Nazım Hikmet Ran kitaplarından Nazım Hikmet Şiirleri 2: Mapusluk Zor Zanaat kitap alıntıları sizlerle…
Nazım Hikmet Şiirleri 2: Mapusluk Zor Zanaat Kitap Alıntıları
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum
şu anda, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
– her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!… –
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyenin neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?”
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…”
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya Yaşadım diyebilmen için
Bugün, beni ilk defa
Güneşe çıkardılar.
Ve ben, ömrümde ilk defa
Gökyüzünün
Bu kadar benden uzak,
Bu kadar mavi,
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
Kımıldamadan durdum
Sonra, saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda;
Ne düşmek dalgalara,
Bu anda;
Ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak,
Güneş ve
Ben
Bahtiyarım
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…”
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer,
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin.
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
– çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…
tatlıdır ama tehlikelidir
öylesine karışmalı ki,
sen ürpermelisin içerde
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Şahsi hayatımın
En değer biçilmez talihidir.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından baltalayarak
nede kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
ne böylesine hür.
Dünya adaletsiz çocuk! Dünya zorba .
Güneşim desem, güneş batıyor..
Hayatım desem, hayat kısa..
Gülüm desem, o da soluyor..
Sana ”canım” demeliyim..
Çünkü bu can seninle yanıyor…
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ
Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın
Üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira
Vatan haini!
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen..
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Nazım Hikmet
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Ayağını basdın odama, kırk yıllık beton çayır çimən şimdi
Güldün, güller açildi penceremin demirlerinde
Ağladin avuçlarima döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin, hürriyyet gibi aydınlık oldu odam
İlk göz göze geldiğimiz günki elbiseni çıkar sandıktan,
giyin kuşan,
benze bahar ağaçlarına;
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı
Nâzım Hikmet’in karısı
4 Aralık 1945
laf-ı güzaf.
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmayacağım,
ama harikulade bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı,
bütün çocukları
sallayan
mavi atlas döşekli bir besik.
yarin yanağını koklamak
yasak.
Çocuklarımla yemek yiyebilmek aynı sofrada yasak.
Yazdığım mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak yasak.
Yatarken lambayı söndürmek yasak.
Tavla oynamak yasak.
ve yasak olmayan değil,
yüreğinde gizlenip elde kalabilen şey:
sevmek, düşünmek, anlamak.
en büyük rahatlık
çok rahat bir ustalıkla kullanıyor
bileklerinden demirli parmaklarını.
Kitap ve kelepçelerle
on üç senedir
bu beşinci yolculuğudur.
Gözlerinin altında çizgiler
şakaklarında beyaz.
Halil belki ihtiyarladı biraz.
Fakat kitap, kelepçe ve yürek eskimedi.
havada is kokusu gibi bir şey:
havada kar kokusu var
şimdi dışarda olmak.
dört nala sürmek dağlara doğru atı.
« – Ata binmesini de bilmezsin.» -diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste:
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı ..
ve ikiniz de uzaktasınız!
Uykusuz aksi nalet
Bi bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi bugün çalışıyorum
Sonra bir de bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir sigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Evet evet ve beni çileden çıkarıyor
Büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve de merhamet
Çekilmez bir adam oldum çekilmez
Uykusuz aksi nalet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok
Biliyorum
Olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil gülüm
Elimde değil sevgilim
Seni kıskanıyorum
Beni affet
Beni affet sevgilim
Beni affet
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim:
içinde sen,
Oturdum ekmeğimi yerim:
karşımda sen oturursun.
çalışırım:
karşımda sen.
Sen ki her yerde hazır nazır mısın,
konuşmayız seninle.
duyamayız sesini birbirimizin:
sen benim sekiz yıldır dul karımsın
ve kavga edebilmek hürriyettir
en mühimi hürriyetlerin
Çocukları var:
şu kadar, şu kadar
Laz fırıncı dükkanını kapatmış.
ve doktor Moiz
dün vurdu kendini. ..
belki lüzumundan fazla uzun
yoksun
saat beş.
yok.
Altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kimbilir
Hapishane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin.
yan yana otururduk
Zühre olmak da.
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte, yani yürekte.
kelimesiz ve yazısız
anlaşırız
Merhaba çocuklar.
Merhaba cümleten
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben Bahtiyarım
Son mektubunda :
«Başım sızlıyor
yüreğim sersem!»
diyorsun.
Seni asarlarsa
seni kaybedersem;
diyorsun; Yaşıyamam!
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda ;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim
Zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
gecirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerinde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar
Nazıma!
susuyor zindan
kanı içine akan
yaralı bir hayvan gibi. . .
unut yaşını
koru kendini bitten,
bir de bahar akşamlarından;
bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeği,
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman.
Bir de kimbilir,
sevdiğin kadın seni sevmez olur,
ufak bir iş deme,
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
içerdeki adama.
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgarlarının dilini konuşuyor balam,
konuşup coşuyordu!
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya