İçeriğe geç

Metro 2033 Kitap Alıntıları – Dmitry Glukhovsky

Dmitry Glukhovsky kitaplarından Metro 2033 kitap alıntıları sizlerle…

Metro 2033 Kitap Alıntıları

Pes et Homo Sapiens! Artık doğanın hakimi sen değilsin! Hayır, hemen kuyruğunu titretme,biz böyle olmak istemiyoruz. Ölümle mücadele ederken, biraz daha etrafta sürün ve kendi pisliğine gömül. Ama bir şeyi bilmelisin Sapiens: Yeterince yaşadın. Yasalarını çok iyi bildiğin evrim,çoktan bir basamak atladı. Artık yaradılışın tacı sen değilsin. Sen bir dinazorsun. Yeni ve daha mükemmel yaratıklara yer açmanın zamanı geldi.
”Bir tek şunu söyle, sadece gördüğün ve hissettiğin şeylerle mi ilgilenirsin? Dünyanın sadece bunlarla sınırlı olduğuna gerçekten inanmıyorsun, değil mi? Örneğin bir köstebek hiçbir şey görmez, doğuştan kördür. Ama köstebek görmüyor diye, bütün bu şeyler yoktur diyemezsin. Sen de aynen böylesin. ”
Sıçanlar dalgalar halinde oradan uzaklaşarak kimsenin gerçek büyüklüğünü kestiremediği kendi dev imparatorluklarına geri dönmüşlerdi. Hayal edilemeyecek kadar derinlerdeki bütün bu labirentler gizem doluydu ama labirentlerin metronun işlevselliğine hiçbir yararı olmadığı da belliydi. Eski çalışanları yemin etmiş olsalar da metronun bildiğimiz inşaat işçileri tarafından yapıldığı anlaşılır gibi değildi.
Bugün bile devletler kendilerini geliştirmek veya daha da büyümek istediklerinde hemen ertesi gün eski dostları ya da köleleri tarafından yönetim altına alınıp sömürgeleştiriliyorlar.
Sıçanlar geri çekilmişti. Savaş sanatının, insan elinden cıkmış en son buluşlarından biri olan bu silah, sıçanların kör hırsını yok etmişti. İnsanoğlu, diğer canlılardan çok daha iyi bir katildi.
You reap what you sow Artyom. Force answers force, war breeds war, and death only brings death. To break this vicious circle one must do more than just act without any thought or doubt.
Kendi dünyamızın sonunu gördünüz mü? diye rahip sözlerini sürdürdü. Bunun suçlusunun kim olduğunu anladınız mı? Bir düğmeye basarak yüz binlerce insanın hayatını söndürenlerin adlarını kim biliyor? Göz alabildiğine uzanan yeşil ormanları kurumuş çöllere dönüştürenleri? Bu dünyayı ne hale getirdiniz? Benim dünyamı? Dünyayı yok etme sorumluluğunu nasıl olup da üstlenebildiniz, bu hakkı size kim verdi? Yeryüzü, bugüne kadar sizin makinelerinizin ürünü olan o lanet olası uygarlıktan daha büyük bir kötülük yaşamadı, doğayı cansız makinelerle karşı karşıya getiren bir uygarlık! Bu uygarlık doğayı sonsuza kadar baskı altında tutmak, onu yiyip bitirmek, hazmetmek için her şeyi denedi ama bunu yaparken fazlasıyla zorlandı ve sonunda kendi kendini yedi bitirdi. Sizin uygarlığınız bir kanser tümörüdür, kokuşmuş, zehirli atıkları bir kenara ayırıp yararlı besleyici ne varsa her şeyi yutan dev bir amiptir. Tüm bunlar yetmemiş gibi şimdi yine roketleriniz olsun istiyorsunuz! Yine uygarlığın ürünü o en korkunç silahları istiyorsunuz! Niçin? Başladığınız şeyi bitirmek için mi? İktidarı ele geçirmek için mi? Katiller! Sizden nefret ediyorum, hepinizden nefret ediyorum!
Önemli olan insanın içidir, dışı değil. Asıl mesele, insanın içiyle hep aynı kalması. Belli bir düzeyde kalması. Koşullar ne olursa olsun. Koşulların hepsinin canı cehenneme!
Bütün bunlar hara getmişlərdi? Dünya burda tərk edilmiş və boşalmış kimi idi. Ama Artyom bilirdi : bu sadəcə bir xəyal idi. Dünya nə tərk edilmiş, nə də ölü idi, sadəcə bura hökm edənlər indi başqaları idi.
Kendimi yalnız hissettiğim için ve delirmeyeyim diye yazıyorum
İnsanoğlu, diğer canlılardan çok daha iyi bir katildi.
Kim bir ömür boyu karanlığa bakacak kadar cesur ve kararlıysa, ilk umut ışığını o fark edecektir.
Güneş ormanın üzerinden yükseliyor ama benim için değil.
Pes et Homo Sapiens! Artık doğanın hâkimi değilsin! Hayır, hemen kuyruğunu titretme, biz böyle olmak istemiyoruz. Ölümle mücadele ederken, biraz daha etrafta sürün ve kendi pisliklerine gömül. Ama bir şeyi bilmelisin Sapiens: Yeterince yaşadın. Yasalarını çok iyi bildiğin evrim, çoktan bir basamak atladı. Artık yaradılışın tacı sen değilsin. Sen bir dinozorsun. Artık yeni ve daha mükemmel yaratıklara yer açmanın zamanı geldi. Egoist olma, oyun bitti, perde kapandı, bırak başkaları gelsin. Homo Sapienler nasıl yok oldular diye bırak gelecek kuşaklar kafa patlatsınlar, zaten bu kimseyi de ilgilendirmeyecektir.
Zaman bir cıva gibidir: Onu küçük parçalara bölmeye kalktıkça, anında yeniden topralanacak, bütün haline gelecek ve şekilsiz bir hal alacaktır. İnsanlar zamanı ehlileştirdi, zincirli cep ve kronometre saatleri yaptı ve hala zincirlerinden tutanlar için, zama aynı minvalde akıp gidiyor. Ama onu serbest bıraktığın anda, herkes için farklı aktığını göreceksin. Biri için yavaş ve yoğundur, zamanı içtiği sigaralarla ya da soluk alışlarıyla ölçer. Diğeri için ise zaman doludizgin gider ve zamanın bütünlüğü yaşanmış insan hayatıdır.
Biliyor musun, yaşadığımız bu ülkede zamanlar hep birbirinin aynıdır, yani zamanla hiçbir şey değişmez. Buradaki insanlar böyle, onları değiştiremezsin. Hepsi dik kafalıdır.
İnsanlar zaman zaman kendi halklarının ya da ırklarının diğerlerinden çok daha iyi olduğuna inanırlar. Ama bu gerçek değildir.
Kim karanlığa bir ömür boyu cesaretle ve sabırla bakarsa, oradaki umut ışığını da ilk o fark edecektir.
“Kim bir ömür boyu karanlığa bakacak kadar cesur ve kararlıysa, ilk umut ışığını o fark edecektir.”
“Bir ‘sürü’ mantıksal önermelere değil, güce saygı duyar.”
Tanrı’nın belli başlı karakteristik özellikleri olsa da bunlar kesinlikle sevgi, adalet ya da şevkat değildir. Yaratıldığı günden beri yeryüzünde olanlara bakarsak, Tanrı sadece bir çeşit sevgiyi getirdi: İlginç hikayelere duyulan sevgi. Önce birinin içine bir şeyler ufalayıp koyuyor, sonra da ne oluyor diye bakıyor. Çok yavansa, içine biraz biber ekiyor. Bu bağlamda Shakespeare çok doğru söylemiş: Dünya bir tiyatro sahnesidir. Yalnız bu sahne onun söylemek istediğinden çok daha farklı.
Tanrı her şey eskisi gibi olsun diye neden önce herkesi ölümle cezalandırıyor, oğlundan da bunun için kendisini kurban etmesini istiyordu? Tanrı her şeye muktedir değil miydi?
İnancı olanlar ölüme ne kadar da kolay gidiyordu! Ölümün son olmadığına inananlar. Dünyayı siyah beyaz diye ikiye ayırabilenler, ellerinde, ideolojilerinin ya da inançlarının simgesi bayraklarla ne yapmak gerektiğini çok iyi bilenler. Hiçbir şeyden kuşkulanmayanlar, hiçbir şeyden pişmanlık duymayanlar. Böyle insanlar rahat ölüyordu. Dudaklarında bir gülümsemeyle ölüyordu.
Bazı şeyler vardır ki, yapmak istemezsin, bir daha yapmamaya yemin edersin, kendine yasaklarsın ama sonra her şey kendiliğinden oluverir. Üzerinde daha fazla düşünmeyi beceremezsin, düşünme merkezin iyice boşalmıştır, geriye sadece kendini hayretle izlemek kalır, suçun olmadığına inanmışsındır ve sonra her şey kendiliğinden yaşanır.
Timiryasevskaya’dan kaçan beş sığınmacı ile kurtardıkları bir çocuk vardı. Bir genç, yani Artyom.
Makinelerinizle birlikte hepinize lanet olsun! Yaşamı ve ölümü değersiz kıldınız.
Asıl delilik, bütün yeryüzünü kendine köle yapmayı istemek değil mi ya da doğayı arabaların kölesi yapıp onu acılar içinde bırakmak delilik değil de nedir? Kendine ve benzerlerine duyulan nefret yüzünden doğayla hesaplaşmak Asıl delilik, çılgınlık bu değil mi?
Kim karanlığa bir ömür boyu cesaretle ve sabırla bakarsa, orada umut ışığını ilk o fark edecektir.
İnsanoğlu, diğer canlılardan çok daha iyi bir katildi.
Kim bir ömür boyu karanlığa bakacak kadar cesur ve kararlıysa, ilk umut ışığını o fark edecektir.
“Kim karanlığa bir ömür boyu cesaretle ve sabırla bakarsa, orada umut ışığını ilk o fark edecektir.”
Kendimi yalnız hissettiğim için ve delirmeyeyim diye yazıyorum.
Neden her şey bu kadar dolambaçlı, karmaşık peki?
İnsanlar zaman zaman kendi halklarının ya da ırklarının diğerlerinden çok daha iyi olduğuna inanırlar. Ama bu gerçek değildir.
Cennette az boş yer var, sadece cehennemin kapısı herkese açıktır.
“Genç adam, burada dinlenmek diye bir şey yok. Yarına sağ çıkarsanız, şanslısınız.”
Ölümün kaçınılmaz olduğunu herkes bilir. Metroda ölüm gündelik olaylardan sayılırdı ama burada yine de insan kendisine hiçbir şey olmayacağına, kurşunların bir başkasına isabet edeceğine, hastalıktan kendisini koruyacağına inanıyordu. Ve ihtiyarlık henüz o kadar uzaktaydı ki, Artyom gibi birinin bunu düşünmesine bile gerek yoktu. Sonuçta, insan devamlı kendi ölümünü düşünerek yaşayamazdı ki. En iyisi bunu unutmaktı, yine de birinin kafasına bu düşünceler musallat olursa, o zaman dal budak sarıp yayılmaması, zehirli tohumlarıyla hayatı cehenneme çevirmemesi için, onları hemen kafasından söküp atmalı, yok etmeliydi. Günün birinde öleceğini düşünmemeliydi, yoksa insan aklım kaçırabilirdi. İnsanı bir tek şey çıldırmaktan kurtarabilirdi: Bilmemek. Bir yıl içinde idam edileceğini bilen bir idam mahkûmunun ya da doktorların kendisine ne kadar ömrü kaldığını söylediği, ölümcül bir hastanın hayatı ile normal bir insanın hayatı arasındaki fark şuydu: Birinciler, daha ne kadar yaşayacaklarını yaklaşık olarak bilirken diğerleri bilmedikleri için, ertesi gün bir kazaya kurban gitmesi hiç de ihtimal dışı olmadığı halde, sonsuza dek yaşayacaklarına inanırlar.
Ölüm korkunç değildi, korkunç olan onu beklemekti.
“Ama beni niye yanınıza aldınız?” diye sordu.Han izmariti yere atarak omuzlarını silkti.“Konuşması ilginç bir tipsin. O kadar.”
“Ne müthiş bir duygu” dedi. “Biz hayran kaldık. Kraliçe hayran kaldı.”
Bu tünelden geçerken her insan yolunu şaşıracaktı, “doğum” istasyonundan “ölüm” istasyonuna kadar şaşkın şaşkın gitmek zorundaydı. İnancın peşinde olanlar, bunu tünelin yan sapaklarında arıyorlardı. Oysa var olan sadece bu iki istasyondu, doğum ve ölüm istasyonları, tünel de sadece bu iki istasyonu birbirine bağlamak için inşa edilmişti.
Sakın bana, daha kuvvetlinin hakkından söz etme. Bunu söylemek için fazlasıyla güçsüzsün”.
“Birbirleriyle konuşuyorlar” diye onu uyardı.
Han “Ne yazık ki bu davranış biçimi, insan denilen yaratığın değişmeyen karakter özelliğidir” diye yanıtladı. “İradeleri yok olsa ya da hipnotize edilmiş olsalar bile, yine de birbirleriyle ilişki kurmaya heveslenirler. İnsan sosyal bir varlık, bunu değiştiremezsin. Herhangi başka bir durumda, bu tür insancıl tepkileri tanrı vergisi diye kabul ederdim ama o da kiminle sohbet ettiğime göre değişir.
Geriye bakıp düşünürsen, hayalle gerçek olayları birbirinden ayıramazsın, onlar da tıpkı rüyalar ya da geleceğe dönük düşünceler gibi aniden solup gider.
Işığa ihtiyacı olan herkes, kendi ışığını getirmek zorunda. Zamanla da durum aynı. Kaostan korktuğu için zamana ihtiyacı olan, kendi zamanını beraberinde getirir. Burada herkesin kendisine ait ve herkesten farklı olan bir zamanı var, bu da kadanstan çıkma saatine göre değişiyor. Herkes kendi zamanına inanır ve temposunu da ona göre ayarlar. Şimdi benim için akşam, senin için sabah. Ne var bunda? Hele saatini bir parçala, zamanın nasıl değiştiğini göreceksin. Çok ilginç bir deneyim. Zaman, onu artık tanımayacak hale gelinceye kadar değişecektir. Artık saatlere, dakikalara ve saniyelere bölünmemiştir. Zaman bir cıva gibidir: Onu küçük parçalara bölmeye kalktıkça, anında yeniden toparlanacak, bütün haline gelecek ve şekilsiz bir hal alacaktır. İnsanlar zamanı ehlileştirdi, zincirli cep ve kronometre saatleri yaptı ve hâlâ zincirlerinde tutanlar için, zaman aynı minvalde akıp gidiyor. Ama onu serbest bıraktığın anda, herkes için farklı aktığını göreceksin.
Bir yerde okumuştum, Kalaşnikov ürettiği malın dünyanın en sevilen otomatik silahı olmasından müthiş gurur duyuyormuş. Mükemmel konstrüksiyonu sayesinde, Rusya’nın sınırlarının güven içinde olmasından pek mutlu olduğunu söylemişti. Bilmiyorum. Bu makineyi eğer ben geliştirmiş olsaydım, büyük ihtimalle aklımı kaçırırdım. Yeryüzündeki çoğu cinayetlerin senin buluşunla işlendiğini düşünmek bile yeter. Giyotinin bulucusu olmaktan daha da korkunç bir şey.”
Sadece zor, çok zor bir durumdaydı, umutsuzca hep seni düşünüyordu ve dost bir elin, başını koyup huzur bulacağı bir omuzun arayışı içindeydi.
Onların en güçlü silahları korku yaratmak.
Ah Hunter! Güneş ormanın üzerinden yükseliyor ama benim için değil.
Ölüm korkunç değildi, korkunç olan onu beklemekti.
Büyük bir karanlık gelecek Ve bütün dünyayı kaplayacak Sonsuza dek sürecek. Ve güzellik Yıkılacak ayaklar altında kalacak.
Biliyor musun, yaşadığımız bu ülkede zamanla hiçbir şey değişmez. İnsanlar böyle, onları değiştiremezsin. Hepsi dik kafalıdır.
İnsanoğlu, diğer canlı yaratıklardan her zaman çok daha iyi bir katildi.
Eğer bir din tanrıyla ilgili yalanlar yayıyorsa, o zaman şeytanın amaçlarına hizmet ediyor demektir.
Ölüm korkunç değildi, korkunç olan onu beklemekti.
Hayatında hiç yıldız görmemiş bir insan sonsuzluk nedir hayal edebilir miydi?
İnsan o sonsuz kibriyle, sevdiği ve kendi için değerli olan her şeyi yok ettiğine sonunda pişman olacak.
Yanılgılar ve hayaller içinde yaşadığı yüzyıllardan sonra iyiyle kötüyü, yalanla gerçeği birbirinden ayırmayı sonunda öğrenecek!
Anı silinmiş miydi? Hayır. Sadece derinlere gömülmüştü, tıpkı zamanında çekip çıkarmadığı bir iğnenin bedeninin derinliklerine saplanıp kalması gibi.
İnsanoğlu, diğer canlılardan çok daha iyi bir katildi.
Yeryüzü, bugüne kadar sizin makinelerinizin ürünü olan o lanet olası uygarlıktan daha büyük bir kötülük yaşamadı, doğayı cansız makinelerle karşı karşıya getiren bir uygarlık! Bu uygarlık doğayı sonsuza kadar baskı altında tutmak, onu yiyip bitirmek, hazmetmek için her şeyi denedi ama bunu yaparken fazlasıyla zorlandı ve sonunda kendi kendini yedi bitirdi.
Hayat neden bu kadar çözümsüz hale getiriliyordu ki?
İnsanı tek şey çıldırmaktan kurtarabilirdi: Bilmemek.
İnsanoğlu, diğer canlı yaratıklardan her zaman çok daha iyi bir katildi.
İnsan o sonsuz kibriyle, sevdiği ve kendi için değerli olan her şeyi yok ettiğine pişman olacak. Yanılgılar ve hayaller içinde yaşadığı yüzyıllardan sonra iyiyle kötüyü, yalanla gerçeği birbirinden ayırmayı elbet öğrenecek!
Ölüm korkunç değildi, korkunç olan onu beklemekti.
Güneş ormanın üzerinden yükseliyor ama benim için değil.
Hayatında hiç yıldız görmemiş bir insan sonsuzluk nedir hayal edebilir miydi?
“Burada ilginç bir şey yok.”
“Doğru, sadece bir yığın hurda. Ama evlat, eskiden burası, bu kokuşmuş metroda istediğin her şeyi alabileceğin tek yerdi ”
İnsanoğlu, diğer canlı yaratıklardan her zaman çok daha iyi bir katildi.
Hayatı için her saniye korku içinde yaşamayan, ömrünü hiç değilse bir gün uzatmak uğruna savaşmak zorunda kalmayan bir insanın ne gibi dertleri olabilirdi ki?
Bu həyata bağlanırıq,bütün gücümüzlə bərk-bərk sarılırıq,çünki filosoflar,sektaçılar nə desələrdə,o biri dünyanın olub-olmadığına tam inana bilmirik.Birdən orda heç nə yoxdur Məgər belə deyilm?Yenədə həyatı o qədər sevirik ki .
Eh, Hanter!..Günəş meşənin üzərindən qalxır,lakin mənim üçün deyil .
Dünya bir tiyatro sahnesidir. Yalnız bu sahne onun söylemek istediğinden çok daha farklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir