İçeriğe geç

Müptezeller Kitap Alıntıları – Emrah Serbes

Emrah Serbes kitaplarından Müptezeller kitap alıntıları sizlerle…

Müptezeller Kitap Alıntıları

Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Benim de bir özel hayat eşiğim vardı, ne kadar içersem içeyim kendime sakladığım acılarım vardı. Hususi acılar, kamuya kapalı, üzgünüz, sürücünüz bu acının biçimini desteklemiyor.
Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Düşlerimizin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Herşeyi acıyla öğrendiyseniz, mutluluktan da içiniz sızlar..
Bu dünyada istediğimiz bir parça mutluluktu oysa, çok şey değildi, karşılığı bu kadar ağır olmamalıydı..
Akşamın alacakaranlığında, tepemde martılar, eriyip de şu dünyadan bir parça olsam, dirhem dirhem kaybolsam diye düşündüm.
Yalnız başıma oturuyordum. Gidecek yerim yoktu. Gitmek istediğim bir yer yoktu.
Günler sonra insan içine çıktığımda bir tuhaf olmuştum, sanki derin dondurucudan çıkmıştım da buzlarım yeni çözülmeye başlamıştı.
Gecenin karanlığı kurşun gibi çöküyordu üstüme.
Ve sonunda şunu anladım, bütün yazdıklarım gerçek, ben yalandım.
Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar.
Uzun ve kederli günlerden sonra mutluluğun imkansız görünmediği, karanlıkta bir nokta gibi parlayıverdiği zamanlar gelir.
Hem pişman oldum yaptığıma hem de müthiş bir korku duydum.
Büyük bir sıkıntı vardı ama artık rahatladım.
Kaçarken asla arkaya bakmamak gerektiğini biliyordum, dümdüz ileriye bakmak gerekiyordu.
En kötü düşünceler yatarken aklıma geliyor.
Çırpınıyordu ellerimde ama bırakamıyordum, ellerimin kontrolünü yitirmiştim çünkü.
Büyük bir sıkıntı çökmüştü göğsüme, sanki diri diri gömülmüşüm gibi, nefes almakta güçlük çekiyordum.
Kendimi kaybetmiştim, ben, ben olmaktan çıkmıştım çoktan.
Somut bir şey gibiydi bu boşluk, ağzımda acı bir tat vardı, alnımda soğuk terler birikmişti.
Sadece yanağım değil bütün vücudum, utançtan yerin dibine geçtiğimi hissediyor, kimseye bakamıyordum.
Bazen böyle olur, büyük sarhoş neşelerinin ardından birden çöküş gelir.
Hayatımızın müziğini susturmuşlardı, hayatımızın şiirini karalamışlardı.
Yargılamak istemiyorum ama bu dünyada hiç mi bir şey temiz kalmayacak, diye düşündüm ister istemez.
Oturdukça bir tuhaf oldum, içimi garip bir duygu sardı.
Sıkı sıkı sarılmak istedim ona, kokusunu içime çekmek, göğsüme bastırmak istedim.
Boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman, hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağırdır.
Hiç söylenmese de olacak, hiç söylenmese sonradan çekilen azapları da daha az olacak.
Umut biter, sadece sözler kalır, kırık dökük, yaralı, tedirgin, gücenik.
Bana bakıp gülümsedi. Mutlu bir gülümseme, yalan da olsa ne güzeldi.
Bir boşluk var hep, sözlerle doldurulmuş boşluklar, elimi kolumu bağlıyor, neresinden tutayım, nasıl anlatayım.
Geçmişe özlem duymak hali vakti yerinde olmuş olmalı.
İnsanın şimdisi kötü olunca geçmişi ne yapsın.
Şu akıp günlerde yuvarladığımız hayatı düşünüce, o hayatta ne öğrendiğini kim tam olarak bilebilir ki?
Aslında en doğru ayılma zamanı iş işten geçtikten sonradır, çünkü öğretici bir yanı vardır, ne öğrettiğini tam olarak bilmiyorum.
İş işten geçtikten sonra sonra yıldım zira, her zaman ki gibi.
Her şeye rağmen ve her şeye karşı, bu sefer bir parça daha umutluyum.
Yine yere serilmeye gidiyorum, bunu yüreğimin en derinlerde hissediyorum.
Ne zaman yepyeni bir atılıma hazırlansam her seferinde yere serildim.
Artık her şey için çok geç diyorsam, çok geçtir.
Bedeli ne olursa olsun, ben hep doğru bildiğimi yaptım.
Ne düşündüğümü hatırlamıyorum şimdi, sonradan çok uğraştım hatırlamak için ama başaramadım.
Bir hayal, gerçekleşmesi gereken zamanda gerçekleşmelidir.
Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Hiç kimse okumasa bile, sadece kendim için yazıyorum.
Bana olgunlaşma masalları anlatmayın. Artık her şey için çok geç diyorsam, çok geçtir. Ötesi yok.
Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Kimi özlediğimi bilmediğim zamanlarda bile seni seviyordum. İçimdeki yokluğun ne yokluğu olduğunu bilmediğimde bile seni seviyordum.
Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar.
Hadi bakalım anlat.. Ama nasıl? Sırf ona değil, herhangi bir insana, bir ölüm haberi nasıl verilir ki? Sırf ölüm haberi de değil, başka bir haber, güzel haberler mesela, gizli sevdalar. Hepsi aynı. Bir insana duyulan sevginin çaresizlikle kesiştiği anlar, hep aynı. Boşa konuşmak, aşkta da ölümde de, hepsi bir. Umut biter, sadece sözler kalır, kırık dökük, yaralı, tedirgin gücenik. Hiç söylenmese de olacam, hiç söylenmese sonradan çekilen azapları da daha az olacak. Boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağır. Bazen bir cevap olur, daha beter. Bazen bir bakış olur, son umutları kırılmadan evvel teyzenin bana baktığı gibi, daha beter. Koyu koyu kazınır içine o bakış, önce incecik bir saplanış, sonra genişler, büyüyen bir çatlak olur, kıvrım kıvrım yayılır, her yere birden. Bir saat gelir, bir tel kopar, bir kiriş çatırdar, kuşlar havalanır önünden, bir bakarsın hayatının bütün camı çerçevesi inmiş, yine ayazda kalmışsın. Yüzünün cilasi kazınmış, ellerin cebinde, enseni omuzlarına gömmüş, sağa sola boş, çaresiz bakıyorsun. Aklını toparlamak için gözlerini boşluğa dikiyorsun, kafanda bir uğultu, boşluktan çıkan boşluk, başka hiçbir şey yok.
Güzel hikayeler yazabilmek için para lazım. Az da olsa düzenli bir para. Sıcak bir oda. Başka iş yapamam ben artık, başka maskaralık yapamam. Gidecek başka yerim yok. Özlediğim hiçbir yer yok. Çocukluğumu özleyemiyorum. Doğduğum kenti özleyemiyorum. Ben nereyi özleyeceğim Karabüklü?
Şimdi düşünüyorum, kaç yıl sonra, alkol, sigaralık, kubar, extacy, eroin, kokain, amfetamin, roj, taş, çakmak gazı, bonzai ya da edebiyat fark etmez, ne kadar yitik, umutsuz ve unutulmuş olduğunuz da fark etmez, hepsi geçer, hepsi biter, hepsinin kafası siktirip gider, karanlığın kalbiyse her zaman orada kalır, atmaya devam eder, duyması gerekenler için.
Doktor pis pis baktı yüzüme, kanalizasyondan yeni çıkmışım gibi, ne biçim insanlardık biz.
İnsanı insanın yamyamı eden dünya
Ama ne günah değil ki, bu ülkede yaşamanın kendisi günah! Nefes almamız günah! Bu sefil ruhlarla, bu sefil hayatlarla, ezile büzüle, boyun eğerek yaşamamız günah!
Şehrin curcunası içinde kendi sesimi kaybettim
Sevinç, neşe, dans ve çoşku yoktu artık. Acı bile yoktu, acıdan fazla bir şeydi bu, kocaman bir çöldü, sadece çöl
“Bir saat gelir, bir tel kopar, bir kiriş çatırdar, kuşlar havalanır önünden, bir bakarsın hayatının bütün camı çerçevesi inmiş, yine ayazda kalmışsın.”
Yolun başında müptelaydım, yolun sonunda müptezel.
Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman, hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağır.
Ben bu kafayı bu kafayla çekemem.
İyi insan kalmadı oğlum dünyada, bitirdiler.
Hayatımızın müziğini susturmuşlardı, hayatımızın şiirini karalamışlardı.
Adım atsak karanlıktı, adım atsak boşluktu. Bizim için kartondandı sanki dünya, adım atsak elimizde buruşup kalacaktı.
Bazı anlar vardır, geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini kuvvetle hissettirir insana.
Uyumak istemiyorum, dedi.
Neden? dedim.
En kötü düşünceler yatarken aklıma geliyor.
Sanki şu dünyadaki,
yedi milyar insanın en çekilmezi benmişim gibi
Düşlerimizin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı
Bu ülkede ölmek sıradan bir şakadır.
Sen yanımdayken içimde bütün bir şehre yetecek kadar mutluluk vardı.
Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar
Bazen karanlık bir duvarı yıkarsınız ve önünüze geniş bir yol açılır ama ikinci bir duvara kadardır bu .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir