Nikolay Vasilyeviç Gogol kitaplarından Mirgorod Öyküleri kitap alıntıları sizlerle…
Mirgorod Öyküleri Kitap Alıntıları
Bir erkek âşık olursa suya bastırdığın pabucun köselesine döner, alırsın istediğin yana bükersin
Ruhuma en tatlı gelen yerdir anayurt! En çok sevdiğimiz yerdir. Benim anayurdum sensin!
Ruhuma en tatlı gelen yerdir anayurt! En çok sevdiğimiz yerdir. Benim anayurdum sensin!
öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan!
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
İstedigin oldu doğup büyüdüm ölmek kaldı.
(..) öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan!
Ruhumuzu saran, bizi okşayan neresiyse orasıdır yurdumuz.
Ayrıca fikirler hayata geçmediği sürece fikir yürütmeyi de sevmem.
Bir erkek gönlünü bir kıza kaptırdı mı,suya basılmış pabuç köselesine benzer. İstediğin gibi eğer,bükersin onu.
Yüreğini dolduran sevgiyi açıkça söyleyememenin acısını,bu bakıştan daha etkili ne anlatabilirdi?
Bunlar sorgulanmadan, kendiliğinden akan, soğumuş bir kalbin yakıcı acısından damıtılmış gözyaşlarıydı
“Dinmek bilmeyen can sıkıcı yağmurların ürünü, hiç de doğal olmayan bir yeşillik, yaşlı bir kadının yaşlı bir erkeği ayartmak için başına taktığı güller gibi, doğal olmayan bir biçimde kaplamıştı çamurlu çayırları, ekin tarlalarını.”
“Bedeni varil biçimindeydi ve bu yüzden belinin nerede olduğunu kestirmek, insanın ayna olmadan burnunu görmesi kadar zordu.”
“Ne yalan söyleyeyim, kadınların bizleri burnumuzdan çaydanlığın sapını tuttukları gibi kolaylıkla nasıl yakaladıklarını aklım almıyor. Ya elleri bunu yapacak biçimde yaratılmıştır ya da bizlerin burnu bundan başka bir işe yaramıyor.”
“Bizim için hangisi daha güçlüdür: Tutku mu, alışkanlık mı? Güçlü atılımlarımız, arzularımız, içimizi yakan bütün o tutkular gençlik yıllarımızın ürünü müdür acaba? Onun için mi öylesine derin ve sarsıcı geliyorlar bize?”
“Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?”
“Doğrusu, çok tuhaftır, son derece önemsiz nedenler her zaman büyük olaylar doğurur, tam tersi, yani büyük gelişmelerse önemsiz olaylarla sonuçlanır.”
“Çok iyi bir kadındı, Türk dininden olduğunu hiç belli etmezdi. Aramızda bizden biri gibi dolaşır, yalnızca domuz eti yemezdi: Onlara yasak olduğunu söylerdi.”
“İnançtan büyük güç yoktur.”
“ Yahudilerin sokakta bağırıp çağırarak konuşma alışkanlığı olduğunu, onların dilinden şeytanın bile anlamadığını hatırlayınca rahatlamıştı.”
“Zayıf denen kadın kısmının pek çok güçlü erkeği perişan ettiğini düşünüyordu.”
“Bir erkek âşık olursa suya bastırdığın pabucun köselesine döner, alırsın istediğin yana bükersin ”
“Ruhuna en tatlı gelen yerdir anayurt! En çok sevdiğimiz yerdir. Benim anayurdum sensin!”
“ kanı kaynayan bir gencin düşünceleri yaşlı bir insanınkilerle uyuşamazdı. İkisinin yapısı ayrıydı ve olaya ikisi başka gözle bakıyordu.”
“- Olmaz, ne Türklerin, ne de Tatarların yurduna giremeyiz.
– Niçin giremezmişiz?
– Öyle işte. Söz verdik padişaha, barışı bozamayız.
– Ama onlar gavur! Kutsal kitabımız Gavurları öldürünüz! diye buyurmuyor mu?
– Hayır, yapamayız. Dinimiz üstüne ant içmemiş olsaydık yapabilirdik. Ama şimdi olmaz.”
“Ana duası hem karada, hem denizde kurtarır insanı.”
“Bol bol sövgüden, hatta dayaktan başka ne görmüştü ki! Kocasının okşamaları bile ona acımasından ileri geliyor gibiydi.”
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
(..) öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan.
Ukrayna’da, genellikle eski zaman beyleri denen ücra köylerinin içine kараlı sahiplerinin alçak gönüllü yaşamını çok severim. Bu insanlar tıpkı eski zamandan kalma, sanat değeri olan evler gibidirler. Duvarları henüz yağmurla yıkanmamış, çatıları yeşil renkli küfle kaplanmış, sıvasız eşiği kırmızı kerpiçi örten, yeni ve düzgün bir binanın tamamen zıttı olan eski ve alacalı bulacalı görünümleriyle bu evler çok sevimlidirler. Zaman zaman, olağanüstü denecek kadar, içine kараlı yaşantının sürdürüldüğü o ortama bir an için de olsa girivermeyi isterim. Bu tür bir yaşam tarzında küçük avluyu çevreleyen çitik, elma ve erik ağaçlаrıylа dolu bahçenin sınırını, yana eğilmiş sonbahar söğütü, mürver ve armut ağaçlarının çepeçevre sardığı ahşap kulübeleri aşan tek bir istek yoktur. Bu alçakgönüllü insanların yaşamı öylesine ama öylesine sessizdir ki, bir an için hırslar, istekler ve dünyaya huzur vermeyen kötü ruhun eziyetleri bile unutulur. Her şey kaybolur ve оnların sadece parlak, göz kamaştırıcı bir rüya olduğunu düşünürsünüz.
Bir erkek gönlünü bir kıza kaptırdı mı, suya basılmış pabuç köselesine benzer. İstedin gibi eğer, bükersin onu.
Sözün kısası, uzun zamandır tanıdığımız, hiç ayrılmadıklarını bildiğimiz eşini kaybetmiş bir dul erkeğin evine ilk kez girdiğimizde hissettiğimiz o tuhaf duyguyu hissetmiştim. Bu duygu, sağlıklı bildiğimiz bir insanı karşımızda birden bacaksız görünce hissedeceğimiz duyguya benzer.
***
— Bunlar kekikli mantar! Bunlar da karanfilli ve cevizli! Türkler burada henüz tutsakken bir Türk kadın öğretmişti bana bunun nasıl yapılacağını. Çok iyi bir kadındı, Türk dininden olduğunu hiç belli etmezdi. Aramızda bizden biri gibi dolaşır, yalnızca domuz eti yemezdi: Onlara yasak olduğunu söylerdi.
***
Sanki karnımda bir şişkinlik var.
— Bir şeyler yeseniz iyi gelir mi acaba, Afanasiy İvanoviç?
— İyi gelir mi bilmiyorum, Pulheriya İvanovna! Ne vardı yiyecek?
— Ayran ve kurutulmuş armut kompostosu var.
— Şöyle bir tadayım bari, diyordu Afanasiy İvanoviç.
Oda hizmetçisi kız uykulu uykulu kalkıp mutfakta dolapları aramaya gidiyordu ve Afanasiy İvanoviç küçük kâsedekini bitirdikten sonra genellikle şöyle diyordu:
— Şimdi biraz rahatladım sanki.
Kimi zaman, tek bir isteğin dahi o küçük avluyu çevreleyen duvarın da, elma, erik ağaçları ve köylü kulübeleriyle dolu bahçeyi çevreleyen söğüt, mürver, armut ağaçları arasında uzanan, yan yatmış çitin de dışına çıkmadığı bu inanılmaz yalnız ortamda kısa bir zaman olsun bulunmayı çeker canım.
Oraların alçakgönüllü toprak sahiplerinin dünyası öylesine sakin, öylesine sakindir ki, bir anda kendini unutuverir, yaşamı zehir eden tutkuların, arzuların ve iç sıkıntılarının aslında hiç var olmadığını, onları ancak gündüz düşlerinde gördüğünü düşünürsün.
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
Ruhumuzu saran, bizi okşayan neresiyse orasıdır yurdumuz
Ruhumuzu saran, bizi okşayan neresiyse orasıdır yurdumuz.
İnsan sevdalanmaya görsün, ayakkabı tabanından farkı kalmaz, hani suya yatırdıktan sonra eline al bük, bükülür.
Bir erkek âşık olursa suya bastırdığın pabucun köselesine döner, alırsın istediğin yana bükersin
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
Elveda çocukluk, elveda oyunlar, her şeye , her şeye elveda!
Hangi acıyı dindirmezki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karsı verdiği eşitsiz savaşta.
”-Evezinde men size hemin damda yedirib saxladığım boz donuzu vererem. Yaxşıca donuzdur! Saxla, gör, eger gelen il senin üçün bala vermese, ne deyirsen de.
-Men bilmirem, İvan İvanoviç, siz ne üçün bele danışırsınız. Sizin donuz menim neyime lazımdır? O ancaq şeytana ehsan vermek üçün yarayar. ”
İnançtan büyük güç yoktur. Azgın denizin dalgalarına yerinden kıpırdamadan binlerce yıl karşı koyan, göğüs geren bir kaya gibi sarsılmaz, yenilmez bir güçtür inanç.
Ruhuna en tatlı gelen yerdir anayurt! En çok sevdiğimiz yerdir. Benim anayurdum sensin! Evet, sensin! Yaşadığım sürece yüreğimde taşıyacağım bu yurdu
Ama geleceği kimse bilemez, gelecek insanın önünde bataklıktan yükselen bir sonbahar sisi gibi durur.
Gururumla oynayan kim olursa olsun, benim için değişmez, hiç çekemem.
Bizim için hangisi daha güçlüdür: Tutku mu, alışkanlık mı? Güçlü atılımlarımız, arzularımız, içimizi yakan bütün o tutkular gençlik yıllarımızın ürünü müdür acaba? Onun için mi öylesine derin ve sarsıcı geliyorlar bize?
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
Ama gelecegi kimse bilemez,gelecek insanin önünde batakliktan yukselen bir sonbahar sisi gibi durur. Bu sisin icinde kuslar kanat cirparak, birbirini görmeden asagi yukari ucusup durur. Guvercin atmacayi, atmaca guvercini görmez, hicbiri kendi felaketinden ne kadar uzaga uctugunu bilemez.
Öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan
(..) öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan!
Bizim için hangisi daha güçlüdür: Tutku mu, alışkanlık mı? Güçlü atılımlarımız, arzularımız, içimizi yakan bütün o tutkular gençlik yıllarımızın ürünü müdür acaba? Onun için mi öylesine derin ve sarsıcı geliyorlar bize? Ne olursa olsun, o anda bu uzun süreli, ağır, handiyse duygusuz alışkanlıkların karşısında tüm tutkularımız çocukça görünüyordu bana.
Sözün kısası, uzun zamandır tanıdığımız, hiç ayrılmadıklarını bildiğimiz eşini kaybetmiş bir dul erkeğin evine ilk kez girdiğimizde hissettiğimiz o tuhaf duyguyu hissetmiştim. Bu duygu, sağlıklı bildiğimiz bir insanı karşımızda birden bacaksız görünce hissedeceğimiz duyguya benzer.
Hangi acıyı dindirmez ki zaman? Hangi tutku yok olup gitmez ona karşı verdiği eşitsiz savaşta?
Bebekler annelerinin kucağında ağlıyor, çayır kuşları cıvıldıyor, en güzel giysilerini giymiş çocuklar yolda koşuşturuyor, atlayıp zıplıyorlardı.
Zavallı yaşlı kadın! O sıralar ne onu bekleyen korkunç dakikayı düşündüğü vardı, ne ruhunu, ne de geleceğini; yalnızca birlikte bütün bir ömür geçirdiği, şimdi de yapayalnız, korumasız bırakmaya hazırlandığı zavallı hayat arkadaşını düşünüyordu.
Ben öleceğime üzülmüyorum. Yalnızca bir şeye üzülüyorum (derinden bir göğüs geçirdiği için bir an sustu Pulheriya İvanovna): Sizi kime bırakacağımı, ben öldükten sonra size kimin bakacağını bilemediğim için üzülüyorum. Küçük bir çocuktan farkınız yoktur: Size bakan kimsenin sizi sevmesi gerekir.
Öyle gidelim ki, kuşlar yetişemesin arkamızdan