İçeriğe geç

Nazım Hikmet’in Yolculuğu Kitap Alıntıları – Haluk Oral

Haluk Oral kitaplarından Nazım Hikmet’in Yolculuğu kitap alıntıları sizlerle…

Nazım Hikmet’in Yolculuğu Kitap Alıntıları

Che Guevara karısına yazdığı mektupta Nâzım Hikmet’ten alıntı yapmıştır, hem de Karıma Mektup adlı şiirinden:
Bundan sonra ölümümü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim. Tıpkı Hikmet gibi mezara yarım kalmış bir şarkının kederini götüreceğim.
Nutuk’u okurken sözlüğe ihtiyacımız oluyor. Ama Nâzım Hikmet öyle mi?
Bugün konuştuğumuz Türkçeyi Nâzım’a borçluyuz
Havana’da Ernesto Che Guevara’nın evinin kapısında bir tabelada karısına yazdığı mektuptan bir alıntı var:
Bundan sonra ölümümü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim, tıpkı Hikmet gibi: mezara yalnız yarım kalmış bir şarkının kederini götüreceğim…
Memleket mi yıldızlar mı
Gençliğim mi daha uzak?
Geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Saat 21 oldu mu artık yalnız seni düşünüyorum. Bu, öteki zamanlarda seni düşünmediğim manasına gelmesin. Fakat saat 21’den sonra senden başka hiçbir şey düşünmüyorum.
Peyami’nin romanı, Peyami’nin 9. Hariciye Koğuşu, Peyami’nin Ne söyleyeyim İnsan, yahut ben, nefret ettiğim, kızdığım vakit çok söyleyebiliyor ve çok yazabiliyorum. Fakat Sevdiğim zaman o kadar çok seviyorum ki, Sevdiğim şeyi uzun uzadıya anlatamıyorum. Nefretim sevgimden daha mı kuvvetli? Zannetmem. Bildiğim bir şey varsa o da, sevince susmak istediğimdir
9’uncu Hariciye Koğuşu’na hayranım ve susuyorum işte
Her halkın içinde bir takım alçaklar vardır. Paşaların ve birtakım askerlerin davranışlarının tüm Türklerin davranışı olarak gösterilmesi kabul edilemez.
Muhakkak bir gün senle ben aynı anda birbirimizi düşüneceğiz, yeter ki sen ömrünün herhangi bir saniyesinde de olsa beni düşün.
Cezaevindeki yılları boşa geçmedi. Nâzım ‘ın lirik yapıtları en yüksek noktasına orada ulaştı. Sesi dünyanın sesi oldu. Barış için savaşın bu önemli günlerinde şiirlerimin onun şiirleriyle yan yana olmasından gurur duyuyorum.
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lâzım insana lâzım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
Aşkettiğimiz kendimize derdettiğimiz
Adını çocuklarımıza bellettiğimiz
Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor

Bir şey daha var yürekler acısı
Utandırır insanı düşündürür
Öylesine başka bir kalbağrısı
Alır beni tâ Bursaya götürür

Yeşil Bursada konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Yureciğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür

Benerci Jakond Varan üç Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evladı bu memleketin
Nâzım ağabey hapislerde çürür.

Bundan sonra ölümünü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim, tıpkı Hikmet gibi: mezara yalnız yarım kalmış bir şarkının kederini götüreceğim
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim
Oda loş Ak saçlı kocamış ozan, içine bir çocuk gibi gömüldüğü, geniş, büyük koltukta oturuyor Lambanın ışığı, omuzlarını yalayarak, koltuğun kolu üstünde duran sağ elini aydınlatmış Mistisizmi seven bir yazıcı olsaydım, derdim ki: Bu el, Ortaçağ boyacılarının karanlık kilise duvarlarına çizdikleri, başlarının çevresi ışıklı İsa erenlerinin yüzlerine benziyor Bu benzetiş, belki de bu elin çok ağrı, çok acı çekmişliğinden yana yakışık alırdı. Yoksa bu kocamış ozan elinin ağrı, acı içinde yaratmasından gelen çizgilerini, başının çevresi ışıklı bir İsa ereninin küskün, sarı yüzünde bulamazsınız. Erenler, varlığını sandıkları bir yaratanın kısır gölgeleridirler; bu el: Yaratandır Ölü, kımıldanmaz, sağır sözlerin yığını içinde dolaşarak, onlara dokunarak, onları canlandıran, boyayan, onlardan en işitilmemiş sesleri çıkaran biricik tanrı-adam ın elidir bu Erimiş bakır gibi kızgın, kaynar duyguları sözlerin potaları içine akıta akıta yanarak yontulmuş, incelmiş bir el!.. Oda loş Ak saçlı ozan, içine bir çocuk gibi gömüldüğü, geniş koltuğun kolu üstünde sağ elini bırakmış. Lambanın ışığı omuzlarını yalayarak yerle göğün bu en güzel verimini, kocamış ozanın elini aydınlatıyor. Ben ki el öpmemişim, eğildim, öptüm bu eli. Yaratanın yaratanını, kendi kendimi öpmüş gibi oldum !..
Sahillerden acılan balık sandalları var
Ta baş taraflarında yakılan ateşlerin
Durgun suda alevden sallanan dalları var.

Yükseldi uzaklaşan sandallardan bir şarkı
Bu, son bir hıçkırıktır, bir elemdir ki derin
Matemiyle anıyor yıkılan yüce Şark’ı.

Pul pul parıldıyorken ayın altında deniz,
Arkamdan sesi geldi ufka dalan eşlerin
Bu ilkbahar gecesi yalnız benim kimsesiz.
Kimsesiz, son matemin yaşayan bir yâdıyım;
Bir ah bile demeden can veren yiğitlerin
Yollarını gözleyen illerin evladıyım!

Şimdi ta uzaklara, Şark’a dönerken yüzüm,
Anladım ki zavallı yurdumun acısını
Duymayan bu beldede kimsesizim, öksüzüm!

Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
Yok edin insanın insana kulluğunu,
Bu davet bizim

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim

Bir inilti duydum serviliklerde,
Dedim ki : Burada da ağlayan var mı?
Yoksa tek başına bu kuytu yerde
Eski bir sevgiyi anan rüzgar mı?

Hayata inerken siyah örtüler,
Umardım ki artık ölenler güler,
Yoksa hayatında sevmiş ölüler
Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı?

Sevgilim, bir gün kırılır da kalbim
Çarpamazsa artık senin için,
Sarmaşık örülü koyu serviler
Yükselirse göğe mezarından.

Öylece uzanıp beklerim ben
Koymalarını seni de toprağa,
Çürümüş kemiklerime o zaman
Ta derinlerde yine can gelir.

Ve getirdikçe esintisi rüzgarın
Bir avuç toprağı bana mezarından,
Kalbimin küllerinden yukarıya
Usulca bir ağıt yükselir.

İnsan insana iyi gelmeli,
Gelmeyecekse hiç gelmemeli.
Geceye ay düşer , aklıma gözlerin bu nasıl özlemek .
BİR DAKİKA
-Sevgili Yusuf Ziya’ya-
Deniz durgun göl gibi gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
Engine sarkan gökler baştanbaşa yaldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı .
Memleket mi yıldızlar mı
Gençliğim mi daha uzak
Günün birinde Nazım Hikmet şiirini eskisi gibi okumuyorsak, o dünya, ya artık özgürleştiğimiz bir dünyadır, ya da aşkımızla, içtenliğimizle dik durabilmenin unutturulduğu bir yer.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim
Orhan Kemal bulaşık yıkarken henüz tanışmadığı Eleni’yi değil de, Naciye’yi düşünüyor. Bir şiir de iki kadın için birden yazılmaz ya! Birazcık kurgu oluversin
Şiir onda nefes almak gibi. O kadar kolay geliyor ki. Dayım anlatmıştı. Bir gün kağıt kalemi yok, pantolonuna yazmış kalem alıp birisinden.
Mesela Pablo Neruda’nın Nazım Hikmet’in şiirlerini Türkçe dinleme şansı yoktu, ama Benim en büyük şansım Nazım Hikmet gibi dev bir şairle aynı çağda yaşamış olmaktır diyordu.
Gözlere inerken siyah örtüler,
umardım ki artık
ölenler güler
Ve getirdikçe esintisi rüzgarın
Bir avuç toprağı bana mezarından,
Kalbimin küllerinden yukarıya
Usulca bir ağıt yükselir.
Haykırıldı bir büyük mazinin şanlı yadı
Birden balta esirin elinde parıldadı!..
Umardım ki artık ölenler güler,
Yoksa hayatında sevmiş ölüler..
Yaşamak
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine,
Bu hasret bizim
Nazım Hikmet evrende sanatı yaşatacaklardan.
Sarışın bir kurda benziyordu
Mavi gözleri çakmak çakmaktı
Mustafa Kemal’in izinden ayrılmayın. Anadolu’da türlü cereyanlarla karşılaşacaksınız. Hiçbirine uymayın. Sözümü dinlerseniz bütün yollar önünüzde açılacaktır.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim
Tıpkı benim gibi o da
çok uzaklarda kalan bir ağacın altında
unutmuş olabilir uykusunu.
Onunda benim gibi deli etmiştir, deli,
her solukta alıp da memleket kokusunu
Günün birinde Nâzım Hikmet’in şiirini eskisi gibi okumuyorsak, o dünya, ya artık özgürleştiğimiz bir dünyadır, ya da aşkımızla, içtenliğimizle dik durabilmenin unutturulduğu bir yer.
Bu bir ‘Nâzım Hikmet Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey’ kitabı değildir.
Bir tanem!
Son mektubunda:
Başım sızlıyor yüreğim sersem! diyorsun.
Seni asarlarsa seni kaybedersem ;
diyorsun;
yaşayamam!
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
Bundan sonra ölümümü bir hayal kırıklığı olarak görmeyeceğim, tıpkı Nazım Hikmet gibi: mezara yalnız yarım kalmış bir şarkının kederini götüreceğim
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim
Bir tanem!
Son mektubunda:
Başım sızlıyor
yüreğim sersem!
diyorsun.
Seni asarlarsa
seni kaybedersem,
diyorsun,
yaşayamam!
Aramızda karlı dağlar, denizler var fakat gönlüm her vakit seninle dolu sen her vakit yanımdasın.
Sarışın bir kurda benziyordu
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Bir inilti duydum serviliklerde,
Dedim ki: Burada da ağlayan var mı ?
Yoksa tek başına kuytu bir yerde
Eski bir sevgiliyi anan rüzgâr mı?

Hayata inerken siyah örtüler,
Umardım ki artık ölenler güler,
Yoksa hayatında sevmiş ölüler
Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı ?

Nazım Hikmet Ran

Sevgilim, bir gün kırılır da kalbim
Çarpamazsa artık senin için,
Sarmaşık örülü koyu serviler
Yükselirse göğe mezarımdan.

Öylece uzanıp beklerim ben
Koymalarını seni de toprağa,
Çürümüş kemiklerime o zaman
Ta derinlerde yine can gelir.

Ve getirdikçe esintisi rüzgârın
Bir avuç toprağı bana mezarından,
Kalbimin küllerinden yukarıya
Usulca bir ağıt yükselir.

Ve kesinlikle kaybettiğimiz bir şey var. Ama biz neyi kaybettiğimizi hiçbir zaman bilemeyeceğimiz için onu kaybettik zaten.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Benim en büyük şansım Nazım Hikmet gibi bir şairle aynı çağda yaşamış olmaktır.
Bir inilti duydum serviliklerde,
Dedim ki: Burada da ağlayan var mı?
Yoksa tek başına bu kuytu yerde
Eski bir sevgiyi anan rüzgar mı?
Asıl en kötüsü, bilerek bilmeyerek hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması.
Komşunun horozunun ölümü hakkındaki haber,binlerce insanın bomba altında ölmesi haberinden daha çok etkiler insanları.Çünkü binlerce insan soyut bir şey,komşunun tanıdık horozu somut bir şeydir.
8 Kasım 1945

Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Ve sonra, telefon sim siyah kapandı.

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce bizde iyi adam oluruz.
《Orhan Veli》
O, topraktan öğrenip,
Kitapsız bilendir.
Her hangi bir prensip son haddine kadar ulaştırıldığı zaman zıddına döner, saçma olur.
Garip kuşun yuvasını Allah yaparmış. Koçyiğidin yuvasını yapmak da yiğite düşmüş.
-BURSA-

Zindanı taştan oyalar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğidim aman
Böyle bilenir

《Bedri Rahmi Eyüboğlu》

Mesela şair, ağır bir hastanın nazik bir yerinde çok ciddi bir operasyon yapan mesul bir operatör olacak; elleri titremeyecek, yaptığını bilecek ve neticeye irade ile yürüyecek!
NEDAMET
.
.
.
Okunup rafa atılmış bir roman gibisin içimde
.
.
.
Artık kırmızı şeyleri sevmiyorum.
Ne söyleyeyim İnsan, yahut ben, nefret ettiğim, kızdığım vakit çok söyleyebiliyor ve çok yazabiliyorum. Fakat sevdiğim zaman o kadar çok seviyorum ki, sevdiğim şeyi uzun uzadıya anlatamıyorum. Nefretim sevgimden daha mı kuvvetli? Zannetmem. Bildiğim bir şey varsa o da, sevince susmak istediğimdir
Beni kucaklayamadı. Bileklerinde kelepçe vardı. Ben de kucaklayamadım. Özgürlüğümün üstünlüğünü göstermemek için omzunu okşamakla yetindim.
Zamanımızda kimsenin saçını okşamaya gelmiyor çünkü insanın elini ısırıyorlar, kafalarına vurmak lazım bila-rahm ve şefkat kafalarına vurmak.
Bir ressam, onun portresini mutlaka pastelle yapmak isterdi. Kara kalem, yağlı boyayla filan değil (Nüzhet hanım bahisle).
Yasakçı devlet, yasaklarıyla kendini aşağılamış oluyor. İnsanlara acı çektirmekten, ülkede düşünceyi yoksullaştırmaktan öte, geri teptiğinin farkında değil.
Günün birinde Nazım Hikmet şiirini eskisi gibi okumuyorsak, o dünya, ya artık özgürleştiğimiz bir dünyadır, ya da aşkımıza, içtenliğimizle dik durabilmenin unutturulduğu bir yer.
yıldızlarla ufka sarkan berrak, dümdüz bir gece
saatlerce nasıl koşmak arzusunu verirse,
senelerle mesafeler arkasına atılmak,
fırlatılmak ihtiyacı içimizde uyandı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir