İçeriğe geç

Mişkâtu’l-Envar Kitap Alıntıları – İmam Gazali

İmam Gazali kitaplarından Mişkâtu’l-Envar kitap alıntıları sizlerle…

Mişkâtu’l-Envar Kitap Alıntıları

Hakikatleri lafızlardan elde etmeye çalışan kimseler, kimi zaman şaşkınlığa düşer de lafızların çokluğundan dolayı mânâların da çok olduğu vehmine kapılır. Hakikatlerin kendilerine açıldığı kişiler ise mânâları asıl, lafızları da bunlara tâbi olarak kabul ederler.
Câhillere bir ilim ihsan eden onu zayi etmiş, Lâyık olanlardan esirgeyen zulmetmiş demektir.
Tevhid, yüce Allah’tan başka fail yoktur anlamına gelirken, din ise fiilleri işleyenin kullar olduğu kabulüne dayanmaktadır.
Demek oluyor ki, insan seçme konusunda zorunluluk altındadır. Mesela ateşin yakması tam anlamıyla zorunluluktur; yüce Allah’ın fiili ise tam anlamıyla seçmedir. İnsanın fiili ise ikisinin arasında bir yerde durmaktadır, yani insan seçmek mecburiyetindedir.
Sen bunu böyle görmezsen , ben seni tenzih erkekliğiyle teşbih dişiliği arasında cinsiyeti belirsiz biri sayarım, yani ikisi arası ne erkeklerden ne dişilerden sayılırsın.
Hz. İsa (a.s.) hakkında onun su üzerinde yürüdüğü söylendiğinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sahip olduğu kesinlik daha fazla olsaydı havada yürürdü. dediğini duymadın mı?
‘dostların gitmeni önlemediyse / / gerçekte ayrılıp giden onlardır.’
Bilmelisin ki, tevekkül imanın bölümlerindendir ve imanın bütün bölümleri ancak bilgi, hal ve amel sayesinde düzene girer.
ardından âlemdekötülüklerin bulunduğunu görünce, onu kötülükten tenzih etmek için kötülüğü rableriyle karanlık arasında bir mücadele bulunduğunu ileri sürüp âlemi aydınlık ile karanlığa havale ettiler ki, bazen de bunlara Yezdân ve Ehrimen adını verdiler.
İnsan aşağıların aşağısına atılmıştır. Bu aşağı seviyeden en yüksek aleme çıkar.
Bilgi imanın üstünde, zevk ise bilginin üstündedir. Zevk [içte] bir buluş, bilgi ise bir akıl yürütmeden ibarettir. İman sırf taklide dayalı bir kabulden ve vicdan ya da irfan sahiplerine karşı duyulan hüsn-i zandan ibarettir.
İşte bu [sonuncu] kişi, kâmildir ki, onların, Kâmil, bilgisinin nuru, dindarlığının (vera’) nurunu söndürmeyen kimsedir sözlerinin anlamı işte budur. Bundan dolayı kâmil olanın, yetkin iç bakışa sahip olduğu halde dinin herhangi bir ilkesini terk etme noktasına nefsine izin vermediğini görürsün.
Oysa kendisine hakikatler aşikâr olan kimse anlamları esas, lafızları ise [anlamlara] tâbi olarak kabul eder. Fakat [anlayışı] zayıf olan kimse bunun aksini yapar; o, hakikatleri lafızlar aracılığıyla elde etmeye çalışır.
İç görüş sahiplerinin bilgisinde ortaya çıkaran, ortaya çıkarılandan ayrılmaz. O her şeyle birliktedir sözümüzle kastettiğimiz şey de budur. Ardından şu husus da senin açından gizli kalmayacaktır: Ortaya çıkaran ortaya çıkarılandan öncedir; onunla bir şekilde birlikte olsa da onun üstündedir; bir açıdan onunla birlikte, bir açıdan ondan öncedir. Bunun çelişkili olduğunu düşünme. Anlayıştaki derecen olan duyulurları değerlendir ve elin hareketinin hem elin gölgesinin hareketiyle birlikte hem de ondan önce olduğuna bak.
Her işin bir erbabı vardır ve herkese kendisi için yaratıldığı şey kolaylaştırılmıştır.
Çokluk ortadan kalkınca birlik gerçekleşir ve [artık bu noktada] ilişkiler geçersiz, işaretler yok olur; ne yükseklik ne alçaklık ne inen ne de çıkan kalır. Artık yükseliş de çıkış da imkânsızdır.
Hatta O’ndan başka ilâh olmadığı gibi, O’ndan başka o da yoktur.
Yüce âlemin düzeni meleklere özgü nurla ortaya çıktığı gibi, aşağı âlemin düzeni de insana özgü aşağı derecedeki nur sayesinde ortaya çıkmaktadır.
Billur kadeh saf şarapla yarıştı // Bir benzeştiler ki, işler karıştı.
Görünen şaraptır, nerede kadeh? // Şaraptan eser yok görünen kadeh.
Aşık benim maşuk da ben, Bir bedende iki ruhuz.
Esasen Allah’ı gerçek anlamda yalnızca kendisi bilir. Zira her bilinen, bir şekilde bilenin hükümranlığı ve kuşatıcılığı altındadır. Bu ise O’nun şânına ve ululuğuna aykırıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her şeyin, biri kendine, diğeri Rabbine dönük iki yönü (vech) vardır. O şey, kendine dönük yüzü itibariyle yok, Allah’a dönük yüzü bakımından vardır.
Varlığı başkasından kaynaklanan iğreti bir varlıktır ve özü itibariyle varlığını sürdürmesi söz konusu değildir. Bilakis o şey, özü itibariyle değerlendirildiğinde sırf yokluktur.

.. O’nun zatından (vech) başka her şey[in] helâke mahkûm [olduğunu] (el-kassas 28:88) anlarlar.

Şahsa göre gölge, ağaca göre meyve, sebebe nispetle sebepli [ne ise melekût alemi yanında şehâdet âlemi de öyledir.]
Kâmil insan odur ki bilgisinin nûru, takvâsının nûrunu söndür­mez.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ben sevdiğim, sevdiğim de ben.
Biz bir bede­ne girmiş iki ruhuz.
Hiç bir şey görmedim ki onda Allah’ı görmüş ol­mayayım.
Kim ilmi cahillere verirse onu zâyi etmiştir.
Hevâ ve nefsten daha kuvvetli bir karanlık yoktur, bundan ötürü Resulullah şöyle buyurmuştur: Hevâ yeryüzünde kendisine ibadet edilenler arasında Allah’ın en çok kızdığı ilahtır.
Çünkü ancak nefsini bilenler Rabbini bilir.
Kendini bilmediği gibi kendini bilmediğini de bilmez. Şayet kendini bilmediğini bilecek olsaydı, kendini de bilmiş olacaktı.
Câhillerle bir ilim ihsan eden onu zayi etmiş,
Lâyık olanlardan esirgeyen zulmetmiş demektir.
Onların kalbinde ne kendilerine ne de Allah’tan başkasına yer yoktur. Onların nezdinde Allah’tan başkası yoktur. Öyle sarhoş olmuşlardır ki artık akılları hükümranlığını yitirmiştir. İşte bu durumda bazı ârifler Ben Hakkım der Bu halin gerçek bir birlik olmayıp sadece birliğe benzer bir hal olduğunu anlarlar. Bu durum, aşkın coşkusuna kapılan âşığın şu ifadesine benzer:
Âşk benim mâşuk da ben//Bir bedende
iki ruhuz.
..çünkü ancak kendini bilen Rabbini bilir
Allah göklerin ve yeryüzünün nurudur.
(en-Nûr 24/35)
Öylesine kapalı bir kapı çaldın ki, o kapı yalnız ilimde derinleşenlere açılır. Şu var ki, her sır açılıp ifşa edilmez, her hakikat açığa çıkarılıp ortaya serilmez. Aksine hür insanların göğsü sırlar kabristanıdır.
Nur için nefsinde zahir, gayrı da muzhir yani kendi zatinda zahir olup başkasına da zuhur ettiren, gösteren anlamı verilmiştir.
İsimde müşareket mahiyette aynı olmayı gerektirmez.
Nitekim bir şeyi sevmek seveni kör ve sağır yapar.
Ben sevdiğim, sevdiğim de ben
Biz bir bedene girmiş iki ruhuz.
Hürlerin kalpleri sırların mezarıdır.
Câhillere bir ilim ihsan eden onu zayi etmiş,
Lâyık olanlardan esirgeyen zulmetmiş demektir.
Kalblerin anahtarları ise Allah’ın elindedir. Onu di­lediğine dilediği gibi, dilediği şeyle açar
Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?

[Fussilet, 41/53]

Allah göklerin ve yerin nurudur
(Nur suresi 35)
Duyular aklî ruhanî aleme nispetle zulmettedirler.
Kıymetini bilmeyenlere ilmi veren zayi eder.
Layık olanlara vermeyen ise zulmeder.
Bir fırka dünyaya gelmekten maksadın, dünyevi ihtiyaçları, şehvetleri tatmin etmek, kadından, yemekten, içmekten, giymekten olan zevkleri tatmaktır derler. İşte bunlar lezzet kullarıdır. Hayvan gibi olmaya kendiliklerinden razı olmuşlardır.
İnsan aşağıların aşağısına atılmıştır. Bu aşağı seviyeden en yüksek aleme çıkar.
Kim ilmi cahillere verirse onu zayi etmiştir. Kim ilmi isteyene vermekten geri durursa zulmetmiştir.
Hakikatleri lafızlardan elde etmeye çalışan kimseler, kimi zaman şaşkınlığa düşer de lafızların çokluğundan dolayı mânâların da çok olduğu vehmine kapılır. Hakikatlerin kendilerine açıldığı kişiler ise mânâları asıl, lafızları da bunlara tâbi olarak kabul ederler.
akıl, sayıları idrak edebilir, bunların ise bir sonu yoktur. İkinin, üçün ve diğer sayıların katlarını idrak eder ki bunların bir nihayeti olması tasavvur edilemez. Ayrıca sayılar arasında çeşitli nispetler idrak eder ki bunların da bir sonu yoktur. Hatta bir şeyi bildiğini, o şeyi bildiğine dair bilgisini, o şeyi bildiğine dair bilgisine dair bilgisini…bilir. Bu cihetten sahip olduğu kuvvet de aynı şekilde herhangi bir sınırda durmaz.
Noksan ile münasebet noksanlıktır.
Bursevî, insanların Hz. Peygamberin (s.a.s.) nurundan istifadeleri hususunda şöyle der: Bir lambadan bin lamba tutuşturulur da, onun nurundan bir şey eksilmez.
Heva ve nefisten daha ileri bir zulmet yoktur. Allah-u Tealâ şöyle demiştir: “İlahını hevası edineni gördün mü?”¹ Hz. Peygamber de (s.a.s.) şöyle demiştir: “Heva, yeryüzünde ibadet edilen en kötü ilahtır.”
Bütün eşya Yaratıcısının birliğine şahit olmada aynı tarzda müsavidir. Lakin bazı şeyler değil her şey, bazı vakitlerde değil her zaman hamd ile O’nu tesbih ettiklerinden marifet ortadan kalkmış, tarik (yol) gizli kalmıştır. Çünkü zahir yol, eşyanın zıddıyla bilinmesidir. O halde, zıddı olmayan ve görülen âlemde birbirine benzeyen hallerle durumu değişmeyen bir şeyin gizli kalması ve bu gizliliğin son derece açık oluşundan ve parlaklığının şiddetinden olması hiç de akıldan uzak değildir. Tenzih ederiz O zatı ki, şiddet-i zuhurundan mahlukatından gizlenmiş, nurunun parıltısından onlardan perdelenmiştir.
Onlar “Allahu Ekber” ifadesinden “O başkalarından daha büyük” manasını anlamazlar. Allah bundan münezzehtir. Çünkü vücutta O’nunla beraber başkası yok ki Allah ondan daha büyük olsun? Bilakis, başkalarının varlığı ancak Allah’a bakan cihetten gelmektedir. O halde mevcut, sadece O’na bakan cihettir. “Allah vücut verdiklerinden daha büyüktür.” denilmesi muhaldir. O halde “Allahu Ekber”in manası şudur:
“Allah; izafet ve mukayese yoluyla daha büyüktür.” denilmekten büyüktür, münezzehtir.
Doğrusu, var olan O dur. Gayrın varlığı ancak mecaz
yoluyladır.

Güneşin nûruna işaret, hakikatte güneşe işarettir. Varlıkta olan her şeyin O’na isabeti görünüştedir. Gerçekte kendisinden ibarettir. O’nun güneşe nisbeti gibi ki hakikatte nur güneşten ibarettir.

O halde «La ilahe illallah = Allah’­tan başka tanrı yoktur.» kelimesi avamın tevhididir «O’ndan başka o yok.» sözü seçkinlerin tevhididir.

Arifler–hakikatın semâsına uruçtan sonra–vücutta Vahid ve Hak olan Allah’tan başkasını görmedikleri hususunda ittifak ettiler. Lakin bazısında bu hal “ilmî bir marifet” olarak gerçekleşti. Bir kısmı ise, “zevkî bir hâl” olarak bunu yaşadı. Bunlardan kesret bilkülliye ortadan kalktı ve mahza ferdaniyete müsteğrak oldular. Akılları buna tam kanaat getirdi. Mazhar oldukları bu halde, kendilerinden geçtiler. Kendilerinde Allah’tan başkasını zikre mecal kalmadı. Hatta kendilerini de unuttular. Onların nezdinde ancak Allah oldu. Akılları başlarından gidecek şekilde (manen) sarhoş oldular. Onlardan biri “Ene’l-Hak” dedi. Bir başkası “Kendimi tenzih ederim, şanım ne yüce!” dedi. Bir başkası ise, “Cübbemde Allah’tan başkası yok.” diye söyledi.
Nurlar içinde bir sıralama olduğunu anladığında, şunu da bil ki: Bunlar sonsuza kadar böyle müteselsilen gidemez; ilk menba’ya (Allah’a) varır, orada sona erer. O ise, lizatihî ve bizatihî nurdur. O’na başkasından nur gelmez. Bütün nurlar tertibi üzere O’ndan nur alırlar.
Aklı ancak hikmet kelamı intibaha getirir. Hikmet nuru parıldadığında daha önce bilkuvve gücü olan akıl, bilfiil görür hale gelir. Hikmetlerin en büyüğü ise Allah’ın kelamıdır. Ve bunlar içinde de özellikle Kur’an’dır. Akıl gözü nezdinde Kur’an âyetlerinin yeri, maddî göz nezdinde güneş nurunun yeri gibidir. Çünkü görme o ışıkla gerçekleşir. Dolayısıyla güneşin ışığına “nur” denilmesi gibi, Kur’an’a “nur” denilmesi uygun olacaktır. Böylece Kur’an’ın misali güneşin nuru, aklın misali gözün nurudur. Cenab-ı Hakkın şu sözü bununla anlaşılır:
“Allah’a, rasulüne ve indirdiğimiz nura iman edin.”¹
“Rabbinizden size bir burhan geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”²
Şayet akıl; vehim ve hayal perdelerinden sıyrılırsa yanılması tasavvur edilemez. Eşyayı gerçekte oldukları gibi görür. Ancak bunlardan sıyrılmasında da büyük bir zorluk vardır. Gerçeği görmesine engel olan bu perdelerden sıyrılması ancak ölümden sonra gerçekleşir. O zaman perde açılır, sırlar ortaya çıkar, herkes hayır ve şer olarak önden ne göndermişse karşısında hazır olarak bulur ve bir amel defteri olarak müşahede eder. O defter, “Küçük ve büyük ne varsa hepsini tek tek saymıştır.”¹ İşte o zaman kişiye, “Gözünden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün son derece keskindir.”² denir.
-Allah, göklerde ve yerde olanlara hidayet eder, yol gösterir. Göklerde ve yerdekiler, O’nun nuruyla yol bulurlar, iş yaparlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir