İçeriğe geç

Nagazaki Kitap Alıntıları – Yuichi Seirai

Yuichi Seirai kitaplarından Nagazaki kitap alıntıları sizlerle…

Nagazaki Kitap Alıntıları

Ömür dediğimiz şey bir ışığın yanıp sönmesi misali
Oğlumuzun işlediği korkunç günahtan sonra insan içine çıkamaz hale gelmiştik.
Biz insanlar, burnumuzun dibindeki manzarayı göremeyiz bazen. Çünkü bakışlarımız keskinliğini yitirmiş, duyarsızlaşmıştır. Sözgelimi canavarlar kendilerini bizlere göstermezler ama çocuklara görünürler. Mazi dediğimiz şeyse gençlere görünmez ama yaşlılara görünür, hem de bütün aşikarlığıyla. Doğruluk, İyilik ve Güzellik gibi felsefi kavramlara aklı başında insanların akıllarının bir türlü ermemesine rağmen, bunları delilerin çok iyi idrak etmesine ne demeli?
Acaba unutmak, belleği yitirmek midir? Yoksa insan unutunca, bellek silinip yok olmaz da zihnimizin içinde bir yerlere kendini gizleyip varlığını sürdürür mü?
Her şeyi unutabilseniz, hafiflersiniz tabii. Fakat bu bizi yeryüzüne bağlayan, ayaklarımızı yere basmamızı sağlayan ağırlığı da yitirmek anlamına gelmez mi?
Karmaşık meselelere kafa patlatmakla zihnimiz yorulunca kafamız ısınıverir. Denizin dibindeki içi bomboş bir istiridye kabuğu gibi silik hüzünlere batıvermek istiyorum saflıkla. Fakat yanıtlanması imkansız soruların birbiri ardınca kafamda belirmesini hiçbir şekilde önleyemiyorum işte. Kuşku yok buna.
Bu dünyada yitirdiğimiz görüntülerin, uzaklara doğru sürükledikten sonra, sonunda bizim kafatasımızın içindeki bir sahile vurması gibi bir şey mümkün olamaz mı?
İnsanoğlu atom bombasını patlattığı zaman, insanların Tanrı’ya inanmayı bırakıp böceklere dönüştüğüne inanırım ben.
Birisini ne kadar derin bir tutkuyla seversek, buna denk bir ızdırap çekmemiz nedendir acaba?
Sinirlenince karnım hamur gibi yapış yapış olur ve bedenim gitgide taşa dönüşür.
Bazen başkalarının bakışlarının, beni röntgen cihazı gibi kemiklerime kadar görebildiği hissine kapılırım.
Hayat bir insan doğumuyla yeterince kutsanan bir şey değil mi zaten! Ömrün uzunluğundan kısalığından yakınmanın bir alemi yok. Bu sonsuz evrende ha dört yıl yaşamışsın, ha yüz yıl. Ömür dediğimiz şey bir ışığın yanıp sönmesi misali
Bu dünyada yitirdiğimiz görüntülerin, uzaklara doğru sürüklendikten sonra, sonunda bizim kafatasımızın içindeki bir sahile vurması gibi bir şey mümkün olamaz mı?
Biz insanlar, burnumuzun dibindeki manzarayı göremeyiz bazen. Çünkü bakışlarımız keskinliğini yitirmiş duyarsızlaşmıştır.
Akciğerleri olan insanların havayı hissetmemeleri gibi solungaçları olan balıklar da suyu hissetmez.
Insanın hislerinde de yanılması mümkündür ama yanılgı sürekli olmaz.
Son insanlar değil ilk insanlar olacağız biz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her nedense yanı başımda olan insanlar değil benden uzakta olan insanlar daha cazibeli görünürler bana.
İnsanın Tanrı’yla konuşacak zamanının olmaması çok kötüdür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kötü yürekleri hep Tanrı görür.
Birisini ne kadar derin bir tutkuyla seversek buna denk bir ızdırap çekmemiz nedendir acaba?
Taşların, susup her şeyi görmezden gelmekten başka kendilerini koruma çareleri yoktur.
Halen bir kabusun ortasında olduğumu hissediyordum; kendi kendime uzak hayâletimsi bir varlıktım sanki.
Nasıl oluyor da şefkat nefrete dönüşebiliyor?
Ancak birinin gizlerini ortaya çıkarmak o kişiyi incitmek değil midir doğal olarak?
“Biz bu savaşı kazanamayacağız kardeşim ”
Yeni Zelanda, günümüzün Cennet Bahçesi’dir. Dolgun altın sarısı meyveleriyle barış ve huzurun diyarıdır.
Sevgili Meryem Ana, neden her zaman gülümsüyorsunuz?
Sevgili Meryem Ana, yanımda mutsuz bir insan olunca kendimi iyi hissediyorum. Ne kadar alçak bir insanım ben!
Bizim Tanrı’ya inanmamıza karşın O bize inanmıyor mu ki acaba!?
Tanrı, biz insanların her birini tanımaz. Çok fazla insan var dünyada. Dünyanın her yanı insanlarla dolup taşıyor, aynı böcekler gibi. Böceklerin her birinin doğum ve ölümleri ile uğraşmaz. Onların adları yoktur ve hepsinin yüzleri aynıdır. İşte o yüzden böceklerin de böyle saçma sapan inançları falan yoktur. Böceklerin Tanrıları da yoktur. İnsanların böceklerden üstün olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun?
Tanrı Bizi görüyor.
Öyle bir şey yok.
Nasıl böyle konuşabiliyorsunuz Sasaki Bey ama
Savaşta sağ kurtulan herkes bunu biliyor. Atom bombasından kurtulup hayatta kaldığına göre sen de biliyorsundur.
Sevgili Meryem Ana, ne kadar da yalnızım.
Efendim, benim nüfus kütüğümde baba ve ana adı kısmı bembeyazdır. Hiçbir şey yazılı değildir orada. Atom bombası bu kentin yüreğine düştüğü zaman sıfır yaşında olan benim atom bombası deneyimim de o nüfus kütüğünün bembeyaz kısmına gömülüdür.
Ancak birinin gizlerini ortaya çıkarmak o kişiyi incitmek değil midir doğal olarak?
Pasifik Okyanusu’nda vuku bulduğu için Pasifik Savaşı olarak adlandırılan İkinci Dünya Savaşı’nın Uzakdoğu ve Amerika’daki muharebelerinin son aşamasında, insanlık tarihinin o zamana kadarki en korkunç silahı olan atom bombası üç gün arayla, 6 Ağustos ve 9 Ağustos 1945 tarihlerinde Hiroşimalı ve Nagazakili sivilere karsı kullanıldı. Bu büyük şiddetin dehşet verici boyutları ancak 1950’lerin ilk yarısında anlaşılabildi.
Birisini ne kadar derin bir tutkuyla seversek, buna denk bir ızdırap çekmemiz nedendir acaba?
ancak birinin gizlerini ortaya çıkarmak o kişiyi incitmek değil midir doğal olarak?
Her şeyi unutabilseniz, hafiflersiniz tabii. Fakat bu bizi yeryüzüne bağlayan, ayaklarımızı yere basmamızı sağlayan ağırlığı da yitirmek anlamına gelmez mi?
Unutmak beni mutlu eder miydi acaba?
Aslında yeterince uzun yaşarlarsa ınsanlar ister istemez çocukluğa dönüyorlar.
Biz insanlar burnumuzun dibindeki manzarayı göremeyiz bazen.
Benim onunla aşkım bitmedi işte! Bitmeyen aşklar da vardır.
İnsanların bakışları diken gibi batar ve canımı yakar, anlıyorsunuz değil mi? Şu dünya zaman zaman bir bakış cehennemine döner.
Ona olan aşkım diğer yetişkinlerin yaşadığı ölene kadar unutamayacağı türdendi.
Eğer bu dünyada kadınlar ve erkeklerin nüfusu kadar birbirine denk düşüyor ve de bu hesaba göre boşta kalan ben oluyorsam bu ne kadar büyük bir saygısızlıktır.
Her insanın kendini huzurlu hissedebileceği bir yer olduğunu eğer o yeri bulabilirse sıkıntısız biçimde yaşayabileceğini düşünürdüm.
Kimin sırrı olursa olsun hatta gizlenen kötücül bir şey olsa bile o sırrı ortaya çıkarmanın insanın insana yapmaması gereken kötü bir şey olduğunu düşünmemek elimde değil!
Ancak birinin gizlerini ortaya çıkarmak o kişiyi incitmek değil midir doğal olarak?
Aklı bir karış havada bir boşluğum ben! Beyaz bir boşluk. Boşluk öyle bir şeydir ki, onda ne hiçliğe özgü bir derinlik vardır, ne de inancını terk edecek kadar güçlü bir irade. Bu durumdan utanmayı bile beceremeyecek kadar vurdum duymaz bir insanım ben.
“Biz insanlar, burnumuzun dibindeki manzarayı göremeyiz bazen. Çünkü bakışlarımız keskinliğini yitirmiş, duyarsızlaşmıştır.”
“İnsanın hislerinde de yanılması mümkündür, ama yanılgı sürekli olamaz.”
“Aslında, atom bombasından onca insanın yaşamını yitirdiğinin yerde yaşayan biz Nagazakililer için ölülerden korkmak, mezarlıklardan ürkmek son derece anlamsız değil mi sizce de?
Aklı bir karış havada bir boşluğum ben! Beyaz bir boşluk. Boşluk öyle bir şeydir ki, onda ne hiçliğe özgü bir derinlik vardır, ne de inancını terk edecek kadar güçlü bir irade. Bu durumdan utanmayı bile beceremeyecek kadar vurdum duymaz bir insanım ben.
İnsan, yaşlandıkça neden deliksiz ve uzun uykular çekememeye başlar acaba? Ölüm karanlığının korkunçluğu bize yaklaştıkça huzursuz olduğumuz için midir? Sabah olup da rüyalarımız tükendiğinde , sonunda derin bir uykuya dalabileceğimizi ve bu huzursuzluktan kurtulmayı başardığımızı hissettiğimiz anda bu kez gözlerimiz açılıverir. Uyanırız.
Acaba unutmak, belleği yitirmek midir? Yoksa insan unutunca, bellek silinip yok olmaz da zihnimizin içinde bir yerlere kendini gizleyip varlığını sürdürür mü?
Hiçbir günahı olmayan bir çocuk ölecek de, bizim gibi günahkar bir ihtiyar yaşayacak, umursamaz olmayım da n’apayım kardeşim?
Hayat bir insanın doğumuyla yeterince kutsanan bir şey değil mi zaten! Ömrün uzunluğundan kısalığından yakınmanın bir alemi yok. Bu sonsuz evrende ha dört yıl yaşamışsın, ha yüz yıl. Ömür dediğimiz şey bir ışığın yanıp sönmesi misali
Henüz aramızdan ayrılmasının üstünden sadece altı ay geçmiş olmasın karşın, artık Sayaka’nın gülümsemesi belleğimde berrak değil; sadece ve sadece hüzün, bütün bu anılardan sıyrılıp gönlümde bütün canlılığıyla duruyor.
Sevgili Meryem Ana, yanımda mutsuz bir insan olunca kendimi iyi hissediyorum. Ne kadar alçak bir insanım ben! Dahası, yüreğimin derinliklerinde çok daha zalimce düşüncelerin gizli olduğunu seziyorum.
Bu insanların ciltleri irinle kaplanmış, irinlerin üstüne de hep sinekler toplanmıştı. Ölüm istikametine doğru yok olup gitmek üzere olan ruhlara sineklerin, Hala yaşıyor musunuz siz? diye seslendikleri duygusuna kapılmış ve Rahat bıraksanıza onları, bırakın rahat rahat uyusunlar! diye içimden seslenmiştim sineklere.
Mumun sakin ve huzur veren ışığını severim ben. Mum ışığı ne floresan ışığı gibi soğuktur, ne de güneş ışığı gibi göz kamaştırıcıdır. Ne kadar huzur verici bir ışık bu! Bu dünya ile ahiret arasında yanan bir meşale sanki.
Böyle sıkıştırılmaktan bıktım artık yahu! Ne diye şu insanlar, kendi sorunlarını kendileri çözmez ki! Siyasetçi ananız mı sizin kardeşim?
Birisini ne kadar derin bir tutkuyla seversek, buna denk bir ızdırap çekmemiz nedendir acaba?
Belki de Shirotani Hanım bu adamın metresidir, neden olmasın?
Adamın bir karısı vardır, iki kadını birden idare ediyordur; işte buna kızarım ben Eğer bu dünyada kadınlar ve erkeklerin nüfusu birbirine denk düşüyor ve de hep bu hesaba göre boşta kalan ben oluyorsam, bu ne kadar büyük saygısızlıktır, işte tam bu yüzden İncil’de zina yapılmaması gerektiği yazılı.
Sinirlenince kanım hamur gibi yapış yapış olur ve bedenim gitgide taşa dönüşür. Artık canım hiç konuşmak istemez. Doğru dürüst nefes de almam. Zaten çarpıntı sorunu olan kalbim de atmak istemez artık. Yani ben böyle durumlarda taşa dönüşürüm. Her tarafım katılaşır, etraftaki herkes endişelenip bana seslenmeye başlar. Ama her şey benden uzaklaşır ve ben bir başıma sonsuz uzaya bırakılmış gibi yalnız hissederim.
Bitmeyen aşklar da vardır.
Büyüyünce artık “çocukluk arkadaşlığı” falan da kalmıyor zaten, değil mi?
Birisini ne kadar derin bir tutkuyla seversek, buna denk bir ızdırap çekmemiz nedendir acaba?
“ Geçmişin her bir gününü anımsamak ne güzel Ben güzel anıları bile birer birer unuturken hem de ”
aşkın büyüsüne kapılıyorum gitgide
Nasıl oluyor da şefkat nefrete dönüşebiliyor?
Büyük adam olmasa da, çok para kazanmasa da doğru dürüst bir hayat sürmesi yetmez miydi insana?
ancak birinin gizlerini ortaya çıkarmak o kişiyi incitmek değil midir doğal olarak?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir