İçeriğe geç

Milyarlarca ve Milyarlarca Kitap Alıntıları – Carl Sagan

Carl Sagan kitaplarından Milyarlarca ve Milyarlarca kitap alıntıları sizlerle…

Milyarlarca ve Milyarlarca Kitap Alıntıları

Gandi bile, şiddetsizlik kuralını, davranış kurallarına içtenlikle bağlı olmayanlara karşı savunmanın gerekliliğiyle bağdaştırmakta güçlük çekiyordu: “Ben kendi yaşam felsefemi öğretmek için gerekli niteliklere sahip değilim. Ancak, benimsediğim felsefeyi uygulayabilmek için gereken niteliklere sahibim. Ben düşüncede, sözde ve eylemde bütünüyle doğru ve bütünüyle şiddeti dışlayan, ama ideal olana hiçbir zaman ulaşamayan bir insan olmak için uğraşan zavallı bir ruhum.
İnsan davranışını düzenlemeye yönelik ahlak kuralları sadece uygarlığın doğuşundan bu yana değil, daha da önce, uygarlık öncesi, toplumsallaşmış, avcı-toplayıcı atalarımız arasında da, hatta daha da önceleri var olmuştur. Farklı toplumların farklı kuralları vardır. Birçok kültürde söylenen farklı, yapılan farklıdır.
Teknolojiye dayanan ve onunla birlikte değişen ahlak zayıf bir ahlaktır ve bazılarına göre aynı zamanda kabul edilemez bir ahlaktır.
Kendisine hiçbir şey olmayacağına inanan kimse korkmaz Korkuyu, kendilerine bir şey olabileceğine inananlar hisseder İnsanlar çok zengin olduklarında ya da öyle olduklarını sandıklarında ve bu yüzden küstah, kibirli ve pervasızken buna inanmazlar. (Ama eğer) belirsizliğin acısını hissedecek olurlarsa, az da olsa bir kurtuluş beklentisi olmalıdır.

-Aristoteles (MÖ 384-322)

Retorik

Varlığın çerçevesi olan bu güzelim dünya, gözüme çorak bir toprak yığını gibi gözüküyor artık. Şu görkemli sema, şu hava, işte bak, şu anlı şanlı gök kubbe, altın alevlerle süslü olan şu heybetli çatı yok mu, sadece murdar, illetli bir duman kumkuması gibi görünüyor bana.

-William Shakespeare Hamlet* (1600-1601)

Bana öyle geliyor ki sorgulamak, görüşünü dile getirmek, yeni kurumlar ve yeni düşünce biçimleri geliştirmek için zaman geldi.
Çeşitli küresel felaket kehanetlerini gerçeğe dönüştürme yolunda ne kadar ilerlediğimizse bilim insanları arasında hâlâ tartışma konusudur. Ancak bunu yapmaya muktedir olduğumuz konusunda kuşku yoktur.
Yabancı kavramlar ve terimler, belirsizlikler, soyutlamalarla ilgili iddialar ve karşı iddialar var. Bazen dehşet senaryoları hakkında sahtekarlık ya da aldatmaca gibi sözler sarf ediliyor. Bilim bu noktada ne yapabilir? Sıradan bir insan konular hakkında nasıl bilgilendirilebilir? Duygulardan arınmış ama verilere açık bir tarafsızlığı sağlayıp çatışan tarafların kozlarını paylaşmasını ya da kanıtların kuşkuya yer vermeyecek kadar kesinleşmesini bekleyemez miyiz? Ne de olsa olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir. Sözün kısası, benim gibi bazı olağanüstü iddialar hakkında kurkuculuk ve ihtiyat önerenler, neden başka olağanüstü iddiaların ciddiye alınması ve acilen ilgilenilmesi gerektigini savunurlar?
İstesek de istemesek de biz insanların birbirimizle ve Dünya’daki öteki hayvanlar ve bitkilerle bağları var. Yaşamlarımız iç içe geçmiş durumda.
Dünyada ve başka her yerde gördüğümüz bütün renkler, Güneş ışığının hangi dalga boyunun en fazla yansıtıldığıyla ilgilidir.
Avcı-toplayıcı yaşam biçiminin başarısının en açık kanıtı altı kıtaya yayılmış ve milyonlarca yıl sürmüş olmasıdır (insan dışındaki primatların avcılık eğilimleri de buna eklenmelidir).
Avcılık, yakaladığınızı yemediğiniz sürece geleneksel olarak spor kabul edilir; bu yoksullara göre zenginlerin çok daha kolay uyacağı bir koşuldur.
Yarışma sporları pek de gizli olmayan bir simgesellige sahip çatışmalardır. Bu yeni anlaşılan bir şey de değildir. Çerokiler kendi top oyunlarına savaşın küçük kardeşi derlerdi.
Başlıca spor dallarının çoğu bir ulus ya da bir şehirle ilişkilendirilmiştir ve bünyelerinde yurtseverlik ve ulusal gurur unsurları barındırırlar.
Avlanma içgüdüsünün kökeni türümüzün evriminde çok eskilere dayanır. Avlanma ve dövüşme içgüdüleri çeşitli görünümlerde birleşir . Kana susamışlık insanoğlunun öylesine ilkel bir parçasıdır ki yok edilmesi çok zordur. Özellikle de dövüş ya da av, eğlencenin bir parçası olarak sunuluyorsa

-William James Psikoloji, XXIV (1890)

Eğer bir şeyi sadece nitel olarak tanırsak onu ancak yüzeysel olarak bilebiliriz. Ama eğer nicel olarak tanırsak, yani onu sonsuz sayıdaki başka olasılıklardan ayıran bazı sayısal ölçümleri bilirsek, o zaman derinlemesine kavramaya başlayabiliriz. Güzelliğini anlayabilir, gücüne ve bize sağladığı kavrayışa vâkıf olabiliriz. Nicelemekten korkmaksa kendimizi elimizdeki haklardan yoksun bırakmak, dünyayı anlamamızı ve değiştirmemizi sağlayacak en güçlü öngörülerimizden birinden vazgeçmek anlamına gelecektir.
Çok fazla karamsarlığa kapıldığımızda, iyiliğin ne kadar yaygın olduğunu düşünmek insana hayat veriyor.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Hepimizde, insan soyunun yıkıcılığı ve dar görüşlülüğü konusunda umutsuzluğa kapılma eğilimi vardır.
Sağlıklı genç bir erkek, bir ya da iki hafta içinde, dünyadaki insan nüfusunu iki katına çıkarmaya yetecek kadar sperma hücresi üretebilir. O halde mastürbasyon kitle katliamı anlamına mı gelmektedir?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kürtaj üzerindeki yasal sınırlamalar, gerçek niyetin kadınların bağımsızlığını ve cinselliğini denetim altında tutma olduğu kuşkusunu yaratıyor. Milletvekilleri neden kadınlara vücutlarını nasıl kullanacaklarını buyurma hakkına sahip olsun? Üreme özgürlüğünden yoksun bırakılmak alçaltıcıdır. Kadınlar artık itilip kakılmaktan bıktı.
En basit anlatımla seçme hakkından yana olanlar, bir gebeliği sona erdirme kararını sadece kadının verebileceğini, devletin müdahale hakkı bulunmadığını savunur. Yaşamdan yana olanlarsa, döllenme anından itibaren embriyonun ve ceninin canlı olduğunu; bu yaşamın, onu korumamız için bize ahlaki bir sorumluluk yüklediğini ve kürtajın cinayet anlamına geldiğini söyler.
Bir gebeliğe son vermek yanlış mı? Her zaman mı? Bazen mi? Hiçbir zaman mı? Nasıl karar vermeliyiz?
Gelin, sanat ve bilimde, müzik ve edebiyatta, teknolojik yenilikte yarışalım. Dürüstlükte yarışalım. Gelin, acıların durdurulmasında, cehaletin ve hastalıkların önlenmesinde; tüm dünyada ulusal bağımsızlığa saygı gösterilmesinde; gezegenimizin sorumluluk anlayışıyla gözetilip yönetilmesi için bir etik sistemi geliştirip uygulamada rekabet edelim.
Ufkumuz, bir sonraki başkanlık dönemini ya da yeni beş yıllık planı aşan bir geleceği kucaklamalıdır. Askeri harcamaları azaltmak; yaşam standartlarını yükseltmek; eğitime saygı duyulmasını sağlamak; bilimi, akademik çalışmayı, buluşları ve sanayiyi desteklemek; soru sorma özgürlüğünü geliştirmek; ülke içindeki sürtüşmeleri azaltmak; işçilerin yönetsel kararlara daha çok katılmasını sağlamak ve ortak insanlık durumumuz ile, karşı karşıya olduğumuz ortak tehlikenin tanınmasından kaynaklanan gerçek bir saygı ve anlayış geliştirmek zorundayız.
Zihinsel ve ahlaki uysallık kısa vadede liderlerin işine gelebilir, ama uzun vadede ulusların intiharı demektir. Bu yüzden ulusal önderlik için ölçütlerden biri sert eleştirileri anlama, teşvik etme ve yapıcı olarak yararlanma yeteneğidir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Halkın düşünmemesi iktidarda olanlar için ne büyük şanstır!”
Düşman icat etmek ve onların hatalarını abartmak bürokratların işine yarar.
“Başka ülkeler üzerinde baskı kuran hiçbir ülke hür olamaz”
“Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, onu çocuklarımızdan ödünç aldık.”
İnsanoğlu, yumurta kapıya dayandığında yaratıcı olabilen bir türdür. Ne yapılması gerektiğini biliriz. Eğer benim sandığımdan daha da aptal değilsek, bugün yaşadığımız çevre bunalımı ulusları birbirine bağlayacak ve hatta uzun sürmüş çocukluk dönemimize de son verebilecektir.
Gezegenimiz bir bütündür. İdeolojik ve kültürel farklılıklar ne olursa olsun, dünya üzerindeki ülkeler bu konuda işbirliği yapmalıdır.Aksi halde sera etkisine ve öteki küresel çevre sorunlarına çözüm bulunamaz. Sera etkisi hepimizin sorunudur.
Nükleer enerji santrallarının çoğu, nükleer silah yapımında kullanılabilen uranyum ve plütonyum üretmekte ya da kullanmakladır. Bu yüzden de hukuka uymayan devletler ve terörist gruplar için hep ayartıcı bir özellik taşırlar.
Bizim teknik uygarlığımız artık kendisi için gerçek bir tehlike oluşturuyor.
“Eğer iklim değişikliği halk sağlığı açısından olumsuz etkiler yaratırsa, harekete geçmeden önce, her zaman yaptığımız şekilde deneyim ve gözleme dayalı kesin bulguları arama seçeneğine sahip olmayacağız. Bekle-gör yaklaşımıysa en hafif deyimiyle tedbirsizlik, en kötüsüyle aptallık olacaktır.”
Sadece kendi ulusumuzu ve kuşağımızı (özellikle de belli bir sanayi kolunun kârını) değil, bizim gezegenimiz olan bu kırılgan Dünyayı ve gelecek kuşakların çocuklarını da dikkate alarak düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenmeliyiz.
Dünya karmaşık. Hava kıt, doğa hassas. İnsanın zarar verme yeteneği büyük.
Muhafazakârların muhafaza ettikleri, gerçekten nedir acaba?
Teknolojimiz o kadar güçlendi ki, sadece bilerek değil, farkında olmadan da kendimiz için bir tehlike haline gelmekteyiz.
Akıllarını küçümsediğimiz kuşlar yuvanın bozulmaması gerektiğini bilir. Tüy parçası kadar beyni olan karidesler ne yapacaklarını bilir. Yosunlar ve tek hücreli mikroorganizmalar da bilir. Artık bizim de bilme zamanımız gelmiştir.
Ne var ki, çoğumuz ekmeğimizi bu becerilerle kazanmayız. O halde neden insanların koşmasını ya da vurmasını izlemekten kendimizi alamıyoruz? Bu ihtiyaç neden kültür farkı gözetmez?
Hepimiz -Dünya’da yaşayan herkes- kardeş çocuğuyuz.
Şu anda insan nüfusu 6 milyar dolayındadır. Katlanma süresi sabit kalırsa, bu sayı 40 yıl sonra 12 milyar, 80 yıl sonra 24 milyar, 120 yıl sonra 48 milyar olacaktır.
Daha büyük sayılar da şöyle: sekstilyon (1021), septilyon (1014), oktilyon (1027), nönilyon (1030), desilyon (1033). Dünya’nın kütlesel ağırlığı 6 oktilyon gramdır.
Eğer her saniye bir sayıyı söyleyerek gece gündüz durmadan sayarsanız, birden bir milyona kadar saymanız bir haftadan uzun sürecektir. Bir milyarı saymak ise yaşamınızın yarısını alacaktır. Evrenin yaşı kadar zamanınız bile olsa, kentilyonna kadar saymayı başaramazsınız.
“Halkın düşünmemesi iktidarda olanlar için ne büyük şanstır!” Adolf Hitler
Dünyada 100 milyon yıl var olmuş trilobitler ve dinazorlar, bu zamanın sadece binde biri kadar bir süredir yaşayan bir türün ( insan ) kendini yeryüzündeki yaşamın koruyucusu olarak görevlendirilmesine herhalde gülerlerdi.
İnsanoğlu, yumurta kapıya dayandığında yaratıcı olabilen bir türdür.
1973-1979 yılları arasındaki petrol krizi sırasında tüketimi kısmak için vergileri artırmış, daha küçük otomobiller üretmiş, sınırlarını aşağı çekmiştik. Şimdi petrol bolluğu var ve biz vergileri indirdik, otomobilleri büyüttük ve hız sınırlamalarını yükselttik. Bu davranışta uzun vadeli düşünme yeteneğinden eser yok.
Birbirine yakın bu iki gezegenin (Dünya ve Mars ) çok benzer çevre koşullarına sahip olmaları, buna karşılık yaşamın sadece birinde ortaya çıkması olası mıdır?
Bilimde en önemli buluşlar çoğunlukla en beklenmedik olanlardır.
Bazı konuşmacılar da Amerikan yerlilerinin şu özdeyişini dile getirmişlerdi: Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, onu çocuklarımızdan ödünç aldık.
Ben kötümser değilim. Bana göre, var olduğu yerde kötülüğü fark etmek bir çeşit iyimserliktir.
Roberto Rossellini
Siyah ve beyaz kadar farklı sözü kavramsal bir yanlıştır. Çünkü siyah ve beyaz temelde aynı şeydir. Fark sadece yansıtılan ışığın göreli miktarındadır, renkte değildir.
Aslında o kadar sıradanız ki
Bizim evrenimiz, aralarında Samanyolu’nun da bulunduğu yüz milyon kadar Gök adadan oluşur. samanyoluna bizim gökadamiz demekten hoşlanırız, ama ona kuşkusuz Egemen değiliz. Gaz, toz ve yaklaşık 400 milyon güneşten oluşan Samanyolu’nun uzak bir köşesindeki sarmal kolunda bizim güneşimiz yer alır ve bile bildiğimiz kadarıyla donuk, can sıkıcı, sıradan bir yıldızdır
İnsanlar farklı frekanstaki sesleri nasıl farklı müzik tonları olarak duyarsa, değişik frekansta ışık da değişik renkler olarak görülür.
Uzaydaki astronotlar birbirlerine birkaç santimetre uzaklıkta olsalar bile, eğer aralarında telsiz bağlantısı yoksa birbirlerini duyamazlar. Çünkü sesi iletecek hava yoktur.
Sonsuz boşlukta her zaman, uyanma zamanı henüz gelmemiş uykuda olan şeyler vardır
”Dinbilimci Langdon Gilkey’nin Natura, Realüyand the Sarred (Doğa,Gerçeklik ve Kutsallık) isimli eserinde yazdığı üzere, doğa yasalarının her yerde aynı olduğu gibi görüşlerin, yanılgı içinde olan bilim adamlarının ve onların toplumsal yandaşlarının evrene zoraki olarak yakıştırdıkları önyargılardan başka bir şey olmadıktan türünden iddialar duyuyoruz. Gilkey, bilimin kendi bağlamında olduğu denli geçerli başka tür bilgi nin özlemini duyuyor. Ne var ki evrenin düzeni varsayım değil; gözlenebilir bir gerçek. Uzak kuasarlardan gelen ışığı saptayabiliyoruz, çünkü elektromanyetizmanın yasaları, on milyar ışık yılı ötede de buradakiyle aynı. O kuasarların tayfını tanıyabiliyoruz, çünkü burada da orada da aynı kimyasal elementler bulunuyor ve aynı kuantum mekaniği yasaları geçerli oluyor. Gökadaların birbirleri çevresindeki devinimleri, Newton’un kütleçekim yasasını izliyor. Kütleçekimsel mercekler ve İkili atarcaların devinimi, uzayın derinliklerinde genel göreliliğin işlediğini gösteriyor. Her bölgesinde ayrı yasaların söz konusu olduğu bir evrende yaşıyor olabilirdik, ama yaşamıyoruz. Bu gerçek, saygı ve hayranlık uyandırmaz mı sizce? ”
”Ben, bilincimizde, atalarımızın hayalini bile kuramadığı kadar muhteşem, karmaşık ve hassas bir düzen içindeki bir evrenin ortaya çıktığını görüyorum. Ve eğer birkaç basit doğa yasasıyla evrenle ilgili pek çok şey anlaşılabiliyorsa Tanrıya inanmak isteyenler hiç kuşkusuz bu güzel yasaları, tüm doğayı ayakta tutan bir Akıla yorabilir. Benim kendi görüşüm, evreni gerçekte olduğu gibi anlamanın, olmasını dilediğimiz bir evren hayal etmekten çok daha iyi olduğudur. ”
”Evrenin muhteşem büyüklüğü ne kadar olağanüstü ve şaşırtıcı bir düzen içinde! Ne kadar çok güneş, ne kadar çok dünya !

Christiaan Huygens
Gezegenler, Üzerlerinde Yaşayanlar ve
Ürettikleriyle İlgili Yeni Varsayımlar (1670 civarı) ”

Ben kendi yaşam felsefemi öğretmek için gerekli niteliklere sahip değilim. ancak, benimsediğim felsefeyi uygulayabilmek için gereken niteliklere sahibim. ben düşüncede, sözde ve eylemde bütünüyle doğru ve bütünüyle şiddeti dışlayan, ama ideal olana hiçbir zaman ulaşamayan bir insan olmak için uğraşan zavallı bir ruhum.
Ben bunu hiç söylemedim. Doğru söylüyorum. Ha, evrende belki de 100 milyar gökada ve 10 milyar trilyon yıldız olabileceğini söyledim. Kozmos hakkında konuşurken büyük sayılar kullanmamak kolay değil. Çok sayıda kişinin izlediği Cosmos adlı televizyon dizisinde de birçok kez milyar sözcüğünü kullandım. Ama hiçbir zaman milyarlarca ve milyarlarca demedim. Bir kere böyle bir ifade çok belirsiz. Milyarlarca ve milyarlarca kaç milyar eder? Birkaç milyar mı? Yirmi milyar mı? Yüz milyar mı? Yani milyarlarca ve milyarlarca çok muğlak bir söz. Televizyon dizisini gözden geçirip güncelleştirdiğimizde kontrol ettim ve emin oldum ki, biç böyle bir şey dememişim.
M.Ö. beşinci yüzyılda Batı’da Konfüçyüs olarak bilinen Çinli filozof Kung-Tzi’ye kötülüğe iyilikle karşılık verilmesi yolundaki (o zamanlar da iyi bilinen) Altın Kuralla ilgili görüşü sorulduğunda şöyle karşılık vermişti: O zaman iyiliği neyle ödeyeceksiniz?”
“İyiliğe iyilikle, ama kötülüğe adaletle karşılık verin
İlk bir iki gün hepimiz kendi ülkelerimizi görmeye çalışıyorduk. Üçüncü ve dördüncü günlerde ülkemizin yer aldığı kıtaları birbirimize gösteriyorduk. Beşinci güne geldiğimizde sadece tek bir Dünya olduğunu fark etmiştik.

Prens Sultan bin Salman El Suud Suudi Arabistanlı astronot

Kendisine hiçbir şey olmayacağına inanan kimse korkmaz Korkuyu, kendilerine bir şey olabileceğine inananlar hisseder İnsanlar çok zengin olduklarında ya da öyle olduklarını sandıklarında ve bu yüzden küstah, kibirli ve pervasızken, buna inanmazlar. (Ama eğer) belirsizliğin acısını hissedecek olurlarsa, az da olsa bir kurtuluş beklentisi olmalıdır.
Aristoteles (MÖ 384 – 322)
Bilimi çürüttüğü düşünülen bir bilmece vardır: “Doğuştan sağır bir insan için do sesi ne anlama gelir?” Cevap diğer herkes için ne anlama geliyorsa o kişi için de o anlama geldiğidir: Sadece bu notaya ait kesin ve benzersiz ses frekansı, yani 263 hertz. Eğer bunu dolaysız olarak duyamıyorsanız, bir ses yükseltici ve osiloskopla tereddüte yer bırakmayacak şekilde saptayabilirsiniz. Tabii bu yöntem, havada yol alan dalgaların insanlar tarafından olağan algılanma biçiminden farklıdır. Algılama sesle değil, görüntüyle yapılır. Ama değişen bir şey yoktur. Bütün veriler mevcuttur. Akordu ve stakatoyu, pizzikatoyu ve ses rengini fark edebilirsiniz. Birinci oktav do sesini kulağınızla “duyduğunuz” zamanlarla bağlantı kurabilirsiniz. Do sesinin elektronik olarak görüntülenmesi, kulağı duyan bir insanın deneyimiyle duygusal açıdan aynı olmayabilir. Ama belki bu da bir deneyim sorunudur. Bırakalım Beethoven gibi dahileri, sıradan bir insan da hem taş gibi sağır olup hem müziği algılayabilir.

Bu aynı zamanda “eğer ormanda bir ağaç devrilirse ve bunu işitecek kimse yoksa, ses meydana gelmiş olur mu?” şeklindeki şaşırtmacalı bilmecenin de cevabıdır.

Tabii ki eğer sesi, biri tarafından duyulması temelinde tanımlıyorsak bu tanıma göre ses yoktur. Ama bu fazlasıyla insan merkezli bir tanımdır.

Fermi paradoksu, dünya dışı uygarlıkların var olma olasılığının gayet yüksek olduğuna dair tahminlerin varlığı ile bunu doğrulayacak herhangi bir kanıtın ya da temasın yokluğu arasındaki çelişkiyi ifade eder.

Evrenin bilinen büyüklüğü ve yaşı, teknolojik açıdan gelişmiş durumda olan birçok dünya dışı uygarlığın var olmasını gerektirir. Ancak bu hipotez, destekleyci herhangi bir kanıtın henüz gözlenememiş olması sebebiyle, çelişkili gözükmektedir.

Fermi paradoksu iki şekilde sorulabilir: İlki Neden uzaylılara ya da onlar tarafından yapılmış nesnelere burada fiziken rastlamıyoruz? sorusudur. Eğer yıldızlar arası yolculuk mümkünse, yavaş bir yolculuk Dünya’daki mevcut teknolojiyle neredeyse elde edilebilir olduğuna göre, tüm galaksiyi kolonize etmek 5 ila 50 milyon yıl sürecektir. Jeolojik zaman ölçeğinde bile kısa bir zaman dilimi olan bu süre, kozmolojik ölçekte çok daha kısadır. Güneş’ten daha yaşlı yıldızların mevcut olduğu ve zeki yaşamın evrenin başka bir köşesinde daha önce ortaya çıkmış olabileceği düşünüldüğünde, bu soru, galaksinin neden hâlâ kolonileştirilmemiş olduğu şeklinde de sorulabilir. Kolonileştirme uzaylı uygarlıklar için gereksiz ya da istenmeyen bir durum olabilir, ancak yine de galaksinin keşfine yönelik geniş çaplı araştırmaların var olması gerekir. Ancak ne kolonileşmenin ne de keşif araştırmalarının izine rastlanabilmiştir.

Dünya postadan çıktı. Üzerinde Dikkat, kırılabilir damgası vardı. Ambalaja, çatlak bir kadeh resminin yer aldığı bir etiket yapıştırılmıştı. Kırılmış bir kristalin şıngırtısını duymaktan ya da cam parçalarıyla karşılaşmaktan korkarak paketi dikkatle açtım. Ama sapasağlamdı. Onu iki elimle kaldırarak gün ışığına tuttum. Bu, yarıya kadar suyla dolu saydam bir küreydi. Üzerine, göze çarpmayacak bir şekilde 4210 sayısı yapıştırılmıştı. 4210 numaralı dünya. Herhalde buna benzer birçok dünya olmalıydı. Onu kutudan çıkan plastik ayaklığın üzerine ihtiyatla yerleştirerek merakla içine baktım. İçerde yaşam vardı.
En beğenilen davranış biçimi, özellikle Batı’da, Nasıra’lı İsa’ya atfedilen Altın Kural’dır. Birinci yüzyılda yazılmış Aziz Matta İncili’nde şöyle dile getirilmiştir: ‘Başkalarının size nasıl davranmasını isterseniz siz de onlara öyle davranın.’ Ama neredeyse hiç kimse buna uymaz.
Düşman icat etmek ve onların hatalarını abartmak bürokratların işine yarar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir