İçeriğe geç

Muhteşem Süleyman – Osmanlı’nın Altın Çağı Kitap Alıntıları – Andre Clot

Andre Clot kitaplarından Muhteşem Süleyman – Osmanlı’nın Altın Çağı kitap alıntıları sizlerle…

Muhteşem Süleyman – Osmanlı’nın Altın Çağı Kitap Alıntıları

Bir kaç yıl içinde basra kenti de osmanlılaşacak ve sultanların imparatorluğu hint okyanusuna ulaşacaktı.
Osmanlılar bağdat önlerine geldiklerinde şahın valisi ile askerleri çoktan çekilip gitmişlerdi.
Selim padişah olunca korkut’u ve diğer kardeşlerinin çocuklarını boğdurdu, sonra savaş alanında Ahmet’i bozguna uğrattı ve onu da öldürdü.
Hanlar çoğunlukla eşlerini çerkez kızları arasından seçerlerdi, bu da Süleyman’ın çerkezlere özgü yüz hatlarını açıklar.
Esasen şehzadelerinGençlik yılları Osmanlı tarihçilerinin hiçbir zaman ilgisini çekmemiştir
Charles sınırsız bir ihtirasla imparator olmak istedi.
Hiçbir şey hatta tanrı bile ona karşı çıkmamalıydı.
Şeyhülislamın başlıca görevi, din kurallarına ilişkin olarak yöneltilen her türlü sorunun yazılı yanıtı olan fetvalar vermektir.
Bir eşek, bir at ya da öküz çalanın eli kesilir, ancak 200 akçe diyet ödeyerek bu cezadan kurtulabilir. Bir tartışma sırasında, bir Müslümanın başındaki sarığı düşürmenin cezası bir akçedir. Yalancı tanıkların, diyeti mümkün olmaksızın, elleri kesilecektir.
Kadılar ve subaşılar, cezaları artırmaya ya da eksiltmeye kalkışmaksızın, aynen uygulamakla yükümlüydüler, aksi halde kendileri cezaya çarptırılırlardı
Belirli günlerde halkın şikâyetlerini dinler. Ve sorunları da çoğu kez suçluyu hemen oracıkta idam ettirerek çözer. İlke olarak, dileyen, sokak ortasında bile hükümdarı çevirip şikâyetini anlatabilir.
Selçuklu veziri Nizamül Mülk’ün yönetme sanatına ilişkin kitabı Siyasetname’de şunlar yazılıdır: Alem inançsızlık içinde yaşayabilir, ama adaletsizlik içinde asla!
Saraydaki altın ve gümüş yemek takımlarını, bir kez, o da bir İran elçisinin kabulü sırasında kullanmıştır. Ulema, böylesi bir lüksün din kurallarıyla bağdaşmadığını öne sürünce, bundan böyle sarayda hangi koşullarda olursa olsun yemeklerin her zamanki Çin porselenleriyle sunulmasını emretmiştir.
Fransız gezgin Antoine Geuffroy’un anlattığına bakılırsa, Boş zamanlarındaki başlıca uğraşı imanını ve felsefesini dile getiren kitaplar okumaktır. Bu konulardaki bilgisi öylesine derindir ki, şeyhülislam bile ona öğretecek bir şey bulamaz.
Gayrimüslimlere karşı alabildiğine hoşgörülü olduğu halde, Şii sapmalara karşı acımasızdır. 40.000
kadar Şii’yi bir çırpıda öldürten babası kadar aşırı olmasa da, mezhebin yandaşlarını hiçbir ayrım gözetmeksizin mahkûm etmektedir
Nitekim kızı Mihrimah’la evlendirdiği Rüstem Paşa’nın ilerlemesini sağlayacak ve onu her zaman koruyacaktır. İleride göreceğimiz gibi Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi olayında da hiç kuşkusuz parmağı vardır.
Bragadino’nun anlattıklarına göre, sultana birbirinden güzel genç kızlar sunulduğunda öylesine büyük bir tepki göstermişti ki, Süleyman kızları geri göndermek zorunda kalmıştı, zira bu kızlar veya başkaları, sarayda kalsalardı, Roxelane üzüntüsünden ölebilirdi
Oldukça ufak tefek, Venedik Balyosu Bragadino’nun deyişiyle non bella ma grassida (güzel değil ama alımlı) bir kadın olan Roxelane’a, neşeli doğası yüzünden Hürrem (şen) adı verilmiştir. Herhalde çok zeki ve hiç kuşkusuz kurnazdı, yetenekleri ve fettanlığıyla sultanı büyük bir tutkuyla kendisine bağlamayı becerdi.
Rohatyn’li fakir bir papazın kızıydı. Genç kızlık adı, Alexandra Lisowska olsa gerektir. Polonya’ya sık sık akınlar düzenleyen Tatarlar tarafından kaçırılmış, İbrahim onu satın alıp Süleyman’a sunmuştur.
1530 yıllarında, en yakını olan iki insan vardır; onu bir an bile yalnız bırakmayan başveziri İbrahim Paşa ile bir kadın, Avrupalıların Roxelane diye adlandırdıkları Hürrem Sultan.
Birçok yüzyıl boyunca Avrupa’yı Türklerden kurtaran komutanlarının yiğitliğinden çok, iklimi ve İstanbul ile arasındaki uzaklık olacaktır.
Türk tarihçi Katip Mehmet Zaim söylemektedir: Viyana Kalesi’nin işgalini başaramadı. Viyana önlerindeki muzaffer ordu kar altında kalınca, hünkâr vazgeçti ve sarayının yolunu tuttu.
Budin’in alınmasından bir hafta sonra Zapolya törenle Macar tahtına oturtuldu. Törene, yeniçeri ağasının yardımcısı başkanlık ediyordu. Süleyman törene katılmamak, hatta kendi adına bir veziri bile göndermemekle, kısa bir süre sonra imparatorluğuna katacağı bir uydu eyaletin sıradan yöneticisine, kuluna biçtiği değerin önemsizliğini göstermek istiyordu.
Hıristiyan Macaristan’ın hükümdarı, artık İstanbul’daki sultanın tebasıydı. Süleyman sonraları, Bu krallık bana aittir, diyecektir. Bu krallık bana aittir ve ben oraya bir hizmetkârımı yerleştirdim. Krallığı ben ona verdim, eğer dilersem onu ondan geri alabilirim, zira bu krallığı da, hepsi de kullarım olan halkını da, dilediğim gibi kullanma hakkına sahibim.
Aralarında yedi piskoposun kellelerinin de bulunduğu iki bin kesik baş, sultanın otağının önünde piramit halinde yükselmekteydi.
Kral Louis de bunlar arasındaydı: Utancın kızgın demiriyle dağlanmış bu asi, atı ve silahlarıyla birlikte, suyun ve ateşin yok edeceklerinin sayısını artırmak üzere nehre gömüldü Süleyman tam bir zafer kazanmıştı.
Akıncılar coşkun dalgalar halinde atılır atılmaz, bir kan denizi kaynaşan dalgalarını yaymaya başladı. Başlarındaki kırmızı sarıklar savaş alanını bir lalezara çevirmişti
Drava Irmağı üzerinde, Süleyman bir köprü inşa ettirdi. 332 metre uzunluğunda ve 2:40 metre genişliğinde olan köprü beş günde tamamlanmıştı.
Petervara-din kalesi, açılan lağımların yardımıyla çabucak düşürüldü. Vakanüvislere bakılırsa, Sadrazam bu müjdeyi sultana, garnizonu savunanlardan beş yüzünün kesilmiş başlarıyla birlikte iletmiştir. Osmanlıların kayıplarıysa 25 kişiden ibaretti.
Süleyman, Macaristan’ın her zamankinden de fazla bölünmüş bir durumda olduğunu biliyordu.Koyluler öylesine perişan haldeydiler ki, çoğu, Türkleri bir kurtarıcı gibi bekliyordu.
Bir karınca gibi yerin altına kaçsan da, bir kuş gibi göklere uçsan da, seni gözden kaybetmem. Tanrının izniyle senin hakkından gelmesini bilirim ve dünyayı iğrenç varlığından temizlerim.
Öyleyse, dağlar kadar yüce ordumun kuvvetleri ülkeni kaplamadan, krallığını boğmadan aileni ortadan kaldırmadan, başını eğ, tacını bırak ve ataların gibi bir keşiş kılığına bürün ve kaybol.
Akçe, Süleyman’ın döneminde 0,723 gramlık gümüş bir paraydı.Bir altın 50 akçeydi
I. Selim saltanatının ilk aylarında yeğenlerinden dördüyle iki erkek kardeşini ve birkaç ay sonra da başkaldıran üç oğlunu idam ettirdi.
Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde (II.5), tarihçi Ahmet Tevhid Bey’in şu görüşünü aktarır: Yavuz Sultan Selim’in Süleyman’dan başkaca Murat, Mahmut ve Abdullah adlarında üç oğlu daha olduğu yolunda bir kanaat vardır; bunlar 20 Kasım 1514’te öldürülmüş olmalıdırlar; eğer bu kanaati doğru sayacak olursak, Yavuz Sultan Selim son erkek kardeşini öldürdükten 18 ay 24 gün sonra da öz evlatlarını öldürterek Süleyman’ı tek veliaht olarak bırakmış olmalıdır
Alabildiğine zenginleşen İbrahim, padişahın sarayının hemen yakınlarında, At Meydanı’nın karşısında İstanbul’un o güne kadar gördüğü en muhteşem konağı inşa ettirir.
Rumeli beylerbeyi, kendisiyle aynı sorumlulukları taşıyan Anadolu beylerbeyi gibi, Sadrazam olarak eline geçmekte olan büyük ödenekleri daha da çoğaltan devasa gelirlere sahiptir
Devletin yüksek yöneticilerinin hepsinin üzerindedir, yalnızca şeyhülislamın protokoldeki yeri onunkine eşittir .
Sultan, on üç yıl boyunca İbrahim’e, sanki kendisinin ikinci bir kopyasıymışçasına eksiksiz bir güven besleyecektir.
“İbrahim, birprimus interpares (eşitler arasında birinci) olarak, kısa sürede tüm öteki vezirlerinkini kat kat aşan bir güç kazanacaktır.”
Aslında, Osmanlı düzeninde kölelik, sanılandan çok farklıydı, zira güçlü bir kimsenin kölesi olmak, türlü onura ve zenginliğe erişme şansını da beraberinde getirebiliyordu.
Rodos’tan döndükten birkaç ay sonra, Süleyman uzunca bir süredir büyük bir dostlukla bağlanmış Rum asıllı İbrahim Paşa’yı sadrazamlığa getirir.
Sayıları daha fazla olan -barış zamanında 30.000 kişi- akıncılarsa, Avrupa’da, sınır boylarında konuşlanmış atlı savaşçılardı.
“Gurebalar (Osmanlıların hizmetindeki yabancılar)
Osmanlılara İslam aleminin öteki ulusları karşısında üstünlük sağlayan şey de topçu kuvvetiydi
Lusle Adam, bu kez sultanı bir başka yoldan yumuşatmayı denedi: İki şövalyeyle, Türk ordugâhına, Süleyman’ın büyükbabası II. Bayezit’in, dönemin Gran Maestrosu’na yazmış olduğu ve Rodos’un tarikatta bırakılacağına ilişkin güvence verdiği eski bir mektubunu gönderdi. Karşılık olarak Serasker Ahmet Paşa mektubu yırtıp parçalarını, burun ve kulaklarını kestirttiği iki Hıristiyan tutsakla geri gönderdi.
II. Mehmet, Saint-Jean Şövalyeleri ‘nin adası önünde 1480 yılında başarısızlığa uğramıştı. Aradan kırk yıl geçtikten sonra, tarikatın Akdeniz’deki hâkimiyetine bir son vermek için, şimdi Süleyman’ın çok daha fazla gerekçesi bulunuyordu
Türkler de bir kez kendilerini tutan engelleri havaya uçurduklarında, çığ gibi yayılır ve aklın alamayacağı yıkımlara neden olurlar.
Genç soyluların en yeteneklileri ve önemli Türk aileleriyle sultana biat etmiş yabancı soylu ailelerin erkek çocukları arasından seçilmiş iki yüz genç sanatçı. Bunlar, savaşta da ölene kadar sultanı korumakla yükümlüdür.
Simlerle işlenmiş ipek bir kaftan giymiş olan Süleyman’ın başında, üzerine pırlanta ve değerli taşlardan bir sorguç iliştirilmiş olan yüksek bir sarık bulunmaktadır.
Mavi renkli, hafif pamukludan sarıklarının üzerinde siyah tüyler uçuşur; üzerlerinde sayısız Hıristiyan şövalyenin içinde can verdiği ya da tutsak edilmelerine neden olan o kalın zırhlar ve miğferler yoktur.
Önce, imparatorluk korumalarından 6.000 atlı yolu açar. Hepsi de safkan atlara binmişlerdir, atların eğerleri ve koşumları ışıldamaktadır, kadife ve ipekten süslü giysileri içinde altın sırmalarıyla göz kamaştırırlar.
6 Şubat 1521’de I. Süleyman ilk seferine çıkmak üzere büyük bir debdebeyle İstanbul’dan ayrıldı.
Süleyman’ın hedefi, Tuna ülkelerinin kapısı durumundaki Belgrad’dı.
Süleyman’ın barışın yenilenmesine karşılık istediği yıllık haracı almak üzere İstanbul’dan gönderilen elçinin Macarlar tarafından öldürülmesi. Bu olay sultanı müthiş öfkelendirdi.
Bizans’ın ortadan kalkmasından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Avrupa’daki başlıca hasmı Macaristan Krallığı’dır
Şarlken, bütün hükümdarlığı süresince, Batı Akdeniz bir gün bir İspanyol Gölü olmadıkça Reconquisitd’nın tamamlanmış sayılamayacağını yineleyip duran Katolik Isabelle’in bu düşüncesine sadık kalarak, İspanya’nın sınırlarını Akdeniz’in güneyinden geçirmeye çalışacaktır.
Böylece geleceğin bütün vaatleri, hanedanının onuncu hükümdarı olan genç sultanın onunde şekilleniyordu. Onuncu. iki elin parmakları gibi, Peygamberin yoldaşları gibi on, Müslümanlar için kamil sayı olan on.
Süleyman’ın, Gentili Bellini’nin bize bırakmış olduğu portresinde gordugumuz büyük dedesi Fatih Sultan Mehmet’le olan benzerliği de çarpıcıdır
Süleyman, 1520’de Osman’ın kılıcını kuşandığında yirmi beş yaşındaydı.
Bir gün, İran’la ticarete koyduğu yasaları çiğnedikleri için dört yüz taciri ölüme mahkûm eden fermanını onaylamak istemeyen Şeyhülislam’a şöyle demişti: Kalan üçte birin iyiliği için imparatorlukta yaşayanların üçte ikisinin canını almak vacip değil midir?
Selim’in sekiz yıllık saltanatı uzun bir terör dönemi olarak geçmişti. Çok zekiydi, kültürlüydü (beyitlerinden bazıları Osmanlı şiirinin en iyi örneklerindendir), cesur bir fatih ve usta bir siyasetçiydi
Manisa’da korkunç babanın gazap ve kuşkularından da uzaktadır. Selim’in, oğlunu ortadan kaldırmak için ona zehirli bir gömlek gönderdiği, ancak annesinin bu gömleği önce bir içoğlanına giydirdiği ve zavallının hemen anında öldüğü rivayet edilir.
Selim, padişah olunca Korkut’u ve diğer kardeşlerinin çocuklarını boğdurdu, sonra savaş alanında Ahmet’i bozguna uğrattı ve onu da öldürdü. Rivayete göre, Korkut, Selim’in hakkında verdiği hükmü öğrendiği zaman ona zalimliğini dile getiren bir şiir göndermiştir. Sultanın bu şiiri okurken gözyaşlarını tutamadığı anlatılır.
Osmanlı toplumunda şehzadeler el becerilerini geliştirmeyi de öğrenirlerdi, Süleyman da babası gibi, kuyumculuğu seçecektir.
Selim yumuşak bir insan olmadığı için, oğlunun eğitimini de en sert biçimde yürütmüş olduğu düşünülebilir
Süleyman’ın damarlarında, anası tarafından Cengiz Han’ın kanı dolaşıyor olmalıdır, zira Kırım hanları, Asya fatihinin büyük oğlu Cuci’nin soyundan gelmedirler.
Annesi Hafıze Hatun’un, Kırım Tatarlarının Hanı Mengli Giray’ın kızı olduğu sanılmaktadır.
Avrupalıların Muhteşem, Türklerinse Kanuni diye andıkları I. Süleyman, muhtemelen 6 Kasım 1495
tarihinde, babası Şehzade Selim’in vali olarak göreve başladığı yıl Karadeniz kıyısındaki Trabzon’da dünyaya geldi.
Osmanlılarda, Halife unvanının kullanılışı, Abbasiler zamanındaki kullanılışından tümüyle farklıdır, zira Osmanlılar, Peygamberin kabilesi olan Kureyş kabilesinden gelmemektedirler
Busbecq, Ankara’da Augustus’un Vasiyetnamesi ya da Ancyr Abidesi ni bulan kişidir. Lale ve leylağı Batı Avrupa’da ilk yetiştiren de odur.
1555’de Şarlken’in kardeşi ve halefi olan I. Ferdinand’ın elçisi olarak İstanbul’a gönderildi. Burada 1562’ye kadar kaldı. Osmanlı başkentindeki bu uzun ikameti sırasında yazdığı Mektuplar XVI.
yüzyıldaki Osmanlı İmparatorluğu hakkında elimizde bulunan belgelerin en çok bilgi veren ve en çok ayrıntılara girenlerindendir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir