İçeriğe geç

Nazım Hikmet’in Aşkları Kitap Alıntıları – Emin Karaca

Emin Karaca kitaplarından Nazım Hikmet’in Aşkları kitap alıntıları sizlerle…

Nazım Hikmet’in Aşkları Kitap Alıntıları

Kelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlük!
Sende ben imkansızlığı seviyorum
Fakat asla umutsuzluğu değil.
En son şiirini yine Vera’ya yazdı:
Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm
Yıllar önce hapishaneden yazdığı mektubunda, bir başka aşk anlayışını da şöyle anlatacaktı Nâzım Hikmet:
( ) Mesela ben 45 yaşımı bitirdim Ama her gün biraz daha âşık oluyorum Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan, idealizimden tut da kanaryama kadar her şeye doludizgin âşık oluyorum. Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manada filan değil Her birine ayrı ayrı pratik tezahürleriyle faal bir aşk Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarca insana, her tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir
Sırasıyla Nüzhet Hanım, Piraye Hanım, Münevver Hanım ve Vera Tulyakova’ya kadar; başlayış ve bitiş koşullarıyla anlatmaya çalıştığımız Nâzım Hikmet’in Aşkları ndaki çeşitlilikten, şairin daldan dala konan hercai gönüllü bir insan olduğu sonucuna varmak doğru olmaz Bu nedenle biraz da, Nâzım Hikmet’in aşk anlayışı na bakmak gerekir Bu konudaki düşüncelerini, yıllar önce Bursa Cezaevi’nde yatarken, çocukluk ve gençlik arkadaşı Vala Nurettin’e yazdığı bir mektubunda şöyle açılıyordu:
Ben şöyle dört başı mamur bir aşık olsam, fakat dedim ya, bana bağlı, bana bağlı olmayan şartlarıyla; hüsranı, hicranı, firakı, ümidi, imkanı, imkansızlığı, benim enfüsi durumum ve afaki hayat şartlarıyla, yani takım taklavatıyla dört başı mamur aşık olsam – böyle aşk dostlar başına – visalin, hatta maşukamla senelerce aynı çatı altında burun buruna yaşamanın aşkımı azaltacağına değil, bilakis, çoğaltacağına eminim Çünkü maşukaya – böyle bir aşkın maşukasına – hiçbir zaman yüzde yüz ulaşamayacağımı sanıyorum Daha doğrusu bundan eminim
Yıl 1961 idi
Artık Nâzım Hikmet’in kalbinden dayı kızı , oğlu Memet’in anası Münevver Hanım çıkmış, yerini, Saçları saman sarısı / kirpikleri mavi / kırmızı dolgun dudaklı Vera Tulyakova’ ya bırakmıştı
Bundan sonra, yazacağı sevda şiirlerinin öznesi kadının adı artık, Münevver olacaktı Bu konuda bilinen ilk şiiri, 1948 tarihli Sen idi:

Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin..
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan, Hasretimsin

Nâzım Hikmet uzun hapislik yıllarının sonlarına doğru, 1948’de kendisini Bursa Cezaevi’nde ziyarete gelen dayısının kızı Münevver Hanım’a aşık olunca, Piraye Hanım’ı terk etti. 1950 Temmuzu’nda hapisten çıkınca da Münevver Hanım’la birlikte yaşamaya başladı
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erken yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır
Yarı aç, yarı tok üşümek:
Dünyada,memleketimizde ve şehrimizde..
Bu işte de çoğunluk bizde
Burda hayat bildiğin gibi. Senin için sırrım kalmadı. Hapishaneyi ve insanları öğrendin. Bahçemizi ara sıra hasretle arayacağına eminim. Ben her hafta sana bir şiirle ondan haber vereceğim
Kuzum karıcığım, bu şiirleri iyi oku. Yazdıklarımın en ustaları değilse de, en yalansızlarıdır. Seni nasıl yalansız, süssüz, sanatsız seviyorsam, bunlar da öyle
( )
İnsanlar ne şayanı hayret mahluklarmış!.. İçlerinde öyle iyileri, öyle kötüleri varmış ki Ben ancak otuz iki yaşımda insanları okuyabildim. Şimdiye kadar onlar benim için kapalı bir kitapmış!..
Ölüm!..
Bir ipte sallanan bir ölü!
Bu ölüme bir türlü,
razı olmuyor gönlüm!..
Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor, yüreğim sersem!’
Diyorsun
‘Seni asarlarsa, seni kaybedersem’
Diyorsun,
‘Yaşayamam!’
Yaşarsın karıcığım!
Kara bir duman gibi dağılır,
Hatıram rüzgarda!
Yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı!
En fazla bir yıl sürer,
Yirminci asırlarda,
Ölüm acısı!..
Kadınlarla bir daha hiçbir ciddi ilişkiye girmemeye karar verdim Profesyonel devrimciydim, Türkiye’nin koşullarında her an hapse girebilirdim Kesinlikle evlenmemeliydim. Bir iki yıl böyle yaşadım
Nâzım Hikmet’in, kesinlikle evlenmemeliydim kararını değiştiren, artık bundan sonra ona yazdığı şiirlerden fiziksel ve ruhsal bütün özelliklerini öğreneceğimiz Piraye Hanım; Alev saçlı, hemen hemen ben yaşlarda bir kadındı Çok iyi bir kadın Ve akıllı ydı
Sonrası şöyle;
Ve işte bir gün, öyle kendiliğinden, karar verdik evlenmeye Çok güzel bir kadın değildi ve bu da olumlu bir şeydi benim için Çünkü kıskançlığın çılgınlığını yaşamıştım artık
Gelsene, kalsana,gülsene vee ölsene dedi bana.Geldim, kaldım, güldüm ve öldümm
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden
Bırakın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar
karıcığım;
Senin kaç yaşında olduğunu
Ne düşündüm şimdiye kadar
Ne de bundan sonra düşüneceğim.
Sen üç yaşındasın bebeğim
Tombul, pembe beyaz
Şirret, şirin ve yaramaz
Sen on sekiz yaşında sevgilimsin
Kocaman gözlü, ince bilekli geyik
Sen anamsın, altmış yaşındasın.
Sen yaşı ve cinsiyeti olmayan arkadaşsın;
Büyük kavgamda beraber dövüştüğüm;
Bana nasihatlerin en doğrusunu veren
Ve tehlikelerde kanatlarını üstüme geren.
Senin kaç yaşında olduğunu
Ne düşündüm şimdiye kadar
Ne de bundan sonra düşüneceğim.
Ve inanamıyorum ki bir kış günü dünyaya geldiğine.
Sen mutlaka baharda doğmuş olmalısın
Toprak uyanırken.
Senin adını
Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
Ne sapı sedefli bir çakı var,
Ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
Gökyüzünü başımın üstünde görmek yasak bana
( )
Ve tıpkı o eski
Acıklı hikayelerdeki
Yalınayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
Mavi gözleri ıslak
Kırmızı, küçücük burnunu çekerek
Senin bağrına sokulmak istiyor.
Birlikte eskimek çok güzel,eksilmedikçe
*Her daim kendin ol.Sen,
Seni anlayana mucizesin.*
Şu kâinat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz:
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi..
Durmadan seni düşünüyorum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.
Günler git gide kısalıyor;
Yağmurlar başlamak üzere,
Kapım ardına kadar açık bekledim seni,
Niye böyle geç kaldın?
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin..
Her şeye rağmen birbirini anlayan,birbirini seven,birbirini sayan iki cesur insan gibi konuşmamız gerekiyor.
Ne güzel şey hatırlamak seni:
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Saat dört,yoksun.
Saat beş,yok.
Altı,yedi,
Ertesi gün
ve belki
Kim bilir
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Yarım kalmış bir aşkın acısını
Toprağa götüreceğim!
Kavuşacağız günün birinde
Yıllardır dinmeyen bu öfkenin içinde, ölmeyen bir aşkında saklı olduğunu görmemek mümkün mü?
Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel..
Sana *gel* diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte.
Fakat, gel.
Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!
Bütün bu olup biten şeye rağmen, en yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum..
dışarıda olayım -yine sana koşacağım, sen de öyle bana koşacaksın-.

Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim..

Piraye,

Her şeye rağmen birbirini anlayan, birbirini seven, birbirini sayan iki cesur insan gibi konuşmamız gerekiyor .

Piraye için yazılmış şaat 21-22 Şiirleri:
Ne güzel şey hatırlamak seni;
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken
Sen ki güzelsin
cesursun
iyi ve akıllısın;
Artık kayboldu ‘dün’,
geri dönmez bir daha.
Be kalbimin sahibi;
‘yarın’ içindedir ‘bugün’ün
koza tırtılın daki altın kelebek gibi.
Senin adını
kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
Ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avlu’da bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak
Ve tıpkı o eski
acıklı hikayelerdeki
yalınayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
Mavi gözleri ıslak
Kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
sana hasretim bir çığ gibi, arttıkça artıyor
Sana gelince Kavuşalım derim, konuşalım tezden!
..
Ben
Alacakaranlığında son sabahımın
işitilmemiş bir türküyü duyacak,
Dostlarımı ve seni göreceğim.
Ve yalnız
Yarım kalmış bir aşkın acısını
toprağa götüreceğim! •••

Haydi bunları boşver!
Bunlar uzak bir ihtimal!
Paran varsa eğer
Bana bir fanila don al,
Tuttu bacağımın siyatik ağrısı!..
Ve unutma ki daha iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı!

Yavrum!
Uyuyamıyorum!
Görünmez kuşlar ötüyor
üstünde kızıl ağaçların.
Alevi bir duman gibi tütüyor
gözlerimde saçların!
Saçları altın
dudakları nar
koyu kehribar
Gözlü sevgilim..
Profesyonel Devrimci nin Evlenmeme Kararını Değiştirten Kadın

Bir tanem!
Son mektubunda:
Başım sızlıyor
yüreğim sersem!
diyorsun.
Seni asarlarsa
seni kaybedersem,
diyorsun;
yaşayamam!

Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi
Kadının hayali minnacık bir evdi
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan bir ev
Bir dev gibi seviyordu dev..
Saçları bile berberin tarağını isyan etmiş bu adamla..
Bahtiyarız, yaşayabildigimiz için.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,çoğum gitmiş de azım kalmış, umrumda değil.
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?”
Yokluğunun iki yakasını bir araya getirip; Varlığını ilikler misin ömrüme
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Bunca kalabalıklar ve bunca yorgunluklarımın içinde.

Nazım Hikmet Ran

”-Sevmez olur muyum seni?
-Çok mu?
-Çok değil
-Niye çok değil?
-Ne bileyim? Çok değil işte! Çok seversem çok derim. Ama daha öyle çok sevdiğim yok seni. ”
Sende, ben, imkansızlığı seviyorum.
Fakat asla umutsuzluğu değil.
« Nâzım Hikmet’in yaşamında kadınların büyük ve önemli yerinin tanığı, çocukluk ve gençlik arkadaşı Vâlâ Nurettin, şu saptamayı yapıyor:
Aslında Nâzım, monogamdı. Birini severse – iyice severse- ona sadık kalmak isterdi. Sevemediği sıralarda da sevilecek birini daldan dala arardı. Bunu bilinçle mi, içgüdüsüyle mi, can sıkıntısıyla mı yapardı? Daha ziyade kadınların ayartma çabasına kurban gittiğini, tanıdığım kadınların sözlü ve yazılı itiraflarından öğrenmiş bulunuyorum.»
« vedasından sonra, en son şiirini de yine ‘Vera’ ya yazdı:

‘ Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm.’»

« Yıllar önce hapishaneden yazdığı mektubunda, bir başka aşk anlayışını şöyle anlatacaktı Nâzım Hikmet:

( ) Mesela ben 45 yaşımı bitirdim. Ama her gün biraz daha aşık oluyorum. Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan, idealizmden tut da kanaryama kadar her şeye dolu dizgin aşık oluyorum. Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manada filan değil. Her birine ayrı ayrı pratik tezahürleriyle faal bir aşk Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarca insana, her tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir. »

« Sırasıyla Nüzhet Hanım, Piraye Hanım, Münevver Hanım ve Vera Tulyakova’ya kadar; başlamak ve bitiş koşullarıyla anlatmaya çalıştığımız Nazım Hikmet’in Aşkları ndaki çeşitlilikten, şairin daldan dala konan hercai gönüllü bir insan sonucuna varmak doğru olmaz. Bu nedenle biraz da, Nâzım Hikmet’in aşk anlayışı na bakmak gerekir. Şair aşktan ne anlatmaktadır? Bu konudaki düşüncelerini, yıllar önce Bursa Cezaevi’nde yatarken, çocukluk ve gençlik arkadaşı Vâlâ Nurettin’e yazdığı bir mektubunda şöyle açıklıyordu:

( ) Ben şöyle dört başı mamur aşık olsam, fakat dedim ya, bana bağlı, bana bağlı olmayan şartlarıyla; hüsranı, hicranı, firakı, ümidi, imkanı, imkansızlığı, benim enfüsi durumum ve afaki şartlarıyla, yani takım taklavatıyla dört başı mamur aşık olsam
– böyle aşk dostlar başına – visalin, hatta maşukamla senelerce aynı çatı altında buruna buruna yaşamanın aşkımı azaltacağına değil, bilakis, çoğaltacağına eminim. Çünkü maşukaya – böyle bir aşkın maşukasına- hiçbir zaman yüz yüze ulaşamayacağımı sanıyorum. Daha doğrusu bundan eminim. »

« Nihayet, 1961’de ‘Vera Tulyakova’ya derin saygılarımla’ ithafıyla ünlü, ‘ Saman Sarısı ‘ şiiirini yazdı. ‘Saman Sarısı’ nda şair Nâzım Hikmet’in Vera’ya tutkusu artık doruğuna çıkmıştır:

‘Genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı, kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı. ‘

« Yıl 1961 idi
Artık Nâzım Hikmet’in kalbinden ‘dayı kızı’, oğlu Memet’in anası Münevver Hanım çıkmış, yerini ‘Saçları saman sarısı/kirpikleri mavi/ kırmızı dolgun dudaklı’ Vera Tulyakova’ya bırakmıştı »
« 26 Mart 1951’de Nâzım Hikmet’in oğlu Memet dünyaya geldi. O günlerin tanığı Vâlâ Nurettin şunları anımsıyor o dönemden:

‘Nihayet bir gün Memo (Memet) özel bir klinikte doğdu. Nâzım’ ın kopyası, mavi gözlü, sarı saçlı, gürbüz bir oğlandı. Ana baba, arabaya koyup çocuklarını gururla gezdiriyorlardı. Mühürdar kıyılarında, parklarda, sokaklarda ‘»

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir