İçeriğe geç

Nazım Hikmet Şiirleri 2: Mapusluk Zor Zanaat Kitap Alıntıları – Nazım Hikmet Ran

Nazım Hikmet Ran kitaplarından Nazım Hikmet Şiirleri 2: Mapusluk Zor Zanaat kitap alıntıları sizlerle…

Nazım Hikmet Şiirleri 2: Mapusluk Zor Zanaat Kitap Alıntıları

“ Sonra aramıza şehirler girecek , hiç karşılaşmayacağız . Tesadüfler bile bir araya getiremeyecek . Sonra da belki birimiz öleceğiz , diğerimiz hiç bilmeyecek ..”
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum
O şimdi ne yapıyor,
                          şu anda, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
                                                      okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
– her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
                                                              sevgili, canımın içi ayaklar!… –
Ve ne düşünüyor
                        beni mi?
Yoksa
          ne bileyim
                   fasulyenin neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
                                 neden böyle bedbaht olduğunu mu?”
İnsan birisiyle yaşlanmalı, birisi yüzünden değil..
“Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…”
Günün birinde hepimiz sonsuza dek susacağız. Onun için sevdiklerinize şimdi ‘Seni seviyorum.’ demekten çekinmeyin
Ne diyeyim… Dilerim, ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umutlar.
Seninle konuşabilecek kadr heybetli değildir belki kelimelerim ama ruhunu yerinden sallayacak kadr derindir hissettiklerim
Basit yaşayacaksın basit, Mesela, Gecesusayınca, su içecek kadar basit. Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın, Tek bir düğme, tek bir cümle gibi. Sevince, lafı dolandırmadan söyleyeceksin, Seni seviyorum gibi.. Basit bir öpücük yetecek sana, Basit, sıcak bir öpücük ve o öpücükle dolacak tüm günlerin.,,
Yaşamaya Dair – III

Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya Yaşadım diyebilmen için

Yanlış bir insanı, çok doğru bir aşkla sevmiştim.
Bugün pazar
Bugün, beni ilk defa
Güneşe çıkardılar.
Ve ben, ömrümde ilk defa
Gökyüzünün
Bu kadar benden uzak,
Bu kadar mavi,
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
Kımıldamadan durdum
Sonra, saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda;
Ne düşmek dalgalara,
Bu anda;
Ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak,
Güneş ve
Ben
Bahtiyarım
Yalnızlık insana çok şey öğretirmiş. Ama sen gitme, ben cahil kalayım.” Nâzım Hikmet
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…”

Sende yüreğim var, canım var, aklım fikrim var, sende her şeyim var….
Ne alemdesin yaşama sevincim benim?
Sen esirliğim ve hürriyetimsin,
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.

Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer,
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin.

Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, 
akar suyun, 
meyve çağında ağacın, 
serpilip gelişen hayatın düşmanı. 
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: 
– çürüyen diş, dökülen et -, 
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. 
Ve elbette ki, sevgilim, elbet, 
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, 
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla 
bu güzelim memlekette hürriyet…
ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
gözünü tavana dikip sabahlamak
tatlıdır ama tehlikelidir
dünyanın kalabalığına
öylesine karışmalı ki,
sen ürpermelisin içerde
Dünyadan , memleketinden, insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım
Kimse hasret çekmesin artık ekmeğe, güle, güneşe, hürriyete
Küüüt küt, nasıl çarpıyor
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İçimde yaprak kımıldamıyor
Hеr gеlеn sеvmеz, hiçbir sеvеn gitmеz.
Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Ve sana bugüne kadar söylemiş olduğum söz, henüz söylemediğim sözdür.
Ve benim birden bire yüzünü değil, gözünü değil sesini göresim geldi
Senin bana nasip olman,
Şahsi hayatımın
En değer biçilmez talihidir.
Unutma; Hеr gеlеn sеvmеz.. Vе hiçbir sеvеn gitmеz
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından baltalayarak
nede kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
ne böylesine hür.
Ben diyorum ki ona Kül olayım Kerem gibi yana yana Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa
Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umutlar
Dünya adaletsiz çocuk! Dünya zorba .
Sana ne demeliyim bilmiyorum!
Güneşim desem, güneş batıyor..
Hayatım desem, hayat kısa..
Gülüm desem, o da soluyor..
Sana ”canım” demeliyim..
Çünkü bu can seninle yanıyor…
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ
Vatan çiftliklerinizse,
Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar
Üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nazım Hikmet!
Vatan haini!
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen..
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omzuna ağır gelir!
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin. Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, fakat asla ümitsizliği değil
Nazım Hikmet
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
Ayağını basdın odama, kırk yıllık beton çayır çimən şimdi
Güldün, güller açildi penceremin demirlerinde
Ağladin avuçlarima döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin, hürriyyet gibi aydınlık oldu odam
4 ARALIK
İlk göz göze geldiğimiz günki elbiseni çıkar sandıktan,
giyin kuşan,
benze bahar ağaçlarına;
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı
Nâzım Hikmet’in karısı
4 Aralık 1945
mesela benim on sene yatmam,
laf-ı güzaf.
Benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmayacağım,
ama harikulade bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı,
bütün çocukları
sallayan
mavi atlas döşekli bir besik.
Beklenen günler , güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen , gecelerinde aç yatılmayan , emek, gül ve hürriyet günleri #1Mayısişcininemekcininbayramı
ve sana ait olmayan.
Yasaklar dünyasındayım:
yarin yanağını koklamak
yasak.
Çocuklarımla yemek yiyebilmek aynı sofrada yasak.
Yazdığım mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak yasak.
Yatarken lambayı söndürmek yasak.
Tavla oynamak yasak.
ve yasak olmayan değil,
yüreğinde gizlenip elde kalabilen şey:
sevmek, düşünmek, anlamak.
Anlamak:
en büyük rahatlık
Çevirirken dizinde duran kitabın yapraklarını
çok rahat bir ustalıkla kullanıyor
bileklerinden demirli parmaklarını.
Kitap ve kelepçelerle
on üç senedir
bu beşinci yolculuğudur.
Gözlerinin altında çizgiler
şakaklarında beyaz.
Halil belki ihtiyarladı biraz.
Fakat kitap, kelepçe ve yürek eskimedi.
hava serin
havada is kokusu gibi bir şey:
havada kar kokusu var
şimdi dışarda olmak.
dört nala sürmek dağlara doğru atı.
« – Ata binmesini de bilmezsin.» -diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste:
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı ..
ve ikiniz de uzaktasınız!
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz aksi nalet
Bi bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi bugün çalışıyorum
Sonra bir de bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir sigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Evet evet ve beni çileden çıkarıyor
Büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve de merhamet
Çekilmez bir adam oldum çekilmez
Uykusuz aksi nalet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok
Biliyorum
Olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil gülüm
Elimde değil sevgilim
Seni kıskanıyorum
Beni affet
Beni affet sevgilim
Beni affet
Kitap okurum:
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim:
içinde sen,
Oturdum ekmeğimi yerim:
karşımda sen oturursun.
çalışırım:
karşımda sen.
Sen ki her yerde hazır nazır mısın,
konuşmayız seninle.
duyamayız sesini birbirimizin:
sen benim sekiz yıldır dul karımsın
Ancak kavgada vurulan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyettir
en mühimi hürriyetlerin
Hasan ustayı çıkarmışlar işinden.
Çocukları var:
şu kadar, şu kadar
Laz fırıncı dükkanını kapatmış.
ve doktor Moiz
dün vurdu kendini. ..
çok adam asıldı Hürriyette
belki lüzumundan fazla kısa
belki lüzumundan fazla uzun
Saat dört.
yoksun
saat beş.
yok.
Altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kimbilir
Hapishane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin.
yan yana otururduk
Tahir olmak da ayıp değil.
Zühre olmak da.
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte, yani yürekte.
Biz ne mükemmel dostlarız ki
kelimesiz ve yazısız
anlaşırız
Merhaba çocuklar.
Merhaba cümleten
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben Bahtiyarım
Bir tanem!
Son mektubunda :
«Başım sızlıyor
yüreğim sersem!»
diyorsun.
Seni asarlarsa
seni kaybedersem;
diyorsun; Yaşıyamam!
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda ;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim
Zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
gecirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerinde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar
Nazıma!
Biz içerde susuyoruz.
susuyor zindan
kanı içine akan
yaralı bir hayvan gibi. . .
Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
unut yaşını
koru kendini bitten,
bir de bahar akşamlarından;
bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeği,
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman.
Bir de kimbilir,
sevdiğin kadın seni sevmez olur,
ufak bir iş deme,
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
içerdeki adama.
Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgarlarının dilini konuşuyor balam,
konuşup coşuyordu!
   Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
                                             kendisi değil
                                          edasındaki dünya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir