İçeriğe geç

Mukaddime I Kitap Alıntıları – İbn-i Haldun

İbn-i Haldun kitaplarından Mukaddime I kitap alıntıları sizlerle…

Mukaddime I Kitap Alıntıları

Cehalet, hastalıklı ve havası bozuk olan otlağa benzer.
Hakkın ne olduğunu kuvvet tayin etti
Halk ve ilimler hakkında esaslı bilgisi olmayanlar tarih okumayı, tarih konusunda bilgi sahibi olmayı, bu sahaya dalmayı ve bu hususta yetişmeyi hafife aldılar. Bunun neticesinde güdülen deve, başıboş bırakılan deve ile; öz, kabuk ile ve doğru yalan ile karıştı, işlerin akıbeti Allah’a varır.
İbn Batûta seyahatından ve dünyanın çeşitli ülkelerinde gördüğü acaip şeylerden bahsedermiş. Anlattıklarının çoğu Hint hükümdarlarına dairmiş. Hükümdarın ahvâline dair dinleyenlerin garipsedikleri şeylerden sözedermiş. Meselâ bunlardan biri şu imiş; Hind hükümdarı sefere çıkacağı zaman, kadın, erkek, çocuk bütün şehir halkını saydırır, bunların altı aylık erzakını ayırır, ihsanından olmak üzere bu erzakı onlara verirdi. Hükümdar seferden dönünce, şenlikler düzenlenen bir günde şehre girerdi. Bu gün bütün halk şehir haricindeki sahraya çıkar, hükümdarlarını tavaf ederlerdi. Bu kalabalıkta hükümdarın önünde hayvanların sırtında kurulmuş olan mancınıklardan, üzerine konulan dinar ve dirhem keseleri halkın üzerine fırlatılmış ve bu hal hükümdar sarayına girene kadar devam etmişti. O, bu nevi hikâyeler anlatırken, halk aralarında yaptıkları konuşmalarla onu tekzib ederlerdi. O sıralarda şöhreti her tarafa yayılmış olan sultanın veziri Fâris b. Verdâr’la görüşmüş, bu konuda onunla konuşmuş, o zatın hikâyelerini inkâr ediyormuşum gibi bir tavır takınmıştım. Zira halkın onu tekzib etmeleri her tarafa yayılmıştı.

Vezir Fâris bana şöyle dedi: “Devletlerin ahvâline dair nakledilen bu gibi hikâyeleri, ben onu görmedim, diye sakın inkâr etmeyesin. Şayet böyle hareket edersen, zindanda büyümüş vezirin oğlu gibi olursun: Sultanın biri, vezirin birini yakalatmış, hapse attırmıştı. Verir senelerce zindanda kalmış, bu süre içinde oğlu bu hapishanede yetişmişti. Çocuk akıl ve idrâk sahibi olunca, babasına, gıdasını teşkil eden etin ne olduğunu sormuş, o da, bu koyun etidir, diye cevap vermiş ama bu sefer çocuk, koyun nedir, diye sormuş, bunun üzerine babası ona koyunun şeklini ve vasıflarını tasvir etmişti. Bu izahatı dinleyen çocuk, babacığım, galiba sen koyunun, fare gibi bir şey olduğunu anlatmak istiyorsun, demiş, ama baba bunu reddederek, koyun nerede, fare nerede, demişti. Hapishanede fareden başka bir hayvan görmemi; olan çocuk deve ve sığır etleri için de aynı biçimde konuşuyor ve bunların hepsinin de farenin soyundan gelen hayvan türleri olduklarım zannediyordu”.

 Tarihî haberlerin nakli sırasında ekseriya insanlara arız olan hal budur. Bu, garip bir şey söylemiş olmak maksadiyle mübalağa yapıldığı vakit insanlara ânz olan vesvese, vehim (ve ruh haletine) benzer. Nitekim bu kitabın baş tarafında bu hususu belirtmiştik.

 Şu halde insan kendi usûlüne ve esaslarına müracaat etsin, kendini kontrol etsin, sarih aklı ve müstakim fıtratı ile mümkün ile imkânsız olanın tabiatlarını birbirinden (akl-ı selimi ve hiss-i selimi ile) ayırdetsin. İmkân sahasına dahil olan şeyleri kabul etsin, o sahanın haricinde kalan şeyleri de reddetsin. Yalnız, birim burada “imkân” sözünden maksadımız “mutlak aklî imkân” değildir. Çünkü bu mânadaki imkânın sahası çok geniştir. Onun için de (bu mânadaki imkân itibariyle) vâkıât için bir sınır farz olunamaz. Burada imkândan maksadımız, sadece bir şeye has (bünye ve) maddeye göre olan imkândan ibarettir. Çünkü biz bir şeyin aslına, cinsine, sınıfına, büyüklükteki miktarına ve kuvvetine dikkat ettiğimiz zaman, o şeyin ahvâline bu nisbette hüküm icra ve tatbik eder, o sahanın haricinde kalan şeylerin imkansızlığına hükmederiz. “De ki, Rabb’ım ilmimi artır” (Taha, 20/114),

Dinimizi yırtarak dünyamıza yama yapıyoruz, öyle olunca da ne dinimiz kalıyor ne de diktiğimiz.
Karıncanın kanıtlanması ölümüne işarettir
Hayat bir akış gibidir, her değişiklik aksini icap ettirmekte, her yükseliş bir düşüş ile sonuçlanmaktadır.
Coğrafya kaderdir. der Ibni Haldun 1389 senesinde. Arz-ı kürenin en ihtişamlı, en gerçek lafıdır. Mukaddime’de geçer. Yani der ki, ırk diye, milliyet diye birşey yoktur. Coğrafya vardır. Yani der ki, güneş kime daha çok vurursa o kavruk olur, güneşi az gören beyaz kalır. Yani der ki, başka diyardan birini yargılamadan, onun coğrafyasında kendiniz doğmuş gibi düşünün.
Şayet bir rivayet veya haber şimdiki sosyal hayatta olması imkansız ise, o hadisenin tarihte de olması imkansızdır.
_Benzer hadiseleri benzer şartlar veya benzer şartları benzer hadiseler meydana getirmektedir.
_O, senin mutluluğunu senden daha çok ister ve senin çıkarlarını da senden daha iyi bilir. Çünkü o, senin idrakinin ve aklının sınırlarının üstünde bir varlıktır

_Şu bir gerçek ki: Peygamberlik kurumu, akla dayalı bir şey değildir. Onu bildiren, duyuran dindir sadece. Varlık ve insanlığın yaşamı, öyle Tanrıdan din getiren biri olmaksızın da oluşup gelişebilir. Düşünün: Kitaplılar ve peygambere uyanlar, kitapları olmayan ateşe tapanlardan sayıca daha azdırlar. Gerçekten ateşe tapanlar, dünyada en kalabalık topluluklardan birini oluştururlar. Kitapları, peygamberleri olmadığı halde, onların da yönetimleri ve uygarlıkları vardır. Peygamberlik ile hükümdarlık arasında hiçbir mantıki ve zorunlu ilişki yoktur.
_Yönetimde şeriat gerekli değildir. (2. Abdulhamid zamanında yasaklanmıştır.)
_Mantık ilminde esas, ispat etmektir. Mantık, konuşanın delillerini çürütürken, bu delilillerin müdafaa ettiği asıl dinî inançları da çürütmüş sayılırdı. (Bunun için eski kelamcılar mantıkla meşgul olmayı men ve mantığı, cerh ve iptal edeceği delile göre, bid’at veya küfr addetmişlerdir.)
_Akletmek Müslümanlar tarafından terk edildi ve bu yüzden zelil bir hale düştüler.

_Coğrafya kaderdir.
Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.
_Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler.
_İlim bir kuyu, tartışma ise onun kovası gibidir.
_İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür.
_Mağluplar galipleri taklit ederler.
_Fazla tevazunun sonu vasat insandan tavsiye dinlemektir.
_Bilesin ki, vücut için çok besin almaktan, açlık daha elverişlidir.
_Barbarlar savaşla yenip fetheder, medeniyetse sulhla fethedeni fetheder.
_İlme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır.
_Toplumsal yaşam, insan türü için kaçınılmaz bir zorunluluktur.
_Sıcak iklim insanlarinin deri renkleri güneş yüzünden siyah, kuseydekilerin de soğuk yüzünden beyazdır
_Her akıl, gücünün yetmediği ve idrak edemediği şeyleri inkar eder.
_Merhamet, masum olduğu için her kalbe misafir olmaz.
_Gayri memnunlar medeniyet kuramazlar.
_‘İddialar yayılıp meşhur olunca reddetmesi zorlaşıyor’
_İnsanlara, kendi derecelerine göre muamele de bulunmak da adaletin bir parçasıdır’
_Arapları hareke geçirecek, onları hâkim kılacak tek etkenin ‘din’ olduğunu vurgular. en sağlam ve güzel dayanışmanın, birliğin din ile olacağını belirtir
_Gerçekte güneş ne sıcaktır ne de soğuktur. Sadece ışık saçıcı olan basit bir yapısı vardır’
_Korkunç sesler kalpleri korkutmada etkilidir. Gerçekten de bu, psikolojik bir durumdur ve savaş durumlarında herkes bunu hisseder.’
_Devletin yeni kurulması aşamasından ve ihtiyarlık çağında kılıcın, kalemden daha üstün ve gerekli olduğunu anlatır
_Müellif; rüyada istediği şeylerin görülmesi için söylenecek sözlerden bahseder ve bunu bizzat denediğini ve sonuç ta aldığını belirtir. (halumiyye)
_Kâhinin gaybi algılamaları kemal derecesine ulaşmaz. Çünkü onun ilham kaynağı şeytandır.
Onları [kâhinleri] kehanetten vazgeçmemeye ve peygamberleri yalanlamakta ısrar etmeye iten şey, peygamberliğin kendilerine ait olması için duydukları derin hırstır.
_Şıkk b. Enmar b. Nizar ve Sutayh [veya Satih] b. Mazin b. Gassan, cahiliye döneminde Araplar’ın en meşhur kâhinleridir. Sutayh’ın vücudunda kafatasından başka kemik yoktu ve elbisenin katlandığı gibi katlanırdı. Onlardan nakledilen en meşhur hikâyelerden biri (…) Rabia b. Mudar’a Kureyş kabilesinden bir peygamber çıkacağını haber vermişlerdir.
_Bedeviliğin kabalığı, medeniliğin kibarlığından tarihsel olarak önce gelir.
_ İsrailoğlularının kırk yıl kadar çölde yaşamaya mecbur kılınmasının bir hikmetinin de; cesaretlerine tekrar geri kazanmaya, zor ve elverişsiz şartlara alışıp rahatı terk etmeye alıştırmaya vesile olduğunu belirtir
_Araplar tamamen bedeviliğe gömülmüş bir topluluk olup, sanatların ve diğer (medeni) hususların ortaya çıkışına zemin hazırlayan medeni umran olmaya en uzak noktadadır

_Türkler savaşçı karakterleri ve kahramanlıkları nedeniyle islâmın kurtarıcısı olmuşlardır.
_Türkler Araplar gibi yabani milletler rızıklarını başkalarını sömürerek ararlar. Eğer başkaları da kendilerini sömürmek isterse savaş çıkar. Türklerin Moğolların mağlup ettiği Arapların kültürlerini almaları kendilerinden üstün olmalarından dolayıdır.
_(Zenciler köleliği kabul eden tek halktır çünkü sahip oldukları insani özelliklerin derecesi düşüktür ve hayvanlar basamağına yakındırlar. Köleliği kabul eden diğer halklar bunu rütbe veya nüfuz kazanmak için yaparlar. Buna örnekler doğudaki Memlük Türkleri ve [İspanya’da] devlet hizmetine giren Frenkler ve Galiçyalılardır.
_Arap karakteri: Hırsız ve talan ruhlu, kaba ve haşin, ayağını bastığı yeri harabeye çeviren, kanun ve hukuk duygusundan yoksun, toplum düzeni duygusuna yabancı, otorite tanımaz ve anarşik ruhlu, uygarlık düşmanı ve bu nedenle insan iradesi mahsulü olan kanunlarla değil ancak gökten inme korkutucu emirlerle idare edilebilen yaratık…

_Tarihçilik
_Eski zamanlarda tarihçilik, abartı dolu bir destanname meydana getirmekten ibaretti. (İbn-i Haldun bu yöntemi yıkmıştır.)
1. Tarihi Kaynakları Tenkit: Bu yöntem ile gerçeğe uygun olmayan asılsız rivayetler ayırt edilmektedir.
2. Hadiseler arasındaki sebep – sonuç ilişkisinin tespiti.
_Tarihin bir görünen yüzü ( zahir ), bir de iç yüzü( batın ) vardır ve önemli olan ikincisidir. Çünkü zahir tarihçilikte olaylar birbiriyle ilişki kurulmaksızın yüzeysel bir şekilde hikâye edilmekten ibarettir. Sebebi bilmeden sonucu anlayamadığımız gibi geçmişi bilmeden de şimdiki cemiyeti bilmek imkânsızdır, çünkü tarih hâlihazır durumun sebebi mesabesindedir.
_Tarih ilminin önemine, tarih yazımında takip edilen usullerin araştırılmasına, tarihçilerin düştükleri hatalara, sahip oldukları asılsız kanaatlere ve bunların sebeplerine temas etmiş, tarih ilminin kapsamlı bir tarifini yaparak kendi tarih anlayışını ortaya koymuştur.
_Tarihin görünür yüzünde bir dizi olaylar yer alırken, tarihin asıl manası gizli yüzündedir. Önemli olan bu gelişmenin sırrını kavramaktır. Nakledilen bilgilerin ve olayların bir mantık süzgecinden geçirilip, gerçeğe uygun olup olmadığını anlamak gerekir. Tarihin gerçek bilgisine ulaşabilmek için sosyal olay ve olguların objektif gözleminden işe başlamak gerekir. İşte bunu yapacak bir bilime ihtiyaç vardır.
_Tarih alanında düşülen yanlış ve yanılgının ince bir nedeni var: Çağlar değişir ve günler geçip giderken, toplumların, kuşakların durumlarının da sürekli olarak değiştiğinin gözden kaçırılması. ( ) Evrenin ve toplumların durumları, ilişkileri, gidişleri tek bir süreç ( vetîre ) üzerinde sürmez ve değişmeyen bir çizgide kalmaz. Günler, zamanlar geçer, oluşan değişmeler ve durumdan duruma geçişler bütünüdür her şey. Bu değişmeler ve geçişler, kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde de olur
_Dıştan bakılınca tarih, eski günlerden ve devletlerden, eski çağlarda geçen olaylardan haber veren bilim olmaktan öteye geçmez. Ağızdan ağıza geçen sözler, öyküler anlatılır. Anlatılardan özdeyişler çıkarılıp sergilenir. Toplantı yerlerinde kalabalık belirdiği zaman bunlarla eğlendilirilir dinleyenler. Derinliğine inilerek bakıldığındaysa, tutarlı bir bakıştır tarih. Bir incelemedir [nazarun ve tahkikun ç.n.]. Olup bitenleri nedenleriyle birlikte incelemedir, nedenlerine bağlamadır. Ne var ki bunun ilkeleri çok incedir. Olguların nasıllarını ve nedenlerini derinlemesine bilmedir. Bundan dolayı tarih, temel bilimdir.

_Devlet,
İnsanı hemcinslerinin saldırıları ve zulmünden korumak için oluşturulan bir şeydir. Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Birinci aşama fetih ve kuruluş aşamasıdır. Bu aşamada yerleşik bir yönetimin elinden askeri güç ile iktidar alınır. İkinci aşamada hükümdar iktidarı tekeline almaya başlar. Bunun için kendisinin başa gelmesini sağlayan doğal dayanışmayı tasfiye etmeye başlar, onunla güç paylaşanları ortadan kaldırır. İbn-i Haldun’a göre bilginler en kötü siyasal danışmanlardır. Üçüncü aşama ekonomik refahın arttığı, kültürel unsurların geliştiği bir yükseliş ya da lüks ve debdebe aşamasıdır. Dördüncü aşama doyum, tatmin ve kendini beğenme aşamasıdır.[68] İstikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir girişimin olmadığı, eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanılan bir aşamadır._ Son aşama sefahat, israf ve çöküş aşamasıdır. Bu aşamada hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıklar ortaya çıkar.[67] Hükümdarın lüksünü ve desteğini, satın almış olduğu ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Yönetilenlerin devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Başkentte bile ordu ve bürokratlar hükümdarın otoritesini ele geçirmeye, hükümdarı sadece makam ve sıfattan oluşan bir şeye dönüştürmeye başlar. Sonunda dışarıdan gelen, asabiyyesi güçlü genç, sağlıklı bir topluluk devleti istila eder ve çürüyen yapıyı ortadan kaldırıp yenisini kurar.
_Devlet askerle korunur, asker para ile beslenir, mal haraç ile elde edilir, haraç memleketin mamurluğu ile temin olunur, memleketin mamurluğu ise adalet iledir, adalet ise valilerin hâllerini ıslahla, vâlilerin ve memurların hâllerini ıslah da vezirlerle olur, hükümdarın tebaasının durumunu bizzat kendisi yoklaması, bunların hepsinin başında gelir.”
_Eğer devlet basiretli hareket eder, tedbirli davranır, haksızlık etmez ve doğru yoldan sapmaz ise pazarından som altın ve saf gümüş revaç bulur. Ama kin ile hareket eder, kötü amaçların peşinde koşar ve zulüm ve batılın komisyonculuğuna yönelirse o durumda pazarında sahte ve kötü şeyler revaç bulur. Araştırıp doğruyu bulmadaki ölçü, eleştirel ve basiretli olmaktır.

_Kentliler, kendilerini rahatlık ve kaygısızlığın döşeğine salıvermişler, mutluluk ve bolluğa gömülmüşler, mallarını ve kendilerini koruma işini, yönetenlerine, valilerine, yargıçlarına ve sürekli koruma görevlilerine bırakmışlardır. Ve çevrelerini kuşatan kale duvarlarının, önlerinde dönüp dolaşan bekçilerin ve nöbetçilerin sağladığı güvenceyle uykuya dalmışlardır. Hiçbir kaygı, uyarı heyecanlandırmaz onları. Ellerinden kaçabilecek avları da yoktur. Alabildiğine iyimserlerdir ve kendilerini güvenlik içinde bulurlar. Bu nedenle silahlarını bırakmışlardır.

_İlk üretim tarzı bedeviliktir. Göçebe yaşamın ihtiyaçları sınırlıdır. Hayvancılık ve tarım sade bir yaşam tarzı getirir. Şehir hayatında ise üretim artar, bu ticareti geliştirir ve insanlar artan zamanlarını zanaat alanlarına ayırırlar ve ihtiyaçlar giderek çeşitlenir. Bu çeşitlenme tüketim ve israf artışını da beraberinde getirir.[86] İhtiyaçları karşılamak için emek sarf etmek gerekir. Bu yüzden üretimde emeğin rolü üzerine değinir. Malın değerini iki şey belirler: Biri harcanan emek, diğeri ise mala olan talep. Eğer elde edilen kazanç, o kazancı sağlayan kişinin harcamalarına gidiyorsa geçim aracı dır, ihtiyaçtan fazla oluyorsa sermaye haline gelir. Şehirlerde emek arzı fazla olduğu için sermaye ortaya çıkar

_(Aristo ve onu islami çerçevede yorumlayan birçok islam filozofu gibi İbn-i Haldun da varlıkları aşağıdan yukarıya belli bir düzene göre sıralar ve yine benzer şekilde ruhani âlem, cismani âlem gibi ayrı âlemlere yerleştirir.[81] İbn-i Haldun, varlıkların içinde olduğu üç âlemden söz eder. Bunlar duyular âlemi veya maddi ve cismani âlem , düşünce âlemi ve rüyalar ve kalbe ilham gelmesi gibi daha farklı şekillerde hissettiğimiz melekler ve ruhlar âlemi dir. Bu âlemlerdeki varlıklar da yukarıdan aşağıya bir düzen içinde sıralanırlar. Her âlemin en üst basamağındaki varlık, kendinden sonra gelen âlemin en alt basamağındaki varlığa geçiş özelliğine sahiptir. Örneğin bitkiler âleminin son basamağında yer alan üzüm ve hurma ile hayvanlar âleminin en alt basamağındaki salyangozun böyle bir ilişkisi vardır. Benzer şekilde duyular âleminde en üst seviyede olan maymun ile düşünceler âlemindeki insan da böyle bir ilişkiye sahiptir. Peygamberlerin de, insan görünümünde olmalarına karşın, en üst basamakta oldukları için bir üst âlem olan melekler âlemi ne geçmeleri mümkündür)

_Üç tür siyaset vardır:
_Akli siyaset: İnsanların akılları ile bulup koydukları kanunlar aracılığı ile devleti yönetmeleridir.
_Medeni siyaset: (Anarşizm) Filozofların ileri sürdükleri ideal bir siyaset biçimi olup, gerçekle ilgisizdir. Gerçekleşmesi uzak bir ihtimaldir
_Dinî siyaset: Devletin peygamber tarafından bildirilmiş olan Tanrı buyrukları ile idare edilmesidir. Dinî siyasetin akli siyasetten üstün olduğunu ileri sürer. İslam toplumunun devam edebilmesinin yolunun peygamberin koyduğu kuralların sürdürülmesinde olduğunu, halifelik kurumunun da bunun için gerekli olduğunu belirtir.

_İbn-i Haldun (1332- 1406) Tunus.
Devlet adamı, tarihçi, sosyolog, liberal. Otobiyografisini Et-Tarif adlı eserde yazmıştırr. Kökenini dayandırdığı Vail bin Hacer, Muhammed’i ziyaret etmiş, hayır duasını almış ve ondan 70 hadis rivayet etmiş bir sahabedir. Bizim ecdadımız, Yemen Araplarındandır der. Şam’ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti. Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti’nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Kaliteli bir Arap eğitimi olan, Kur’an, Arap dilbilimi, Hadis ve Fıkıh eğitimi aldı. Hem aklî hem naklî bilimlerde kendini geliştirdi.
_Mısır’da yargıçlık yapmış olan Muhammed Abdullah Enan biyografisinde.: İbn-i Haldun bir oportünist (faydacı) idi. Her çareye başvurarak fırsatları yakalamasını biliyordu. Her zaman, hiç duraksamadan, kazananın yanında yer alıyordu, Onun her zamanki davranışı, çığrından çıkmış bencilliğine, nankörlüğüne, hakkaniyeti ve borçluluğu, şükranı hiç kaale almadan her fırsattan yararlanma eğilimine tanıklık eder. Rosenthal’e göre yakındığı entrikalar, kendi entrikalarına verilen yanıtlardan başka bir şey değildi . makyavelizminin kurbanıdır.
_Mukaddimesinde Yunan ve Rum düşünürlerden, özellikle Aristo ve Eflatun’dan bahsetmiştir.
_Mukaddime çok sayıda Osmanlı tarihçisi tarafından yararlanılmış bir eser olmasına karşın, yazılışından 500 yıl sonra II. Abdülhamit serbest görüşlerinden ötürü kitabın okunmasını ve satılmasını yasakladı.
_Liberal bir görüşe sahiptir. Özel girişimciliği savunur ve devletin ekonomik hayata müdahale etmesine karşı çıkar. Devletin ticaret yapmasına da karşı çıkar. Ona göre, bu, üreticiler için zararlıdır ve vergi düzenini bozar. Devletin rekabet ettiği bir alanda çiftçiler ve tüccarlar rekabet edemez. Devletin görevi ekonomik hayatın bir düzen içinde gelişmesini sağlamaktır.
_Ruhani âleme ait bilgiye insanın akıl yoluyla ulaşabileceğini reddeder. İnsan bu bilgiye vahiy dışında bir yolla erişemez,

_Mukaddime, 7 ciltlik dünya tarihi “Kitâbu’l-İber’in” giriş kitabıdır ve 6 bölümdür. İklimlerin ve beslenmenin etkilerinden, göçebe ve yerleşik kültürden, devletlerden, krallıklardan, köy, kasaba bilgilerinden, sanat, ticaret, tarım ve bilimleren bahseder.
____________________________

_Konfüçyüs_
_Hayallerdir insanı ayakta tutan.
_Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
_Başarının kaynağı ne çalışmaktan ne de hırstan geçer. En büyük araç bir cemiyetin üyesi olmakla başlar.
_Bana anlat unuturum, bana göster hatırlarım, beni dahil et, anlarım.
_Kendine eşit olmayan kimselerle dost olma.
_Konuşmaya değer insanlarla konuşmazsan insanları, konuşmaya değmez insanlarla konuşursan kelimeleri yitirirsin.
_Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkunç olamaz.
_Güler yüzlü olmayan bir kişi, dükkan açmamalıdır.
_Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün. Nasıl yönetildiğini anlamak mı istiyorsunuz, onun müziğine kulak veriniz.
_Arsız güçlü olunca, haklıyı suçlu çıkarır.
_Eş seçmek, kitap seçmeye benzer; iyi tasarlanmış bir kapak ve cilt ilginizi çekebilir ama içeriği sağlam olmadıkça, sonunu getirmek zordur.
_Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız.
_Bir insanı doyurmak istiyorsanız, ona balık verin; aç kalmamasını istiyorsanız ona balık tutmayı öğretin.
_Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.
_Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyiniz.
_Gerçeği bilenler ile onu sevenler hiçbir zaman eşit değildirler.
_İnsanların umutlarıyla oynama, belki sahip oldukları tek şey odur.
_Karanlığa söveceğine, bir mum yak.
_Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma
_Kendini affetmeyen bir insanın bütün kusurları affedilebilir.
_Kuyunun dibinde yaşayanlar, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar görürler.
_Küçük avantajların peşinden koşarken büyük başarılardan olabilirsiniz.
_Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanin boyu hizasındadır.

_Adalet devletin hazinesidir.
_Tüm cevapları bildiğini zanneden insana tüm sorular sorulmamıştır.
_Mutluluğu bulmak için değil, paylaşmak için evlenilir. Bir şeyler almak için değil, vermek için sevilir.
_Zıt karakterde birini gördüğümüzde içimize dönüp kendimizi incelemeliyiz Dışarıda gördüklerimiz bize kendimizi yansıtır
_Yavaş yürüyene çelme takılmaz
_Tanrım bana çiçek dolu bir bahçe ve kitap dolu bir ev ver.
_Ne aradığını bilmeyen bulduğunu bilemez
_Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur.
_Kötülüğe adaletle, kibarlığa kibarlıkla karşılık ver.
_İnsanları niçin öldürüyorsunuz, biraz bekleyin zaten ölecekler
_Güçlü olan, zayıf yanını herkesten iyi bilendir; daha güçlü olan ise zayıf yanına hükmedebilendir
_Efendi adam, kendisinden çok şey, başkalarından az şey bekler.
_Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar.
_Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız.
_Alkışı en sessiz şekilde karşılayan, alkışı hak etmiş demektir.
_Akıllı insan kimseyle yarışmaz, böylece kimse onunla yarışamaz.
_Gerçek bilgi,insanın ne kadar cahil olduğunu bilmesidir.
_Düşünmeden öğrenmek yitirilmiş bir emektir
_Onlara başkanlık ederken saygınlığı eksik etme ki ciddi olsunlar. Babaca ve şefkatli ol ki, sadık olsunlar. İyiyi teşvik et, acemiye öğret ki hevesli olsunlar.
_Önderler nazik olurlarsa, halkları saygısızlığa cesaret edemez. Önderler adil olurlarsa halkları serkeşliğe cesaret edemez. Önderler güvenilir olurlarsa, halkları yalancılığa cesaret edemez.
_Bende bir yumurta var. Sende bir yumurta var. Eğer, sen bana bir yumurta verirsen, ben sana bir yumurta verirsem, yine sende bir yumurta Bende bir yumurta olur. Şayet, sende bir bilgi var. Bende bir bilgi var. Ben sana bir bilgi verirsem, sen bana bir bilgi verirsen, sende iki bilgi, Bende iki bilgi olur.
_Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner!
_Aşk, dört nala giden at gibidir, ne dizginden anlar, ne söz dinler
_Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır.
_Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir.
_Bir ülkede adaletin varlığı kişinin kendini özgürce ifade etmesinden anlaşılır. Bir ülkede adaletsizliğin varlığı ise kişilerin başına buyruk davranışından anlaşılır
_Çizik bir elmas, çizik olmayan bir çakıl taşından daha iyidir.
_Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.
_Elde edilecek bir çıkarı olduğu halde adaleti düşünen, tehlike karşısında hayatını hiçe sayan, verdiği sözü unutmayan, tam insandır
_Öğrenmeyi sevmeksizin bilmeyi sevmek vardır ki zihinin gereksizce dağılmasına götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin içten olmayı sevmek vardır ki onur kırıcı bir aldırmazlığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin dobra olmayı sevmek vardır ki kabalığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin açık görüşlü olmayı sevmek vardır ki umarsız bir asiliğe götürür.
_İyiliği, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden, sırf iyilik olsun diye yapmalıyız.
_Düşünmeden incelersen kör sayılırsın, incelemeden düşünürsen tehlikedesindir.
_Nasıl ki elmas yontulmadan mükemmelleşmezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz
_Güzel yeteneklerin dahi olsa, kibirli ve cimriysen, diğer özelliklerine göz atmaya bile değmez
_Eğer insan kendini yönetmeyi biliyorsa, devleti yönetmekte de hiç bir güçlükle karşılaşmaz demektir
_Cahillik aklın gecesidir ama aysız ve yıldızsız bir gece
_Marifet hiç düşmemek değil her düştüğünde kalkabilmektir.
________________

_Mevlana_
_Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur. Kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir. Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler. Hoşa giden her şey haram kılınmıştır ama bu halk için bir delil olamaz. Yoksa; ney, şarap, çalgı, güzel yüz ve saz alemi, olgun kişilere ziyan vermez. Ama bilgisiz halka yasaktır.
_Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. Kâfirlerin dışı pis değildir. O pislik onların din ve ahlakındadır._Oklar ve süngüler önünde kafirlerin kanı mübahtır. Çünkü onlar, işe yaramaktan uzaktırlar. Onların karıları ve çocukları da esir sayılır. Çünkü akılları yoktur, merdut ve aşağılık kişilerdir._ Din düşmanlarının başına kılıç ol, kurt gibilere ateş saç_ Cahil olanların merhameti azdır. Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü. İnanan kişi, işlerini Allah emretti diye yapar. İnanmayan ise, mücadele ve gösteriş olsun diye yapar. Böyle inatçı kişilerin başlarına toprak saç. Kibriya güneşinin şu anından mahrum ve ışıksız olan gönül evi, Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; Tanrı, müşrikler, tâ ezelden pislik içinde doğduklarından onlara “Necis-pis” demiştir. Pislik içinde doğan kurt, ebediyen huyundan dönmez,
_Mademki rızkı taksim eden Allah’tır, o halde şikâyet küfürdür. Sabır gerekir.
_Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil kilimin tozunu almaktır.
_Doğruların yemin etmeye ihtiyacı yoktur.
_Testide ne varsa dışına o sızar.
_Üstünün dostu ol ki üstün olasın.
_Yaşamak direnmektir, sevmek güvenmektir. Unutma; insan çoğu zaman dünyanın hakimi, bazen de küçük bir kalbin esiridir.
_Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur
_Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
_Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir. (Cibilliyetsiz: Sütü bozuk, soysuz, kötü)
_Domuzların önüne elmaslar serilmez. Mücevherden ancak sarraflar anlar. Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da, sana bakan kör ise kendini camdan sanma. Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir.
_Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
_Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır. Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulur.
_Edepli Edebinden Susar. Edepsiz de Ben Susturdum Zanneder..
_Edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır. Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
_Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
_Gerek yok her sözü laf ile beyana. Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana
_Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun!
_Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.
_Her birimiz tek kanatlı melekleriz ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz
_İnsan düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir.
_Hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki; ha bir altın çalmışsın ha bir iğne.
_Hırsla dolu aşağılık ve haram yiyici kişi, o sayı günü domuz şeklinde dirilir.
_Irz ve namustan mahrum olanlar, millet ve vatan hissi taşımazlar.
_Kargalar gülistanı işgal ettiklerinde bülbüller siner ve susar. Karga, gül bahçesinde gezmekle bülbül olmaz.
_Kuru duayı bırak! Ağaç isteyen tohum eker!
_Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılacak olan odur ki bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.
_Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır.
_Nefsinin istediğini yapıp da bir de “inşallah” demek Allah’la alay etmektir. Kimi kandırıyorsun?
_Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.
_Safları dağıtanı aslan sanma. Asıl nefsini ezebilen aslandır.
_Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma. _Açlık, ilaçların padişahıdır
_Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
_Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil!
_Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili’ye yar denir
_Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
_Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
_Ayna ile terazi, birisi utanacak diye doğru söylemekten sakınır mı? Ayna ile terazi, öyle doğru mihenk yerleridir ki sen onlara iki yüz sene hizmet etsen sonra aynaya desen ki Ben sana bu kadar sene hizmet ettim, beni çirkin gösterme Teraziye desen ki Yalvarırım sana, eksiğimi açığa vurma Onlar sana cevap verir de derler ki Zavallı, herkesi kendine güldürme, Ayna ile terazi hile bilmezler
_Beni yabancı saymayın, buralıyım ben. Düşman değilim, öyle görünsem bile. aslım Türktür, Farsça konuşsam bile
_Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
_Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez
_Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Adam dedi ki Güzelim, emin ol sen benim üstüme bineceksin. Bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür. İnsanların suretleri de böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.
_Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir.
_Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini.
_Mademki insanın yaratılmasındaki maksat, Tanrı’ya ibadet etmesidir, ibadete yanaşmayan kişinin ibadet yeri cehennemdir. Ben, insanları, cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım
_Dertli bir adamın dumanlarla dolu bir gönül evi vardır; derdini dinlersen o evde bir pencere açmış olursun.
_Dostun yanına hediyesiz gitmek, buğdaysız değirmene gitmek gibidir.
_Müslümanca yaşamak istersen Kur’ân’a sarıl; çünkü, onsuz islami hayat mümkün değildir.
_Ey gönül! Gülü seviyorsan dikenini de seveceksin, deryayı seviyorsan dalgalarını da seveceksin, vuslatı seviyorsan firakını da seveceksin, sevgiliyi seviyorsan nazını da seveceksin, hayatı seviyorsan ölümü de seveceksin.
_Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
_Aşkın dile düşmemesi, söylenmemiş kalması ve gönülde duyulması daha parlaktır.
_Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
_Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur.
_Sarhoş, cinayeti yapar da sonra özrüm vardı, kendimde değildim der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
_Sıkıntılar, Sevgili’nin gönderdiği misafirdir; gelir ve gider. Önemli olan, gönderenin hatırına o misafire sabredebilmektir.
_Muhabbet ve merhamet, insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.
_Mum olmak kolay değildir Işık saçmak için önce yanmak gerek.
_Ömrümün özeti şu üç sözden ibarettir: Hamdım, piştim, yandım.
_Öfke rüzgar gibidir, bir süre sonra diner; ama birçok dal kırılmıştır bile.
_Senin için başkasını terk eden, başkası için de seni terk eder.
_Sukŭnetim asaletimdendir. her lâfa verilecek bir cevabım var.lâkin; Bir bakarım lâf lâf mı diye , bir de bakarım söyleyen adam mı diye.
_Mesnevî, Fars diliyle yazılmış. Selçuklu dönemi tarihçisi Mikail Bayram, Mevlana-Ahi Evran mücadelesine değinir ve Mevlana’yı
Moğollardan maaş alan bir ajan olmakla suçlar. Anadolu’da Moğol direnişinin örgütleyicisi Nasrettin Hoca’nın katilidir.

_Mevlana’dan Şems’e Aşk Mektupları_
_Sevgilim, hünkârım, aşk mabedim. Ayaklarını öpen dağ olayım. Yürüğün yollara toz olayım. İnadı bırak da gel. Ateşinden değil, ateşsizliğinden yanmışım. Derdimin dermanı, dudaklarından aldığım öpücüktür. Ben senim, sen de bensin. Musa aşkına, İsa hatrına, Muhammed nuru için gel şems. Konya artık aşk kokmuyor. Senin Mevlânan.
_Ah ah! Çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! 40 senedir beklediğim, geç bulduğum, şimdi yoksun. Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Varım yoğum sensin. Sen de yoksan, ben bir hiç’im bilmez misin? Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Seni teneffüs ediyordum. Hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk. Çöldeki kumlar kadar susuzum, gelişin nisan yağmuru olsun. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın halâ? Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz. Nasıl bir pınarsın sen şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey şems? Yandıkça serinlediğim. Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz. Aşk suskunluğumdu benim, yangınımdı, vurgunumdu, yazımdı, yasağımdı, itirafımdı, heyecanımdı! Bu ayrılık, yüreğime saldığın alevlerin lavlaşması içinse, yeterince erimedim mi ateş toplarında? Öyle yandım ki; sen yandıkça, ben yanayım! Sen dondukça, ben de donayım! Acının koynunda içime güneş doğmaz oldu sen gittin gideli. Saçlarıma aklar düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden ama sen halâ dönmüyorsun! Düşüncelerim, kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz. Şimdi gözyaşlarımdan inci yapmak isterdim sana. Yanan alnım, avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin. Beni ne kadar ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez. Zümrüd-ü anka gibi kendi külümden doğar ve turnalar gibi kanat vurarak, yine revan olurum yollarına! Gözlerimi tavana mıhlamış, bir tek seni düşünüyorum. Bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız, kanım donuyor, sıcağın yok ki yanımda! O ayrılıktan kahroluyorum. Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. Ey kalbimizde olan nur gel, hayatımızın senin elinde olduğunu biliyorsun, hayatı, kullarını sıkıntı yapma gel. Ey aşk, her yalnız aşık değildir, ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Tek varlığım ve tek yokluğum, yaram ve merhemim, kazanmadığım ama hep kaybettiğim. evet, buydu aşk! Ey cennetin, cehennemin elinde olduğu kişi, bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme! Meryem, isa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de ayaklarını yıkayan olsam.
_Özledim, ey şems özledim, çık gel allah aşkına! Aşkın insanı olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Şükürler olsun “sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.

_Güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? Sıcaktan düşüp bayılan mı? Hayır. Güneşe yolculuk yapan mı? O da değil. Gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı. _Ey dünyanın zarifi! Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz. ._Güller şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim, şems’siz sofranın balını böreğini neyleyeyim. Sözlerin kulaklarımda halâ taze, tebessümün geliyor gözümün önüne, vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin.
_şiiir_Çöldeyim, susuzum, kuyularda yusuf’um, sözlerin bana züleyhâ, ateşlerde ibrahim’im, gözlerin bana derya,sancılar içinde meryem’im, bakışın bana isa, yaralar içinde eyyub’um, hasretin bana şifa, ölüler içinde bir ölüyüm, ellerin bana musalla..
**

Havasının hoşluğu ve temizliği dikkate alınmadan kurulan şehirler, çoğunlukla hastalıklıdır.
Açlıktan ölenleri, açlık değil, daha önce alışkın oldukları tokluk öldürür.
Kalpler bâtıl heva ve heveslere, dünya meyline çağrılırs, rekabet hasıl olur, intilaflar yaygınlaşır. Hakk’a döndürülür, bâtılı ve dünyayı reddeder ve Allah’a yönelirse, cihetleri (ve gayeleri) birleşir, rekabet ortadan kalkar, ihtilaflar azalır, yardımlaşma ve dayanışmanın güzel bir şekli ortaya çıkar. Bu husustaki kelimenin (ve işbirliğinin) sahası genişler, bu suretle devlet büyümüş olur.
Devletteki mülke mahsus nisap sahiplerinin riyasetleri istikrar kazanıp ardarda gelen birçok nesil ve birbirini takip eden hanedanlar / iktidarlar boyunca; mülk, hanedan mensuplarının birinden öbürüne veraset yolu ile geçer hale gelince, insanlar başlangıç durumunu unutur, söz konusu nisap sahiplerinde riyaset rengi koyulaşır, (hükümranlıkları sağlamlaşır), haneden mensuplarına boyun eğmek ve teslimiyet göstermek (devlete itaat ve sadakat), dini bir inanç haline gelir, halk hanedan mensupları ile beraber onların (iktidarı, hakimiyeti ve ) işi için, tıpkı imanî akideler üzerine savaştıkları gibi savaşırlar.
İbn Haldun, Tarih ilmini; nakilcilikten, hükümdarların hayat hikayelerini, maceralarını ve sergüzeştlerini anlatmaktan ibaret görmemiş, böyle görenleri de tenkit ederek bu ilme kendi dönemi ve sonrası için devrim denilebilecek bir usul geliştirmiştir İbn Haldun, Tarihi kaynakları tenkit edip ayıklayarak, Hadiseler arasındaki sebep-sonuş ilişkisini tespit edip nazari bir çerçevede ve bir sistem dahilinde izah etme yoluna gitmiştir. Öyleki o, ‘Tarihte Kanun’ fikrine bağlı ilk müellif ve Tarih Usulünün kurucusu olmuştur
Tarihçilerin içine düştükleri hataları o kadar uzattık ki, nerede ise kitabın maksadı dışına çıkacaktık.
İbn Haldun’un kendine has bir tasavvuf anlayışı vardı. Ona göre Tasavvuf: amel, ibadet ve güzel ahlaktır. Bir tasavvuf anlayışı bunun ötesine geçip keşf ve keramet sahibi olmayı, his perdesini ortadan kaldırıp gayp alemini müşahede etmeyi, varlıkların mahiyeti ve nevileri hakkında konuşmayı gaye haline getirmeye başladığında artık bu tasavvufun dini bir değer ve mahiyeti kalmamakdır.
“Tarih, bir asra veya bir kavme mahsus olan haberleri zikretmektir. Âfâkî olan genel hâlleri, milletleri ve asırları zikretmek ise tarih yazan kimsenin maksatlarının çoğunu ona istinat ettireceği temeldir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Benim çırpınışlarım sevinçten değildir.
Ele geçirilmiş kuş da çırpınır.
Umursamazlığım da sevincimden değil.
Bazı olayları hatırlamamdandır.
“İbn Haldun Araplara, medeniyeti tahrip eden bedevîler nazarıyla bakmaktadır.”
.
Her geçen gün bir öncekini aratmaktadır, aratacaktır
.
.
“Fazla tevazunun sonu,
vasat insandan nasihat dinlemektir ”
.
Hayat bir akış gibidir, her değişiklik aksini icap ettirmekte, her yükseliş bir düşüş ile sonuçlanmaktadır.
Muhyiddin İbn-i Arabî, günün birinde Cehennem azabının da ortadan kalkacağını savunmuştur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her geçen gün bir öncekini aratmaktadır, aratacaktır.
Felsefe bir ilim ve kesin bilgi yolu değil, zan ve şüphe yoludur.
İbn Haldun’un kendine has bir tasavvuf anlayışı vardır. Ona göre tasavvuf, amel, ibadet ve ahlâktır.
İbni Haldun, kutub, gavs, evtad, ricalu’l-gayb gibi şeylerin tasavvufa İsmailiye mezhebinden geçtiğine dikkat çekmiştir.
Tıbbu’n-nebevî hadislerinin tümü, Bunlar iptidai Arap örfünün tedavi usulleridir, şeriatla ilgili değildir, tıpla ilgili bir takım içtimai ve kavmi geleneklerden ibarettir.
Kalpler tek bir noktada buluştuklarında artık onların önünde duracak kimse yoktur
yanlız kalan kimse böyle bir yol tutsa, bu yolda haklı da olsa, kendisini felaketler uçurumuna yuvarlamış olur.
Mal ve servetlere el koymakla korkutmak ve şiddetli muamelede bulunmakla tebaa kuvvet ve cesaretini büsbütün kaybeder, tebaanın katlandığı zulümlere karşı koymaktan ümidi kesilmesiyle tebanın hakir düşeceği gerçektir ki bu hakirliğin, cesaret ve kahramanlığı yok edeceği şüphesizdir.

( Günümüzde korku yönetimi daha üst bir seviyeye ulaştı )

Fakat nefis, beden ve bedenin duyguları içine dalmış ve bedeniyle meşgul olduğu için bunu anlayamaz.
İnsan neye istidatlı olarak yaratılmış ise, o şeyi kolaylıkla kazanır.
Nefis bir şeyi alışkanlık edinince artık o şey onun tabiatından olur. Nefis, derece derece ve alıştırarak açlığı da alışkanlık haline getirir ve artık açlık da onun
tabii halinden olur.
açlıktan ölenleri, açlık değil, daha önce alışkın oldukları tokluk öldürmektedir.
Alınan çok gıda vücutta işe yaramaz fazlalıklar ve kötü artıklar meydana getirir. Bu çeşit artıklardan vücut oransız bir şekilde genişler; şekil çirkinleşir. Bu gıdalardan meydana çıkan bozulmuş kötü sıvıların beyne gitmesiyle zihinler ve fikir körleşir. İdraksizlik, gafillik ve itidalden ayrılma ortaya çıkar.
Felsefe ilminin mesele bölümünde anlatıldığı ve tespit edildiği gibi, neşe hayvani ruh un yayılmasından ibarettir. Hüzün ise, hayvanî ruhtaki kasılmadan ileri gelir.
Asabiyet, arka çıkmayı ve birbirini tutmayı sağlayan doğal bir duygudur. Bu duygu şartlar oluşunca kendiliğinden harekete geçer. Aynı ırka mensup olanların, aynı ülkede ve bölgede yaşayanların aynı dine, mezhebe veya ideolojiye bağlı olanların – bir futbol takımı tutar gibi- birbirlerini tutmaları, birbirlerine bağlanmalarını temin eden bir histir, bir ekip bilinci ve takım ruhudur.
Zilleti kabullenen kendisini savunmaktan da aciz kalır. Kendisini savunmaktan aciz olan ise bir şeyi elde etme mücadelesini hiç yapamaz
Kalpler tek bir noktada buluştuğunda artık onların önünde duracak kimse yoktur
Araplar vahşi tabiatlarının icabı olarak yağmacı ve yeryüzünde bozgunculukla meşgul bir millettir.
İnsanların övülmeye düşkün oldukları bellidir. İnsanlar, şeref ve servet gibi dünya nimetlerine gözlerini dikmişlerdir. Çoklukla faziletlere rağbet etmezler ve fazilet sahipleriyle bu meziyetleri elde etmek için yarışmazlar.
İnsan neye istidatlı olarak yaratılmış ise, o şeyi kolaylıkla kazanır.
Bil ki, kibir, gurur ve kendini yüksek saymak aşağı görülen ahlâktandır.
İnsan nesebinden ziyade alışkanlıklarının çocuğudur.
Rızk, fiilen kullanılan, faydalanılan ve istihlâk edilen maldır. Eğer bir insan, kastedilen kazanılmış ve biriktirilmiş maldan, kendisiyle ilgili ihtiyaçların hiçbirinde faydalanmazsa bu durumda sahibine bakarak bu mala rızk ismi verilemez insanın çabasıyla mülkiyetine sahip olduğu ama fiilen istifade etmediği mal kesb (kazanç) adını alır.
Bir kısmı diğer kısmını işinde çalıştırsın diye biz, insanların bazısını diğer bazısına göre derece itibarıyla üstün kıldık. Allah’ın lütuf ve esirgemesi onların topladığı servetten daha hayırlıdır. (Zuhruf, 43/32)
İnsan cinsinden hiç kimse başkasının yardımından ayrı kalamaz, bu yardımdan mahrum olan kimse mahvolmaya mahkûmdur.
İnsan nesebinden ziyade alışkanlıklarının çocuğudur.
Resûlullah’ın Ensar’dan birisinin avlusunda saban demiri gördüğünde Harise’ye söylediği sözler bunun bir delilidir. Resûlullah: Hiçbir kavmin evine bu âlet girmez ki, o kavmin arasına zillet girmemiş bulunsun. demiş ve bununla, çiftçilerin, idarecilerin kahır ve şiddetlerine katlanarak vergiler ödemeye mecbur olmalarının bir zillet olduğuna işaret etmiştir. Çünkü ödetmek için hükûmet şiddet kullandığında, ödemek zilletine katlanan kimse hileye başvurmaya mecbur olur. Bir grubun kahır ve şiddete katlanarak ağır vergiler ödemek zilletine boyun eğmiş olduğunu görürsen, o kabilenin hiçbir zaman devlet kurabileceğini ümit etme.
Bil ki, hükümdar ve devlet ileri gelenleri, zevk ve refaha dalarak para ve büyük servete ihtiyaç duydukları için bu zulme saparlar. Giderleri çoğaldığı için belli kaidelere göre toplanan vergiler ihtiyaç ve masraflarını kapatamaz, bunları kapatmak üzere bahanelerle vergilerin çeşit ve miktarını çoğaltırlar, bu paralarla masraflarını kapatmak isterler; fakat hayatın süs ve zevki gittikçe arttığı için masraflar da o nispette fazlalaşır. Bunun bir sonucu olarak halktan daha çok nispette para çıkartmağa muhtaç olurlar ve ihtiyaç derecesi artar, devlet yıkılıncaya, izi ortadan yok olup gidinceye kadar onun ihtiyaçları artmakta devam eder.
Halk, hükümdarın dinindedir.
Düşmanların saldırmasından korunma ve saldıranları savma, hakkına sahip çıkma, insanların birbirine kenetlenerek güçlü bir topluluk meydana getirmeleriyle olur ki buna asabiyet denir.
En fazla değer verdiğim dostun, sana kusurlarını haber veren ve bulunduğun makam dolayısıyla bunda çekingenlik ve korku göstermeyen kimse olmalıdır.
Arap olmayanlar aile sülâle, boy ve dallarına yabancı unsurlar karışmamasına dikkat ve itibar etmezler. Çünkü nesebin muhafazası ancak Araplara mahsus bir özelliktir.
Zulüm ve şiddetle kırılmış olan kalpler, üşenerek ağır davranmaya mahkûm oldukları için, onlar kendilerini müdafaa ve nefislerini koruma kuvvet ve tabiatını kaybederler.
Bir kimse belli bir gıdayı almayı alışkanlık hâline getirdiğinde vücudu onun alınmasına uygun hâle gelir ve o gıda değiştirilmesi hastalığa sebep olur. Gıdalar da genel olarak ölçü kaçırıldığında zehir gibidir.
Bir fikir, mezhep ve inanca taraftarlık karışır ise, insan ilk ağızda, kendisine uygun olan haberleri kabul eder, bir fikir ve mezhebe taraftarlık, insanın dikkatle düşünerek haberi tenkit gözünden geçirmesine mâni olur, yalanı kabul ve nakleder.
Dikkatle düşünen, doğruyu bâtıldan ayırt eder. Bilgi ise, fikir ve basiret sahibine, hakikatin yapraklarını parlatır.
Cehalet, hastalıklı ve havası bozuk olan otlağa benzer. Cahil adam bu hastalık tesiriyle doğrusunu yalandan ayıramayarak rastgeleni toplar ve bunları eserinde nakleder.
Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha ziyade birbirine benzer.
Her akıl, gücünün yetmediği ve idrak edemediği şeyleri inkâr eder.
Açlıktan ölenleri, açlıkları değil, daha önce alışkın oldukları tokluk öldürmektedir.
İnsanı öldüren açlık değil, tokluk zamanı edindiği alışkanlıklardır.
Malumun olsun ki, belagatı bilmekten hasıl olan tüm zevkler ancak belli bir lehçe ile haşır-neşir olup bu lehçeyi çokça kullanan, bununla konuşan nesil ve cemaatlarla fazlaca içli-dışlı olarak lisan melekesini tahsil eden kimseler için hasıl olur.
Bir kelâm bir şey ifade etmez duruma yakın olduğu nisbette belagat mertebesinden uzak kalır. Çünkü anlamsızlık ve belagat (bir ifadedeki) iki uç noktadır.
Şiir zor bir (ifade) tarzıdır ve garip bir fendir. Onun için şiire has üsluplardaki maharet ve şiir kalıblarına dökülen sözlerde mevcut olan bilenmiş fikirler karihaların (ve zekânın mükemmellik derecesi için) mihenk olmuştur.
Mevki sahipleri devlet ve hükümet işleriyle meşgul oldular. Bundan sonra bilgiyle uğraşmak işi başkalarına kaldı ve ilim, geçinmeyi temin eden bir vasıta oldu. Refah içinde yaşayanlar ve devlet adamları mağrurluklarından ilim öğrenmekle meşgul olmaktan çekindi, ilimle uğraşmak zayıflara kaldı, öğretim işi nesep ve mevki sahipleri nazarında hakir bir meslek sayıldı.
En-nâsu alâ dîni mülûkühüm” (Halk hükümdarın dinindedir).
Tarih ilmiyle meşgul olanı yanıltan diğer bir durum var ki, o da milletlerin ve boyların hâllerinin asırların geçmesiyle değişmekte olduğunu unutmaktır. Bu, pek gizli bir hastalık kabilinden olduğu için, bu hastalığı teşhis etmek zordur. Çünkü bu değişiklikler uzun asırlarda vukua geldiğinden, bunu ancak insanlardan pek az kimse anlayabilir. Bu da dünya ve milletlerin hâllerinin, ådet, inanç ve akidelerinin bir şekilde devam etmesinden, günlerin geçmesiyle bir hâlden diğer bir hâle intikal etmesinden ileri gelmektedir.

Bu değişiklikler şahıslarda, vakitlerde, şehirlerde meydana geldiği gibi, bölge, zaman ve devletlerde de meydana gelmektedir. Bu, Allahu Taâlâ’nın kulları için koyduğu kanundur.

ilimle meşgul olan kimse, sosyal kanunları, varlıkların özelliklerini, hadiselerin cereyanını; ahlak ve adetleri, inanç, din ve mezhepleri; değişmelerin tesirlerini; bunların geçmişteki durumlarıyla mevcut durumları arasındaki farklılıkları bilmelidir.
Melekeler belli fiillerin tekrar edilmesiyle hasıl olur. Çünkü bir fiil evvela vaki olur ve bu suretle o fiilden zata ait (şöyle böyle) bir sıfat hasıl olur. Sonra fiil tekerrür edince, bu sıfat hale dönüşür. Burada halden maksat köklü olmayan sıfattır. Daha sonra tekrar ziyadeleşince o hal meleke, yani köklü bir sıfat haline gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir