İçeriğe geç

Narziss ve Goldmund Kitap Alıntıları – Hermann Hesse

Hermann Hesse kitaplarından Narziss ve Goldmund kitap alıntıları sizlerle…

Narziss ve Goldmund Kitap Alıntıları

Bir insanı başkalarından ayıran özellikleri belirlemek, o insanı tanımaktır.
Günahlarının tümden bağışlanmasının bile ona cennetin kapısını açabileceğinden emin değildi.
toplu mezarları, kitlesel ölümleri, vebadan can verenlerin serilip kaldığı, çürüyüp kokuştuğu sokak ve evleri, bütün bu tüyler ürpertici vahşeti, bütün o yetim ve öksüz kalmış sefil çocukları, çiftliklerinin avlularında açlıktan ölüp giden bağlı köpekleri, bütün bunları düşündün mü, bütün bu görüntüleri hayalimde canlandırdım mı, o zaman içim sızlıyor; bana öyle geliyor ki, annelerimiz sanki bizi doğurup zalimlikte eşi olmayan şeytani bir dünya içine salıvermişler
Ben, yaradana her zaman mükemmel bir varlık olarak saygı duydum ama yaradılana asla. Dünyadaki kötülüğü yadsımadım hiç.
gece vakti böyle herkesten gizli kafayı çekmekten daha hoş ne vardır, Haydi sağlığına!
Anlaşılan tüm varoluş ikilik üzerine, karşıtlıklar üzerine dayanmaktaydı; ya kadın ya da erkekti insan, ya gezgin göçebeydi ya da belli bir yere kök salmış yerleşik biri, ya mantığıyla davranan biriydi ya da duygusal biri. Hiçbir yerde nefes almak ve nefes vermek, erkek ve kadın olmak, özgürlük ve düzen, içgüdü ve us bir arada var olmuyordu, birini kazanmak için ötekini elden çıkarmak gerekiyordu
en derin yalnızlıklara ve hüzne kendini kaptırışlar da bakarsın bir süre için vardır yalnız, ansızın içte duyulan şiddetli bir isteğin ve yaşamın aydınlık tarafına yeniden yönelişin pençesinde can verir.
Bir armağan değildi sanat. Pahası çok yüksekti. Karşılığında özveri istiyordu.
Ama olsun, yine de güzeldi yaşamak.
Mutluluk denen şey nasıl da hemen bir yol kenarında karşısına çıkıveriyordu insanın. Ne kadar güzel ve hoş, ne kadar da geçiciydi!
Ah, ne diye bilinmiyordu pek çok şey? Neden bu çiçekle konuşulamıyordu örneğin ?
Evet, yaşamın kendisinde suça benzer bir şey saklıydı.
Ve şunu aklından çıkarma hiç, ben ve sen ilerde nasıl kimseler olursak olalım, beni ciddi olarak çağırdığın, bana gereksinim duyduğun an çağrına asla kulaklarımı tıkamayacağım!
ermişlik mertebesine götüren en kestirme yollardan biri de günahkarlıktır.
iki ayrı şeyi birleştirmek, aradaki ayrımları ortadan kaldırmak, karşıtlıkları bir köprüyle birbirine bağlamak için sevgiden başka şey gereksizdi.
Ama madem ki sen hakkında takdir edileni önceden bildiğine inanıyorsun, konuş, bir şey söyle bu konuda!
Nedir sence bu dünyadaki görevin?
“Narziss” dedi, “senin hakkında insafsız bir yargıya varmışım. Sana genellikle kendini beğenmiş gözüyle baktım, böyle davranmakla haksızlık ettim belki. Büyük bir yalnızlık içinde yaşıyorsun benim genç dostum ”
-Ne kadar güzel olduğunun farkinda değil misin ?
-Bir aynam var.merak etme !
Nedir sence bu dünyada ki görevin !?
Sevginin sözleri gerektirmemesi bir mutluluktu,yoksa yanlış anlamalarla dolu sersemce bir şey olup çıkardı.
Gözlerimin hiçbir şeyi göremeyecek kadar kör olduğuna ve benim her şeyden habersiz olduğuma inanmamalısın.
Her şey ne kadar şaşırtıcı, ne kadar akıl erdilemeyecek gibi..
Ve şunu aklından çıkarma hiç,
ben ve sen ilerde nasıl kimseler olursak olalım, ne halde bulunursak bulunalım, beni ciddi olarak çağırdığın, bana gereksinim duyduğun an çağrına asla kulaklarımı tıkamayacağım!
Asla tıkamayacağım!
.benim hedeflerim arasında şu da var:
.güçlü, değerli ve ötekilerden değişik bir insana rastlayıp da onu anlayamamak, ondaki zenginlikleri keşfedememek, onun gelişmesine katkıda bulunamamak gibi bir duruma düşmek istemem.
Tanrım, ne çok dert ve tasa vardı dört bir yanda!
. uyuyorsun, gerçek bir uyanıklığın uzağında yaşıyorsun!
Ağzımdan çıkan sözlerden biri onu nazik yerinden yakalamış anlaşılan, benim hanidir savaşıp durduğum karanlıktan içeri sızmış.
__ Bugüne kadar sağlıklıydı. Bedenen bir şeyi yoktu.

__ Peki ruhen?

Bu nasıl şeydi Tanrım?
.
Sen sanatçısın, ben düşünürüm. Sen annenin koynunda uyuyorsun, ben çöllerde uyanık dolaşıyorum. Beni güneş, seni ay ve yıldızlar aydınlatıyor.
Sizin yurdunuz bu yeryüzü , bizimkisi ise düşüncelerdir.
. bolluk ve bereket içinde bir yaşam sürdüğümüz yok bizim, kıtlıklar içinde yaşayıp gidiyoruz.
.sen sanıyorsun ki, benim için yeterince bilgin, yeterince mantıktan anlayan, yeterince dindar biri değilsin. Ama yanılıyorsun, benim için yeterince kendin değilsin, o kadar.
. bana şimdiye kadar hep bir çocuk gözüyle baktın.
İnan bana, sesinin her tonuna, her jestine, her gülümsemene değer veriyorum.
bilim demek, nesneleri birbirinden ayırabilme sanatıdır. Örneğin, bir insanı başkalarından ayıran özellikleri belirlemek, o insanı tanımaktır.
Sen bir sofistsin, Narziss! Bu yoldan birbirimize yaklaşmamız olanaksız!
Ayrım denen şeyi diline dolamışsın bir kez .
Hayır, güvensizlik hastalığının kendisine de bulaşmasına izin vermeyecekti
Pek çok kimse için geçerli bir şeyin benim için geçerlilik taşımayacağını göremiyor musun?
Gördüğün hayalleri fazla ciddiye alma!
Bilimle uğraşmak her zaman bana kıvanç verecek. Zaten başka türlüsü düşünülebilir mi?
Sənə daha bir şey söyləyim: nə oluruqsa olaq, həyatda başımıza nə gəlirsə gəlsin, əgər nə vaxtsa sənə mənim köməyim lazım gəlsə, dadına çatmağa həmişə hazıram. Həmişə!

Bu, vidaya bənzəyirdi. Bu, ayrılıqdan xəbər verirdi..

Mən zarafat etmirəm. Biz bir-birimizlə yaxınlaşmamalıyıq, necə ki, Günəşlə Ay, dənizlə torpaq bir-birinə yaxınlaşmamalıdır. Dostum, biz səninlə Günəşlə Ay, dənizlə torpaq kimiyik. Qarşımızda duran məqsəd – bir-birimizə oxşamaq deyil, bir-birimizi dərk etməkdir, bir-birimizdə hər birimizə xas nəyisə görməyi və ona hörmət etməyi öyrənməkdir. Bu isə məhz aramızdakı ziddiyyət və birimizin digərini tamamlamasıdır.
“Çok acı çektin mi?”
“Acı mı? Evet, yeterince çektim.
Ama yine de sevginin ne olduğunu biliyorsam, bu senin sayendedir. Seni sevmesini öğrendim, insanlar arasında yalnız seni. Bunun ne anlama geldiğini bilemezsin.
“Ölüm hiç aklından çıkmıyor mu?” diye sordu Narziss.
“Evet, çıkmıyor, ölümü düşünüyorum hep, hayatımın ne hale geldiğini düşünüyorum.
Öbür dünya diye bir şey yok. Kurumuş bir ağaç dirilmez hiç, soğuktan donmuş bir kuş bir daha hayata dönemez, ölmüş bir insan da bunun gibi tıpkı.
Hayat güzeldi, güzeldi mutluluk ve göz açıp kapamadan sararıp solan gelip geçici gençlik güzeldi!
Hiçbir şeyi görmüyordu bu insanlar, hiçbir şeyi bilmiyor ve hiçbir şeyin farkına varmıyorlardı, hiçbir şey sesini işittiremiyordu kendilerine.
Geceleri öyle tuhaf düşler görüyorum ki! Hep bir çöldeyim ve çöl öyle büyük, öyle karanlık ki, anlatamam! Yürüyor, boyuna yürüyor, seni arıyorum; ama sen yoksun, biliyorum, kaybettim seni, hep öyle yürüyecek, yürüyeceğim, hep öyle, hep tek başıma.
Usu, Bir daha mı, sakın! diye yükseltti sesini uyararak. Ama hıçkıran kalbi, Yarın yine! diye yakardı.
acı mı? evet, yeterince çektim.
seni sevmesini öğrendim, insanlar arasında yalnız seni. bunun ne demek olduğunu bilemezsin.
..her şeyde bir anlaşılmazlık, aslında bir hüzün saklıydı, beri yandan her şey güzeldi bu haliyle.
“Sen unutmuşsun çocukluğunu; şimdi bu çocukluk seni istiyor, senin çevrende dönüp dolanıyor. Arzularına kulak vermediğin sürece seni üzecek, acılı anlar yaşatacak sana…”
Narziss: Aristotales’ in ve Aziz Thomas’ ın öğrencileri olan bizler için kavramların en yücesi mükemmel varlık kavramıdır ve mükemmel varlık da Tanrıdır.
Narziss: Sen annenin koynunda uyuyorsun, ben çöllerde uyanık dolaşıyorum.-
Ancak tek bir huzur var ki, onun da boyuna yeni savaşımlarla ele geçirilmesi, her gün yeniden savaşılarak kazanılması gerekiyor.
Ölüm arkasında dikilmese, tek başına duyularca sağlanan hazzın ne değeri olur? Karşı cinsler arasındaki ezelî düşmanlık olmasa, sevginin yüzüne kim bakar?
Şöyle gerçek birkaç söz işitmeye susamış durumdayım.
Bilmiyor musun ki, ermişlik mertebesine götüren en kestirme yollardan biri de günahkârlıktır?
Ömrümde hiç kimseyi annem kadar sevmedim, öylesine katıksız, öylesine yakıp kavuran bir sevgiydi işte. Güneş ve ay nasılsa annem de öyleydi benim için.
Ne çok dert ve tasa vardı dört bir yanda!
Sen sevilmeye alışıksın, sevgi senin için seyrek rastlanır bir şey değil; pek çok kadın tarafından sevildin, şımartıldın şimdiye kadar. Ama benim için durum farklı. Benim yaşamım sevgiden yana yoksulluk içinde geçti, en çok sevginin eksikliğini çektim. Bizim Başrahip Daniel bir zaman beni kendini beğenmiş biri olarak gördüğünü söylemişti, galiba haklıymış. İnsanlara karşı adaletten şaşmam, onlara haksızlık etmemeye, sabırlı davranmaya çalışırım, ama onları hiçbir zaman sevdiğimi söyleyemem. Diyelim manastırda iki bilgin kişi var, bunlardan daha bilginini ötekisine üstün tutarım; güçsüz bir bilgine güçsüzlüğüne karşın sempati duymuş değilim. Ama yine de sevginin ne olduğunu biliyorsam, bu senin sayendedir. Seni sevmesini öğrendim, insanlar arasında yalnız seni. Bunun ne anlama geldiğini bilemezsin.
Yaşam tarafından soytarı yerine konulmak utanç vericiydi doğrusu, hem ağlanacak, hem gülünecek bir şeydi! Ya yaşıyordu insan duyularını özgür bırakıyor, o yaşlı Havva ananın memesine sarılıp tıka basa dolduruyordu karnını, bu da kimi hazlar sağlamıyor değildi, ama ölümlülüğe karşı korumakta yetersiz kalıyor, insanı ormandaki bir mantara dönüştürüyordu, bir gün önce göz alıcı renkler içinde hayat fışkıran, ama bir gün sonra çürüyüp giden bir mantar. Ya da insan savunuyordu kendini, bir atölyeye kapanıyor, gelip geçici yaşamı diktiği bir anıtla ölümsüzleştiriyordu. O zaman da yaşamdan el çekmesi gerekiyor, o zaman salt bir araca dönüşüyor, ölümsüzlüğün hizmetinde çalışmasına karşın kendisi kuruyup gidiyor, özgürlüğünü, yaşamın zenginlik ve hazzını elden çıkarıyordu.
Ne kalmıştı bu yaşamdan geride? Katilinin belleğinde kendisiyle ilgili birkaç dağınık anı dışında, pek sıradan bir kişi sayılamayacak bu insanoğlundan hâlâ yaşayan bir şey var mıydı? Bir zaman sevdiği kadınların düşlerinde bir Viktor hala yaşamını sürdürüyor muydu?
Sanat, baba ve anne dünyasının, us ve kanın birleşmesiydi, en somuttan yola çıkıp en soyuta götürebilirdi ya da katıksız bir düşünceler dünyasından yola koyularak en kanlı canlı ette soluğu alabilirdi.
içinde sık sık hissettiği hüzün ve bıkkınlığın çekirdeği de haz denilen şeyin gelip geçiciliğinden ve ölümlülüğünden kaynaklanmaktaydı. Sevi hazzının birden ve kısa süre için insanı mest eden parlayışına, kısa süre özlemle insanı yakıp kavuruşuna, bir anda yine sönüp gidişine, tüm yaşantıların özü diye bakıyordu, bu onun için yaşamdaki tüm haz ve elemin simgesi olmuştu. Hüznün ve ölümlülüğün tüyleri diken diken eden korkusuna tıpkı sevgideki gibi aynı teslimiyetle bırakabilirdi kendini, bu hüzün de bir çeşit sevgiydi, o da hazdan başka şey değildi.
“peki, sen bir gün nasıl öleceksin, narziss, bir annen yok çünkü? annesiz insan nasıl sevebilir, annesiz nasıl ölebilir?”
“çok acı çektin mi?
acı mı? evet, yeterince çektim.”
Goldmund olduğun sürece seni ciddiye aldığımı söyleyebilirim. Ne var ki, her zaman Goldmund değilsin. İstediğim tek şey, senin sürekli Goldmund olmandır. Bir bilgin değil, bir keşiş değilsin. Bir bilgin, bir keşiş daha az kaliteli bir malzemeden kotarılıp çıkarılabilir nihayet. Sen sanıyorsun ki, benim için yeterince bilgin, yeterince mantıktan anlayan, yeterince dindar biri değilsin. Ama yanılıyorsun, benim için yeterince kendin değilsin, o kadar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir