İçeriğe geç

“-miş” Gibi Yaşamak Kitap Alıntıları – Tolga Bahçeci

Tolga Bahçeci kitaplarından “-miş” Gibi Yaşamak kitap alıntıları sizlerle…

“-miş” Gibi Yaşamak Kitap Alıntıları

Kaybedecek bir şeyiniz yoksa şehrin sokaklarında daha rahat yürürsünüz
Kar en çok uçsuz bucaksız ovalara yakışır
Düşenin dostu olmaz ama izleyeni çok olur.
Saf ve temiz olan ne varsa artık bu şehri terk etmeye başladı. Öyle ki artık son senelerde koca bir kışı yalnız, havada görebildiğimiz birkaç ürkek ve çekingen kar tanesiyle geçiriyoruz.
Karın mizacında yeri derin bir sükûta kaplamak var. Bizim bile sığmadığımız bu şehrin, karın mizacına uymadığı çok belli. Yine de insan bekliyor. Sabah kalktığında pencerelerin çerçevelerinde çocukluğunda gördüğü o kar tablosunu bekliyor.
Yağmur, doğa olaylarının en duygusalıdır. Bir şiir yazacaksanız veya eski bir sevgiliyi yâd edecekseniz yahut anlamsızca uzaklara dalıp gidecekseniz yağmurlu havalar tam size göredir.

Yağmur tek olsa da herkesin yağmuru bir değildir. Toprak için yağmur kavuşmadır. Uzun süren hasretin sonlanmasıdır. Yeni başlangıçtır, hayattır. Toprak yağmursuz yapamaz. Bir ömür bekler. Hasretinden çatlasa da yağmura bir damla kin duymaz bünyesinde. Yağmuru gördü mü yelkenleri indiriverir suya.

Sokaklarda yağmurun kokusu
Bütün hataları kendimiz yapacak kadar uzun yaşamıyoruz
Miş gibi yaşarken hayat bir an miş lerimize bir -di ekleyiveriyor
Bütün söylemekler bir susmak için
Senin yağmurunla benim yağmurum bir değilken, yağmurumuz aynıymış gibi ıslanmak neden?
Yağmur tek olsa da herkesin yağmuru bir değildir.
Kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa ve dünyadan vazgeçmişseniz, sokaklarda daha rahat yürürsünüz.
Yıkım sadece maddede olmuyor. Bir insanın yıkımı, devletin yıkımı, hayallerin yıkımı da maddenin yıkımı kadar ilgi görür. Düşenin dostu olmaz ama izleyeni çok olur.
Şu bir gerçek ki az olan her zaman daha değerlidir.
Aldandığımız rüzgarın tüm hissizliği içinde “-mış gibi” yaşıyoruz artık. Arka bahçemizde çiçekler solarken.
İnsan zevk almadığı halde bir makinenin işleyen dişlileri gibi aktiviteler arası mekik dokumakta.
Yola çıltığını yolda bulduğuna değişmeye başladı ve kaderinin tekerrürüyle aldandı insanoğlu.
Bir ara hiçbir uğraşımız kalmadığı zaman hissettiğimiz o küçük andaki can sıkıntısı ve boşluktan ibaret hayatımız aslında.
Duygu barındırmayan söz kitlesi, sadece nefesin ses tellerine vuruşundan ibaret.
Toprak özlerken yağmuru, güvercin kaçıyor. Senin yağmurunla benim yağmurum bir değilken, yağmurumuz aynıymış gibi ıslanmak neden?
Bir delinin gözünden dünyaya baktığınızda milyonlarca ahmak görebilirsiniz. Ancak, aklı başında bütün insanlar, tek bir deli görürler. Ne zaman kaybedeceklerini bile bilmedikleri bir hayatı inşa etmek için çırpınan, kederlerinin sevinçlerini pusuda beklediği insanların, bu kişilere deli demesi kadar garip hayat.
Ölüm, savaşın neticesidir ve hiçbir ölüm, savaşın neticesi olan ölüm kadar absürt değildir.
Tıpkı bir kedinin, kuyruğunu yakalama arzusuyla kendi etrafında dönüp durması gibi insan da en i yakalama arzusuyla bu trajikomik olayı tekrar ediyor.
Tüm yıkımları kendi yıkımıymış gibi izlemeli insan.
.arka bahçemizde çiçekler solarken.
Her şeyi en iyi biliyormuş gibi yaşıyoruz
Miş gibi yaşıyoruz bazen arka sokagimizda çiçekler solarken
Şehrin sokaklarında amaçsızca dolaşmak lazım bazen
Öyle bir devirde geldik ki aziz an unutulmuş
Şükür ki insandan insana fark var
Deliymiş gibi yaşamak gerek bazen. Tüm insanlardan sıyrılıp, bütün kaygılardan arınıp, şehrin sokaklarını amaçsızca dolaşmak lazım. Gösteriş dolu renkli hayatlarımıza rastladığımızda bir gülümseyiş bırakıp, bir boşluğun peşine düşmek lazım bazen.
Büyük şehirlerde yaşıyormuş gibi yapmak gerekir. Aslen yaşamak denmeyen bu düzenin içinde yaşıyor olduğumuza kendimizi ve diğer tüm insanları ikna etmemiz gerekir. Yoksa yaşanmaz bu şehirlerde.
arka bahçemizde çiçekler solarken.
Ağlanacak halimize gülünesi bir mizah ile yaklaşmış Jane Goodsell: İyi bir dinleyici olmak sanıldığı kadar kolay değildir.Uzun süre ilgilenmiş gibi görünmek kaşları çok yorar. diyerek ince bir gönderme yapmış günümüz toplumuna.
mış gibi yaşarken hayat bir gün- bir an – bütün -mış larımıza bir -dı ekleyiveriyor.Milyonlarca yıllık serüvende küçük bir kum tanesi olup, seti sıradakilere bırakıyoruz.
İnsan kıyafeti ile karşılanır, ilmiyle ağırlanır , ahlakıyla uğurlanır. demişti yıllar önce Mevlâna.
Düşenin dostu olmaz ama izleyeni çok olur.
Hayatta hafta kaçınılmazken bir de hiç hata yapmıyormuş gibi görünenler var.Uzaktan bakıldığında gülünesi egoları ve yapmacık dünyalarıyla mükemmel hayatlar yaşıyormuş gibi görünen bay hatasızlar, başkalarının hatalarıyla eğlenirler.Mükemmelmiş gibi kurdukları sahte dünyalarında bahtsız bir hayat serüveninde savrulup dururlar.
Hata yapmak normal karşılanıyor çoğu zaman.Ufak hatalar yapıyorsanız, telafisi kolay hatalar, tekrar yapılması göze görünmüyor bu hataların.Ama hatanız sizi paramparça etmişse ve parçalarınızı geri topladığınızda aynı hataya meylediyorsanız işte bu, hayattaki yaptığınız en büyü hata olacaktır.
Başkalarının hatalarından ders alın.İnsan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor. diyor Eleanor Roosevelt.
Mış gibi yaşarken hayat bir gün-bir an-bütün -mış larımıza bir -dı ekleyiveriyor.Milyonlarca yıllık serüvende küçük bir kum tanesi olup,seti sıradakilere bırakıyoruz.
Hayat devam ediyor ama herkese devam etmiyor.Birilerine bitiyor.Bize devam ediyor.Bir gün bize de bitecek,birilerine yine devam edecek.
Ne kadar çok yok larımız varsa hayat o kadar çekilmez oluyor.
Ama unuttuk.Işıklarımızın bu denli aydın olması içimizim karanlığından.
Her şey görelim istedik,görmeden de bir şeylerin var olacağını anlayamadık.
İyi bir dostun çok uzaklarda olduğunu bilmek bile,insana güven ve huzur verir.
Bu zamanda iyi bir dostu bulmak ,birçok şeyi bulmaktan daha zordur.
Kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa ve dünyadan vazgeçmişseniz,sokaklarda daha rahat yürürsünüz.
Aldandığımız rüzgârın tüm hissizliği içinde
-mış gibi yaşıyoruz artık.Arka bahçemizde çiçekler solarken.
İnsanlar bazen sadece konuşuyorlar neyin ne olduğunu bilmeden,her şeyi en iyi biliyormuş gibi.
Başkalarının hatalarından ders alın.İnsan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor. diyor Eleanor Roosevelt.
Ağlanacak
halimize gülünesi bir mizahla yaklaşmış Jane Goodsell:”İyi
bir dinleyici olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Uzun süre
ilgilenmiş gibi görünmek kaşları çok yorar.” diyerek ince bir
gönderme yapmış günümüz toplumuna.
Konuşmanın firesi fazlaca varken
dinlemenin firesi olduğu görülmemiştir. İnsanın sonradan
edindikleri- konuştuğu, yazdığı, okuduğu- başını türlü belalara sokarken aziz ve evveli dostu dinlemek ona hiçbir zaman
ihanet etmemiştir.
“Hiç” hiç olmamıştır. Yani varlığı ve yokluğu arasındaki
ayrımı bilmezsiniz. Daha önce varlığını tecrübe etmediğiniz
için sizi “yok” kadar etkilemez. “Yok” ise varlığını bildiğiniz,
alıştığınız şeydir. Bırakması zordur. Olmaması rahatsız eder,
acı verir. O yüzden “hiç” “yok”tan her zaman daha iyidir.
Sözcük dizisini artık kendi anlamına kavuşturalım, yazıktır.
”İnsan kıyafetiyle
karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.” demişti
yüzyıllar önce Mevlâna.
Her şeyi görelim istedik, görmeden de bir şeylerin var olacağını anlayamadık.
Bütün söylemeler bir
susmak için, bütün susmaklar bir söylemek için aslında.
Şairler,
aşkı açığa vurmanın onu bitireceğinden korkarken, aşkın
bir tüketim malzemesi hâline getirildiği bir döneme geldik.
Şairlerin söylemeye kıyamadıkları aşk, artık ağırlığı olmayan
boş sözlerle bir araya gelir oldu.
Yağmur tek olsa da herkesin yağmuru bir değildir.
savaş öyle bir
virüs ki bırakıp gitsen bile, fiilen orada olmasa bile bir çocuğun hayatını yıkmaya yetiyor.
Savaşın yüzü soğuktur, derler. Aynı ölümün yüzünün soğuk olduğu gibi. İkisinin bu ortak özelliği birlikteliklerinden
geliyor olsa gerek.
Okumak yazarın söylediklerine kendine anlatmasıyken,
yazmak kendine bile anlatamadığını birden bütün insanlara
anlatmaya karar vermektir.
Hayatımızda araç olan aletler artık amaç olmaya, en kıymetlimiz, dostumuz olmaya başladı. Kazandığı bu olağanüstü anlamlarla mekanik dostlarımız bizi esir almış durumda.
Biz onlardan kurtulmazsak onların bizi bırakacakları yok.
Bazen kendi sağlımızı bile erteliyoruz ama arabamızı asla. Kendi
arkadaşımızla, dostumuzla belki bir fotoğrafımız yoktur
ama arabamızla mutlaka afişe edilmiş boy boy fotoğraflarımız vardır. İnsan, hayatında sadece bir araç olduğunu
düşündüğü bir varlıkla neden fotoğraf çektirir? Siz hiç
buzdolabınızla veya televizyonunuzla ya da mutfak eşyalarınızla, misal çorba kâsesiyle, kepçenizle fotoğraf çektiriyor
musunuz?
Kurgu olanı seyretmektense gerçek olanı seyretmeyi deneyin. Güzel bir manzarayı seyretmek; orijinal sesler ve görüntülerle, tüm duyu organlarında hissederek seyre dalmak, bir
kurguyu ekrandan izlemekten daha keyif vericidir. Üstelik bir
manzarada sahte olan hiçbir şey bulamazsınız. Düşünmeden
serbest bırakın bakışlarınızı
Ne izleyeceğimizi bilmek ve onu sorgu süzgecimizden geçirmek, seyir zevkimizi yan etkileri olmadan
yaşamamız için elzem.
Şu bir gerçek ki az olan her zaman daha değerlidir. Çünkü
az olana doyulmaz, her zaman ona karşı içinde sonucu vuku
bulmamış bir istek vardır. Çok olan en sevdiğiniz şey olsa bile
bıkkınlık verir bir yerden sonra. Çok kıymet görmez
Aldandığımız rüzgârın tüm hissizliği içinde “-mış gibi” yaşıyoruz artık. Arka bahçemizde çiçekler solarken.
Durum şu kadar vahim ki artık yemeğin kendisini bırakıp
sadece sosunu yemeye başladık. Artık güzel bir manzarada
çayımızı yudumlayıp temiz havayı solumak, yaşadığımızı
anlama için kâfi değil. Bunu cebimizdeki mekanik dostumuzla ölümsüzleştirip sanal vitrinlerimize koymadıkça yaşamış
saymıyoruz kendimizi.
Orhan Veli, şiirinde “Bedava yaşıyoruz bedava/Hava
bedava, bulut bedava/Dere tepe bedava” derken, yaşamanın
özünden, temizliğinden esintiler sunmuştu bize. Oysa şimdi
yaşamak gösteriş sosuna batırılıp sunulmadıkça olmuyor.
İnsanlar bazen sadece konuşuyorlar neyin ne
olduğunu bilmeden, her şeyi en iyi biliyormuş gibi.
Aynı hataya tekrar düşen insanların vahim hâli
başkalarının hatalarından alınması geren derslerin de en büyüğüdür. J. Paul Sartre: “Hayatta yapılacak o kadar çok
hata var ki aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok.”
der. Yapılmayan hatayı yapmak yeni bir tecrübe kazandırır.
Yapılanı tekrar yapmak, yaralarını bir daha açmak, kanatmak;
bile bile tuzağa düşmek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir