenlerini ortadan kaldırmamızı önlemektedir, din, günah ve ceza konusundaki eski vahşi öğretilerin yerine, bilimsel işbirliği ahlakını öğretmemize engel oluyor. Olmasa, insanlığın bir altın çağın eşiğinde olması mümkündür.
Dine, korkudan doğan bir hastalık, insanlık için sonsuz bir sefalet kaynağı olarak bakıyorum.
İnsanları Tanrıya inanmaya götüren şey, hiç de bir zihin muhakemesi değildir. Çoğu insanın Tanrıya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir, başlıca neden budur.
Sizlere dünyayı mükemmelleştirmek için Hâkimi Mutlak ve Kâdiri
Mutlak nitelikleri verilseydi, milyonlarca yıldır, Ku-Klux-Klan
veya Faşistlerden daha iyi şey yaratamayacağınızı mı sanırsınız?
“Amerikalılar olarak, tarafsızlık konusundaki itibarımız bu şekilde zedelendiği için ancak utançtan yüzümüz kızarabilir.”

John Dewey

Dünyanın inancı olan şey dogma değil, bilimsel araştırmacı tutumun ve milyonların işkence görmesinin istenmeyen bir şey olduğu inancının yerleşmesidir.
Dogmatik inancın çökmesinin iyilikten başka bir şey getireceğini sanmıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir