İçeriğe geç

Musa’nın AKP’si Kitap Alıntıları – Ergün Poyraz

Ergün Poyraz kitaplarından Musa’nın AKP’si kitap alıntıları sizlerle…

Musa’nın AKP’si Kitap Alıntıları

“Her grubun bir alıcı temsilcisi var. 2. Grup alıcı temsilcisi Osman Öztürk. Bu grupta şu isimler var:

AKP İstanbul milletvekili: Egemen Bağış.
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un eşi: Şaziye Koç.
AKP Kahramanmaraş milletvekili: Hakkı Köylü.
AKP Gümüşhane milletvekili: Sabri Varan
AKP Muğla milletvekili: Seyfettin Terzibaşıoğlu.
AKP Adana milletvekili: Zeynep Tekin Börü.
AKP Çanakkale milletvekili: Mehmet Daniş.
AKP Yozgat milletvekili: Bekir Bozdağ.
AKP Karaman milletvekili: Mevlüt Akgün.
AKP Bayburt milletvekili: Suat Pamukçu.
AKP Kastamonu milletvekili: Suat Çil.
Köksal Toptan’ın eşi Saimi Toptan adına da ev alındı”

Sağ elimi sol eliyle sıkıca kavradı; sanki koparır gibi. Kamuflajın sağ cebine elini uzattı, diğer elini. İki bilezik çıkardı. ‘Bunları nişanlıma bugün takacaktım. Nasip olmayacak. Sen ver’ dedi.

‘Ağzından yel alsın aslanım’ dedim.

Su almaya gitmiştim, döndüğümde onu bulamayacağımı nereden bilirdim. Dünya başıma yıkılmıştı. Daha dün ikisiyle de ne tatlı muhabbetler etmiştik. Ne plânlar yapmıştık.

Bacağından aldığı iki kurşunla kaybetmiştik yiğidini. Kan kaybından. (s.204-205)

– AKP’li: Tezkerenin mecliste reddedilmesine çok kızmıştık. ABD Savunma Bakanı arkamızdaydı. Kendimizi çok güçlü hissediyorduk.

– Ordunun sessiz kalacağını mı düşündünüz?

– AKP’li: Biz değil, Wolfowitz öyle düşündü. Türk askerlerinin başına çuval geçirilince, Genel Kurmay Başkanı Özkök ve diğer Kuvvet Komutanları Paşaların, o günkü harekâtın nöbetçisi Büyükanıt’ın istifa edip emekli olacaklarını öngörmüştük. Eğer o gün paşalar istifa etseydi, bizim Genel Kurmay Başkanımız hazırdı.

– Kimdi?

– AKP’li: Onu söyleyemem.

– AKP’li: Çok büyük, çok fahiş bir hata yaptık. Zaten, Wolfowitz Türk ordusunu bizimkilerin teklifi üzerine cezalandırmaya karar verdi.
– AKP’li: Yahu o olayı hiç sorma. O Wolfowitz’in halt yemesi. Bizimkiler (AKP’liler), ‘tezkerenin öcünü TSK’den alalım’ diye ona akıl vermiş.’
Vatan Gazete’inden Can Ataklı, Erbakan’a en yakın isimlerden olan Ahmet Akgül’ün kitabında yer alan Çuval Olayı ile ilgili ilginç açıklamalarda bulunuyordu:

Piyasada satılan bir kitapta diyor ki ‘Erdoğan ve Gül, tezkerenin geçmesinde kendilerine destek olmayan Silahlı Kuvvetler’i cezalandırmak için Amerika’dan bir şey yapmalarını istedi. Onlar da Türk subay ve askerlerinin başına çuval geçirdiler’

Ahmet Akgül isimli Milli Görüşçü yazara göre, Türk subaylarının başına çuval geçirilmesinden sonra Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın istifa edeceği hesaplanıyordu. Ancak asker olaya çok öfkelenip yönetime el koymaya kalksaydı, Amerika, Erdoğan ve Gül’ü kaçıracaktı.

“Çok yüzlü, çok dönek `Dün dündür, bugün bugündür´ şeklindeki siyaset anlayışına karşıyız…”
“İncirlik’te Türk işçisine saldıran Amerikan köpeklerinden hesap soracağız. Irak’ta, İmam-ı Azam’ın türbelerini her gün bombalayan Amerikan katillerinden hesap soracağız…”
“Bizler bireyler olarak dindar olmanın gayreti içindeyiz. Bunun ötesinde din temsilciliği, din partisi gibi şeyler kesinlikle yanlış. Dinci parti de olmayacağız. Aramızda dindar olmayanlar da yer alabilir. Bizler ancak birey olarak dindar olabiliriz, o kadar.”
“Kendimizi FP’nin devamı düşünmüyoruz. Popülizmden, abartıdan uzak, gerçekçi olacağız. Tek kişi partisi olmayacağız…”
Ülkede nereden çıktığı belli olmayan bir puşt, pardon kuş gribi çıkıyor, milyonlarca tavuk katlediliyor; anında Unakıtan’ın oğlu yumurta sektörüne girerek kazancına kazanç katıyordu. Mısır ithalatında Unakıtan’ın oğlu lehine şans (!) eseri indirimler yapılıyor ve oğul dolarları depoluyordu. Maliye Bakanı, oğlunun ithal ettiği mısırlar için “Tavuklar yedi, kaka oldu” diyordu.
El Kaide örgütü Usame Bin Ladin’e destek sağladığı için Birleşmiş Milletler’in “yasaklılar” listesine aldığı, ABD’nin mal varlığına el koyduğu Yasin El Kadı’nın Türkiye’deki şirketine sağlanan 4.6 trilton Lira’lık vergi kolaylığının, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın imzalı onayı ile yapıldığı ortaya çıkmıştı…
İncili Çavuş’un meşhur fıkrası vardır: Padişah ‘öyle bir şey yap ki, özrün kabahatinden büyük olsun!’ demiş Padişah merdivenden çıkarken İncili Çavuş yaklaşmış, arkasına el atmış, padişah hızla dönünce, özür dilemiş:

‘Affedersiniz padişahım, özür dilerim, sizi valide sultân sandım!’ Bunlarınki de o hesap!

Gaflet uykusunda iktidar rüyası mı görüyordunuz?
Hicri 1383, yani 1963 yılında Mekke’de yayımlanan Rabıta örgütünün (Rabıta-al Alam Al-İslâm) tüzüğünde, örgütün amaçları Müslüman ülkelerde yönetimin İslâmcı kurallara göre olmasına çalışmak, hacca gelenlerden İslâm misyonerleri yetiştirmek, İslâmcı yayımları desteklemek olarak açıklanmıştır.
Herhalde, Bereket Vakfı moda deyişle ‘Atatürk İlke ve İnkılâpları’nı yayma amacıyla kurulmadı.
Tayyip’in danışmanı Egemen Bağış ve Devlet bakanı Ali Babacan Bilderberg toplantılarının müdavimleri arasında yer alıyorlardı.
Petkim’i Yahudi, Ermeni ve Rum ortaklığına satıyorlardı.
Sabahattin Zaim Abdullah Gül gibileri bulup kullanacaksınız diyen bir isimdi.
“Önce güneş hava su sonra bol gıda gelir, akşama babacığım unutma Ülker getir!”
“İmparator olmak istiyorum
Silkelemek istiyorum Doğu’yu,
Titretmek istiyorum Müslümanları,
Konstantinopolis benim olmalı…”

Ermeni Hrant Dink’in “Türk’ten boşalacak zehirli kanın, Ermeni’nin temiz kanı ile değişeceğini” söylediği ve İstiklal Marşı’na karşı yaptığı saygısızca açıklamaların ardından Ülker grubu çıktayı yükseltiyor, Mozart isimli masonu göklere çıkaran yayın ve etkinlikleri, Müslüman Türk milletinden kazandığı paralarla finanse ediyordu.

“İstanbul, ülkemizde diğer 80 ilin yönetildiği modelle yönetilememektedir. İstanbul özel yönetimi, İstanbul’u yaşanabilir kent yapacaktır.”
Kaldı ki, Hizbullah militanlarının DGM’de avukatlığını yapan M. Ali Bulut AKP kurucusu ve milletvekiliydi.
“…Sayın Öcalan’ın durumuna gelmek istiyorum. Sayın Öcalan düşüncelerinin değil, şu anda, almış olduğu KELLELERİN hesabını veriyor…”
“Nimet şükrettiğin zaman baki kalır.”
Başbakan Erdoğan, Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’e Türkiye ziyareti sırasında ne kadar maaş aldığını sormuş ve “Schröder’e ne kadar maaş aldığını sordum. 15 bin Avro alıyormuş. Bizimki 3 bin küsür Avro. Ticaret yapmasam bu maaşla geçinemem” demişti.
“Kişinin haysiyeti dilinin altında gizlidir.”
“Sana ihtiyacını arz eden kimsenin ihtiyacını yerine getirmek vacip olur.”
AKP döneminde bedava dağıtılan Din Kültür ve Ahlâk Bilgisi kitaplarında Veda hutbesinde geçen; “Allah Resûlünün sünneti” ifadesi çıkarılıyordu.
AKP döneminde “Din Kültür ve Ahlâk Bilgisi” kitaplarından Kelime-i Tevhid’in ikinci bölümü olan “Muhammed-ün Resûlullah” ifadesinin çıkartılması inançla nasıl oynandığının, bunu yapanların ne denli İslâm’la ilgilerinin delilidir.
`Amerika gibi, din lehindeki ciddi çalışan muazzam bir devleti, kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslâmiyet’le olabilir…

Eskiden Hıristiyan devletler bu İttihad-ı İslâm’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve İttihad-ı İslâm’a (İslâm Birliği) taraftar olmaya mecburdurlar´…

Şeyh Sait ayaklanma sırasında bacanağı Binbaşı Kasım’a “Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten daha üstündür” diyor, bacanağı da tanıklık yaptığı mahkeme de bu sözleri onun yüzüne karşı anlatıyor ve zabıtlara geçiyordu:

“İşittiğim odur ki, Şeyh Sait, `din için kıyam farz oldu demiş. Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten daha üstündür´ demişti.”

Said-i Kürdi namı diğer Said-i Nursi’nin intikamını almak istediği Şeyh Sait, bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı’na katılmayan, bu dönemleri Türk askeri ve devletine yapacağı ihanetlerin planlarını tasarlamakla meşgul olarak geçiren bir haindi. Bu hainliğin cezasını da asılarak ödedi.
Yarı deli de olan Said-i Kürdi, Kurtuluş Savaşı sırasında insanlarımızı sırtından vuran Kürt Teali Cemiyetini’nin 3 numaralı kurucusudur.
“Bugünlerde rahatsızlık için “Evrad-ı Bahaiye”yi ezber değil, kitaba bakarak okudum. Ahirinde, İhtitam-ı Bahaiye olan hatimesini bilemediğimden eskiden beri okumuyordum. “Haydi, bir defa da bunu okuyayım” dedim. Gördüm ki, bir sahifede ve uzun altıbuçuk satırında, on dokuz defa “nur, nur, nur…” kelimeleri… Kati kanaatim geldi ki, Şah-ı Nakşîbend, Gavs’ı Azam gibi Risale-i Nur’u ve kudsi hizmetlerini keşfen müsahade edip tahsinkârane haber vererek ona işaret, ediyor. Ben de, yalnız o altı satırı ve baştaki satırı ve ahirdeki satırı ile otuz senelik Bahaiye virdime, o meleklerin, nurların intişarına muavenetleri niyetiyle, ilhak eyledim…”
Diyanet’in, dört akademisyene hazırlattığı ve AB sürecinde kendisiyle İslâm’ın güncellenmesi nümayişleri yaptığı “çağdaş meal ve tefsir”in en temel kaynağı işte bu Abduh ve Rıza’nın ortak çalışması olan “Menar tefsiri”dir. Diyanet’in yaptırdığı çalışmada en çok başvurulan, en güçlü kaynak ve referans olarak gösterilen, kendisine dayanılarak 15 asırdan beri hiçbir İslâm âliminin zikretmediği yeni yeni hükümler ihdas edilen “ana tefsir” işte bu Menar’dır. Diyanet’in çağdaş tefsiri, bir bakıma Menar’ın özetlenmiş ve Müslüman Türk milletinin nabzına göre şerbetlenmiş halidir.
“…Diyanet İşleri Başkanlığı, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan kopartmak üzere İngilizler tarafından kafalanmış ve görevlendirilmiş Cemalettin Efganî, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza ‛masonik troyka’sının ‛Menar tefsiri’nin adeta özetlenmiş halini II. Vatikan Konsili’nin 1965’te karar altına aldığı ‛dinlerarası diyalog’ elbisesi giydirilmiş tarzını, AB sürecinin ‛çağdaş teafsir’i olarak piyasaya sürdü.”
AKP, İngiliz ve Amerikalıları memnun edecekti, etmesine; ancak oyu da bizim insanımızdan olacaktı.
“Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı (!) görünen Erdoğan’ı, Erbakan’a tercih ederiz.”
“Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlattığınıza göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!..”
Amerikan hayranı üstadların tavsiye ve teşvikiyle 6. Filo komutanının makamına çıkan Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan, filo komutanına gençlerin eylemlerinden dolayı üzüntülerini bildiriyorlardı. Eylemciler komünist ve vatan hainiydiler. Üstelik anarşisttiler. Filo komutanı; Arınç, Gül ve Erdoğan’ın isimlerini alıyor ve bundan sonra kendileriyle ilişkileri koparmayacaklarını, sürekli irtibat halinde olacaklarını söylüyordu.
Tayyip, 17 Eylül 2001 tarihli AKP grup toplantısında, “Beni Tanrı görevlendirdi” diyen ABD’nin manyak Başkanı Bush için; “Tarı, ABD Başkanı’nı İsa Mesih’in yolundan ayırmasın” şeklinde dua ediyor, Musa’nın soyundan geldiğini kanıtlamaya çalışıyordu. Oysa Müslüman bir kişi, Hz. İsa için kolay kolay “İsa Mesih” tanımlamasında bulunmaz. Hz. İsa, İsa (a.s) ya da İsa Peygamber gibi söylemler kullanır…
Abdullah Gül, 24 Mayıs 2004 tarihli Vatan Gazetesi’nde yayımlanan, gazeteci Sedat Sertoğlu ile yaptığı söyleşide Dışişleri Bakanı sıfatıyla şunları anlatıyordu:

“Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla iki sayfalık 9 maddelik bir plân üzerine anlaştık. Ama ben bunların hepsinin açıklayamam ki…” (s.88-89)

Der Spiegel, 17 Mart 2003 tarihli sayısında Erdoğan hakkında şu bilgiyi veriyordu:

“Türkiye’nin güçlü adamı Erdoğan, ABD ile yapılmış gizli bir anlaşmanın arkasındaki adam…”

Bush, Bushluğunu yapıyordu. Ya “Tanrı, ABD Başkanı’nı korusun” diyen Tayyip ve ekibi?
“Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap olacak.” (İşaya 60. Bab)
“Onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın.”
“Heybetimi senin önünden gönderip, üzerlerine varacağın bütün kavimleri perişan edeceğim.”
Kahraman sanılan insanların aslında birer hain olduğunu görecek, karşılaştığınızda suratlarına tüküreceksiniz.
Esas bombayı, Uğur Mumcu; Yurt dışındaki din adamlarının aylıklarını, amacı dünyaya Vehhabi şeriatını yaymak olan Rabıta adlı örgütün ödediğini belgeleyerek patlatıyordu.
Bilal mağrur bir ifade ile elinde bir tepsi baklava ile arzı endam etti.
Bu şaklabanlığa hiç değilse ‘Adaleti’ alet etmeyelim. Ayıp oluyor.
Adına ‛Adalet’ denilen kavram yozlaşınca, adamına göre adalet uygulaması başlayınca, bu ülkede her şey kökünden sallanmaya başlar. Devlet en büyük yarayı o zaman alır.
Bu ülkede Tayyip ve benzerlerinin bir ayrıcalığı mı var? Bu mu adil düzen?
Erdoğan kendisini ziyaret eden Erzurum eski milletvekili Abdülillah Fırat’ın “Tayyip Bey biraz sabret. Erbakan Hoca’nın yaşı biraz ilerledi. Hak vaki olduğun zaman onun yerine sen geçersin” şeklinde sözlerine; “Senin dediğin tarikatlarda olur. Biz siyasetten bahsediyoruz” diyerek niyetini açık açık belli ediyordu.
Askerler eğer bulabilse, MSP’lilere kuş sütü bile vereceklerdi. Ama ne çare ki bulamadılar. Haftanın belirli günleri bol baharatlı çiğ köfte partileri düzenleniyordu. Bu onların vekillik günlerinden kalma tutkularıydı. Bu keyfiyetten asla vazgeçmezlerdi! Partinin serdengeçtisi bile, çiğ köftenin en yaman muhalifi iken, zorla yediği bir lokmadan sonra düşüncesini değiştirerek, kendi deyimiyle ‛sertçe!, mertçe! Ve erkekçe! bir yemek’ olan çiğ köftenin tutkunları arasına karışıyordu.
“Proleterya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı inatçı bir mücadele kanlı ve kansız, şiddetli ve barışçıl, askeri ve iktisadi, eğitsel ve yönetsel bir mücadelesidir.”

(Lenin, Tüm Eserler, s.7 ve 27 Rusça)

Tabi bu arada gerek RP örgütlenmesinin, gerek Sol örgütlerin örgütlenme yapısının asıl temelini Mason örgütlenmesi oluşturuyordu. RP’nin mahalle komiteleri, Masonların “Kardeşlik zinciri”nden başka bir şey değildi. Dul karı torbası ise, camilerde torba elinde, torba içine atılan parayla aynıydı. Birinde locada oturan Masonlar torbaya para atıyor, diğerinde camide namaz için saf tutmuş Müslümanlar. Torbaya para koymak kadar ihtiyacı olanın para alması ağız ucuyla söylense de; ne Mason tarihi boyunca böyle bir şey olmuş ne de cami cemaati içinde bu duruma rastlanılmış. (s.41-42)
Bir başka ilginç örnek de RP’nin örgütlenme modeliydi. Hiçbir siyasi partinin başaramadığı bu modelin iki temel noktası vardı. Birinci nokta ev ev, mahalle mahalle, köy köy, ilçe ilçe örgütlenerek “kurtarılmış bölgeler” yaratmak. Bu model yine 12 Eylül öncesinde illegal sol örgütlerin modeliydi. Bu modelle hem normal seçimlerde başarı sağlanabilir hem de elde edilen kurtarılmış bölgelerde oluşturulacak “Direniş komiteleriyle” (Dev-Yol örgütünden alınma) de olası bir iç savaşta silâhlı yerel milis güçler oluşturarak köy köy, kent kent iktidarı ele geçirebilirsiniz.
RP’lilerin, seçmenlerini coşturmak için kullandıkları müzikler “Sol” kesimin 12 Eylül öncesi ezgileriydi. RP’liler bu ezgileri, kendi uydurdukları sözleri montajlayarak kullanıyorlardı.
Necip Fazıl, Erbakan’a hitaben: “Siz deve misiniz, yoksa kuş musunuz?”
Tekin Erer’de aynı konuya Son Havadis Gazetesi’ndeki köşesinde ilginç bir saptamayla değiniyordu:

“Bu kadar Batı düşmanı ve bu kadar Arap dostu Erbakan durur mu? Sıkışınca Cidde’ye veya Trablusgarp’a değil, İsviçre’ye koşuyor. İtalyan plajlarında sefa sürerken fotoğrafları çekiliyor. Arapça öğrenecek yerde Almanca öğreniyor. Tahsilini ve ilk mesleğini Almanya’da icra ediyor. Bu nasıl Batı Kulüpçü düşmanlığıdır, biz anlamıyoruz.”

“Son Havadis” gazetesinin 16 Haziran 1980 tarihli nüshasında Tekin Erer:

“MSP, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kaypak siyasi teşekkülüdür.”

Humeyni hayranları: “Hocam İran’a davetli değilmişsiniz! Bu yüzden seyahate çıkmamışsınız.” Bu sözler üzerine, Erbakan cevabı yapıştırıyordu:

“Haşa aziz ve muhterem kardeşim, haşaaa… İran’dan bir mesaj geldi! Şöyle diyorlar: ‛Hocam buraya gündüz vakti gel ki, sana büyük bir karşılama töreni yapalım.’ Oysa bizim gideceğimiz uçak İran’a gece varıyor, onun için seyahati iptal ettim. Gündüz giden uçak bulur bulmaz yola çıkacağım.”
(s.36-37)

“…MSP’ye karşı, bir işkembeyi 40 kere kaynar sudan geçirdikten sonra elde yine necisten başka bir şey kalmadığını görmekten gelen tavrım, 1977’den bu yanan malûm…

Evet, MSP benim nazarımda ve 40 yıllık mücadelem sonunda nihayet Milli Melamet veya Melalet Partisi olmuştur. Ve artık bahsini bile etmeyi giran saydığım bu parti, başındaki kişinin ve ona körü körüne bağlı kalanların belirttiği mana ile bir ‛Besmele’ veya ‛Tevhid Kelimesi’ ticareti yapan bazı ciğeri yanık; fakat aklı sönük Müslümanları sömürmenin işletmesi haline gelmiştir ”
(s.34-35)

“MSP; toplumumuzun bir kesiminde bilinçaltına itilen dinsel duyguların sömürülmesiyle oluşmuş, gerici ve çağdışı bir siyasi kuruluştur. Erbakan, devlet katına ciddiyetsizlikle birlikte, komisyoncu birader sokan bir devlet anlayışının zavallı örneklerinden biridir…”
5 Aralık 1977 tarihinde Mahalli seçimler sırasında, “Erbakan’ın laikliği ihlan ettiği ve bunun TCK’nın 163. maddesine girdiğini, MSP’nin altı ay içinde Genel Başkanı partiden ihraç etmesi gerektiğini, aksi takdirde partinin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini” açıklayan Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Kazım Akdoğan, Erbakan ve MSP’lilerin eteklerini tutuşturuyordu.
Hükümetteyken IMF’nin emrinden çıkmayan Erbakan, seçim meydanlarında başka başka konuşuyordu. Kendisini ve partisini bu eksenin dışında tutuyor, diğer partiler için “Bunlar bizi IMF’ye satıyorlar” diyebiliyordu!..
Meclis’te ise MSP’liler, AP’lilere “Allah belanızı versin!” diye bağırırken, AP’liler de ”Din pazarlamacıları”, “Yeşil Komünistler” diye yanıt veriyorlardı. Koltuk hırsı bütün bu sözlerin hepsini unutturuyordu.
“Adalet Partisi, liberal, renksiz bir zihniyetin partisidir; özü sömürücüdür. Asıl gerici Adalet Partisi’dir.”
Ve böylece 572 imtiyazlı ve Müslüman fabrika ve kuruluşlarda çalışanlar silâh altına alınmamak ve kaçırılmak istenmiştir. Bu imtiyazlı ve imanı bütün kuruluşların içinde listeden de anlaşılacağı üzere Adil Düzencilerin; Mason, Yahudi, Rum vs. diyerek halkı din yoluyla düşman etmeye çalıştıkları kesim çoğunluktadır.
Şu ünlü Vakko var ya… Hani, giyim sanayinin şu ünlü moda kaynağı… İşte bu işyerinde çalışan işçiler ve memurlar, savaş ve seferberlik anında `Vatana ve Millete Lazım´dır diye silâh altına alınmayacak, giyim kuşamda kreasyona devam edecektir.

Kıbrıs meselesi yüzünden Yunanistan’la savaş çıksa, Vakko’da çalışanlar cepheye ve hatta askere bile alınmayacak onların yerine fakir halk çocukları cepheye gidecek!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir