İçeriğe geç

Mülkiyet Nedir Kitap Alıntıları – Pierre-Joseph Proudhon

Pierre-Joseph Proudhon kitaplarından Mülkiyet Nedir kitap alıntıları sizlerle…

Mülkiyet Nedir Kitap Alıntıları

İnsan bilgeliğinin adaletle ilgili en makul öğretisi şu meşhur özdeyişte özetlenmiştir: Başkalarına sana davranmalarını istediğin gibi davran; sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma. Fakat bu pratik ahlak kuralının bilime faydası yoktur: Bana bir şekilde davranılmasını veya davranılmamasını istemeye ne hakkım var? Ödevimin hakkıma denk olduğunu söylemek ancak bu hakkın ne olduğu söylendiğinde bir anlam ifade eder. 
İnsanın kendisi vardır; yani istenç ve bilinç, hür irade ve yasa insanda bitimsiz bir uzlaşmazlık içindedir. İnsan kendi kendiyle savaş halindedir. Niçin?
Kuşkusuz insan hiç değişmesi gerekmese, hakkında en hayırlısı bu olurdu: Yok, ama hayır! İnsan cahil doğuyor, tedricen kendini yetiştirerek var olabiliyor diye, aydınlığa yüz mü çevirmeli, aklından feragat edip tesadüfe mi terk etmeli kendini? Mükemmel sağlık nekahetten yeğdir: Bu hastanın iyileşmeyi reddetmesi için gerekçe olabilir mi hiç?
İnsan, kötülüğün sebebini kendi kafasında ve kalbinde aramak yerine efendilerine, hasımlarına, hısımlarına ve kendine çatar; uluslar silaha sarılır, birbirlerini boğazlar, katlederler, ta ki nüfusun iyice azalmasıyla denge tekrar kurulana, barış savaşçıların küllerinden yeniden doğana kadar. İşte ataların adetlerine el uzatmak, şehirlerin kurucularının vazettikleri ve asırlık sadakatle doğrulanmış yasaları değiştirmek insanoğluna bu kadar çirkin gelir.
Şayet, ayaklarımızın altında insanlar varsa, baş aşağı olup gökten düşeceklerini anlamıyor musunuz?
Çağdaş psikologlar diyor ki, zihnin alımladığı bütün algılar, yine zihnin bazı genel kanunlarına göre belirlenir; tabir caizse, müdrikemizde zaten var olan bazı kalıplara dökülürler ve bu kalıplar algının biçimsel koşuludurlar. Dolayısıyla diyor bu psikologlar, zihin doğuştan gelme idealara sahip değilse bile hiç olmazsa doğuştan gelen bazı formlara sahiptir.
Şafağı önce gördü diye övülür mü hiç insan?
Günün birinde kendi kendime, toplumda neden bunca acı ve sefalet var diye sordum. İnsan ebediyen mutsuz olmaya mahkum mu?
Adversus hostem aeterna auctoritas esto.

Düşmana karşı, hak aramanın sonu yoktur.

Söz dalaşında harcanan zeka, savaş alanında kullanılan zekaya benzer: Boşa harcanmıştır.
Tek bir kaide, tek bir keşif, tek bir doğurgan düşünce yoktur ki gün yüzü görür görmez yerleşik görüşlerin engellemeleriyle, eski önyargıların komplolarıyla karşılaşmamış olsun.
…ruhbanlar ezelden beri hükümdarın hizmetinde olmuşlar ve tanrılar daima siyasetçilerin istedikleri şekilde konuşmuşlardır.
Yasa toplumsal ihtiyaçların tatmin edildiği yöntemdir.
Evet , eseriniz olduğu haliyle medeniyet durumunu; önce despotizm, ardından monarşi, sonra aristokrasi, bugün demokrasi , ama her daim zorbalık olan bu hali gerçekten de mülkiyete borçluyuz.
Peki, ama yasa, mülkiyet hakkına yaratırken hangi mürşidi takip etmişti? Hangi ilke yönetiyordu onu, izlediği kural neydi?
İnsanın inanası gelmez, ama bu kural eşitlikti.
Samimiyet ikimizin de erdemleri arasında; fakat benim için ihtiyat da gerekli.
Neyin kendisi için iyi olduğuna dair sağlam bir hükme varmaktan henüz aciz olan halk, pohpohlandığı zaman ayrım gözetmeden kendisine en zıt fikirleri bile alkışlamaktan çekinmez: Ona göre düşüncenin yasaları, olanaklı olan her şeydir.
Hakikatin bilgisiyle kazandığım soğukkanlılık, tahakkümün yol açtığı öfkeden büyük oldu.
( ) İmtiyazlara ve insanların otoritesine duyduğum nefret ölçüsüzdün belki kimi zaman infial içerisinde kişileri ve olayları birbirine karıştırma yanlışına düşmüşümdür. Şu anda ise sadece hor görüyor ve şikayet ediyorum; nefret etmekten vazgeçmek için ihtiyacım olan şey öğrenmekmiş.
Yasa bencilliği tasvip etmiştir, korkunç hırslara cevaz vermiştir.
Bütün insanlar eşitsiz mülkiyet üzerinde eşit haklara sahiptir.
İnsan kendi kendisinin efendisi değildir, ancak çevresindekiler üzerinde efendi olabilir. Doğanın nimetlerinden yararlansın insanoğlu, zira ancak bu şartla yaşayabilir, ama malik sıfatına göz dikmekten de vazgeçsin ve bu sıfatın ancak mecaz manasıyla geçerli olduğunu hatırında tutsun.
Cicero’ya göre, kimsenin ihtiyacı olanın ötesinde hakkı yoktur.
Bununla birlikte, bir sistem kurmuyorum: İmtiyazların son bulmasını, köleliğin ilgasını, hakların eşitliğini, yasanın hakimiyetini talep ediyorum. Sadece adalet, başka bir şey değil. İşte sözlerimin özeti…
Eskiden halk hekimle büyücüyü birbirinden ayıramazdı, bugün de bilgin ile safsatacıyı ayırmayı beceremiyor.
Özgürlük ise dokunulmazdır. Özgürlüğü ne satabilirim ne de devredebilirim; özgürlüğün devredilmesini veya askıya alınmasını konu alan her sözleşme her akit şartı hükümsüzdür..
Dolayısıyla bizler,hem aklımızın ebedi ve mutlak yasalarına ve hem de noksan gözlemlerin telkin ettiği,genellikle kusurlu olan ikincil kurallara göre muhakeme etmekteyiz..
Beni takip etmeye cesaret edin ve eğer niyetiniz salih ise, vicdanınız hür ise, şayet iki önermeyi bağlayıp bir üçüncüsünü çıkarabilecek kadar bile zekanız varsa, kuşkusuz fikirlerim sizin de fikirleriniz olacaktır.
Söz dalaşında kullanılan zeka savaşta kullanılan zekaya benzer : boşa harcanmıştır..
Neyin kendisi için iyi olduğuna dair sağlam bir hükme varmaktan henüz aciz olan halk, pohpohlandığı zaman ayrım gözetmeden kendisine en zıt fikirleri bile alkışlamaktan çekinmez.
Dini ihya etmek için baylar, kiliseyi mahkum etmek şarttır..
İşçi emeğinin ücretine malik değildir ve bu ücret mutlak biçimde denetleyemez. Sahte bir adaletle gözümüzün kamaşmasına izin vermeyelim: İşçi ürününün karşılığı verilen ücret, bitirdiği işin ödülü değil, yapacağı işin avansı, tedarikidir. Çünkü bir daha üretmeden tüketiriz: işçi günün sonunda ”Dünün borcunu ödedim; yarında bugünün borcunu ödeyeceğim, ” dese yeridir. Toplumun üyesi olan kişi, hayatın her anında borç içindedir, borcunu ödeyemeden de ölür: Nasıl olur da dişinden tırnağından artırabilir ?
Ve siz, iğrenç kanunların kahrolmuş kurbanları! Gülünç bir dünya sizi yağmalıyor ve hakaret ediyor! Sizin emeğiniz her zaman karşılıksız ve dinlenmeniz ümitsiz olmuştur, cesaretinizi kuşanın! Gözyaşlarınız sayılı!
Babalar ıstırap ekti, çocuklar neşe biçmeli!
Özgür insan, aklını ve yetilerini kullanan, ihtirasla kör olmamış, korkuları tarafından güdülüp alıkonmayan, aslı astarı olmayan görüşlere kapılıp gitmeyen kişidir.
Siz iğrenç yasaların mahzun kurbanları, alaycı bir dünyanın yağmalayıp taciz ettiği, çalışıp didinmesinde fayda, istirahatinde ümit olmayan insanlar metin olun bitimsiz değil gözyaşlarınız! Babaların ıstırap içinde diktiğini çocuklar keyif içinde biçecekler!
Bugüne kadar adaletin adaletsizlik, eşitliğin eşitsizlik karşısındaki zaferi içgüdüyle ve salt koşulların zorlamasıyla kazanılabilmiştir; fakat toplumsal varlığımız ya düşünme yeteneğimiz sayesinde son bir zafer kazanacak veyahut da bir başka feodal karmaşaya sürükleneceğiz: ya aklımızın ürünü bir zafer kazanacağız ya da rezilliğimizin sonucu bir sefalet çukurunu boylayacağız.
Mülkiyet ilkesinin en feci sonuçları, aldıkları ücretler günlük geçimlerine anca yeten işçiler işten çıkarıldığı zaman ortaya çıkar: o vakit ne iktisat ne tasarruf ne de bir kenara ayrılmış küçük sermaye bu insanların bir gün fazla yaşamalarına yeter. Bugün atölye kapanır, yarın halk meydanlarda açlıktan inler, ertesi gün ya hastane köşelerinde ölüm ya zindanlarda tayın mukadderdir.
Tek tek emeğin karşılığını ödeyince kolektif emeğin karşılığını ödemiş olmuyorsunuz. Sonuç olarak, karşılığını vermediğiniz bir kamusal mülkiyet hakkı daima mevcut ve siz ondan haksız yere faydalanıyorsunuz.
Ne yani savurgan, basiretsiz veya beceriksiz bir yetkili devletin mallarını rızam olmadan satacak ve devletin vesayetinde olan ben devlet şurasında ne söz söyleme ne oy kullanma hakkı olan ben satışa muhalefet etmedim diye satış meşru ve yasal olacak! Halkın vekilleri, kamu varlığını har vurup harman savuruyor ve bunun telafisi de yok! Bana devlet eliyle satıştan payımı aldığımı söylüyorsunuz ama önce bir kere ben satmak istemedim ve satmak isteseydim de satamazdım çünkü böyle bir şeye hakkım olmazdı. Sonra bu satışın bana kar getiediğini de hiç görmedim. Vekillerim bununla birkaç asker kuşandırdılar, eski bir kaleyi onardılar, iftihar edecekleri pahalı, ama faydasız binalar diktiler, sonra da havai fişekler attılar, yağlı direkler diktiler: Benim kaybettiğimle kıyaslandığında bütün bunlar nedir ki?
Ya pasaport nedir? Seyehat edenin şahsıyla ilgili bir tavsiyename, seyahat eden ve sahip olduklarıyla ilgili bir güvenlik belgesidir. En iyi şeyleri yozlaştırmak tıynetindeki hazine, pasaportu ihbar ve vergilendirme aracı haline getirdi. Bu gezme hakkını satılığa çıkarmak değil midir?
Nasıl özgürlük ve eşitlik ararken köleliğin ve imtiyazlar sisteminin pençesine düştü yeniden? Yine eski rejimi taklit ettiği için.
İnsan türünün hakikate doğru daimi bir ilerleyişi, aydınlığın karanlıklar üzerinde sürekli zafer kazanması söz konusu. Demek ki hastalık hepten devasız değildir ve ilahiyatçıların açıklaması yetersiz olmaktan da öte saçmadır, çünkü insan yanılır, çünkü yanılır totolojisinden ibarettir. Halbuki şöyle demek gerekir: insan yanılır, çünkü öğrenir. Nitekim bilmesi gereken her şeyi öğrendiğinde insanın artık yanılmayacağına ve acı çekmeyeceğine inanmak makuldür.
İlim erbabına danıştım, felsefe, hukuk, siyasal iktisat ve tarihle ilgili yüz cilt kitap okudum: Bunca okumanın gerekmediği bir çağda yaşamış olmagı dilerdim!
İnsanın şahsiyeti kutsalsa eğer, bütün tıyneti
ve bilhassa içinde olup bitenler, duyguları, düşünceleri, iradi
kararları da kutsaldır. İşte bu yüzden felsefeye, dine, sanata,
zanaata, ticarete, özgürlüğün bütün ürünlerine saygı göstermek
gerekir. Saılt hoşgörü demiyorum, saygı diyorum; zira bir hakkı hoş
görmek değil, ona saygı göstermek gerekir.”
Bölüşüm eşit olmadığı sürece bölüşenler birbirine düşman olmayı sürdürür ve anlaşmalar bu durumu sürekli düzeltmek için yapılır.
Böylece bir yanda yabancılık,eşitsizlik,uzlaşmazlık,savaş,yağma,katliam varken, öbür yanda toplum,eşitlik,kardeşlik,barış ve sevgi var:Artık hangisini seçerseniz.
Nüfus artışı geçimlerini sağlamak için insanları yavaş yavaş çalışmaya zorladığından emekçinin,emeğinin ürününün tek maliki olduğu kanaati resmen veya zımnen -nasıl olduğu önemli değil-yerleşti:Yani basitçe kimsenin artık çalışmadan yaşayamayacağı gerçeği ilan edilmiş oldu.Üründe eşitliği sağlamak için emekte eşitlik olması gerektiği ve emekte eşitliği sağlamak için de emeğin kullanacağı araçların eşit olması gerektiği sonucu buradan zorunlu olarak çıkıyordu.Biri çalışmazsa ve güçle veya hileyle başkasının geçimine el koyarsa eşitliği yok etmiş ve kendini yasanın dışına ve üstüne yerleştirmiş olurdu.Daha çok üretmek bahanesiyle üretim araçlarını tekeline almış kişi de eşitliği yok etmiş oluyordu.Eşitlik o dönemde hukukun ifadesi olduğu için, eşitliğe halel getiren kişi adaletsizlik etmiş oluyordu.
Tanrı yeryüzünü insan türüne bahşetti:Peki bana neden bir pay düşmedi?
Tanrı doğayı ayaklarımın altına serdi, ama benim başımı sokacak yerim yok!
Tanrı elçisi Pothier vasıtasıyla bize çoğalmamızı söylüyor.Ah bilge Pothier, söylemesi yapmasından kolay;kuşun yuvasını yapacağı çerçöp nerede!
İnsan türü çoğaldı;insanlar dünyayı ve arzın üstündeki pek çok şeyi aralarında paylaştılar:Her kişiye düşen pay o andan itibaren sadece kendisine ait oldu:Mülkiyet hakkının kökeni budur.
Siyaset, özgürlüğün bilimidir: İnsanın insan tarafından yönetilmesi, hangi sıfatı alırsa alsın tahakkümdür; toplum, düzen ile anarşinin birliğinde en olgun haline kavuşur.
Ürünler ancak karşılığında başka ürünler verilerek satın alınabilir. Şu halde, ürünlerdeki denklik her mübadelenin şartı olduğundan, kâr olanaksız ve adaletsizdir. Bu en temel iktisat ilkesine uyulduğu takdirde fakirliğe, lükse, baskıya, kötülüğe, suça ve açlığa aramızda yer kalmayacaktır.
Emeğin kapasitesi, tıpkı emeğin araçları gibi birikmiş bir sermaye olduğundan, kolektif bir mülkiyet ve (yeteneklerdeki eşitsizlik bahanesine dayanan) ücret ve servetteki eşitsizlik, adaletsizlik ve hırsızlıktır.
İnsan emeği kaçınılmaz olarak kolektif bir gücün ürünü olduğundan, her türlü mülkiyet de aynı sebeple kolektif ve bölünmezdir: Daha kesin bir ifadeyle, emek mülkiyeti yok eder.
İşgücünün verimi herkes için aynı olduğundan, sömürü ve kira bedeli mülkiyetin sonunu getirir.
Mülkiyet toplumun intiharıdır.
Özgürlük anarşidir.
Tek tipliği yasa yapan ve eşitlikten aynılığı anlayan kamuculuk, baskıcı ve adaletsiz hale gelir. Despotizmi ve işgalleriyle mülkiyet sistemi de kısa zaman sonra baskıcı ve toplum karşıtı hale gelecektir.
Hikâyeye göre, 17. Yüzyılda Parisli bir burjuva Venedik’te kral olmadığını duymuş, adamcağıza şaşkınlıktan bir hâl gelmiş, bu kadar komik bir şeyin anlatılması karşısında gülmekten öleyazmış.
Anarşi, efendilerden, egemenlerden kurtulmaktır.
Mülkiyet ve krallık, dünyanın başından beri çöküş içerisindedir; insanın adalet ve eşitlik peşinde koşması gibi toplum da düzeni anarşide arar.
Önünde sonunda azınlık çoğunluk haline gelecek ve o basiretsiz despot da alaşağı olacak; koyduğu her yasa yok olmaya mahkûmdur.
İnsan ne kadar cahilse, itaati, yönetene duyduğu güven de o kadar mutlaktır.
Erdemlerin kıyası sonucu en güçlü olana en iyi gözüyle bakıldıkta, ihtiyar olan yerini güçlüye bırakmış ve krallık despotluğa dönüşmüştür.
“Peki öyleyse, demokrat mısınız?” – “Hayır.” – “Nasıl? Kralcı mısınız yoksa?” – “Hayır.” – “Meşrutiyetçi?” – “Tanrı korusun.” – “Öyleyse aristokratsınız?” – “Hiç de değil.” – “Karma bir yönetimden mi yanasınız?” – “O da değil.” – “Öyleyse nesiniz?” – “Anarşistim.”
Halkın düşünmeyi öğrenmesi gerekir.
Haksızlığın mabedindeki sırlar açığa çıkmalı, eski ittifakın tabletleri kırılmalı ve eski dinin kutsal saydığı ne varsa domuz ağılını boylamalı.
Kutsal sandığa el sürmeye cüret etmişken, onun sadece kapağını kaldırmakla yetineceğim sanılmasın.
Ne yasalardaki çelişmeleri düzeltmek, ne de hele hükümetin yaptığı yanlışların bedelini ödemek işçi sınıfına düşer.
Akıl etme yetisinin, hayvanlardan katbekat üstün olan toplumsal yükümlülük duygumuzun, iyi ve kötü bilincimizin ahlak söz konusu olduğunda hayvanlar ile insanlar arasında özde bir farklılık yaratmadığıdır.
Mülkiyet olanaksızdır, eşitlik ise mevcut değil. İlkinden iğreniriz, ama onu arzu ederiz; ikincisi bütün düşüncelerimize hâkimdir, ama onu hayata geçirmeyi bilmeyiz.
Son olarak mülkiyet kendi başına var olamaz, çünkü kendini üretmesi, etkinlikte bulunması için dışarıdan bir sebebe, güce veya hileye ihtiyaç duyar; başka deyişle, mülkiyet ile mülkiyet arasında denklik yoktur; bir yadsımadır o, bir yalan, bir HİÇTİR
Mülkiyet, mülkiyet karşısında aciz olduğu için olanaksızdır.
Ulus, hükümet denilen zengin mülk sahibinin kiracısı gibidir; toprağı kullanmak için ona vergi adı verilen bir kira öder. Hükümet savaşa girdiği her seferinde, sonuç ister zafer ister mağlubiyet olsun, ordunun techizatını yeniler, binalar inşa ettirir, kanallar kazdırır, bir yol açar veya demiryolu inşa eder, faizini vergi mükelleflerine ödettirdiği borçlara girer. Yani hükümet, üretim yatırımlarını artırmadan aktif sermayesini artırır, kısacası tıpkı az önce bahsettiğim mülk sahibi gibi sermaye yığar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir