İçeriğe geç

Muzıkacı Yanko ve Kamyonka Kitap Alıntıları – Henryk Sienkiewicz

Henryk Sienkiewicz kitaplarından Muzıkacı Yanko ve Kamyonka kitap alıntıları sizlerle…

Muzıkacı Yanko ve Kamyonka Kitap Alıntıları

Yakın zamanda öleceğini beklemiyorsa da sağlığına yeniden kavuşacağına da inanamıyordu. Artık bütün ümit ışıkları onun için sönmüştü.
İnsanın ifa edeceği şeyi ifa ettiğini, yaşamaya mahkum olduğu kadar yaşadığını, artık hayatta hiçbir şeyle münasebeti olmadığını hissettiği zamanlar kadar bu dünyada acı zamanlar yoktur. Kamyonka hemen 15 seneden beri devamlı bir ruhî ızdırap ile yaşıyor, hüner ve marifetinin bitip mahvolmasından korkuyordu.
Fikir ve düşünceleri de pencereden gördüğü yapraklar gibi solmuş; tam bu hazana, bu bulaşık zamana ve bu ağır karanlığa uyum göstermişti.
İhtimal ki yalnız çay içtiği için pek ziyade zayıflamıştı. Gerçekte ne yemek, ne çalışmak, ne de yaşamak için iştahı ve arzusu vardı.
Etrafındaki herkesin kendisini terk ettiğini hissediyordu fakat bunda şaşılacak bir şey göremiyordu.
Ancak zayıf, ümitsiz, bitik ve kederliydi. Genel bir halsizlik dizlerinin dermanını kesmişti. Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.
Kamyonka sonbaharda, özellikle ekim ayında bazı günler o derece nemli, kapanık ve o kadar bulutlu olur ki sağlığı yerinde olan insana bile hayatkıran gelir.
, bu ışık Yanko’nun zayıf ruhunun gideceği yolu andırıyordu. Ne âlâ! Hiç olmazsa ölüme olsun geniş, güneşli bir yoldan gidecekti. Zira hayatının bütününü dikenler içinde yürümüştü.
Dünyaya dermansız, zayıf geldi.
“Mutluluğun sebeplerinden hiçbiri, yandığım zaman içtiğim şey kadar temiz ve iyi değildir”
Bazı insanlar, kullanılıp bir kenara atılan bir eşya gibi
Dışarıdan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
Dışardan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
İnsanın ifa edeceği şeyi ifa ettiğini, yaşamaya mahkum olduğu kadar yaşadığını, artık hayatta hiçbir şeyle münasebeti olmadığını hissettiği zamanlar kadar bu dünyada acı zamanlar yoktur.
Ölüler nezdinde, yattıkları mezarların hiçbir ehemmiyeti olmadığını yaşayanlara söylemek boşunadır.
Sonbaharda, özellikle ekim ayında bazı günler o derece nemli, kapanık ve o kadar bulutlu olur ki sağlığı yerinde olan insana bile hayatkıran gelir.
Dışarıdan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
“Dışardan soğuk görünen insanlar,çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.”
Dışarıdan soğuk görünen insanlar,çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
Hiç olmazsa ölüme olsun geniş, güneşli 1yoldan gidecekti. Zira hayatının bütününü dikenler içinde yürümüştü
Dışarıdan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler
Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.
İnsanın ifa edeceği şeyi ifa ettiğini, yaşamaya mahkum olduğu kadar yaşadığını, artık hayatta hiçbir şeyle münasebeti olmadığını hissettiği zamanlar kadar bu dünyada acı zamanlar yoktur.
Dışarıdan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
Mutluluğun sebeplerinden hiçbiri yandığım zaman içtiğim şey kadar temiz ve iyi değildir. Aşkın rüyada bile ziyaret etmediği bir hayat berbattır.
Çok sevdikleri vücutları kaybedenler ömürlerini ne olursa olsun bir şeye rapt etmelidirler. Yoksa başka şekilde yaşayamazlar.
“İşin doğrusunu söylemek gerekirse Kamyonka bilinen herhangi bir hastalığa müptelâ değildi. Ancak zayıf, ümitsiz, bitik ve kederliydi. Genel bir halsizlik dizlerinin dermanını kesmişti. Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.”
Çok sevdikleri Paris’in dışına çıkamayan Fransız yazarların çoğunluğunun aksine Sienkiewicz’in insanların sadece belli tiplerini ele almaması, onları ülkenin sadece bir yerinden seçmemesi, Sheakespeare ve Molière ile kendisini bu noktada ortak kılmaktadır.
Sienkiewicz, Zola’nın suçu, hastalığı, leş gibi kokan şeyleri ve tezeği sevmesinin aksine yeşil bahçeleri, çiçek kokularını, sağlığı ve erdemi tercih etmektedir.
Bazı insanlar, kullanılıp bir kenara atılan bir eşya gibi, bir kitabı da bitirdikten sonra bir köşeye atarlar. Fakat bazıları da kitabı ellerinden bırakmadan önce kendilerini en çok etkileyen yerlerin altını çizerler. Daha sonra bir kitabın içerisinden bir uyarıcıya ihtiyaç duyduklarında ve bir kitabın ahengini aradıklarında işaretledikleri yerlere, yani kendi düşüncelerine geri dönerler.
Çok sevdikleri vücutları kaybedenler ömürlerini ne olursa olsun bir şeye rapt etmelidirler. Yoksa başka şekilde yaşayamazlar.
Kamyonka bilinen herhangi bir hastalığa müptelâ değildi. Ancak zayıf, ümitsiz, bitik ve kederliydi. Genel bir halsizlik dizlerinin dermanını kesmişti. Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.
Sonbaharda, özellikle ekim ayında bazı günler o derece nemli, kapanık ve o kadar bulutlu olur ki sağlığı yerinde olan insana bile hayatkıran gelir.
Bazı insanlar, kullanılıp bir kenara atılan bir eşya gibi, bir kitabı da bitirdikten sonra bir köşeye atarlar. Fakat bazıları da kitabı ellerinden bırakmadan önce kendilerini en çok etkileyen yerlerin altını çizerler. Daha sonra bir kitabın içerisinden bir uyarıcıya ihtiyaç duyduklarında ve bir kitabın ahengini aradıklarında işaretledikleri yerlere, yani kendi düşüncelerine geri dönerler. Çünkü bu hissettikleri düşünceler bir yazarca ifade edilmiştir.
İnsanın ifa edeceği şeyi ifa ettiğini, yaşamaya mahkum olduğu kadar yaşadığını, artık hayatta hiçbir şeyle münasebeti olmadığını hissettiği zamanlar kadar bu dünyada acı zamanlar yoktur.
Gerçekte ne yemek, ne çalışmak, ne de yaşamak için iştahı ve arzusu vardı.
Dışarıdan soğuk görünen insanlar, çoğunlukla pek derin ve pek uzun sevmek nedir iyi bilirler.
Çok sevdikleri vücutları kaybedenler ömürlerini ne olursa olsun bir şeye rapt etmelidirler. Yoksa başka şekilde yaşayamazlar.
Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.
“Yanko! Lutf-ı İlâhîye yakın ol!”
ziyadesiyle ona özlem duyuyordu
O derece su serpti ki çocuk mini mini gözlerini kırpmaya başladı.
Zusya dedi ki:
“Sen beni unutmadın. İşte bak, ben de geldim. Senin için hafif bir ölüm istedim.”
Bir kadeh sıcak çay getiren olsa Allah bilir nesi varsa verirdi.
“Benim işim başımdan aşıyor. Günde iki defa gelmek benim için güç geliyor. Benim iyi mösyöm, siz bir tane rahibe tutmalısınız. Rahibe az para alır fakat hastaya pek iyi bakar ”
Kamyonka hemen 15 seneden beri devamlı bir ruhî ızdırap ile yaşıyor, hüner ve marifetinin bitip mahvolmasından korkuyordu. Şimdiyse emin olmuştu. Sanatın bile kendisini terk ettiğini acı acı düşünüyordu. Kemiklerinde de yorgunluk ve zafiyet duyuyordu. Yakın zamanda öleceğini beklemiyorsa da sağlığına yeniden kavuşacağına da inanamıyordu. Artık bütün ümit ışıkları onun için sönmüştü.
Sanat, sanatkârı kurtardı.
İşin doğrusunu söylemek gerekirse Kamyonka bilinen herhangi bir hastalığa müptelâ değildi. Ancak zayıf, ümitsiz, bitik ve kederliydi. Genel bir halsizlik dizlerinin dermanını kesmişti. Ölüme gıpta etmiyor fakat yaşamak için gerekli kuvvetin kendisinde bulunmadığını hissediyordu.
..iyi ve güneşli günlerde bile odaya ancak esmer ve kederli bir parlaklıkla girebiliyordu.
Bu günlerde iş odası, koca bir harabe kadar kederli görünüyordu.
Muhafız onu yere yatırdı. O yırtık, küçük gömleğini kaldırarak var kuvvetiyle çocuğa vurdu. Yanko, yalnız o zaman, “Anneciğim!” diye bağırdı. Muhafızın indirdiği her değnek darbesinde “Anneciğim! Anneciğim!” diye, fakat gittikçe pes ve boğazlanırcasına bağırdı. Bu darbelerden birini müteakip sustu. Artık anneciğini çağırmadı.
Zavallı kırık keman!
“Hain, ahmak muhafız, çocuk böyle mi dövülür? Bilhassa bu zayıf, sıska, doğduğundan beri yaşar yaşamaz bir hâlde bir çocuk!”
Çocuklar için biraz merhamet etmek lazımdır. Bir defa daha hırsızlığa cesaret edememesi için muhafız çocuğu alsın kamçılasın. Bu hüküm iyidir. Bitti gitti.
Muhafız bekçiydi. Çağırdılar, “Al bunu. İyice bir ders ver.” dediler.
“Kimdir o?” diye sordu.
Yanko nefesini tuttu. Fakat o kalın seda yine tekrar etti:
“Kimdir o? ”
Duvarın üzerinde bir kibrit parladı. Oda aydınlandı. Sonra Ah! Aman Allah! Küfürler, darbeler, bir çocuk ağlaması, bir imdat çığlığı! Ohh! Aman Ya Rabbi! Köpeklerin havlamaları işitildi. Pencerelerin arka taraflarına ışıklar koşuyordu. Bütün köşk halkı ayağa kalktı.
Yanko avratotları içinde iken kendisini çalılar arasında duran bir küçük vahşi hayvan zannediyordu. Şimdi kendini, tuzağa düşmüş bir hayvan gibi telakki ediyordu.
O namuskâr çobanaldatan, çocuğun başı etrafında sessiz bir uçuşla döndü, dolaştı, “Hayır, hayır Yanko, gitme!” diye bağırdı. Fakat çobanaldatan uçtu gitti. Bülbül kaldı. Ara kitonlar da açıktan açığa “Kimse yok!” diye mırıldanıyorlardı. Keman yeniden parladı. Kendi üzerine toplanmış olan bu küçük sabit şekil kararlı bir ihtiyat ile usulca ona doğru kaydı. Bülbül yavaşça öterek, “Git, git al!” dedi.
Gece açık ve aydınlıktı. Bülbül, köşkün bahçesindeki gülün üzerinde ötmeye başlamıştı. Evvela düdük gibi öttü, sonra sesi daha yüksekten “Git, git onu al!” diye aksetti.
Bazen Yanko kemanı görmek için dulavrat otları arasından ta kapısı açık duran kilere kadar usulca gidiyordu. Keman her zaman kapının karşısındaki duvarda asılı bulunduğundan Yanko gözleriyle bütün ruhunu ona yolluyordu. Zira bu keman ona mukaddes, el sürülmez, yanına yaklaşılmaz bir şey gibi geliyordu.
“Hâlâ evine dönmeyecek misin küçük şeytan!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir