Rasim Özdenören kitaplarından Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler kitap alıntıları sizlerle…
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler Kitap Alıntıları
&“&”
“Putların biçimi ve niteliği somuttan soyuta değişik yollardan tezahür edebilir ama onların put olma mahiyeti değişmez. “Benim hiçbir putum yok” diyem biri bile, eninde sonunda kendi zatını put haline getirmiş olmuyor mu?”
“Bilimle din, ahlakla din, hukukla din hep ayrı ayrı mütalâa edilmektedir. Hatta bilim ahlâkı ile din ahlâkı gibi ayrımlar bile yapılmaktadır. Oysa bu ve benzeri ayrımların İslâmi bağlamda yer olmadığı açıktır.”
…
“Yani bugün geçerli bulunan “bilimsel zihniyeti” esas kabul edip bu zihniyetle dine bakmak yerine bilime, fenne, ahlâka her şeye dinin kazandırdığı zihniyetle bakmak ve bu bakışı hâkim kılmak görev kabul edilmelidir.”
…
“Yani bugün geçerli bulunan “bilimsel zihniyeti” esas kabul edip bu zihniyetle dine bakmak yerine bilime, fenne, ahlâka her şeye dinin kazandırdığı zihniyetle bakmak ve bu bakışı hâkim kılmak görev kabul edilmelidir.”
“Günümüzde yaygın Müslüman tipi, eskiden öğrendiği bazı yanlışları terk etmeden, o yanlışlar üzerine bina kurmak isteyen öğrenciye benziyor. Sonraki bilgiler ne kadar doğru olursa olsun, yanlış bir temel üzerine bina edilen bilgiden doğru sonuç çıkmaz.”
“İrfan dediğimiz meleke, insanı yalnızca bildiklerinin sınırı içinde bırakmaz, insan irfanla bildiklerinden bilmediklerine de varır.”
Nitekim ihtiyaçlar sonsuzdur" varsayımından yola çıkanların gözünü bu dünyanın hiçbir şeyi doyurmaya yetmiyor ama yetinmesini bilenler sahip oldukları nimetlerin şükrünü nasıl eda edeceğini bilemiyor.
“…teknoloji kendi başına bir kötülük sayılmayabilir. Kötülük, teknolojinin programlanmasından doğar. Başka bir deyişle, insanın teknolojiye yaklaşmasındaki niyettir belirleyici olan. Teknolojiden niyetin yöneldiği hedefe göre hâsıla elde edilir.”
“…bazı çiftliklerde kimyasal maddeler katılarak gerçekleştirilen yapay döllenmelerle benzeri olmayan hayvanlar elde diliyor. Bu tür denemelerle kulaksız, burunsuz, anadan doğma tüysüz, görünüşleri hemcinslerinden farklı, bazılarının ön ayakları, bazılarının arka ayakları kısa ve her halükarda böyle yaratılmış olmaktan ıstırap çeken köpekler üretilmiş. Ne için? Sırf bu köpeklere sahip olmak suretiyle başkalarından farklı görünmek isteyen, böyle meta haline getirilmiş olduğunu unutarak tatmin arayan insan için.”
Ölmeden önce ölünüz" tavsiyesi, Batının haz felsefesinden ayrı bir alana çağırır insanı.
Bu yüzden an" bir haz ve lezzet aracı olarak kullanılmaz, kul olma bilincinin yüklenildiği bir fırsat olarak değerlendirilir.
An içinde yaşamak O’na(cc) kul olma bilincini duyurduğu ve birazdsn öleceği gerçeği bur fırsatı elinden alacağı bir anlam taşır.
Yürürlükteki durum, büyük ölçüde insanin nefsaniyetine hitap ediyor. Oysa İslam nefs terbiyesini teklif ediyor; nefsini, nefsanî arzularını putlaştırmış olanlarsa putlarına kimseyi dokundurtmak istemiyor.
&‘Dini, hayatın herhangi bir şubesi olarak değil fakat bütün hayatı kapsayıcı bir mütearife diye görmek de dini görevimiz sayılmalı.’
&‘Batı insanı, İslamı reddederken bilinçli bir tutum içindedir. Batılılaşmış insanın tutumu ise sadece bir kör inanç halinde belirmektedir . Batılı neyi? niçin reddettiğinin bilincindedir. Batılılaşmış insansa önyargıyla reddediyor fakat anlamak için heves belirtisi göstermiyor’
İslâm hakkında İslâm dışı dünyanın kullanmaya başladığı akılcı, hoşgörülü, bilimci, çağdaş gibi sıfatlandırmalardan hiç birinin İslâm’la ilgisi bulunmadığının altını çizerek tekrarlamak istiyorum.
İslâm’da aklı aşan şeyler vardır, fakat akla aykırı bir şey yoktur."
Müslüman, kendi kültürüne soyut olarak ondan hoşlandığı, ondan zevk aldığı için değil, kendi hayatı ancak kendi kültürüyle gerçekleşebileceği için bağlıdır."
İslam, her hususta olduğu gibi giyim kuşamda sadeliği değil de gösterişi öngörmüş olsaydı bile, Müslümanlar arasında giyim kuşam teşhirciliği böyle bir noktaya ulaşmazdı.
İletişim araçlarının geçmişin hiç bir döneminde görülmediği biçimde çoğaldığı ve günlük hayatımızı doğrudan etkilediği bir dünyada, insanların fertler olarak iletişimsizlikten bu kadar yakındığı bir tablo ile karşılaşılıyorsa, bu işte de bir bozukluğun olduğunu teslim etmek zorundayız demektir.
Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir.
Kısacası, birazdan gelecek ölümü unutabilmek için, şu anda elimde bulunan imkanlarımı kullanmalıyım. Çünkü birazdan ölüm gelecek ve şimdi elimde bulundurduğum imkanları ebediyen kaybedeceğim.
Onun meselesi artık paranın değerinin düşmesinden meydana gelen farkın faiz olup olmadığını düşünmek değildir ;dikkati doğrudan doğruya faizsiz işleyen bir iktisadi yapının nasıl gerçekleşebileceği noktasında toplanır.
Fakat bir Müslüman için, en olumsuz şartlarda bile Müslümanca yaşamanın yolu açık bulunur.
Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar vur çatlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarını nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.
Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da, Güney Amerika’da, açlıktan kemikleri çıkmış bebelerin resmini çektirmek İçin yarışa giren ve bu yarışta binlerce lirayı bir kalemde sarfedebilen gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyada, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhabiri altın madalya ile taltif edilirken, fotoğrafı çekilen aç bebenin sırtından para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanların kendi halleriyle başbaşa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek.
….. İnsanın düşünce ve davranış kalıplarını değiştirmesi, onu bir başka kalıp içine sokması kolay değildir. Yeni bir ayakkabıya, yeni bir giysiye alışmak bile bir zaman alır. Yeni ayakkabı icinde insanın yürüyüşü değişir.
Kuyruk altına üşüşmüş sinekler üzerine "sinekler olmasaydı" diye düşünce getirmek felsefenin işiyken, harekete geçip sinekleri kovmak dinin işlevi oluyor."
Halen, yeryüzüne hâkim olan hayat tarzı Müslümana yabancı bir dokuda yağılanmaktadır. Bu hayat tarzının tehlikesi Müslümanı, farkında olmadan, İslam dışı emrivakiye itaat etmeye razı kılıyor olmasıdır.
Müslümanın günlük yaşantısının hiçbir cüzü dinin dışında yer tutmaz.
Daha en az kırk milyar insanın rahatlıkla barınabileceğinin hesaplandığı bir dünyada, kırk katlı binaların yapılmasına rağmen insanların mesken sıkıntısından şikâyetçi olmaları önlenemiyorsa, burada da akla aykırı bir düzenin işlediğinde şüpheye düşmemeli.
Doğmuş çocuğu beslemek için sarf edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir.
Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarını nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.
Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da, Güney Amerika’da, açlıktan kemikleri çıkmış bebelerin resmini çektirmek için yarışa giren ve bu yarışta binlerce lirayı bir kalemde sarf edebilen gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyada, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhabiri altın madalya ile taltif edilirken, fotoğrafı çekilen aç bebenin sırtından para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanların kendi halleriyle baş başa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek.
Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde, başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun on mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu ileri sürmek için zeki olmak şart değildir.
Garaudy şöyle söylüyordu: Batı rönesansı, Müslümanlardan sadece tecrübe (deney) metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı." Basit gibi görünen bu cümle, bu basitliği içinde Batı tefekkür tarzı ile İslâmi tefekkür tarzı arasındaki önemli farklılığı işaret etmektedir.
Dini ibadet" derken sanki dini olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. İbadeti Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir seremoni, bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok elbet. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır?
Fakat yan yana getirilen bu iki kelime (din ve adam: din adamı) gerçekte o kadar masum değildir. İslâm’da din adamı"ndan bahsedilmesi, din adamı diye bir sınıfın, bir mesleğin mevcut bulunduğu izlenimini uyandırır.
İslama göre yaşam tarzı derken, bu yaşamı yalnızca davranışlara yansıma anlamında kullanmıyoruz. Aynı zamanda çevreye karşı takınılan tavrın, dünyanın gidişatına müdahale hususundaki mülahazanın da İslam’a göre biçim almış olması gerekir.
Evet, maddi olarak yığınla şey bilinir. Fakat bu bilgi onu, İslam’ın ruhuna uygun tarzda düşünmeye götürmez.
İslam’ı kavramak derken belki herşeyden önce onun bir zihin fantezisi değil, yaşanabilir bir hayat tarzı olduğunu anlamak gerekiyor.
..bir amelin Allah’ın rızası için olması bu korkunun ve bu umudun bir adım daha ötesindedir.
Bir başına kalmış da olsa, Hak bildiği davranışı uygular.
Müslümanca davranış, bazı temel ilkelerde, kişiyi kendisiyle yalnız bırakır, başkalarının hangi eğilimde olduğu hesap dışı tutulur. Yani, kişi hak bildiği yolda, başkasından yardım beklemeden, başkasının ne diyeceğini umursamadan, kararını o yönde oluşturur ve bir başına yola çıkar.
Başka bir mesele de, oyu çoğunluktan yana olanlarda bile kişisel sorumluluk duygusunun zayıflamasıdır.
Çoğunluğun belirli eğilimler üzerinde olması, o eğilimlerin doğruluğu, haklılığı üzerine kanıt sayılması da, bu durum, bir kanıt gibi öne sürülür. Gerçekteyse, hakkın mutlaka çoğunluğun eğilimi yönünde olması diye bir kural yoktur.
İslâm dışı sorulara İslâmi cevaplar aramak zorunda kalarak boşuna uğraşmış ve İslâmi bir ortamda yeri olmayacak düzmece problemlere cevap araştırmak gibi faydasız bir işe girişmiş oluruz.
Kararların çoğunluğun eğilimleri yönünde oluşturulduğu yerde, azınlık arasında kalan bireyler, kendi kişilikleri üzerinde kuşkulu izlenimlere kapılabilirler.
Gide gide insanda, kendi kişiliğine saygısız, kendine hiçe sayan, olumsuz, yıpratıcı fikirler oluşur.
Ben, günümüzün değişikliklerine aldırmadan, sağlanan kolaylıklardan yararlanmayı düşünmeden, hatta onlara meydan okurcasına kendi köşesinde birer Don Kişot saffetiyle İslam’ı yaşayabilen insanlara imrenilmelidir, diyorum.
Karşılık beklemeden, amellerini salt Allah rızası için eda ederek Allah’ın rızasına nail olanlar, Allah &‘ın vadettiklerini umarak amel işleyenleirn umdukları bütün nimetlere ulaşırlar.
Bir hüküm yahut uygulama İslâm’a aykırı olmayabilir veya İslâm’ın koyduğu hükümlerle çatışmayabilir; fakat buna rağmen o hükme yahut uygulamaya gene de İslâm’idir demek imkânı bulunmayabilir."
Elimizdeki araçlar bizim onu kullanış amacımıza göre bir değer kazanır. Musa Peygamberin âsâsı da âsâydı, sihirbazınki de… Ama biri bir emri yerine getirmek için kullanıyordu onu, diğerleri sihir için."
Kapitalist mantığın verilerine göre düşünenler faizsiz bir iktisadi ve ticarî hayatın nasıl sürdürüleceğine akıl erdiremez. Çünkü kapitalist mantığa göre ortada mutlaka para alıp satan bir müessesenin varlığı gereklidir. Para alıp satan müesseseyi (banka) kaldırdınız mı, kapitalist iktisa diyatın temelini dinamitlemiş olursunuz.
Eleştirilerin sayısız örnekleri var, hepsinin ortak noktası İslâm’a İslâm’ın dışında kalan bir mantıkla yaklaşma çabasında görülüyor.
Kapitalist Batı’da olsun, sosyalist Batı’da olsun Türkiye ve benzeri ülkeler için birtakım iktisadi kalkınma" programları hazırlanmıştır. Bu programların çoğu “iktisadi kalkınma" adı verilen bir "bilim" çerçevesinde öngörülmektedir. Aslında Batı için mesele olan şey, geri kalmış diye baktığı ülkelerin derdine derman olmak değil, fakat mevcut sömürü düzeninin sürdürülme imkânlarını "bilimsel bir tabana" oturtma endişesi ve gayretidir.
Mevcut durum, bu kendine ait olmayan bir hayat tarzı içinde yaşama gerçeği, o kadar kanıksanmış ki, gelen her yeni nesil hâlihazırdaki gerçekle" dünyaya gözlerini açtığından, bu gerçeği aynı zamanda Müslümanların içinde yaşaması gereken olağan ve doğru bir durum diye algılayabilmektedir.
Müslümanların, halen içinde yaşadıkları gerçekler, aslında onların yaşaması gereken gerçekler değildir. Müslümanlar, halen dünyanın her yerinde kendilerine ait olmayan bir hayat tarzını yaşıyor.
Müslümanlar özellikle geçen yüzyılın ortalarından itibaren, İslâm dışı dünyaya, Müslümanca görüşle değil, hümanistçe" bir tutumla bakma çabasında oldular. Böylece, İslâm dışı dünya, İslâm’ın emrettiği müsamaha ruhu çerçevesinde değil, fakat hümanistlerin telkin ettiği sözde müsamahalı tutumla görülmeye başlandı. Bu görüş tarzı, Allah’ın razı olduğundan razı olmamak gibi bir neticeye müncer oluyor.
Batılı, neyi, niçin reddettiğinin bilincindedir. Batılılaşmış insansa sadece anlamadığı için reddetmektedir.
Bir lokma, bir hırka" tavrını karalayan kapitalistlik anlayış sahipleri, Müslümanlar arasında tüketim alışkanlığını kamçılamak istemişler, Müslümanlarda mal düşkünlüğü meydana getirmeye çalışmışlar, böylece kendi mallarına karşı bir piyasa oluşturmaya girişmişlerdir. Şimdi günümüz Müslümanı ihtiyaç duymadığı malı satın almak zorunda kalıyorsa, bu, kapitalistik dayatmanın baskısına yenik düşmesinden ileri geliyor. Bu durumun kimin işine yaradığını söylemek bile fazla.
Ne var ki, Asr-ı Saadet Müslümanlarının içinde yaşadığı dünyaya karşı takındığı tavırla günümüzde kendisine Müslümanım diyenlerin tavrı arasındaki fark göz ardı edilemeyecek kadar derindir.
İsteyene ver Cenneti
Bana Seni gerek Seni
(Yunus Emre)
Bana Seni gerek Seni
(Yunus Emre)
…materyalist kafa yapısının gaye diye tanıdığı ve beklentisinin nihayetine yerleştirdiği her türlü refah ve huzur İslami hayat tarzında gerçekleştirebilmesine rağmen, Müslüman sözü edilen beklentilerin hatırına itibar etmez. Çünkü onun için Allah’ın(cc) hatırını önüne geçebilecek başka hiç bir değer ve gayenin bulunabileceği var sayılmaz.
Emredici hükümlerin alanıyla mizacımıza hoş gelen, hatta yapılması teşvik edilmiş olmakla birlikte emir mahiyetinde vazedilmemiş bulunan hükümleri birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Oysa Müslüman, çağın gözüyle İslam’a bakmaz, İslam’ın gözüyle çağa bakar.
“Kavram karıştırmaları yüzünden Müslümanların kafasında meydana gelen teşevvüş(karışıklık), bazı Müslümanların Batı teknolojisinin üretimlerinin gözlerde büyütülmesine yol açmıştır. Bunların önemsenecek şeyler olmadığının anlaşıldığı gün, Müslümanların hayatında yeni bir safha başlayacak…”
Bugün mevcut olan durum, büyük ölçüde insanların nefsaniyetlerine hitap etmektedir. Oysa İslâm insanların nefslerini terbiye etmesini teklif ediyor; nefsini, nefsanî arzularını putlaştırmış olanlarsa putlarına kimseyi dokundurtmak istemiyor.
Bati uygarlık dairesinin içinde yer almamak, öncelikle İslam’ın bilincine varmak la gerçekleşebilir.
Aynı zamanda kötülüğü ortadan kaldırabilmek için mücadelede bulunmak gerekiyor, aksi taktirde kötü bir dünyada sayılmayacak kadar iyi Müslüman bulunduğunu söyleyebilirdik, ama bu kadar iyi Müslümanın yaşadığı bir dünyanın nasıl olup da iyi ol adığını izah edemezdik.
Günümüz Müslümanında, teslimiyetteki hasbilik bir ölçüde ortadan kalkmıştır. O, İslam’ı yanlız ona teslim olmaktan ibaret bir vetire olarak görmüyor sanki: teslim olmakla birlikte, bazı beklentilerde aranıyor.
İslâm’ın Batı kültürüyle uzlaşmaz durumunu bizzat Batı iyi bilir. Bu nedenle Batı, İslâm kültürünün ve Müslüman insanın enkazına bile tahammül etmekte zorlanır. İşte Müslüman bu durumun farkında olmalı…
Batı, bizim içimizde, bizi kendisi gibi gören ve değerlendiren bir kadro yetiştirmiştir. Kamuoyu oluşturan iletişim araçları büyük ölçüde bu kadronun elinde bulunuyor.
Böylece bilim, ahlâk, hukuk vb. her şey dine göre bir anlam kazanır; yoksa din onlara göre değil…